
10.09.2010
Umay, önündeki bebeğe gözünü kırpmadan bakıyordu. Nereden gelmişti bir anda böyle anlayamıyordu. Küçücük elleri, ayakları, fındıktan bile küçük burnu ve onunkiler gibi simsiyah gözleri vardı. Ve 2 gündür yaptığı tek şey uyumaktı.
Tarihler 08.09.2010’u gösterirken saat 23.34’de Alpaguların hayatına birisi daha eklenmişti. Adını Umay koymuştu soyadıyla uyumlu olsun diye. Alp Alpagu. İleride belki de kardeşine bunu yaptığı için pişman olacaktı ama 8 yaşındaki bir çocuğun aldığı en büyük karardı.
1 sene geçmişti neredeyse olanların üzerinden. Sedat Bey didik didik araştırıyordu her şeyi. Bir senede ne yapabilecekse yapıyordu. Hatta Algan’ı Kars’tan almaya bile gitmişti ancak Tuğrul Soykar onu engellemişti. Kendi oğlunu, yine oğlu için düşman bellemişti. Bu yaptığının ileride kendi çocukları için ne kadar büyük bir ceza olduğunu bilmeden.
Alp, bu aile için gelebilecek en güzel mucizeydi şu sıralar. Bir güneş gibi doğmuştu hayatlarına.
Seneler devrilmiş, zaman acımasızca akıp gitmişti. Alp 5 yaşına girmiş, Umay liseli bir genç kız olmuştu.
Sedat Alpagu bu sefer gerçekten bulmuştu. Senelerce bu işin peşini bırakmamış, Algan’ı aklamayı kafasına koymuştu çünkü bu meselenin artık kendi suçu olmadığını benimsemişti. O günün kamera kayıtları, koruma listesi, güvenlik şefi derken her şeyi masaya yatırmış ve bir sonuca varmıştı. Oklar tek bir kişiyi gösteriyordu.
Aslında Sedat okları tek bir kişiye çevirmişti ama işe yarayacağını biliyordu.
Ateş Pars.
Bu adam, sadece İstanbul’da değil tüm ülkede namını duyurmuş bir örgüt lideriydi. Bölge liderlerinin aksine korkulan bir adamdı ve insanlar onun kim olduğunu bile bilmiyorlardı. Kimse onu düşman edinmek istemez, hatta bölgesine bile girmekten çekinirdi. Neden onları hedef almıştı? Aslında bu tek bir soru değildi çünkü ilk soru kimi hedef almıştı, olmalıydı.
Bu soruların cevaplarını yalnızca Sedat Alpagu biliyordu.
Sedat, İstanbul’a gitti her şeyi bırakıp. Tuğrul’a her şeyi anlattığında kanı çekilmişti adamın. Ateş Pars ne istiyordu? Aslında bu adamın adı bile kesin değildi. Birkaç sene önce öldüğüne dair haberler çıkmıştı ama Ateş Pars ölmediğini herkese göstermişti büyük bir gösteriyle.
Tuğrul, Algan’ın Kars’tan getirilmesini emretti. Artık emindi. Onun varisi Algan olmalıydı. Oğlunun içinde yanan intikam tutkusunu daha gelmeden hissediyordu. Hayır, bu babası olduğu için değildi, Algan onun en öldürücü kurşunuydu.
Algan İstanbul’a geldiği gibi onu dinleyecekti.
Tuğrul Bey, seneler sonra Algan’dan ilk kez o gün olan her şeyi dinlemek istedi. Ne büyük hataydı bu! Bugüne kadar oğluna kendini anlatma şansı bile vermemişti.
Algan ise Sedat’ı suçluyordu. O adam, o kadar fenaydı ki kendini kurtarmak için bu kadar tehlikeli birine bile suç atabilirdi.
Algan her şeyin farkındaydı, bir kere dinleselerdi düzgünce her şey bitecekti belki de. Ama insanlar yaşamak için doğrulara kulaklarını kapatacak kadar acizdi.
