@amatoriceyazar
|
Bölüm Müziği: Fatuh Bulut-On Beş Kişiye Saldırdım - Bölüm 11: "Bela Geliyorum Demez Balayına Çıkarır" 🌃 Bazı zamanlarda insan, olduğu yerin bile şeklini alamayacak kadar bokumsu hisseder ve olduğu yerde bokumsu bir şekilde kalır ya… Ya da elini kolunu koyacak yer bulamaz, bu anlamsız bulamayış yolculuğunda burnunu bile karıştıracak noktaya gelir ya… Ya da ya da hani müthiş bir suçluluk duygusuyla kıvranır da kaçacak delik arar ama bulamaz ya… Neyse. Ya daları boş verin. Oldukça fiyakalı bir ortamın içerisinde sidiğe sıkışmış da ufak ufak kaçırıyor gibiyim. Hatta bence kaçırdım bile. Büyük masanın dip bir köşesine geçmiş hala puf üzerinde oturan daha doğrusu uyuklayan Cihangir’den kaçma girişimlerinde bulunuyordum. Kaçmak nedir? İnsan, aynı ortamda başka bir insandan nasıl kaçar? Sokrates dedem olsa da açıklasa bu müthiş ikilemi. Sare Baysal işe el atacak olursa; bunun pek mümkün olduğunu düşünmemekle birlikte yine de beyindeki aptal nöronların hormonel yükselişleri durdurmak için tepindikleri bu halayı kenar bir köşe de devam ettirmeleriyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Uzun vade de işler yoluna girse de olay sıcağı sıcağına yeni fırından çıkmışken, kızaran yüzü saklamanın en iyi yolu bu gibi. İkiz kuleler tekrar vurulmuş gibi içimde kopan sansasyonel haber fırtınasını neye yoracağımı iyi bilsem de dile getirerek keyfimi kaçıramam. Tam üzerinde durmuyormuş gibi… Ama yine de… Bunca anlam karmaşasının yegane sebebi tabi ki bir dudağın bir yanağı bulması. Fakat oturup dudak ve yanak üzerine uzun uzadıya açıklama yapacak değilim. Beynimin kıvrımlı yollarında düşe kalka bu düşünceden kaçarken pat diye önüme koyamam ya! “Çay mı içsek?” Tavşan kanı. Tek gözünü açıp bana bakarken mırıldandı. “Kahve olsun.” Olsun tabi. Ayaklarımın altına hız tabanı yerleştirilmiş gibi kaçarak uzaklaştım arka bahçeden. Arka girişten kafeye girip Necdet amcaya kısa bir selam verdim. “Kolay gelsin, Necdet amca.” Necdet amca, gülümseyen yüzüyle bana bakıp göz kırptı. “Sağ ol, Sarecim. Yeni mi geldiniz, hiç fark etmedim.” Omuz silkip arkayı gösterdim. “Düz arkaya geçtik. Bizimkileri bekliyorum. Bir arkadaş da var yanımda. Çay kahve almaya geldim.” Başını sallayıp Mehmet’i gösterdi. “Sipariş ver, getirir Mehmet.” “Aman amcacım! Yabancı mıyım sanki. Alırım şuradan,” deyip tezgahın arkasına geçtim. Necdet amca gülümseyip hesap defterine tekrar kafayı gömdü. Artık tanıdık olan garsonlara bir bir selam verirken kendime bir çay, Cihangir’e de latte aldım. Geldiğim yolu olduğu gibi geri döndüğümde çayıra salınmış inek gibi hala pufun üstünde uzanan Cihangir’in ağzına ayağımı sokma isteğim için belli bir nedenim yoktu. Maksat köpeklik olsun. Yanına yaklaşıp hafif uykuya geçmiş bedenini sandaletimin üstüyle dürttüm. İrkilip gözlerini aralarken nerede olduğunun idrakine varınca çemkirmeye başladı. “İnsan böyle mi uyandırılır ya!” Gülüp elimdeki latteyi ağzının içine kadar soktum. “Haklısın insan böyle uyandırılmaz. Fakat burada seni ilgilendiren kısım neresi, çözemedim.” Dediğimi anlamayıp aval aval yüzüme bakarken tekrar masaya geçip gözüme kestirdiğim bir yere oturdum. Aradan otuz saniye kadar bir zaman geçmişti ki konuşmaya başladı. “Sen bana insan değilsin mi demek istedin?” Kaşlarım yukarı kalkarken çayımdan hüpleterek küçük bir yudum aldım. “Hissene ne düştüyse hayatım.” Burun kıvırıp pufun üstünden kalktı. Masaya gelip