Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. 🌃 Misafir Misafirin Misafirliğine Muhtaçtır

@amatoriceyazar

lütfen bol bol yorum yapıp oy vermeden de geçmeyin:)

 

 

 

Bölüm Müziği: Grup Çalgı Çengi-Çilli Bom

-

Bölüm 12:

"Misafir Misafirin Misafirliğine Muhtaçtır”

🌃

“Cihangir, ciddi söylüyorum ayağımı kesinkes ağzına sokacağım. Defol git yanımdan ya!”

“Nereye gideyim? Hafta sonu zaten. Canım sıkılıyor.”

“Canına tükürmeyeyim güzel kardeşim. Çalışıyorum yalnız bırak beni.”

“Kardeşim deme lazım olur.” Elimdeki boya kutusunu kafasına attım. “Yavşak diyeyim, uygun mu?” İniltiyle başını tutarken hala gülüyordu. İleri vaka bir arsız. “Küfür o güzel ağzına hiç yakışmıyor ama.” Sabır çekip yaptığım tabloya geri döndüm. Talep edilen okyanus temalı tabloyu yapmaya çalışıyordum fakat bahsi geçen şahısla bu asla mümkün değildi. Odama gelmiş, annemlerin yokluğunu ve abimin uyuyor oluşunu fırsat bilmişti tabi, tüm çılgınlığıyla beni rahatsız ediyordu.

“Bak, yarın zaten köye gideceğiz. Gitmeden yapayım şu tabloyu, rahat bırak beni.” Kitaplığımı karıştırmaktan vazgeçip eline geçirdiği bir kitapla kendini yatağımın üzerine attı. “Görgüsüz müsün sen ya! Kalk yatağımdan valla abime bağırırım.” Beni umursamayıp kitabı okumaya başladı. En azından rahat duruyor diye düşünüp daha fazla üzerine gitmedim. Tekrar resmime dönüp son aşamalarını tamamlamaya başladım.

Aradan bir saat gibi bir zaman dilimi geçmişti ki nihayet okyanus temalı tabloyu bitirmiştim. Bedenimi esneterek oturduğum tabureden kalktım. Arkamı döndüğümde ise varlığını uzun zamandır unuttuğum Cihangir’le karşılaştım. Tabi uyuyan haliyle. Bu hali uyanık haline nazaran daha masumdu. Uyanıkken tövbe haşalık bir hale bürünüyordu o ayrı tabi.

Hala ona dalmış bir halde ayakta dikilirken abimin sesi geldi. “Sare! Annem gelmedi mi hala?” Panikle gözlerim büyürken odanın içinde bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelmeye başladım. Abim odama girerse kısa yoldan eşek cennetini boylardım. Cihangir’de damızlık dana gibi yatıyor maşallah. Kaldırsam da ne kadar süre içerisinde kendisine gelecek ki? Gelse de tek kapısı olan bir yerden nasıl çıkacak? Balkon? Evet, balkon ya.

Kolundan sertçe dürtüp uyanmasını bekledim. Abime hala cevap vermemiştim ve odama gelmesi de an meselesiydi. Cihangir, uykulu gözlerini açtığında fısıltıyla konuştum. “Abim geliyor. Kalk çabuk, balkona geç.” Anlamayan gözlerle yüzüme bakmaya devam etti.

Tam şu sahnenin ortasında odamın kapısı tek bir tıklamanın ardından açıldı.

Ben, Cihangir’in üstüne eğilmişim.

Cihangir, uykulu gözlerle yüzüme bakıyor aynı zamanda yatağımda uzanıyor.

Ben, yatağın ucunda oturur vaziyetteyim ama bedenim tamamıyla Cihangir’in üstüne dönük.

Ve abim girdi.

Gözlerimiz kesiştiği an da ne ara göğsüne koyduğumu bilmediğim elimi ateşe değmiş gibi çektim. Sonra da bu kriz anında kaçılabilecek en doğru yola kaçtım ve Cihangir’e sağlam bir tokat çaktım. Sonrası amatör oyunculuğumun döktürmeleri.