Anlattı Algan en baştan o geceyi.
03.10.2009
Birkaç saat önce biten doğum günü kutlaması, evin içinde hala kendini hissettiriyordu. Algan kardeşinin mutluluğunu iz-lerken gözlerinin içi gülüyordu.
Benim hediyem sonra, demişti Algan. Herkes gittikten sonra vereceğim sözlerine Asil abisinin yakasına yapışmıştı neredeyse.
Evde sadece ikisi vardı. Ailesi, hemen geleceklerini söyleyerek evden çıkmışlardı. Şu anda kaldıkları ev onların Ankara’daki evlerinden birisiydi yalnızca.
Dışarıda, Sedat Alpagu’nun evden çıkmadan önce ikisini koruması için koyduğu korumalar vardı.
Algan kardeşinin ısrarlarına dayanamayıp cebinden onun için yaptığı mermi kolyeyi çıkardı. Kardeşinin avucunu açtı ve içine kolyeyi koydu. “Bu mermiyi kullandığın kişi, senin için büyük bir anlam ifade etmeli.”
Asil’in kaşları çatıldı. Abisini en iyi anlayan oydu ama o bile anlayamıyordu. “Ama benim için anlamlı birisini neden vurayım ki?”
“Bir insanın senin hayatındaki yerini sen belirlersin, bu sevgi ya da nefretle ölçülmez. İhanet, fazla merhametin sonucudur. Bu kurşunla ihaneti öldüreceksin. Ve bunu sadece ikimiz bileceğiz. Söz mü?”
Asil düşündü. “Peki… Çok sevdiğim birisi ihanet ederse?”
“Hayat, acımak için fazla kısa Asil. İhanete göz yumarsan kör eder seni. Anlaştık mı?”
Asil başını salladı. “Anlaştık.”
Algan kolyeyi kardeşinin avucuna bırakıp ayağa kalktı ama duyduğu seslerle kapıya dönmesi bir oldu. Kapı sertçe açıldı. Algan Asil’i arkasına çekerken silahını çıkarıp karşıdaki adama doğrulttu. Yalnızca 17 yaşındaki çocuğun elinde silah olması ne büyük bir trajediydi hâlbuki! Bu hikâyede kimse takılmazdı zaten buna.
Gözleri karşısındaki adama kilitlendi. Adamın yüzündeki kar maskesi, onun pis sırıtışını saklamaya yetmiyordu. Kalın ve ses değiştirici olduğu belli olan ses konuştu. “Algan Soykar. Babana iletmen gereken bir mesaj getirdim.” Algan hiçbir şey yapamadan bir kurşun sıkıldı.
Kurşun Asil’e sıkıldı, Algan öldü.
Algan hiç düşünmeden sıktı silahını. Karşısındaki adam yere devrildi ama Algan’ın sıktığı kurşun duvara isabet etti.
Algan bunu bile fark etmemişti. Adam tetiğe işaret parmağının taktı ve elinde bir tur çevirdi silahını. Yerdeki bedene baktı. Bunu kimin yaptığını anlamıştı. Yüzünde bir gülümseme oluşurken kardeşini uyandırmaya çalışan Algan’a baktı. Ne kadar aciz görünüyordu şu an. Arkasını döndü ve gitti.
Algan çaresizdi, ne yapacağını bilmiyordu, ilk kez bir kurşun attığı yeri delmemişti.
Dışarıdan sesi duyanlar geldi. Her şey Algan’ın üstüne kaldı, mesajı getiren elçiden öldüğünde kan bile akmamıştı.
Elbette Algan bunu o dakikalarda görmemişti bile. İnsan öldüğünde kanı akmaz mıydı? Akmamıştı.
