@alyayzclrr
|
••• Hayat kaldırabileceği yükü verirmiş insana. Bu kadar yük için güçlü müsün? Hayır, değilsin. Güçlü olmak zorunda bırakılmışsın.
Gözlerimi açtığımda görüş açıma direk İzel'in geniş göğsü girdi. Başım göğsündeydi.
Sabah saatleriydi. Hastane yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlıyordu. Hafif ürpermeyle iç çektim. Fakat fazla rahat olduğumu fark ettim.
Hızla doğruldum. İzel'in dün akşam bana çok yardımcı olduğunu biliyordum. Fakat yeni tanıdığım bir insana güvenmemem gerektiğini geçmişte öğrenmiştim.
Yerimden doğruldum, İzel'e baktım. Başını geriye atmış, duvara yaslamıştı. Gözleri kapalıydı. Gözlerim onu incelemeye başladı.
Belirgin adem elmasına baktım. Ardından belirgin çenesine. Öldürücü bir yakışıklılığı vardı.
"Bakmaya devam edecek misin?" Diye sormasıyla hazırlıksız yakalandım. Bir nefes verdim. "Pislik."
Yerimden kalktım, Lavin'e bakmak için odanın camına ilerledim. Uyuyordu. Büyük bir ihtimalle uzun bir süre boyunca da uyuyacaktı.
Lavin'e bakarken arkamdan İzel'in geldiğini hissettim fakat dönüp bakmadım.
Şu an birisine sarılmaya çok ihtiyacım varmış gibi hissediyordum.
Hayatım boyunca olanları aileme anlatamıyorsam, gidip sarılırdım onlara. En azından boğazımda olan ukde geçsin diye beklerdim. Biraz birisinin kollarına devrilip kalmak isterdim.
Şu an sarılmak istediğim tek kişi Lavin'di ama bu imkansızdı.
"Sigara içmeye çıkacağım." Dediğinde İzel'e döndüm. Kafam dağılsın istiyordum.
"Bende gelebilir miyim?" Diye sordum başımı geriye atıp, gözlerine bakarak. "Tabiikide gelebilirsin." Dediğinde yanında ilerledim. Birlikte terasa çıktık.
"Lavin hastanede tek kalsın istemiyorum. Biz hastanede olmadığımızda, polisler kapının önünde olacak. Hatta biz buradayken bile duracaklar. Bu senin için uygun, değil mi?"
Başımla onayladım ama kaşlarımı çatarak düşünmeye başladım. Kardeşimi kimden korumam gerekiyordu?
"Neden bu kadar önlem alıyorsun?" Diye mırıldandım. Bana doğru bir adım attı. Sigara dumanı yüzüme çarpınca, elini arkasına götürdü, dumanı solumamı engelledi. "Biliyorum, anlattıklarım canını sıkacak. Ama herşeyi halledeceğimi bilmeni istiyorum Laren." Dediğinde anlamayarak ona baktım.
"Yeraltı örgütlerini biliyor musun?" Dediği şeyle gözlerimi kıstım. Yeraltı örgütlerini elbette biliyordum.
"İki tane örgüt var. İkiside oldukça gelişmiş. Bir tanesinin başındaki kişi Rus mafyası." Dediğinde kaslarım havalandı.
"Barbaros." Dedim şaşkınlığımı gizleyemeden. Başıyla onayladı.
"Aynen öyle." Sıkıntılı bir nefes verdi. Barbaros, kendi soyadından gelen Clark Örgütünün başıydı. Kendisi öldürüldüğü için, başa geçecek olan kişi oğlu olacaktı...
"Oğlu geçecek." Dedim kendi kendime. "Ve bu işin peşini bırakmayacaklar." Diye tamamladı yüzüme eğilerek.
Gözlerine baktım. "Bizde tehdit altında olacağız." Yutkundum ve başka bir yol düşünmeye çalıştım.
"Diğer örgüt.." dediğimde benden uzaklaşarak sigarasından bir nefes çekti.
"İneffable lakabıyla biliniyor."
İsminin garipliğiyle gözlerimi kısarak baktım.
"Çok düşünmüşler mi bu isimi?" Diye homurdandım, bu onu güldürdü. "Örgütün başındaki kişiye sormak lazım." İç çekti. "Vardır bir nedeni."