“Abi, koş yetiş. Bayıldı kaldı. Bir uyanıyor sonra bir daha bayılıyor.” Abim, gözlerinde yer eden kızgınlıkla üzerimize doğru gelirken inanmayacağına dair içimde kuvvetli bir his vardı. “Bayılacak başka yer mi yoktu evde!” Hızlı adımlarla yanıma gelip kolumdan tuttuğu gibi yataktan çekip kaldırdı. Cihangir, oynadığım oyunu sürdürmek için gözleri kapalı bir şekilde duruyordu. Derken, bir tokat da abimden geldi. Ayıltıyor mu, dövüyor mu çok ayırt edilmiyorken peş peşe vurmaya başladı. Cihangir, acıya dayanamamış olsa gerek ki kısık kısık gözlerini açtı. “Heh, uyandı prenses tabi hiç bayılmadıysa o ayrı… Kalk lan!” deyip onu da yakasından tuttuğu gibi mum gibi ayağa dikti.

Hayır, nasıl açıklayayım ki? Ömrümde hiçbir oğlanla aynı oda da basılmadım ki hazırda yalanım olsun. Dümdüz olaya giriş yaptım o da götümde patladı. “Oldu o zaman, siz abi kardeş aranızdaki mevzuyu halledin, ben dışarıdayım,” deyip sıvışmak en makul olanıydı fakat Okan Baysal… “Sıçarım bacaklarına, Sare, otur şuraya.” “Bacaklarım ağrıyordu zaten, sağ ol abiciğim, çok düşüncelisin,” dedim ama demese miydim? Galiba. Ters bir bakış atıp koyverdi küfrü. Benimle uğraşmak fuzuli gelmiş olsa gerek ki tekrar Cihangir’e döndü, ben de dakikalar önce kalktığım tabureme geri oturdum.

“Lan bacıma sarkıntılık et diye mi evime aldım seni ben, pezevenk!”

“Aman abi, ne sarkıntılığı? Sare yani Sare bacım, benim dünya ahiret bacım olur.” Vay ödlek. Kardeşim deme lazım olur diyen de bendim tabi. “Cihangir, dinime kitabıma elimden kaza çıkacak. Müşküldesin diye kapımı açtım ama bu olmadı. Sen ne yapacağını biliyorsun. Aklımdan geçenleri söyletme bana. Yürü şimdi.”

Abimin son söyledikleriyle benim bile yüzüm düşerken Cihangir’in rengi atmıştı. Mevzu, kesinlikle kapı da kalmak değildi. Abime gerçekten kıymet veriyordu ve ondan bu sözleri duymak sanırım canını yakmıştı.

“Okan abi, yanlışım olduysa büyüklük sen de kalsın yine. Ben hemen eşyalarımı toplar evden çıkarım. Zaten evi babamla ayarladık dün. Size söyleyecektim. Her şey için çok teşekkür ederim. Ama böyle ayrılmayalım ne olur?”

Abim, ensesini sertçe sıvazlarken Cihangir’e ters bir bakış attı. “Çık bu odadan. Odadan çık!”

İkisi beraber odamdan çıkarken asık suratlı bir ben geriye kalmıştı. İtiraf etmesi çok fazla güç olsa da Yavru File çok alışmıştım. Hani, misafir değil de eve sonradan dahil olmuş bir üye gibi…

Parke de sabit duran ayaklarıma baktım. Sonra az önce Cihangir’in sere serpile yattığı yatağıma. Kenarda duran Felsefeye Giriş kitabıma. Unuttuğu terliklerine. En son tekrar kendi ayaklarıma baktım. Sonra da usulca ayaklandım. Üzgün olmak, ağır bir ceket giymiş hissi bırakıyorsa insana bunun adı hakiki bir şekilde üzülmek olabilir. Fakat neden ve niye?

Dakikalar birbirini kovalarken koridordan gelen şiddetli ayak sesleriyle irkilip, put gibi oturduğum tabureden kalktım. Odamdan dışarı çıktığımda kapı ağzında Cihangir ve onu yolcu eden abim farklı hissettirmişti. Bir cesaret yanlarına ilerledim. Abim, hiçbir veda cümlesini yakıştırmazken ben gelince de kaş çatmayı meziyet bildi. Cihangir, tüm mahmurluğuyla bize bakarken son teşekkürlerini sıralayıp basamaktan indi.