Tuğrul Bey olanları Algan’dan dinledi. Oğlunun içinde yanıp tutuşan ateşe bir odun da o attı. Algan inanmadı, onlar Ateş Pars’ı düşman edinecek ne yapmış olabilirlerdi ki? Bunlar hep Sedat’ın oyunu dedi Algan. Sedat Alpagu, onun için bir abiydi ama artık intikam listesine eklediği bir kalleşti.
Şimdi
“Babam eve geldiğinde senelerdir ilk kez bu kadar rahatlamıştı.”
Anlattığım şeyleri pürdikkat dinlemişti Asil. Ama Algan arada bir göz ucuyla bana bakmıştı sadece. Onun anlattıklarının aynısını anlatmasam üzerime atlayacak gibi duruyordu.
“Birkaç sene sonra ben üniversiteye başladım. Alp de büyümüştü. Durgundu o sıralar her şey yani. Pek bir şey olmadı. Olduysa da ben bilmiyorum.” Algan sessizce güldü. Umursamadan devam ettim. “2022 Ocak ayıydı sanırım. Tuğrul amca, babamın yanına geldi Ankara’ya. Ben hem üniversiteye hem de şirkete gidip geliyordum o sıralar. Babamın odasına girdiler. Saatlerce orada durdular.”
“Ne konuştular, biliyor musun?” dedi Asil. Başımı salladım hayır anlamında.
“Bilmiyorum. Ama Tuğrul Amca odadan çıktığında bembeyazdı. O çıkınca babamın yanına girdim, o da öyleydi. Ne konuştular bilmiyorum ama ikisi de çok sarsılmıştı.” bir şey daha vardı ama söylemek istediğime emin değildim.
Duraksamam Algan’ı ciddileştirdi. “Devam et.”
Asil’e baktım. Başını salladı. Emin değildim ama onlardan saklayamazdım. “Ne konuştuklarını merak ettim. Güvenlik kameralarında ses kayıtları vardır diye güvenlik odasına gittim ama babamın odasındaki kameranın tüm kayıtları silinmişti. Diğer kameralarda bir sıkıntı yoktu,” saçlarımı kulağımın arkasına ittim. “Bir daha gelmedi zaten Tuğrul Amca şirkete.”
Bitirdiğimde derin bir nefes aldım. Birkaç dakika boyunca hepimiz sessizce oturduk. En sonunda Asil konuştu. “Emin misin? Yardım etmek istediğine?” O bitirir bitirmez Algan atladı. “Hayır, yani emin değilsen gidebilirsin.”
Ulan var ya, gidesim olsa bile sana inat gitmem be adam.
Başımı iki yana salladım. “Öldürüldüğünden eminsiniz?”
“Gösterilen hastane raporları dâhil her yerde kalp krizi yazıyor ama adli tıp sonuçları belli edecek her şeyi. Öldürüldü.”
Kanım çekildi. Bir çocuğun babasının ölümünü insanlara normalleştirip söylemesi adil değildi. Öldürülmüştü ama her yerde kalp krizi deniyordu.
Çekinerek de olsa sordum. “Aslıhan abla nasıl?”
Cevap beklemediğim kişiden geldi. “Nasıl olsun, kendini bitiriyor.” dedi Algan dalgın bir şekilde. Başımı salladım.
Kapı çaldı ısrarla. Asil kalkacakken Algan omzuna elini koyup durdurdu onu. Birkaç dakika sonra kapı sertçe kapandı. İçeri daha önce görmediğime emin olduğum bir adam girdi.
“Karan, senin bu abin hasta oğlum yemin ederim.” diyen o adama o kadar hak verdim ki.
Asil onu görünce burukça tebessüm etti ve ayağa kalkıp adama sarıldı. Kumral, yeşil gözlüydü. Boyu Asil’den biraz kısaydı ama o da uzundu. “Başın sağ olsun.” dedi az önceki alaycı tavrını bırakarak.
“Eyvallah.”