karşıma oturdu. Sessiz sedasız içeceklerimizi yudumlarken beş dakika kadar sonra Eylül ve Merve geldi. “Bu sıcağın beyninde neden toplandık Allah aşkına ya!” Merve, isyankar bir şekilde konuşup kendini ağacın gölge ettiği taraftaki sandalyelere atarken Eylül’de ondan farksız değildi. “Al benden de o kadar. Sıcak diye babama bile gelip yardım etmiyorum. Şimdi beni burada görünce sitem edecek kesin.” O da Merve’nin yanına çöreklenirken Cihangir, cevap verdi. “Sare bana dondurma sözü verdi de. Siz de spontane geliştiniz.” Merve’nin tek kaşı havaya kalkarken Cihangir’in ağzına gerçekten de ayağımı sokmam gerektiğini düşündüm. “Ha yani biz plan dahilinde değildik?” “Olur mu hayatım? Birkaç güne köye gideceğiz, gitmeden doya doya görüşmeyelim mi?” Yalandan burnunu çekip bir şeyler geveledi. “Ne kadar kalacaksınız?” Eylül’e bakıp dudak büktüm. “Belli olmaz. Bizimkiler çok durur. Berfu’nun okulunun açılmasına yakın dönerler. Abimin izni çok olmaz, ben onunla döner yemeğini falan yaparım.” Başını salladı. “Okan abi çok durmaz zaten. Maksimum iki hafta veriyorum.” Güldüm. Abim, köyü gerçekten de hiç sevmiyordu. “Ben de geliyorum sizinle.” Gözlerim yuvalarını terk etmek ister gibi açıldı. “Senin ne işin var köy de?” Gülüp ellerini birbirine kavuşturdu. “Okan abi, sen de gel dedi. Ben de seve seve dedim. Köyde canı sıkılıyormuş, arkadaş olurmuşum. Hem bizim köyümüz yok, köy ortamını merak ediyorum.” Allah’ın şehirli züppesi. “Bok koklamaya bu kadar meraklı birini de ilk defa görüyorum.” “Gelmemi istemiyorsan söyleyebilirsin.” “Gelmeni istemiyorum.” “Umrumda değil.” Pis, şerefsiz. Tam ağzımı açmış çeşitli hakaretlerimi sunacakken telefonu çaldı. Masanın üstünde duran telefonunun ekranına bakınca oturduğu yer de anında dikeldi. Telefonu eline alırken çok bekletmeden de açtı. “Efendim baba?” Baba mı? “Eğer yine bağırıp çağıracaksan birbirimizi kırmaya gerek yok.” Bu sözü sebepsizce canımı yaktı. “Peki,” deyip kapattı. “Ben iki dakika sonra geliyorum,” deyip ayaklandı. Saniye sonrasında yapacağım şey için mantık aramak samanlıkta iğne aramaktan daha beter bir olaya işaret edebilirdi. Akışına bırakmak şimdiye kadar yaptığım en iyi şeydi fakat ya akışta boğulmak? Masadan kalkmışken uzanıp elini tuttum. Bu, gün içerisinde düştüğüm ikinci gafletti. Söyleyeceğim sözler de üçüncü… “Yanında olmamı ister misin?” Kim olarak? “Yalnız olsam daha iyi olacak,” dedi ellerimize bakıp gülümserken. Yaptığım fiillere beynimin sonradan yetişmesi geri zekalılık belirtileri arasında varsa eğer seve seve o güruhun içine katılabilir ve kendi borum öttürebilirim. Cihangir, kısa süre içerisinde gözden kaybolurken hala masa üzerinde uzanmış durmamı güzel yerlere bağlayabiliriz. En başta da Merve ve Eylül radarından kaçmak olabilir. Bunca yıllık arkadaşlık tecrübelerime binaen söyleyebilirim ki bu foldan güzel yumurtalar çıkaracaklar. Turuncu turuncu. Yine bu yumurta meselesine nereden geldik? Beynim yine yoldan çıkıyor, kendimize gelelim. Doğrulup geri yerime oturdum. Tırnak uçlarımda müthiş ilimlerin kilit noktaları anlatılırmış gibi dikkatle incelemeye başlamıştım ki, “Cihangiiiir, aşkııııım, istersen ben de gelip elini tutarak destek olabiliriiiim,” sözleri ve ardından yetişen şen kahkahalar… Merve… “Bunu birlikte aşabiliriiiiz,” sözleri ve yine ardından şen kahkahalar… Eylül… “Kesin sesinizi be!” deyip tırnak uçlarımdan ilim okumaktan vazgeçtim. İkisinin de yüzü