Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. 🌃 Bir Kutu Yumurtadan Ne Çıkar

@amatoriceyazar

 

Multi: Yalın, Tatlıyla Balla

"Bir Kutu Yumurtadan Ne Çıkar"

🌃

Tepemizde uçan kuş kafamıza bağırsaklarını boşaltınca bunu talihten saymak ilk hangi aklı evvelin aklına geldi, bilmiyorum. Bok, boktur. Altın çıkarmadıkları sürece saçımı boka bulamaktan başka ne gibi bir faydası olabilir bu kıçı kırık kuşun? Ya da denemeye değer bir bok atıştır. Bulunduğum konum dahilinde her hangi bir kuş başıma estetik vuruşlar yapsa ve sonrasında talihim ardımdan koşsa kuşu bulur, kıçına plaket takarım. Ama gelin görün ki kuş beni görse kıçı tutulur. "Ulan nereden girdik bu yörüngeye" der, rota değiştirir. Öyle bir talihsizlik.

Aslında kaseti başa sarınca çok da talihliydim. Havadan -tamam, çok havadan değil sonuçta orta da bir emek var- elli bin cebime girdi -diye düşünüyordum ki, elli bin direkt olarak bana girmiş- Bölüm sonu canavarı, Neriman. Kod adı, Fitniyat. Usta dedektiflerin önünde şapka çıkardığı FBI kadın. Radar gözlerinden kaçamamıştım. Yirmi üç yıllık hayatımın bir ivmesinde iyilik yapayım demiştim, yaptığım iyiliği ben başa kakamadan direkt olarak bana kakıldı. Saplandı. Böğrüm de.

"Eee, sonra ne oldu?"

"Kedi oğlan doğurdu, Merve! Ne olacak, yalan söyledim tabi ki," dedim ve önümdeki çekirdek paketinden bir avuç daha çekirdek aldım.

Çarpıldığım gerilim hattından kurtulunca kendimi direkt olarak mahalle tayfamın yanına atmıştım. Böyle deyince de Rafadan Tayfa gibi oldu ama maalesef. Ne Akın kadar zeki var aramızda, ne Mert kadar iyi yürekli, ne Hayri kadar yemeğe düşkün, ne de Kamil kadar saf biri var.

Merve.

"Anne, ben bugün Mervelerdeyim, Merve'si" Her türlü entrika çevirebilecek şeytanımsı bir insan.

Eylül.

"İşte öyle oldu kanka" deyip, sabaha kadar dert yanabileceğin kadim dost, sırdaş. Eylül gibi bir arkadaşın olsun, milyon dolar borcun ol- şaka.

Oğuz.

Atası Oğuz Kağan'ın izinden giden aşırı Milliyetçi bir arkadaş. Instagram profilinde kurt var. Kendisini bizim abimiz sanıyor.

Yalın.

Nam-ı diğer, yakışıklı. Kısmetini kapattığımızı düşündüğü için ortamlara bizimle girmek istemez. Esasen sevgili de istemiyor. İlgi görmek hoşuna gidiyor. Grubun aydını. Zengin şerefsiz.

Sare.

Ben oluyorum. Grubun ağır ablası. "Hop, ümüğünü sıkarım" gillerden. Aşırı korumacı. Grubun anası. Sevdiklerine gül, sevmediklerine diken. Yerine göre Bağcılar, yerine göre Nişantaşı.

"Of kızım, düzgün anlat şunu," deyip, koluma bir tane geçirdi. Bakın, geçirdi diyorum. Çünkü içinden geçti. Yavaş ol be ablam. "Çürüttün lan. Al, al senin olsun. Sabah akşam vurursun, olmadı böyle."

"Eh, ne didiştiniz ama. Sen de başından anlat şunu, Sare," dedi, Eylül, artık sabrı tükenmişçesine.

"Bacım, siz de kızı çok darladınız. Anlatıyor işte. Bir bırakmadınız ki." Helal olsun be dayımoğlu Oğuz. "Adamsın be abim. Çekilin üzerimden yamyamlar. Anlatacağım şimdi," deyip, oturduğum sandalyeyi biraz geri çektim.

