Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. 🌃 Fillerin Dondurma Savaşı

@amatoriceyazar

 

Multi: Buray, Tac Mahal

"Fillerin Dondurma Savaşı"

🌃

Fillerin beynimde yaptığı düğün.

Evet.

Her bir düşünce, bir fil demek. Ve çoğu gece bir düğün yaparım. Uzun hortumların birbirine dolandığı, çılgın düğünler. Bu gece bar başında fil Cihangir var. Ne ara bu fillerin arasına girdi, inanın ben de bilmiyorum. Fakat o da artık bir fil, bundan eminim. Yoo, düşünce fili değil, bizim fillerden. Henüz bunu ben de tam olarak idrak edemedim. Zaten söylemedim de. Ama benimle arkadaş olur musun, dediğinde onu geri çevirme düşüncesi hiç oluşmadı kafamda. Hem bir fil, bir fili nasıl reddeder ki? O da bir fil. Sadece biraz zengin bir fil. Ama zengin olduğu kadar da masum. Kirlenmemiş.

Kapıyı iki defa tıkladım. Saniyeler sonra bacaktan bir tık uzun olan boyuyla, kapıyı Berfu açtı. Minik ama şeytanımsı bir kardeş. Teknoloji çağına doğan çocuklardan korkmam normal değil mi?

"Hıh!" Kapı da bizi görünce ekşiyen yüzü beni hiç de şaşırtmadı. Bu kız... Değişik işte. "Ne oldu ablacığım?" Kapıyı bırakıp kollarını önünde birleştirdi. "Yeni arkadaşımı benden çaldın," deyip, dudağını büktü. Hay senin! "Hangi arkadaşını?" Cidden hangi arkadaşını? "Cihangir'i." Ağzım açık bakakaldım. "Berfucuğum, Cihangir abin senin askerlik arkadaşın mı? Neden abi demiyorsun?" Bu sefer kaşlarını çattı. Yanımda ki Cihangir ise bu sahneyi keyifle izliyordu. "Ne abisi? Ben onunla evleneceğim bir kere!" Yok, devenin nalı! "Ay canım, düğün ne zaman?" Berfu, hala sinirle bana bakmaya devam ederken, Cihangir gülüşünü artık içinde tutmuyordu. "Cihangir, ne zaman isterse." Bu çocuk bunları nereden öğreniyor? "Berfu, anneciğim neden kapı da dikiliyorsun? Kenara çekil de misafirimiz içeri girsin." Arkadan beliren annemle Berfu, anında yüz ifadesini değiştirip sevimli bir şekilde gülümsemeye başladı. "Hoş geldiniz. İçeri gel, Cihangir abi." Ay, şeytan! Bukalemun anneciğim bu. Annem gelince nasıl da renk değiştirdi.

Kardeşimin çocukluk heyecanlarını atlatıp -umarım atlatmışızdır- içeri girdik. Hayır, ben bunun zamanında okulda sümüklü bir çocuğa aşıktım. Yeni neslin hedefleri baya büyük. Statü olarak da değil sadece, yaş olarak da. Ulan, Cihangir ya. Neyse. Çocuk o daha, çocuk. Unutur bugün yarın.

"Baban uyudu. Okan, salon da. Ben de Berfu'yu yatırıp, uyuyacağım. Cihangir, evladım senin odan çatı katında. Biraz dağınık toparlamaya fırsatım olmadı, kusura bakma lütfen. Bugünlük idare et, yarın halledeceğim inşallah. Hadi, size iyi geceler." Cihangir, tüm konuşmayı büyük bir gülümsemeyle dinledi. "Estağfurullah, Zehra teyze. Hiç olur mu öyle şey! Ben, içeride koltukta bile uyurum. Zaten size de zahmet verdim." Normalde dalga geçerdim. Ama samimiydi bu kez. Minik bir gülümsemeyle karşıladık.

Annem gitti. Biz de salona geçtik. Abim, telefonuyla uğraşıyordu, bizi görünce kapattı. "Hoş geldiniz."

"Hoş bulduk."

"Hoş bulduk."

Ben tekli koltuğa oturdum, o da abimin yanına geçti.