Ayrıldıklarında adam çaprazımdaki koltuğa oturdu. Elini bana uzattı. “Kartal Dönmez.” Elini sıktım. “Uma-”
“Umay Dilge Alpagu. Tanıyorum seni, Karan bahsetti,” Elimi çektim kendime. Bir şey fark etmiştim, herkes Asil’e Karan diyordu. Eskiden ona Karan dediğimde zorla Asil dedirten çocuğa ne olmuştu?
“Karan’ın çocukluk arkadaşıyım ben de. Ama o kadar arkadaşız ki,” nispet yapar gibi olan haline kaşlarımı çattım istem-sizce.
Ama o Asil’e baktı, iç çekerek başını salladı. İmrenir gibi olan haliyle gözlerim büyüdüğünde Asil bunu görmüştü ve arkasındaki yastığı Kartal’ın kafasına fırlatmıştı. “Dingil dingil konuşma.”
“Tamam be, Allah Allah.” dedi Kartal kafasını ovalarken.
Arkama yaslandım, elim çantama gitmek için benimle inatlaşsa da durdum. Anneme haber vermeliydim, sabah beni göremezse olağan bir krize hazır değildim. Babamın kulağına haberim zaten uçmuş olmalıydı.
Asil’e döndüm dayanamayarak. “Bir şey isteyebilir miyim senden?” sanırım bu kadar masum bir ses beklemiyordu. Başını salladı yerinde dikleşerek. “Annemi arasam sorun olur mu? Sabah beni evde göremezsem meraklanır. Sıkıntı çıkmasın, o kadar kaçırdın madem.” Sona doğru sesimi iyice düşürmüştüm. İmalarıma tepki vermiyordu zaten.
“Ara.” dedi sadece. Teşekkür edip çantamdan telefonumu aldım ve salondan çıktım. Buraya geleli yaklaşık altı saat olmuştu ve hava hâlâ karanlıktı. Uyku bedenimde kol geziyordu ama uyuyacak halim yoktu. Evin içindeki aydınlatmalar yukarıdaki iki katı görmemi sağlamıştı. Çok lüks ama bir o kadar da sade dizayn edilmişti ev. Daha fazla vakit kaybetmeden annemi aradım ve üçüncü çalışta telefon açıldı.
“Annem.”
“Anne, uyuyor muydun?”
“Yok, kuzum. Sen gelmiyor musun?”
Allah’ım sen affet. “Anne ben uçağı kaçırdım. Burada işler uzadı, limana gideceğim. Bu hafta gelemem. Babamın haberi var durumlardan.” Yani umarım...
“Ya,” diye bir serzenişte bulundu canım annem. “Tamam annem, dikkat et oralarda.”
“Ederim,” diye mırıldandım. “Bir de Aslıhan ablayı cenazeden sonra görmedim, yanına giderim biraz zaman geçtikten sonra. Merak etme yani.”
Telefondan birkaç saniye ses gelmedi. “haberdar et beni. Dikkat et bir de, Umay.”
“Tamam anne, sende dikkat et. Görüşürüz.” Vedalaşmamızın ardından telefon kapandı.
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Telefonu cebime koydum ve birkaç dakika ayırdım kendime.
Nedenler ve nasıllar hayatımızın yegâne parçalarıydı. Ama bu sıralar kendime sormaya fırsat bulamadığım sorular, cevaplarıyla birlikte içime işliyor, ben ne olduğunu anlamadan kendine hapsediyordu. Şimdi fırsatım varken sordum kendime. Neden buradasın? Kaçırıldım.
Salonun kapısı açıldığında o tarafa döndüm. Asil kabanını giyerek kanatlı kapıdan çıktı ve beni görünce durdu. Ellerini kabanının cebine koydu.