Yapmaya çalıştığı imaya cevap olarak, "Görünce sorarım." Dedim. Oda başıyla onayladı. "Sorarsın."
"Sizi tanıştırmak istediğim kişilerden bahsetmiştim. Bir tanesi Kubilay. Benim en yakın ve belkide en mantıklı hareket eden dostum kendisi. Aslında sana diyeceğim herkes, benim hayatımda kardeş değeri görüyor. Çünkü ailem gibilerdir."
Bizim ailemiz gibi olan dostumuz var mı Laren?
Konuşmak istemeyerek başımla onayladım. "Sonra Larin var. Kız kardeşim." İsmimizin benzerliğiyle kaşlarım kalktı.
"İsmimiz benziyor." Başıyla onayladı. "Ben koymuştum."
"Yine çok karşılaşacağın kişilerden biride Çağatay." Çevresinin geniş olması merak etmeme neden olmuştu.
"Hepsiyle, hatta dahasıyla tanışacaksın. Merak etme, ben yanında olacağım." Dedi beni rahatlamak ister gibi.
"Sadece.. karışık." Diye fısıldadım. "Anlayacaksın."
Bazen konuşmaları çok tanıdık geliyordu. Sanki daha önce başkasıyla o konuşmaları yapmışım gibi.
"Eve gitmek şansım var mı? Lavin'e kıyafet almam lazım.." sigarasını söndürdü ve bana döndü. "Elbette olur. Sonra bir şeyler yemen için bir yere gideriz."
"Hava soğuk, üşüyorsun. İçeriye geçelim." Yanına yürümeye başladım. Birlikte içeriye geçtik. Lavin'in kapısının önüne baktım, gerçektende oradalardı. İki tane polis kapıdaydı.
"Polisleri nereden buldun?" Diye sordum ona dönerek. "Kendileri benim yanımdalar. Oradan." Dediğinde başımla onayladım.
"Belkide fazla sorgulamamam gerekiyordur." Diye düşündüm.
Son kez Lavin'e baktım ve hastaneden çıktık.
𖣂
İzel beni eve bırakmıştı. O sırada oda kendi evine uğramıştı. Bir kaç kıyafet almıştım. Üstümüde değiştirmiştim. Altıma siyah kot, üstüme beyaz bir kısa gömlek giymiştim.
İzel geldiğinde elimde olan küçük kıyafet çantasını alarak bagaja koydu.
Arabaya bindim, ona baktım. Gözlerini üstümde gezdirdi.
Onun üstünde gri boğazlı bir kazak ve siyah kot pantolon vardı. Gerçekten güzel görünüyordu.
Yutkunarak önüme döndüğümde, oda arabayı çalıştırdı. Hızla soğuk olduğunu bilerek, klimayı sıcağa ayarladı.
"Sadece ben gelince klimayı sıcağa çeviriyorsun sanırım. Pek etkileniyor gibi değilsin." Dedim önüme bakarak.
"Evet, etkilenmem. Soğuk severim." Kaşlarımı çattım. Kim soğuk severdi ki? Acaba ısınmadığım için mi bana öyle geliyordu?
"Nasıl seversin?" Diye fısıldadım hayretle.
"Alışkınım."
"O zaman klimayı açmana neden olanlarada sinir oluyorsundur."
"Genelde olurum."
"Yani banada oluyorsun."
"Hayır, başkalarına klima dahi açmam."
"Ha, bana bakmaya mecbursun diye yani."
Bana doğru döndü, yüzüme baktı. O sırada yanan kırmızı ışıkla durdu ve ona bakmama neden oldu.
Gözlerime bakarken hafifçe yaklaştı.
"Hayır Laren. Sensin diye."
Yavaşça geri şekildi ve yanan yeşil ışıkla arabayı sürmeye devam etti. Ben ise cevabımı almış bir şekilde sustum, öyle kaldım.
Benim aksime rahat bir şekilde konuşmaya başladı. "Karen'in yanına gidiyoruz. Neler yaptığına bir bakalım."
Sessiz kalarak mırıldandım. "Hımhım.."
Menessa'ya doğru sürmeye devam etti. Bende yolu izledim. Fakat sessizlik biraz rahatsız olmama neden oldu.