"Şimdi dün gece resim yaparken camıma biri taş attı. Korktum ben tabi. Gecenin bir yarısı. O saatlerde bizim mahallede in cin bile oynamaz, bilirsiniz. Korkuyorum bakmaya ama merak da ediyorum tabi. Neyse, bir cesaret açtım balkon kapısını, çıktım dışarı. Balkonda ki süpürgeyi aldım, ne olur ne olmaz diye. Sonra hişt pişt, bir ses geldi. Baktım, eli yüzü düzgün bir oğlan, yardım et, diyor. Ulan, içimdeki melek mi uyandı, nedir. Aldım ben bunu içeri. Sonra işte işin aslını öğrendim. Meğer babasından kaçıyormuş. İşte babası bunu yurt dışına okumaya göndermiş ama bu gitmemiş. Babası da öğrenmiş. Babam sinirli bir adamdır, falan dedi. Buraları geçtik. Başta camıma taş atınca yaptığım resim bozuldu. Kızdım falan. Ben satın alırım, dedi. Elli bine saatım bozukmuş resmi enayiye. Sonra da gitti. İşte bugün de gün vardı. Neriman karısı görmüş dün gece bizi. Patlattı bombayı orta yere. Ne yapacağımı şaşırdım. Uyku hali yanlış görmüşsün, dedim ama yemedi tabi. Hiç yer mi! Şimdilik kapandı mevzu ama bilmiyorum. Neriman bu, bilirsiniz," dedim ve masada ki içeceğimi alıp tekrar geri yaslandım. O kadar hızlı ve soluksuz konuşmuştum ki, nefesim kesilmişti.

Sözlerim bitince hepsinin yüzünü teker teker inceledim. Mimik oynatmıyorlardı. İyi bir şey mi, sanmam.

İlk konuşan, Yalın oldu. "Sare, afedersin ama salak mısın sen?" Devamında bir şey söyleyecek gibi bir hali olduğu için bekledim. "Gecenin bir saati biri camına taş atıyor ve böyle bir hikaye uyduruyor. Sen de inanıp odana alıyorsun. Ya sana bir şey yapsaydı. Bu kadar ihmalsiz davrandığına inanamıyorum," dedi ve başını iki yana salladı.

"Al benden de o kadar, Sare. Daha sağ duyulu davranman gerekirdi," diyen ise Merve'ydi.

"Bacım haklı, bacım," diyen, Oğuz'a baktım. Bıyığının ucuyla oynuyordu.

"Olan olmuş artık. Kızın üstüne gitmeyin. Belli ki yardım etmek istemiş. Sonuca bakalım. Başına bir şey gelmedi. Artı elli bin de para kazanmış." Eylül'e minnetle baktım. Yine toparlayıcı taraf olmuştu.

"Üstüne gitmiyoruz, Eylül. Onu düşündüğümüz için söylüyoruz bunları. Ne belli o herifin bir daha gelip rahatsız etmeyeceği?" Yalın, bu gecenin agresif olan tarafıydı. Endişeleri yersiz değildi kesinlikle. Ama işte Eylül'ün dediği gibi, olan oldu artık, ne yapabilirim ki?

"Haklısın, Yalın. Beni düşündüğünüzü biliyorum. Ama geçti gitti," deyip, ortamın gerginliğini almaya çalıştım.

"Tekrar kapına gelmek gibi bir hata yaparsa, saat kaç olursa olsun, haber ver Sare," dedi. Yalın, dışarıdan ne kadar kibir bir adam gibi dursa da, bu tür olaylar da oldukça korumacı olabiliyordu. Bu yüzden ona kızmak yerine hak veriyordum.

🌃

Bir süre daha oturduktan sonra evlerimize dağıldık. Saat henüz on birdi. Uyumak için ideal bir saat ama bunun yerine biraz kitap okumayı tercih ettim. Yeni başladığım bu tatlı mizahın içinde kendime bir yer çoktan edinmiştim bile. Tam sayfanın son paragrafına gelmiştim ki,

"Tık!" diye, bir ses odamın içini doldurdu. Merak etmeyin, bu kez telefonum.