Şimdi şuradan dönüp, sokakta kaybolacak diye düşünürken sakin adımlarla karşıya geçip Neriman teyzenin kapısına dikildi. Cinlere kapı mı çalacak diye düşünürken cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açınca ufak çaplı dilimi yutup geri kustum.

“Lan n’apıyorsun?” diye terlikleriyle sokağa atılan abimin ardından ben de çıplak ayakla sokağa indim. Cidden ne yapıyordu bu?

“Evime giriyorum abi.”

“Ne evinden bahsediyorsun lan? Neriman teyzenin evi orası.”

“Tamam, babamdan rica ettim Neriman teyzeden benim için satın aldı.”

“T*şşak mı geçiyorsun benimle?”

“Estağfurullah abi, bilirsin seni çok severim.”

“Cihangir, dağıtırım o yakışıklı yüzünü, siktir git.”

“Darılıyorum artık abi, al valizim, işte de evim. Giriyorum işte.”

Abim, başını göğe kaldırıp sabırlar dilerken, ben yaşadığım küçük çaplı şoku henüz atlatabilmiş değildim.

“Lan var ya sizi iki cihan arasında yan yana görürsem belanızı… Anladınız siz. Bu genç yaşımda beni katil etmeyin.”

Sinirle konuşup bana döndü. “O yeşil gözlerin felfecir okumasın, küçük şeytan. Gir içeri, kırarım bacaklarını.”

Abimi ikiletmeyip evden içeri girdim fakat kulağım hala onlardaydı. “Gir lan sen de, evine mi giriyorsun hangi deliğe giriyorsan! Perdelerini açtığını görmeyeceğim.”

Evden kovuldu, gitti karşı komşu oldu iyi mi?

İyi galiba.

Galiba…

🌃

“Ben sana yandım, Zühtüüüü!”

Bıkkınlıkla önde oturan babama bağırdım. “Baba, Allah için kim bu Zühtü ya? Annemden daha çok nasıl bu kadar sevebilirsin? Yola çıkalı yarım saat oldu, beştir başa dönüyoruz şarkıyı.”

Kamptan yeni gelen emekli özgüveniyle başını bana döndürüp kınayıcı bir bakış attı. Sonra da,

“Amanını yandım, Zühtüüüü,” diye şarkıyı söylemeye devam etti. Şarkı seçimlerimi ve kime çektiğimi bu saatten sonra daha iyi anlıyorum, gerçekten.

“Ya Cihangir’de gelecekti son dakika vazgeçti çocuk. Evden de gitmiş. Hoş karşıya taşınmış sevindim ama… çok da hevesliydi yavrum. Sen mi bir şey dedin, Okan?”

Abim, araba sürmeye odaklanmışken hiç cevap verme isteği yok gibiydi. “Ne diyeceğim ben anne? Koca adam, gelmek istemedi işte.” Sıç, sonra bir güzel sıva, sonra da ne diyeceğim ben de. Tam bir Baysal erkeği.

“Sare, yavrum yaptığım yemekleri götürdün değil mi çocuğa, aç kalmasın sonra?” Abimle gözlerimiz dikiz aynasında kesişti. Anacım, ne diye pot kırıyorsun ki şimdi?

“Götürdüm,” dedim ağzımın içinde geveleyerek.

“Aman iyi ki götürmüşsün, yazık çocuğa. Anası babası sahip çıkmıyor belli ki.” Aman iyi yürekli anam, keşke biraz da beni düşünüp abimin önüne atmasaydın.

Çekişmeli ve çokça didişmeli olsa da süregelen bu aile yolculuğumuzdan bir hayli memnundum. Şimdiden köye gidince yapacaklarımı planlıyordum. Fakat hayat, planlar dahilinde ilerlemeyi seven bir yapı da değildir. Bazen güldürüp, eğlendirirken; bazen de insanın içini çıkartana kadar ağlatmayı sever. Öyledir yani. Hayat, bundan ibarettir.

Çok geçmeden babamın telefonu Zühtü şarkısının orta yerinde acı acı çaldı. Hani bazen insan hisseder ya, ben de hissettim ve babamın o telefonu açmasını hiç istemedim. Ama hayat, çok da bizim isteklerimiz doğrultusunda ilerlemez.