Ona doğru döndüğümde, ne diyeceğimi anlarcasına elini arabanın radyosunu açmak için, ekrana uzattı. Şarkı açıldığında ona bakmadan cama döndüm, izlemeye devam ettim.
Ardından İzel, güzel sesiyle şarkıyı mırıldanmaya başladı.
"Ben öldüm, bir daha ölmem. Yandım, bir daha sönmem. Gel, ömrüm senin olsun. Gel, kalksın bu yük üstümden."
Ona dönüp baktım. Dirseğini camın oraya, kapıya yaslamıştı. Başını hafifçe yana yatırmıştı. Diğer eliyle direksiyonu sıkıca kavramıştı.
Nedensizce şarkıları söylerken, kendi hayatıyla bağlantılı olan yerleri söylüyor gibi hissetmiştim. Bazı sözleri o kadar içten mırıldanıyordu ki, sanki hepsini yaşamış gibiydi.
"Hasret, üzerimde ki kasvet. Acıtır gibi severek. Bitecek bi' gün elbet, sabret."
Onu izlerken geldiğimizi fark ettim. Yavaşça boğazını temizledi, arabayı park etti. Elime çantamı aldım, ikimizde arabadan indik. Üzerine siyah, biraz uzun bir kaban giydi. Hava soğuktu. Benim sadece gömleğimin olduğunu görünce kaşlarını çattı.
"Nerede ceketin, kabanın?" "Hastanede unuttum." Diye mırıldandım ona bakarak.
Burnumun, yüzümün soğuktan kızardığına emindim. Elini yanağıma koydu. "Isındığını görebilecek miyim acaba?"
Kendi üstünde olan kabanı çıkarttı, kollarıma geçirmeden omuzlarıma attı.
"Üşürsün sen." Dedim karşı çıkarak. "Üşümem ben."
Hafifçe gülümsedim. Birlikte Menessa'ya girdik. İçerisi biraz daha sıcaktı. Öğlen saatleri olduğu için açık değildi. Karen'in odasına direk kapıyı açıp daldığında beni arkasına aldı.
Karen kaşlarını kaldırarak bize doğru döndü. "Hoşgeldin. Geleceğini söylememiştin." Bende hafifçe ortaya çıkıp ona baktığımda kaşlarını çattı bu sefer.
"Söylememiştiniz." Diye düzeltti. İzel başıyla onayladı. "Olsun. Biraz konuşacak zamanın vardır herhalde?"
Muzip bir şekilde sırıttı Karen. "Elbette var. Üstelik Kunter'de burada. Onuda çağırayım, oturun siz."
İzel hafifçe başını eğip onayladı. Benim sırtıma koydu elini, yürürken benide yanına çekti. İkimizde koltuğa oturduk. Menessa'nın ön cephesinden görünen şehrin manzarasını izle meye başladım.
Yanımıza gelen Karen, konuştu. "Nasılsın Laren?"
Bakışlarımı camdan çekmedim. Hafifçe yutkundum. "İyiyim." Değildim. Anladım.." diye mırıldandı. Sonra konuşmaya başladılar. Kunter'de sohbete katıldığında bir kaç kere bana bir şeyler sordu, fakat kısa cevaplar vererek konuyu kapattım. Onlara bakarken, konuşulanları dinlemeye başladım.
"Barbaros'un oğlu Uygar araştırmalara başlamış. Aslında kendisi geldiği konumdan memnun. Fakat yinede babasını araştırıyor. Ayrıca bir çok farklı planları var."
"Barbaros nerede?" Sorusu çıktı İzel'den.
Bunu bende merak ediyordum. Bu adamın ölüsü nereye atılmıştı?
"Menessa'nın deposunda." Diye mırıldandı Karen. Başını eğdi, ellerine baktı. Kaşlarımı çattım. İzel'de ona baktı.
"Depo?"
"Depoda.."
İzel yutkundu. "O kadar kişi, ölüyü depoya koyma kararı mı verdiniz?"
"İzel.."
"İzeli yok Karen. Nasıl bu kadar basit düşünürsünüz?"
Kunter söze atladı. "Ne yapmamızı isterdin ki? Anlayamadım tam olarak."