gülmekten kızarırken bu kadar komik ne var diye düşünüyordum. Sonra arkadaşlarımın gülmek için komik bir şeye ihtiyaçları olmadığı aklıma geldi. Müthiş bir çekişmenin ilk basamakları çıkılmıştı ki Kardolar yani Oğuz ve Yalın geldiler. Oğuz, hepimizle kafa tokuşturup yerine otururken Yalın’da kısa bir hal hatır sorduktan sonra geçip yerine oturdu. “Eee, grubumuzun diğer zengin züppesi nerede?” Onu bu kadar benimsemiş olmalarına sevinen yanıma tüküreyim. “Babası gelmiş herhalde, oraya gitti.” Yalın’ın kaşları havalandı. “Ben de diyorum kafenin önündeki dev koruma ordusu kime ait.” Koruma ordusu mu? Cihangir’in babası mafya olabilir mi? He canım, Kurtlar Vadisi Pusu burası da zaten. Gerçi Süleyman bey amcacığım ve sevgili Memati bey amcacığımdan sonra Kurtlar Vadisi Potpori evreni olabilir. “Onu bunu boş verin de… Abe geldığ buraya sıcağdııır! Yok mudur şöyle mis gibi dondurma?” Oğuz, ortama neşe aşılarken ve diğerleri onun söylediklerine gülerken ben, çoktan ortamdan kopmuştum. Ya zorla alıp götürürseler? Bu kadar korumayla niye geldi ki babası? O gece de zaten korumalardan kaçıyordu. Babam sert adam demişti ya döverse? Döver mi? Yok canım! Olduğum yerden şimşek gibi kalkarken “Ben şu çocuğa bir bakayım,” deyip makara yapmalarına izin vermeden yanlarından ayrıldım. Ön tarafa geldiğimde gerçekten de çay bahçesinin önünde dev bir koruma kadrosu vardı. Bu kadar adamla yola mı çıkılır be! Bu mahalleye fazla hem. İnsanlar dönüp dönüp bakıyorlar, hiç mi fark etmiyorlar? İlerdeki siyah Mercedes kuzu gibi yatarken Cihangir’in o araçta olduğunu tahmin ediyordum çünkü arabanın yanı başında yalı kazığı gibi dikilen, robotumsu bir koruma vardı. Onları es geçip koruma yığınının yanına yaklaştım. Çölde kaplan görmüş ceylan gibi bana kilitlenmeleri ne kadar normal, bilemiyorum tabi. Umursamamaya çalışıp kaldırımın üstüne çıkıp yanlarına iyice yaklaştım. “Selamun aleyküm abiler.” Yüzlerinde mimik oynamazken Kara Şimşek gibi dövüşüp dövüşemediklerini merak ediyordum. “Hava da fena sıcak, başınıza güneş geçecek burada. Niye burada dikiliyorsunuz ki?” İçime Neriman teyze kaçtı sanırım. İçlerinden biri ters ters yüzüme bakarken ben tabi ki yine umursamadım. “O arabanın içinde kim var?” Merakla dikelmiş oraya yönelecektim ki içlerinden biri bana doğru davranıp kolumu dirsekten kavrayıp kenara çekti. “Hop abi, n’oluyoruz?” Cevap vermeyip hala kolumu çekiştirirken kulağının içine doğru basıp konuşmaya başladı. “Şüpheli bir şahıs var.” Ben miyim şüpheli? Mercedes’in yanındaki adama konuşmuş olsa gerek ki adam dönüp bana kilitlendi. İşler iyice rayından çıkarken çay bahçesinde oturan tanıdık mahalleli de huzursuzca homurdanmaya başladı. Kolumu çekiştirip bu keşmekeşe son vermek istesem de daha beter hale geleceğini bilemedim tabi. Eh, zaten bela geliyorum demez, direkt balayına çıkarır, değil mi? Kolumu çekip de geri alamayınca sinirle adamın dizinin arkasına sağlam bir tekme vurdum. Küçükken gittiğim tekvando sağ olsun mu demeliyim? Yoksa abimin “itten kopuktan korunursun” diyerek zorla öğrettiği hareketler için abim sağ olsun mu demeliyim? Neyse, demeliyim işte ya da sadece dövmeli. Korumanın dizi şiddetle bükülürken fırsattan istifade, hazır gazı da almışken bir tane de ağzına dizimi çakayım dedim ama… Kara Şimşek çitliyor abi. Çit çit hem de. Koruma dizimi ustalıkla savururken yetmemiş gibi kolumu büktüğü gibi de sırtımı göğsüne yasladı. Eh, artık kilit