Ateş düşmüş diyorlar. Yanıyormuş baya. Nasıl olmuş, bilinmiyormuş. Biz yola çıktıktan biraz sonra yanmaya başlamış. Çocukluğum, gençliğim, dedemin biricik goncası, bizim için yıllar önce aldığı, anılarımızla yaşattığımız evimiz. Anılarımız yanıyormuş, öyle diyorlar. Kim diyor? Demeselerdi keşke. Keşke, demeselerdi.

Geldiğimiz yolu nasıl döndük bilinmez. Sokaktan içeri girmeden gördüğüm dumanlar içimde başka bir yangını körükledi. Eve vardığımızda evimiz artık yoktu. Gök mavisi duvarları simsiyah olmuş, tüm her yerinden duman çıkıyordu. İnsanlar toplanmış, kimisi şişeyle su döküyordu, kimisi izliyordu.

Arabadan indik. Annem ağlıyor, Berfu evsiz kaldık diye korkuyor, abim bilgi almaya çalışıyor, babam bulduğu bir kova da ki az bir suyu yangına atıyor. Ben, kaldım öylece. Anılarım yanıyor.

Odamın balkonuyla kesişti gözlerim. Sonra onu gördüm. Elindeki su şişesiyle koşarak yanıma geliyor. Göz bebekleri titrek… Yavru Fil işte, güçsüz ve ödlek.

Orta kalınlıktaki dudakları kıpırdıyor, elleri kollarımı sarıp sallıyor bedenimi. Sonra su şişesiyle bir avuç suyu yüzüme boca ediyor. Kendime geliyorum. Evim yanıyor, anılarım yanıyor.

Derin bir nefes alıp bir adım geri çekildim. Ne ara geldiğini bilmediğim Eylül teselli cümleleri kurarken gözlerim yalnızca odamdaydı. Bir adım ileri attım. Sonra bir adım daha. “Çekilin,” dedim sesim yettiğince. Kimse kıpırdamadı. Daha güçlü bağırdım. “Çekilin!” bir iki kişi açıldı. Evime koşmak istedim, anılarımı tutmak istedim ama iki kol belime sarıldı.

“Yanmak mı istiyorsun!” Tanıdık ses, tanıdık koku.

“Ben zaten yanıyorum, anılarım yanıyor. Bırak beni!” Daha sıkı sardı kollarını. “Asla bırakmam. Yeni anıları daha renkli kalemlerle çizeriz.” Daha sert tepindim. “Neyden bahsediyorsun, tüm emeklerim kül oluyor orada!” Boyalarım, tuvallerim, yaptığım yüzlerce resim, kitaplarım, Sokrates’in minik çerçevesi, bir kutu Sokrates basma kağıtlarına sarılı çikolata yumurtalar… her şeyim. “Bırak, Cihangir,” dedim ağlamaktan çatallaşmış olan sesimle. “Bırakmam, bırakamam.”

Son duyduğum sözler bunlar oldu. Gözlerim kararırken belimdeki sıkı kollara güvenim tamdı.

1 Hafta Sonra

Eskiden Neriman teyzenin, artık Cihangir’in olan evin mutfağından yanıp kül olan evimize, en çok da odamın olduğu yere bakıyordum. Yangın, zor da olsa söndürülmüştü fakat geriye pek bir şey kalmamıştı. Bir haftadır kabus yaşıyorduk sanki. Kimse yiyip içmiyordu, abim merkezden gelmiyordu, babam artık hiç dışarı çıkmıyordu, annem yemek yapmıyordu, ben resim yapamıyordum, Berfu sürekli ağlıyordu.

Yangından sonra Cihangir bize yeni evini açmıştı, hem de biz daha teklif etmeden. Ona minnettardık. Bunu sürekli olarak da dile getiriyorduk. Felaketin ardından dedem haberi alınca toparlanana kadar gelip köyde durmamızı söyledi fakat çalışıp çabalayıp evimizi eski haline kavuşturmak istediğimizi söyledik. En azından kış gelmeden içine girilecek hale gelmeliydi.