“Normal değil farkındayım ama yukarıda oda hazır. Sorarsan seni götürürler, kimse rahatsız etmez. Benim biraz işim var, ben gelene kadar dinlen. Akşam konuşacağız zaten,”
Kartal çıktı arkasından. Asil ona baktı ve devam etti. “bir şey olursa Kartal kesin mutfaktadır. Beni ararsın.” Başımı salladım. Birkaç saniye bakışları yüzümde gezindi ve sonra dış kapıya yürüyüp çıktı evden. Kartal’a baktım, o da bana bakıyordu. “Bir şey olursa seslen ve dinlenmeye çalış. Bizim hızımıza yetişmeye çalışmak seni yorabilir.” dedi göz kırparak ve mutfak olduğu belli olan kapıdan girdi. Samimi davranıyordu ya da öyle gösteriyordu.
Evdeki çalışanlardan biri ben sormadan beni üst kata çıkardı ve odayı gösterdi. Teşekkür edip odaya girdim ve kapıyı kilitledim. Hava aydınlanmak üzereydi, istesem de uyumazdım bu durumdayken.
Biraz uzanmak bile yeterdi, temiz yorganın üzerine kendimi bıraktım. Uyku beni kollarına çekmek isterken direniyordum ama o galip gelmişti.
🐦⬛
Gözlerimi açtığım gibi yüzüme vuran kış güneşini elimi siper ederek engellemeye çalıştım ama nafileydi. Ayaklarımı yere bastım ve yatağın kenarına oturdum.
Kapı birkaç kez hafifçe vurulduğunda kilitli olduğunu hatır-ladım ve kalkıp açtım.
Asil elinde tepsiyle duruyordu. Saat kaç olmuştu acaba?
“Acıkmışsındır.” dedi sadece. Bir an gerçekliğini sorguladım.
Neden buradayım mesela ben tam şu anda? Neden Asil Karan Soykar elinde bir tepsiyle bana ‘acıkmışsındır’ diyordu?
Evinde olabilirdin, Umay. Uyanır uyanmaz Alp’le kavga edebilirdin, Ersin Abinin radarından kaçmak için işe daha erken gidebilirdin, sana kapının eşiğinden elinde tepsiyle bakmıyor olabilirdi.
İhtimaller... İnsanı ya delirtir ya yüceltirdi. İhtimallere inanıp gerçeği unutursa delirirdi insan, göremezdi asıl gerçeği. Gerçeği ihtimallere uydurmaya çalışırsa ve başarırsa yücelirdi, kendi yoluna yön verebilirdi. Ben aradaki ince ipte yürüyordum.
Daha fazla boş bakışlarıma maruz kalmasın diye kenara çekildim ve içeri girdi. Tepsiyi komodinin üzerine bıraktığında camın önündeki deri koltuğa oturdum. O da karşıma dikildi.
“Neden herkes sana Karan diyor?” sorumla ikimiz de şaşırmıştık. Uyandığımda vücuduma otomatik yüklenen patavatsızlığım bugün de av olarak onu seçmişti.
“konuşuruz illaki,” dedi sadece, az önce bıraktığı tepsiyi alıp kucağıma koydu. “Benim çıkmam gerekiyor, sana bakmaya gelmiştim, Kartal uyuyor deyince bekledim,” yüzümde gezindi bakışları. “çok solgunsun, bir şeyler ye. Kartal bahçede, Miran’ın odası da tam kar-”
“Bir şey olursa seni arayacağım tamam ama ne zaman gidebileceğim ben evime? Ne zaman...” babanın katilini bulabileceksin?
“Bilmiyorum ama en kısa sürede olmasını umuyorum. Gelirim birkaç saate.” dedi yorgun bir şekilde başını ovalarken. “Senden sadece sorularımın cevabını istiyorum, sonra seni kendim götüreceğim.” Sadece başımı salladım.
“Kaçırılmamış gibi kahvaltı yaparım bende.” diye mırıldandığımda burnundan nefes verdi. Bakışlarımın odağında bardaktaki çay vardı. Çayı çok severdim, temel bir ihtiyaç niteliğindeydi benim için.