Dikkatim dağıldığı için hızlı hızlı bildirimi kontrol etmeyi ve kitabıma geri dönmeyi düşündüm.

055***: Balkonda bir poşet var :)

Mesajın yukarısında ki dekont mesajını görmesem, gece gece kim lan bu, deyip güzel methiyeler düzeceğim bu insana karşı şu an, şaşkınlık içerisindeydim. İçimin gıdıklanan köşelerinden bir ses, sen şimdi naneyi yemedin mi, diyordu. Ulan naneyi yiyecek ne yaptım! Hep o sap kafalı arkadaşlarımın yüzünden beynim bulanmıştı. Bu safoz oğlan gayette iyi birine benziyordu. Yanılıyor muydum? Belki. Normal zamanlar içerisinde yumruğumla tanıştıracağım bu zengin çocuğunu, adımla tanıştırmıştım. Tüm bunlar, birer hata mıydı? Fark etmez. Daha önce tanışmadığı yumruğumla şimdi tanışır. Hem canım, hangi devirdeyiz Allah aşkına! Ayrıca böyle bir zengin bebe, barbi bebekleri elinin tersiyle itip mahalle gülü koklamayı mı gelir? Yanlış anlaşılmasın, mahalle gülleri çiçektir ama zenginler, bilirsiniz... Biraz şeylerdir. Neyse.

Sare: Hayırdır aslanım, ne ara ahbap oldukta balkonuma poşetler koyuyorsun da üstüne bir de bana al diyorsun! Ayrıca yürek mi yedin oğlum sen, bana nasıl mesaj atabiliyorsun?

Biri kroca mı dedi?

Görüldü

Yazıyor...

055***: Devrem, alt tarafı bir poşet. Teşekkür babında. Vallahi başka bir niyetim yok. Seni bir daha rahatsız da etmem.

Sare: Cürmün yiyorsa et lan!

055***: Poşet?

Sare: Alıyorum,

Sare: ama çöpe atmak için.

055***: Sen çöpe atmaktan vazgeçene kadar aynı poşeti tekrar getiririm.

Sare: Ümidini kaybetme, iyileşebilirsin.

055***: O ne demek?

Sare: Kafanı üşütmüşsün de onun için diyorum.

055***: Sen de benimle geleceksen neden olmasın.

Sare: Lan bana bak zengin bebe, benimle düzgün konuş.

055***: Konuşmazsam?

Sare: Numaranı itinayla abime veririm. Sanal taciz de derim. Seni bulması yalnızca bir kaç saatini alır.

055***: Tamam tamam. Teslim oluyorum, Sare Baysal. Şimdi senden poşeti almanı rica ediyorum ve iyi geceler diliyorum.

Sare: Zıkkımın kökü!

055***: Ben de seni ♡

Sinirle telefonumu yatağa fırlatıp oturduğum yerden kalktım. Kitabımı masanın üzerine bıraktım ve balkon kapısına yöneldim.

Balkona çıktığımda poşet balkonun ortasında duruyordu. Bir yanım meraklı, bir yanım bana küfürler ederken poşeti içeri aldım. Eh, bu kadar aldım içeri bari içine de bakayım diyerekten poşeti açtım. İçinde kare bir kutu vardı. Onu da açtım. Kutunun içi sürpriz yumurtalarla doluydu ama bunlar bildiğimiz sürpriz yumurtalardan değillerdi. Oldukça minik olan bu yumurtalar benim yaptığım portrenin minik alüminyum kağıtlara basılmış halleriyle sarılılardı. Yüzümde ister istemez kocaman bir gülümseme oluştu. Kutuyu yatağıma boşalttım. Altından bir not çıktı.

Kuru bir teşekkürle kalsın istemedim :)

İçimdeki dürtüye engel olamayarak telefonumu aldım ve hızla mesaj bölümüne girdim.

Sare: Teşekkür ederim:)

 

 

Loading...
0%