İzel sırıtarak ona döndü. "En azından personellerin bile girebildiği bir depoya ölü atmayacak kadar zeki olmanızı isterdim."
Bir nefes vererek ayağa kalktı. "Bu durumu hallet Karen. Ölüsü senin binanda. Benimkinde değil. Seninde başın yanar."
Bende yerimden kalktım. İzel'le birlikte oradan çıktık.
Sonra arkadaşlarıyla bir yerde buluşacağımızı söylediği için, kafeye gitmiştik. Hava kararmaya başlamıştı.
İçeriye girdikten sonra bir masaya ilerledik.
İlk gözüme çarpan siyah saçlarını üçe vurmuş, kollarını büyük dövmelerle kaplamış, İzel'le aynı boylarda olan adamdı. Üstündeki tişört bedenine oturmuştu.
Elini uzattığında tuttum, sıktım. "Kubilay ben." Dedi hafifçe gülümseyerek. "Laren."
Onun yanına döndüğümde dağınık sarı saçları olan, bizim aksimize içten gülümseyen kişiye baktım. Beyaz bir gömlek ve siyah kot pantolon gitmişti. Elini uzattı, sıktım. "Çağatay." "Laren."
Kubilay ve Çağatay yan yana oturunca, bende İzel'in yanına oturdum.
Rahatlamamı istermiş gibi elimi okşadı. Bana doğru eğildi ve fısıldadı. "Bir kadına izin almadan dokunmayı sevmem. Fakat rahatlamanı istiyorum. Rahatsız olursan söyle."
Başımla onayladım. Çok düşünceliydi.
Önüne dönüp arkasına yaslandı. Çağatay konuşmaya başladı. "Karen becerememiş. Sik kafalı oğlu, dahada bok etmiş."
İzel küfür etmesinden rahatsız olur gibi kaşlarını çattı. Bunu gören Çağatay, başını eğerek "Pardon abi." Dedi ve ona baktı.
Sonra bakışları bana döndü. "Özür dilerim Laren Hanım."
Başımı eğdim sorun yok dercesine. İzel normal haline döndü.
"İzel, bu adamlar bırakmayacak işin peşini. Oğlu Uygar geçecek örgüt başına. Zaten bildiğim kadarıyla farklı fikirleride var."
Kubilay'ın söyledikleri düşüncelere dalmama neden oldu.
Bu insanların ne gibi planlarının olduğunu merak ettim. Karen bazen yanımda bahsederdi bu konulardan. Fakat pek dinlemezdim, istemezdim.
Aklım bu düşünceleri bir kenara atıp, Lavin'i hatırlattı bana. Ardından gelmeyen annesini.
Annem neredeydi, bir şey mi olmuştu?
Ona bir şey olma ihtimalini düşünmediğimi fark ettim. Bir nefes vererek yerimde hareketlendim. İzel'in elinden çektim elimi. Bu bana dönüp bakmasına neden oldu.
Ani gelen panikle hareketlendim yerimde. "Bir şey mi oldu?" Dedi bana bakarak. Başımı iki yana salladım. "Elimi yüzümü ıslatacağım."
Sesim ilk defa bu kadar ince çıkıyordu. Zayıf bir ses tonuydu. Eskiden böyle değildim, neden son zamanlarda güçsüzleştim düşüncesiyle sorguladım kendimi.
Saçlarımı geriye attı İzel. "Tamam, göstermemi ister misin?" Diye sordu. Yerimden kalktım sakince. "Hayır, hallederim."
Kafenin açık alanından kapalı alanına geçtim. İçeride ilerledim ve kadın erkek olarak ayrılmış lavabolardan, kadınlar için ayrılmış olanın kapısını açtım.
İçeride kimse yoktu, daha rahat olmama neden olmuştu bu. Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Turuncu saçlarım İzel'in geriye itmesiyle öyle kalmıştı.
Yüzüm bembeyazdı, solgundum. Bir nefes vererek suyu açtım. İlk önce ellerimi defalarca yıkadım. Bileklerimi, parmaklarımı güzelce temizledim. Sonra elime biraz su aldım.
Yüzümün etrafını yavaşça ıslattım. Boynuma, enseme su tuttum. Kendime bakarken ellerimi tekrar yıkamaya başladım.