Odanın kapısı birkaç saniyelik sessizlikten sonra kapandı. O gittiğinde bir şeyler yemek için kendimi zorladım ama midemde akıl almaz bir bulantı vardı. Sadece çay içtim ve tepsiyi orta sehpanın üzerine bıraktım.
Odanın içindeki tek kapıya yürüdüm. Banyo olmalıydı, kapıyı açtığımda gördüğüm şey bunu netleştirdi. Elimi yüzümü yıkadım bol suyla. Gerçekten çok solgun görünüyordum.
Aynadaki kişiyle daha fazla bakışmadan banyodan çıktım. İyi ki sosyal anksiyete bozukluğum ya da agorafobim yoktu, bu odaya tıkılıp kalmak istemezdim. Eğer onları tanımıyor olsaydım buradan kaçmak için odadan çıkardım ama bir yanım onlara yardım edip buradan öyle gitmek istiyordu.
Odadan çıktım ve aşağı indim. Ev gerçekten çok büyüktü. Soykarların malikânesi kadar büyük olmasa da büyüktü.
“Tünaydın.” dedi mutfaktan gelen boğuk ses. Mutfağa doğru yürüdüm. Geniş ve ferah, beyaz ağırlıklı mutfağın ada tezgâhında erik yiyen Kartal’ı gördüm. Bu mevsimde erik mi olurdu?
“Tünaydın,” dedim aynı şekilde. Bana erik uzattığında aldım bir tane. “Bu mevsimde nereden buldun bunları?”
“Karan Soykar ve akıl almaz güçleri, diye tanımlıyorum.” Gülümsedim. Alaycı bir yapısı vardı. Karşısındaki sandalyeye geçip oturdum. Önündeki bilgisayardan bir şeyler yapıyordu.
“Sen şimdi soracaksın, beni burada tutuyorsunuz sazan balığı gibi ne yapacağım ben, diye. Söyleyeyim ben, şekerim.” Ağzındaki yuttu ve bana baktı. “Akşam Soykar Brothers gelecekler. Algan’ı bilmem ama Karan’ım düşünmüştür bir şeyler.”
“Anladım,” diye mırıldandım. Asil’e olan sevgisi aşikârdı ama aynı şey Algan için geçerli değil gibiydi. Ayrıca fazla samimiydi. Henüz yeni tanışmıştık ve Algan tamamen beni suçlarken onun bu halleri garipti. Rahatsız olmamıştım ama garipti.
Bir süre Kartal’la oturdum ve o yaptığı şeyleri anlatırken onu dinledim, aynı zamanda da olanları ve olacakları aklımda didik didik ediyordum.
Sosyal bir varlık olarak tanımlanan insan, yeri gelince duyguları doruklarda yaşar. Âşık olur, sever, özler, mutlu olur, üzülür, nefret eder, kin besler, ihaneti tadar ve yaşatır. İyi kötü her duyguya ev olan kalp, yalnızca değer verdiği için yaşatır tüm bu duyguları.
‘Kimseye değer verme. İnsanlar kırıcıdır ama sen kırıldığında kimse görmez.’ derdi babam hep. Babam bu sözüne kendini de katmıştı. ‘Bana bile değer verme, seni kimsenin üzmesine izin verme. Baban olsa bile. Hayat acımasız ama sen ondan daha acımasız ol ki hayat sana acımasın, istediğin her şeye sahip ol.’ demişti. Bir çocuk için bu dedikleri fazla hayalperest şeyler barındırıyordu ama büyüdüm ve babam bu dediklerinin hepsinin çıkmasını izlerken gururla baktı.
Bu bir yakarış hikâyesiydi. Her şeyi edinmek için tek şeyi umudu olan bir kızın umutlarının, gözünün önünde toprağa gömülüşüydü. Ve o kız umudunu gömen herkesin üzerine toprak atmaya yemin etmişti.
Babası olsa bile.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
