Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. 🌃 Sokrates Ticari Dekont Mesajı

@amatoriceyazar

 

Multi: Buray, Deli Kız

"Sokrates Ticari Dekont Mesajı"

 

🌃

 

İnsanlar, devamını ön goremedigi sahnelerde oyuncu olmak yerine seyirci olmayı ve kalçalarının üzerine sağlam bir şekilde oturup, elindeki çekirdekle bu koca soru işaretlerinin kafa patlattığı sahneyi izlemeyi tercih ederler. En azından ben öyleyim. Ve bu konu hakkında toplumun sesi olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Bence hayır. Sizce? Aman neyse.

Sokrates dedemin genetiğime işlediği felsefik argümanlarımla rahatça konuşabilirim ki, bence üzerime sağlam kokulu bir bok sıçradı. At boku hatta bana kalırsa eşek boku. Böyle yuvarlak yuvarlak.

İzlediğim romantik filmlerde ve okuduğum romantik kitaplarda başrol kızın salaklığına daima dolu dolu küfürler etmişimdir. Mesela en basitinden yönetici asistan ilişkileri. Patronu ona çölde karısız kalmış arizona kertenkelesi gibi bakarken, masum kızın -Sare dilinde salak kızın- patronunun bu bakışlarından bir haber olması, yetmezmiş gibi kendi duygularını da gıdıklanma sanması beni alıp karşı ki duvara fırlatıyor. Konu buraya nereden geldi? Ben kesinlikle başrolüm fakat bu çapsız herifin benim hikayemde ki vasfı ne, onu tam olarak çözmüş değilim. Sadece söylemek istediğim, hakiki bir salak gibi hissediyorum. Çünkü normal bir insan evladı, gecenin bir saati camına taş atan bir başka insan evladını balkonundan evine, hatta odasına almaz. İyi niyetten diyebiliriz ama yirmi üç yıllık hayat serüvenimi sorgularsam eğer çok da iyi niyetli bir insan olduğumu söyleyemeyeceğim. Benden tam olarak on yedi yıl sonra sürpriz yumurta gibi doğan kardeşime hiç iyi davranmıyorum mesela. Gel köle, git köle. Ablalık müessesesi böyle çalışıyor bildiğim kadarıyla.

Mevzuya dönecek olursak.

"Çalacak eşya arıyorsan girip girebileceğin en fakir odaya girdin. İstersen daha zengin evler gösterebilirim," dedim, elimde hala sıkı sıkıya tuttuğum süpürgeyle. Sözlerimle birlikte gülümsedi. Beni alaya alıyorsa eğer süpürgeyi ağzına vurmak için iyi bir zamanlama.

"Hangi hırsız kapıyı çalarak eve girer ki? Ayrıca hırsız olamayacak kadar zenginim." Kibrinden de hava alamıyoruz. "Geliştirilebilir bir taktik. Ayrıca zenginler zaten hırsızlık yaparak zengin oluyorlar. Yani çoğu kısmı. Bu durumda sen de potansiyel bir zengin hırsızsın." Teslim olurcasına ellerini kaldırdı. "Beni yakaladın. Önünde eğiliyorum Sherlock."

"Kimden kaçıyordun?"

Sorumu es geçip yatağıma geniş bir biçimde oturdu. Hayırdır, Harran ovasında mıyız, bu ne genişlik?

"Kalk lan yatağımdan. Babanın evi mi burası?"

İyice yayıldı. Terlikli ayağımla baldırına sertçe vurdum. Sesli bir şekilde inledi. Pardon, selamı okudu.

"Hişt! Sessiz ol. Evdekileri uyandıracaksın." Sessiz olup baldırını ovmaya başladı. "Manyak mısın kızım sen? Ne diye vuruyorsun?"

"Az önce yalvarıyordun içeri al diye. Şimdi manyak olduk, öyle mi? Çık lan odamdan," deyip, tehlikeli silahım olan süpürgeyi salladım. "Tamam tamam. Kalkıyorum. Sessiz de olacağım. Ama lütfen biraz daha kalmama izin ver," deyip, tekrar yalvarır moda geçti. Zenginin kibri çabuk yere düştü.

Yatağımdan kalkıp ceketinin yakalarını çekiştirdi. Balkon kapısına yaklaşıp tülü aralayarak dışarıyı gözetledi. Bakmasıyla hızla geri çekilmesi de bir oldu.

"Hala buradalar," dedi, yenilgiyle omuzlarını düşürerek.

Az önce cevaplamadığı sorumu tekrar sordum. "Kimden kaçıyorsun?"

Balkon kapısından çekilip bana doğru geldi. Şimdi karşı karşıya, ayakta duruyorduk. Tam konuşacakken elimi kaldırıp, dur, işareti yaptım. Elimdeki süpürgeyi duvara yasladım. Sonra gözlerim mahvolan Sokrates portreme takıldı. İçim burkuldu. Hızlıca portrenin önündeki tabureyi aldım ve odamın ortasına koydum. Sonra da masamdan sandalyemi aldım. Onu da taburenin karşısına yerleştirdim. Ben tabureye oturdum, ona da sandalyeyi gösterdim. Komutumu dinleyip karşıma oturdu.