Kendimi son zamanlarda tanıyamaz hâle gelmiştim. Hayatım karmaşık bir hâl almıştı. Kime güvenmem gerekiyordu, ne demeliydim bilmiyordum.
İzel'e çok çabuk güveniyordum. Fakat bunu istemsizce yapıyordum. Başımı yaslayabileceğim, yıkılabileceğim tek omuz onun omuzuymuş gibi hissediyordum. -ki öyleydi.-
Bazen onu önceden de tanıyormuşum gibi hissediyordum. Sanki herşeyi onunla ikinci konuşuşummuş gibi.
Kendime bakarken ne kadar süredir ellerimi yıkadığımı fark ettim. Ellerimi suyun altından çektim, suyu kapattım.
Bir peçeteyle ellerimi sildim ve çıktım. Tekrar yanlarına ilerlemeye başladım. Yerime oturduğumda ne konuşulduğunu anlamaya çalıştım.
Herkes kendi arasında bir şekilde konuşurken, İzel bana döndü. "İyisin değil mi? Gidelim dersen direk gideriz. Bunu biliyorsun."
Başımla onayladım. "Biliyorum, sadece başım ağrıyor. Lavin aklıma takıldı." Diye mırıldandım gözlerine bakarak.
"Anladım..." Saçlarımı geriye itip hafifçe okşarken gözlerimi kapattım.
Dalgalı saçlarımı parmağına doladı, bıraktı. Böyle oynadı saçımla. Bir kaç dakika sonra,
"Çok güzel bir kadınsın." Diye mırıldandığında Şaşkınlıkla gözlerimi araladım. "Teşekkür ederim.."
Hafifçe gülümsedi. Ama tam gülümsemek diyemezdim buna. Sırıtmakla karışıktı.
Önüne döndü ama beni bırakmadı. Saçlarımla hafifçe oynamaya devam etti. "Laren, yakınlarından kayıp olan var mı?"
Kubilay'ın sorusu ona bakmama neden oldu. Hayatımdaki herkesin kayıp olduğundan haberi var mıydı?
"Var." Diye mı rıldandım. "Neden sordunuz ki?" Kubilay başıyla onaylayarak yanında olan Çağatay'a bir şeyler mırıldandı. "Belki böyle dağıtamazdım babam yaşasaydı." Diye düşündüm şarkı sözü olan bu satırlarla.
Babam yaşıyor muydu acaba?
Bir kaç yıl öncesine dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Hâlbuki hatırlamam gerekiyordu.
Hafızam çok iyiydi. Hatta küçüklüğümden bir çok şeyi biliyordum. Fakat bir kaç yıl öncesini hatırlayamıyordum. Yine kendime sinirlenerek, tırnaklarımı avucuma geçirdim.
Kendimi zorlamaya çalıştım. Babamın gideceğine dair bir mesaj vermiş olması gerekirdi diye düşündüm. Nasıl çıkıp gittiğini hatırlamaya çalıştım.
Yoktu.
Koca bir hiçti.
Boşluktu.
Şakaklarımı ovuşturdum. "Çok düşünüyorsun." Dedi beni izlediğini hissettiğim sesin sahibi.
Nasıl düşünmem İzel? Babamın gidişini unutmuşum ben. Babamı unuttum ben.
"Düşünmem." Diye fısıldadım. "Pek inandırıcı gelmedi."
"Gelince söylersin." Ona baktım. "Söylerim."
Ardından dikkatimi konuşmalara verdim. Aslında planlardan bahsediyorlardı. Gözüm bana bakan Kubilay'a takıldı. Beni inceliyordu.
Ona baktım. Hafifçe dudaklarını araladı ve bir nefes verip önüne döndü.
Neden böyle davranıyorlardı? Bilmediğim bir şey mi vardı?
"O zaman davete gidiyorsunuz."
Sesin sahibi Çağatay'dı. Kaşlarımı çatarak ne daveti olduğunu anlamak adına onlara baktım.
Ona doğru döndüm, "Ne daveti?" Diye sordum. "Ufak bir araştırma gibi düşünelim. Siz isim değiştirerek Clark Örgütünün yapacağı davete katılacaksınız. Böylece onlar hakkında bilgi toplayacağız."