tabi. Ama tabi Sare Baysal durur mu? Bu cazgırlık ondayken tabi durmaz. “Oğuuuuuz, Yalııııııın!” diye bir çığırışım var, korumanın bile eli gevşedi sesimden. Fırsattan istifade sunulunca dirseğimi kaburgasına geçirip geriye doğru kafa attım, tutmadı tabi. Ama sonuç olarak elleri gevşeyince kurtuldum. Diğer korumalar üstüme üstüme gelirken “Gelme üzerime katil,” diye zamansız bir espri yapıp üstüne bir de güldüm. Tımarhaneden izinli gelmişim gibi bana bakan korumalara kısa vadeli gücenip ne ara geldiklerini kestiremediğim Oğuz ve Yalın’ın arasına girdim. “Koduğumun dingillerine bak! Lan siz kimsiniz ki bizim bacımıza el kaldırıyorsunuz! Zırzoplar!” Oğuz, hızını alamayıp korumalardan birine dalarken Yalın’da beni kavganın ortasından çıkarıp kendi ortasına daldı. Fakat Sare Baysal durur mu? “Allaaaaaah, yedim oğlum sizi,” deyip daldım kavganın ortasına. Korumalardan birinin kafasına atlamış kafa tasını ısırmaya çalışırken gürültüye Eylül, Merve ve Cihangir aynı an da geldi. Korumalar bizi yerden yere vururken Cihangir bağırdı. “Hepinizi kovdurturum lan, durun hemen.” Korumalar, Cihangir’i bir taraflarına bile takmazken baş koruma arkalardan bir yerden bağırdı. “Biz sizden emir almıyoruz.” Donu boklu çakma Kara Şimşek’ler sizi! “Ebenize nikah kıyacağım o zaman şimdi,” deyip önünde duran korumaya sağlam bir yumruk çaktı. Yumruğun etkisinden çıkmasına izin vermeden de döner tekmeyi savurdu boynunun köküne. Attığı tekmenin etkisinde kalınca olan bana oldu tabi. Kafasına koala gibi yapıştığım koruma çöp silkeler gibi beni silkeleyince kaldırıma sümük gibi yapıştım. Oğuz sağ olsun, ezilmeme izin vermeden kolumdan tuttuğu gibi çekti. Hırpalanmamıza müsaade etmeyen mahalle sakinleri kavgaya bir bir iştirak ederken FBI’dan izinli gelen bu koruma müsvetteleri insan tanımadan hepimizi harcıyorlardı. Artık takaatim kalmamışken diğer çoğu kimse gibi olduğum yere çöküp oturdum. Cihangir, Oğuz, Yalın ve mahalleden birkaç genç hala direnmeye çalışıyorlardı. Cihangir’in hakkını yiyemem baya baya eziyordu ama eziliyordu da. Arkası dönük biriyle boğuşurken arkasından yaklaşan korumayı görünce ayaklarına sarılıp yapabileceğim en iyi şeyi yaptım ve baldırına dişlerimi geçirdim. Acıyla ayağını silkelerken biraz sert silkelemiş olsa gerek ki ayağının biri kollarımın arasından çıktı ve küt diye kaşıma vurdu. Sağlam kundurası varmış, vesselam. Kafam olanca hızla dönerken kavganın hiç bitmeyeceğini düşünmeye başlamış ve poliiiiis diye bağırmaya hazırlanıyordum. Tam bu an da yaşlı kurtun sesi yükseldi. “Yeter bu kadar rezalet, kendinize gelin.” Korumalar mum gibi dizilirken ben de yerden güç alıp hiç de yaşlı olmayan kurda daha iyi bakmak için ayaklandım. Jilet gibi takımla tam da hayal ettiğim gibi bir adamdı. Halimize baktı. En son Cihangir’e baktı. “İnsanların başına ne belalar açtığını gör,” deyip suçlamaya başlayınca ve Cihangir’in yüzü olanca bir hızla düşünce yine kendimi tutamadım. “Onun bize bir şey yaptığı yok. Kendi halinde yaşayan insanların arasına bu kadar korumayla giren sizken hatayı başka kimse de aramayın bence.” Gözleri hızla beni bulurken rahatsız edici bir şekilde baştan aşağı süzdü bedenimi. Sonra da yanında duran baş korumaya döndü. “Kız bu mu?” “Evet efendim.” Neler oluyor bu aşağılık yerde? Bey babanın yüzünde garip bir gülümseme peydah olurken sadece tek bir kelime söyleyip tekrar arabasına döndü. “Sevdim.” Sadece, Sevdim. |
0% |