Cihangir’e sattığım ve yola çıkmadan önce teslim ettiğim diğer tabloyla birlikte şu an toplam 55 bin param vardı. Bunu hiç düşünmeden babama vermek istedim fakat bir türlü ikna edemedim. Alnının terini alamam deyip durdu. Olay sıcakken daha fazla üstelemek istemedim fakat sonrasında bu parayı ve kazandığım diğer paraları evimiz için harcayacaktım. Resim malzemelerim yandığı için bir süre resim yapamazdım. Yenilerini almak şu an için ekstra bir maliyetti ve bunu göze almak istemiyordum. Onun yerine Gökalp’i aradım ve çalışmak istediğimi söyledim. O da yeni açılan şubelerinde garson açığı olduğunu söyledi ve beni alabileceğini söyledi. Teşekkürler ederek kabul ettim.

Cihangir, bu süreçte maddi manevi desteğini hiç esirgemedi. Her türlü koşulu sağlıyordu ve bundan memnun da bir hali vardı.

Bizim çocuklar da eve gelip gidiyordu. Komşular da öyle. İlk şoku atlattığımız için artık olaya biraz daha gerçekçi yaklaşabiliyorduk ve çözüm odaklıydık. Üstesinden gelecektik, hep birlikte ve her şeye rağmen.

Üç hafta sonra

“Sıvacı buldum. Eski sıvaları döküp yeni sıvayı yapacaklar. Yarın gelirler. Ufaktan başlıyoruz hayırlısıyla.” Babamın verdiği bu haberi hepimiz sevinçle karşıladık. Bu süreçte bir taksiye taksici olarak girmiş ve emeklisinin yanına bu geliri de eklemişti. Gökalp’de sağ olsun durumu öğrenince bana önden avans vermişti. Abimin de arabayı değiştirmek için biriktirdiği parayı istemeyerek de olsa bu giderlerin içerisine aldık ve artık tahmin ettiğimizden daha kolay olacaktı her şey.

Elektrik ve su tesisatı geçtiğimiz hafta yenilenmişti. Kalorifer hattı da birkaç gün önce yenilendi. Şimdi sıra da sıva, sonra boya, sonra da sırasıyla hepsi. Umarım.

Karnım doyunca masadan kalktım. “Çocuklarla buluşacağız, ne zamandır görüşmüyoruz,” diye önden bilgilendirme yaptım. Kimseden ses çıkmayınca salondan çıktım.

Sokağa çıktığımda köşeden Cihangir’in son model arabası gözüktü. Bu süreçte o da babasıyla arasını az da olsa düzeltmişti. Kavganın olduğu gün ne konuştularsa babası artık onu kendi haline bırakmıştı. Kartlarını ve arabasını da geri vermişti. Onun için yaşanan bir diğer güzel hadiseyse yerleştirme sonuçlarının açıklanmasıydı. Artık abimin çalıştığı karakolda kadrolu bir polis memuruydu. Onun adına mutluydum çünkü o da mutluydu.

Beni görünce arabayı uygun bir yere park edip indi. “Abim yok mu?”

“Yok, sonra geleceğim dedi.” Başımı salladım.

“Nereye?” Elimi kaldırıp aşağı sokağı gösterdim.

“Bizim çocukların yanına gidiyorum. Sen de gel istersen. Açsan önce yemek ye sonra gelirsin.”

“Orada atıştırırım bir şeyler, hadi gidelim.”

Beraber sessizce çay bahçesine doğru yürümeye başladık.

Çay bahçesine geldiğimizde hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Çok göze çarpmadan arkaya geçmeyi planlıyorduk ki yaşlılar kurulunun radarına takıldık.

“Sareeeee, gel yavrum sana bir şey söyleyeceğim.”

Keyifle dondurmalarını yiyen yaşlı FBI grubuna yaklaştık. Şükriye teyze aldı sazı eline. “Bir şeyler duyduk.”

“Duyduk duyduk,” diye devam etti Tülay teyze.

“Sizin ev yandı ya…”

“Bir ay oluyor Şükriye teyze.” Hepsi onaylar biçimde başını salladı. Sonra Şükriye teyze bir sır verecekmiş gibi önce sağı solu kontrol etti sonra da başını eğip fısıltıyla konuştu. “Sizin eve büyü yapılmış. Aşağı mahalledeki Ganimet öyle söylemiş.” Gözlerim kocaman olurken korkuyla geri çekildim. “Aman ne büyüsü, korkarım ben öyle şeylerden!”

“Aman canım ne bilelim ne büyüsü! Ganimet, gelsinler bana çözelim büyüyü demiş.”

“Çözer mi ki?”