Başımla onayladım. Fakat İzel benim aksime ciddi bir şekilde başını iki yana salladı. Gözleri Kubilay ve Çağatay arasında gidip geliyordu.
"Asla." Dedi kesin bir şekilde. Ona doğru döndüm. "Ne demek asla? Elbette evet. Bundan başka çaren yok."
"Laren, hayır." "Evet." Sinir bozucu bir şekilde sırıttım.
"Hayır diyorsam bitti." Önüne döndü. "Olmayacak böyle bir şey." Kubilay şakaklarını ovuşturdu. "Daha iyi bir seçenek mi var?"
"Bulun." Kubilay şaşkınlıkla başını kaldırdı. "İzel, zaman kısıtlı."
"Laren'i o yere getirmeyeceğim." Dişlerinin arasında konuşmuştu. Sinirlendiği belliydi. Ayağa kalktı. "Laren arabaya geç. Hesabı ödeyip geliyorum."
Kubilay ayaklandı. "Saçmalıyorsun!" Diye karşı çıksada İzel dinlemedi, kasaya ilerledi. Bende o sırada aralarından sıyrıldım ve dışarıya çıktım.
Ne olduğunu anlamaya çalıştım, fakat bir şey bulamadım. Neden yanlarında olmamı istemiyordu?
İzel'in sözüne uyarak arabaya geçtim. Sonra kendisi kafeden çıktı. Peşinden gelen Kubilay kolunu tutup kendine döndürdü.
Garip bir haldelerdi. İzel bunu istemiyor, kaçıyordu. Merakla camı araladım. Duymak istiyordum.
"Kendine gel!" Diye bağırdı Kubilay. "Sen kafayı mı sıyırdın? Başka çare yok diyorum sana!"
"Bende sana Laren'i o siktiğimin yerine bir daha götürmeyeceğim diyorum! Bir daha kimseyi orada kaybetmeyeceğim diyorum!"
İzel'in gür sesi sessizliği oluşturmuştu. Anlam veremeden camı kapattım. Ben oraya hiç gitmemiştim. Bir daha götürmeyeceğim derken ne demek istemişti? Ben.. Unuttun mu Laren? Hatırlamıyordum. Öyle bir yere, özellikle de İzel'le gitmediğimden emindim. İzel'i yeni tanımıştım. Değil mi? Aklımın daha fazla karışmamasını umdum. Gözlerimi kapattım ve sinirle bir nefes verdim. Ardından kapı açıldı ve İzel arabaya bindi. Kokusunu soluduğumda bir kez daha çok güzel koktuğuna açıklık getirdim.
Bir nefes verdi ve bana döndü. Gözlerine baktım. Garip bir ifade vardı yüzünde.
Bir şeyler yolunda gitmiyordu. Gitmeyecekti.
"Özür dilerim." Diye fısıldadı. "Yanında bu şekilde sinirlendiğim için özür dilerim."
Buna sinirlenmek demesine şaşırdım. Hayatımda sinirlendiğinde gözü hiçbir şey görmeyen onlarca insan görmüştüm.
"O davete gideceğiz." Sesim kendimden emin bir şekilde çıkmıştı.
"Laren.."
"Sözümü kesme İzel." Gözlerine bakmaya devam ettim. "Gideceğiz oraya. Kafanda ne düşünüyor, kuruyorsun bilmiyorum ama gideceğiz. Benim yerime bir daha karar verme."
Dağılmış gibi baktı bana. Hava karardığı için sadece arabanın ışığı aydınlatıyordu yüzünü. Yutkunarak önüne döndü. Arabayı çalıştırdı ve yola koydulduk.
Kendimi iyi hissetmiyordum.
Arkama yaslandım, başımı cama çevirdim.
Bir şarkı açtı. Duyduğum şarkı sözleriyle kesik şeyler hatırlamama neden oldu.
İç çekerek yerimde hareket ettim. Sonra İzel'in dudaklarından, şarkı sözleri döküldü. Kısık sesle söylüyordu. "Yaşananlar hiç yaşanmamış gibi, söylenenler hiç söylenmemiş gibi." Kendi kafamda kurduğumu düşündüm. Ama dahada açığa kavuştu bazı şeyler. "Ne sen baktın, ardına ne ben." Ben kimi ardımda bıraktım?