"Eee?" dedim, sorumu hatırlatmak maksadıyla. Sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Babamın korumaları," dedi ve elini ensesine atıp bir kaç parmak hareketiyle orayı kaşıdı. Gerilmişti. Ya da ben o şekil de düşünüyordum. "Yani babandan kaçıyorsun," deyip, tasdik bekledim. Sadece başını salladı. "Neden?" diye, sordum merakıma yenik düşerek. "Yurt dışına eğitim görmem için gönderdi ama ben aslında hiç gitmedim. Bugün öğrenmiş ve çıldırmış gibi her yerde beni arıyor. Ve babam biraz... Sinirlidir. Siniri geçene kadar kaçmak mantıklı geldi." Zenginin derdi de bir başka tabi. Ama bence bu çocuk biraz geri kafalı. Ben olsam yurt dışında gezer, tozardım. Ülke de kalmak ne derece bir vizyonsuzluk?

"Yine de yeterli bir bahane değil," dedim. Anlamamış bir yüz ifadesiyle yüzüme baktı. Elimle portremi gösterdim. "Günlerdir bununla uğraşıyordum ve sen taş atınca mahvoldu."

Yüzüne mahcup bir ifade oturdu. Masum yüzlüydü. Hani zenginler şeytan suratlı oluyorlardı? "Ben, gerçekten çok özür dilerim. Bunu nasıl telafi edeceğimi inan bilmiyorum." Omuzlarımı silktim. "Edemezsin." Portreme uzun bir müddet baktı. "Kimin portresi?" Derin bir nefes aldım. "Dedemin," deyip, kıkırdadım. "Yani Sokrates'in portresi." Başını salladı. "Bu portreyi bana satar mısın?" Ne? "Ne?" Gülümsedi. "Bugüne dair bir anı kalır elimde. Hem de gerçek bir sanat eseri gibi duruyor. Bıyığının ucundaki çizik müthiş bir hava katmış portreye." Tüm bunları söylerken ciddi miydi, yoksa mahçup olduğu için beni mi tavlamaya çalışıyordu emin değilim ama kaz gelecek yerden portre esirgenmez. "Elli bin," dedim, hevesle. "Ne elli bini?" diye, sordu şaşkın bir ifadeyle. "Portre, elli bin." Gülmemek için yanaklarını ısırdı. "Anlaştık. Ama isim ve imza da istiyorum," dedi, hemencecik. Başımı sallayıp oturduğum yerden kalktım. O da peşimden geldi. Bir kalem alıp resmin sağ alt köşesine, Sare Baysal yazdım ve hemen altına imzamı attım.

"Memnun oldum, Sare," dedi. Doğrulup yüzüne baktım. "Memnun oldum, eee-" "Cihangir," diye, tamamladı hemen beni. Söylemişti adını ama unutmuştum. "Heh! Memnun oldum, Cihangir."

"İbanını at bana hemen transfer işlemini gerçekleştireyim," dedi ve telefonunu çıkardı. Tanımadığım bir yabancının her sözüne güvenmek ve dediklerini yapmak ahmaklıksa en büyük ahmak benim.

Telefonumu masamdan aldım. Hemencecik numarasını söyledi. En sevdiğim işlemi gerçekleştirdim. Yani ibanımı attım. Paragöz olmak bir suçsa en büyük suçlu benim. Para için dedemi sattım ulan, var mı ötesi?

Bir dakika kadar kısa bir süre sonra, "Attım," dedi. "Allah bereket versin," dedim ve hemen hesabımı kontrol ettim. İbanla gelmiş olsa bile say demişler.

Bu hesap bu kadar parayı rüyasında bile görmedi. Zenginlik böyle bir şey olsa gerek. Ben de artık bir zengin sayılırım. Fakirin açlıktan nefesi kokmuş, sarımsak yedim demiş. Neyse.

Tam telefonumu kapatacakken mesaj geldi.

Dekont.

Dekont mesajı.

"Babam mısın oğlum sen ya! Dekont atmak nedir?" Sebepsizce güldürdü bu durum beni. "Yaptığımız satışın sözleşmesi niteliğinde olsun diye." O da gülümsüyordu. Hayatımın en garip anı bu an olsa gerek.

"Ben artık gideyim," dedi ve portremi tek eline aldı.

Ondan önce balkon kapısına yaklaşıp dışarıyı kontrol ettim. "Temiz." Başını sallayıp harekete geçti.

Önce ben balkona çıktım, sonra da o peşimden geldi. "Şunu biraz tutar mısın?" deyip, portreyi bana uzattı. Dediğini yapıp tuttum. Korkuluklardan önce bir bacağını aşırdı, sonra diğerini. Çok yüksek olmayan balkondan atlayınca artık yerdeydi. Portreyi dikkatlice ona uzattım. Aynı dikkatle geri aldı. "Teşekkür ederim, Sokrates'in torunu Sare," dedi, muzır bir ifadeyle. Gülümsedim, "Rica ederim. Dedeme iyi bak, Cihangir." Başını salladı ve yavaşça yürüyerek sokaktan kayboldu.

"Nasıl kekledim ama enayiyi. Kısa günün karı. Güle güle dedem."

 

 

Loading...
0%