“İnanıyor musun Sare tüm bunlara, yapma Allah aşkına!” Cihangir’i hemen kulak arkası ettim.

“Çözemeyeceği büyü yok. Siz bir uğrayın yanına.” Robotik şekilde başımı sallayıp hızlı adımlarla arka bahçeye geçtim. Cihangir’de peşimden geldi.

“Ya tamam. Büyü falan gerçek olabilir ama ben bizim mahallenin yaşlılarına olan inancımı çoktan kaybettim.” Eylül, haklıydı ama ya gerçekse.

“Öyle deme hiç! Geçen bizim komşunun da gelini evi terk etti meğer kaynana ayırma büyüsü yaptırmış. Şu Ganimet dedikleri kadın büyüyü bozdu da gelin geri geldi. Bu sefer kaynana evi terk etti. Gelin de buna büyü yaptırmış. Ganimet abla müstahak deyip büyüyü geri bozmamış.” Merve’nin söyledikleriyle artık tamamen ikna olmuştum.

“Kalkın gidiyoruz.”

Hep bir ağızdan sordular:

“Nereye?”

“Ganimet ablaya tabi ki de.”

🌃

“Şekerim, birileri sizi hiç çekemiyor. Bak, alıyorum ben büyünün enerjisini. Bile isteye yapmışlar. Eviniz öyle yanmış.”

“Gözlerindeki kara kaleme kurban olayım, Ganimet abla, çöz şu büyüyü.”

Ganimet abla, ayağa kalkıp bir başka odaya girdi ve bizi de peşinden çağırdı. Altı kişi peşinden odaya girdik.

Cino’nun ütopik dünyasına girdik sanki. Ya da Keloğlan’daki cadının evine. Türlü çeşit dumanlar yüzünden oda görünmez haldeydi. İksir tüplerinde de renkli renkli sular vardı. Umuyorum kurbağa bacağı falan yoktur.

“Korkmaya başladım ben,” diyen Eylül Merve’nin koynuna sığınmıştı. Cihangir, neden burada olduğunu sorguluyor gibiydi. Oğuz, eline geçirdiği bir iksir tüpünü kafaya dikmek üzereydi. Yalın ise tiksintiyle etrafa bakıyordu.

“Sizin büyü sağlam bir büyü. Biraz uzun sürecek o yüzden. Bekleyeceksiniz biraz,” deyip masanın başına geçti. Aşağıdan çıkardığı orta bir kazanı masanın üzerine koyup yine masanın üzerindeki tüplerden içine dökmeye başladı. Sonra odanın köşelerinden bazı otlar kattı içine. Biz bu süreçte sadece izledik. En son kazanın içine bakıp bana döndü. “En önemli malzemeyi ev sahiplerinden biri katmalı. Bak şekerim, arkanda, kapının arkasında porçöz var, onu alıp gel.” Porçöz mü?

Bizimkiler bıyık altı gülerken yine de kadının dediğini yaptım.

Porçözü alıp leş gibi kokan kazanın başına geçtim. Kapağını açıp Ganimet ablanın dediği miktarda kazanın içine kattım.

“Abla sorması ayıp, porçöz ne işe yarayacak?”

“Bu büyü çözme büyüsü ya ablam, porçöz de çözüyor işte.”

“E biz evi baştan ayağı porçözle yıkasaydık yine büyü bozulurmuş,” deyip gülen Cihangir’le hepsi gülmeye başladı. Dayanamayıp ben de güldüm. Ganimet abla, tek somurtandı. “Patavatsızlaşmayın, büyünün enerjisi kızıp, sizi bulabilir.” Kimse pek ciddiye almasa da yine de ihtimali göz önünde bulundurup çenelerini kapadılar.

“Bunu götürün evin her yanına dökün. Döktükten sonra ev sahiplerinden birinin yapması gereken bir şey daha var.”

“Nedir, Ganimet abla?”

🌃

Büyük kola şişesine doldurduğumuz iksiri gece vakti alıp yanan evimize geldik. Her yanına iksiri döktükten sonra hepsini dışarı çıkarıp Ganimet ablanın son dediğini yaptım. Bunu yaparken yaptığımız şeyden gerçekten şüphe duydum.

Gerçekten.

Evin

her köşesine

işemek nedir ya hu?

Loading...
0%