"Hiç terk edildin mi?" Diye fısıldadım titreyen sesimle.
"Bir insanın gitmek zorunda kalması sayılır mı?" Sorusuyla yutkundum.
"Sayılır. Giden gider, fakat bıraktıkları hep seninle kalır." Sesim iyice değişmişti.
"O zaman terk edildim Amaryllis."
Amaryllis.
Duyduğum isimle nefesimin daralmasına engel olamadım. Ne olduğunu anlayamıyordum.
"İzel.."
Elimi boynumda gezdirdim.
"Laren.." diye fısıldadı.
"Bana anlat. Lütfen. Anlayamıyorum.."
Anlayamıyordum çünkü her yaşadığım bir oyun gibi geliyordu.
İzel konuşmaya başladı ama duymuyordum.
Arabanın durduğunu, ardından kapımın açıldığını duyunca bir nefes verdim. Kapının açılmasıyla bedenime çarpan soğuk hava, biraz daha kendime gelmemi sağladı.
Kemerimi açıp yüzümü tutan İzel, başımı kendisine çevirdi. "Laren, geçti. Bitti." Desede, kafamdaki düşünceler susmadı.
"Geçmişe.. geçmişe takılıp kalma." Dedim hatırlamak ister gibi.
"Geçmişe takılıp kalma. Geleceğini düşünüp boğulma." Diye fısıldadı.
Doğru söylemişti.
"Söz veriyorum. Anlayacaksın."
"Hatırlamıyorum." Dedim titreyerek.
Kendime verdiğim sözleri hatırlıyordum. Bir insanla konuşmalarımı, bana taktığı isimleri. Fakat kim olduğunu hatırlayamıyordum.
"Ben yanındaysam." Elimi tuttu. "Ve bu eli tutuyorsam hiç bir şeyden korkma Laren. Gerekirse herkesi karşıma alırım, yinede sana zarar gelmesine izin vermem." nefesini verdi. "Bir kişiyi daha kendi bataklığımda kaybedemem."
İzel önümde eğildi, saçlarımı geriye çekti. Gözümden akan bir damla yaşı sildi. Endişeyle ona baktım. "Hemen geleceğim."
Telefonunu aldı, ayağa kalktı ve birisini aradı.
Gözlerim etrafta dolaşırken durdum. Kendime verdiğim sözleri, İzel'in nasıl tamamladığını düşündüm.
Amaryllis. Bunu nereden hatırladığımı düşündüm.
Lavin'e sığınmak istiyordum.
Annemi aramak istiyordum.
İlk defa bu kadar anneme ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Kendimi çıkmaz bir boşlukta gibi düşünüyordum. Sağım, solum bir yola çıkıyor. Fakat o yol çıkışa ulaşmıyordu.
Çantamdan telefonumu almak için elimi daldırdım. Fakat beklemediğim bir şey çıktı.
Bir not, ve kutu.
Kaşlarımı çatarak incelemehe başladım. Not kağıdı siyah bir kağıttı. Kutu ise yine siyah ve küçüktü. İlk önce, siyah kağıda beyaz kalemle yazılmış olan Notu açtım. "Sen bencil bir adamsın Kor. Kendin için yanına aldığın bir masum canın, hayatına sebep oluyorsun.Senden alınan insanları unutmuş gibi, yine yapıyorsun aynı hataları.Yine kendi bataklığında süründürüyorsun o kadını. Senin yüzünden bu hâlde, biliyorsun. Ve biz,Sonları hep aynı yazarız. Bunu da biliyorsun." Aynı ifade şekliyle okudum notu.
Kor.. İzel'in soyadıydı. Ona beni kaybedeceği söyleniyordu. Tehdiddi.
Sonra hızla küçük kutuyu açtım. İçinden bir kolye çıktı. Annemin kolyesi.
_
Bu bölüm biraz daha kısa oldu, pek içime sinmedi ama böyle kalsın. Yine yazım yanlışı olduysa, özür dilerim. Biliyorum, belkide sizinde kafanız karıştı. Ama her şeyi anlayacaksınız. Bende yazarken bazen Laren gibi hissediyorum, anlayamıyorum. Fakat çözülür herşey.. Umarım beğenirsiniz. Destek olursanız sevinirim..
|
0% |