"Eee nasıldı gece? Sevdin mi abiciğim, Sare'nin arkadaşlarını?" Ona abiciğim, bana Sare? Abim, aslında üvey abim mi? Kırıldım. "Çok iyiydi abi. Hiç böyle samimi ortamlarda bulunmamıştım daha önce." Abi? Bu ailenin üveyi beni miyim yoksa? "Takılırsın bundan sonra," deyip, göz kırptı. Ben de buradayım ama. Gören kim!

"Eee, Sare, çocuklar nasıl?" Sare? Ona abiciğim, bana Sare. "İyiler Okan, selamları var." Abimin anında kaşları çatıldı. "Okan?" dedi. Başımı salladım. "Hmm, Okan. Sare'ye, Okan." Durumu anlayan Cihangir, yüzüne yine o keyifli gülümsemesini kondurmuştu. Abim de ne demek istediğimi anlayınca gülmeye başladı. "Sen kıskandın mı?" Şöyle gelişine ikisinin de ağzına birer tane çarpacağım. "Kahve yapacağım, zıkkım yani içiyor musunuz?" Abim, gülümsemesini devam ettirirken başını salladı ve ekledi, "İçeriz, sana zahmet..."

Kahvelerine tükürmeyi düşünsem de, bunun çok çirkin ve mide bulandırıcı olduğunu düşünüp, vazgeçtim. Aslında makuldu ama. Benimle eğlenmişlerdi ve o an için bu düşünce oldukça masum geliyordu. Sonuçta bir bedeli olmalıydı, değil mi?

Neyse.

Kahvelerini servis edip kendi yerime geçtim. "Ohh, mis. Bol köpüklü. Ellerine sağlık, abiciğim." Hı, abiciğim. Yersen. "Ellerine sağlık, Sare. Çok güzel olmuş kahve." Zıkkım iç, Cihangirciğim. "Bol tükürüklü yani kahveli," deyip, güldüm. Abim, ağzındaki yudumu kusacakmış gibi bir ifadeyle tutarken, Cihangir'de ondan farksız değildi. Bu bedel şimdilik size yeter. "Şaka şaka. Şimdilik sadece kahve var içinde," deyip, keyifle kahvemi yudumladım. "Senin bu deli dolu hallerini ne yapacağız?" deyip, sitem eden abime gülümseyerek baktım. "Bilmem. Kocaya verin diyorum ama dinleyen kim." Kaşları çatıldı hemen. Cihangir ise konuşmayı donuk bir ifadeyle dinliyordu. "Sen küçüksün daha." Yirmi üç yaşındayım. "Geçen ay yan komşunun kızı Gülten evlendi. Yirmi bir yaşındaydı. O hesaba ben ev de kaldım. Koca istiyorum." Elindeki kahveyi orta sehpaya koydu. "Misafirimizin yanında nasıl konuşmalar bunlar, Sare?" Şimdi de misafir oldu. Az önce yağlı ballı, kardeştiniz. "Yok canım, ne misafiri. Kardeşimiz o da bizim." "Fesuphanallah! Sen buna bakma, Cihangir. Ara da böyle çılgın çılgın konuşur." Güldüm. "Koca istemek de suç oldu." "Sare!" Elimi fermuar çeker gibi dudaklarıma götürdüm ve sustuğumu belirttim.

Kahvelerimizi içtik ve artık herkes kendi köyüne.

Tam başımı yastığıma koymuştum ki, bugün yiyemediğim, tadı damağımda kalan dondurmam aklıma geldi ve hemencecik yatağımdan kalktım. Üşenmek yok. Dondurma bu.

Mutfağa girip, buzluktan dondurma kutusunu aldım. Bir tane de tatlı kaşığı alıp tam mutfaktan çıkıyordum ki, azrail karşıma dikildi. Önce üzerimde ki filli pijama takımına bakıp, gülmemek için dudaklarını sıktı. "Dondurma mı o? Ben de yiyeceğim." Canımı almaya değil, dondurmamı almaya gelmiş! "Yok ya! Git Dondurma yerine buz ye. Hayatta vermem." Gece gece deli mi dürttü bunu? Ayrıca daha yeni geçtik odalarımıza ne diye kalkmıştı bu? "Hem sen, niye kalktın?" Kaşlarıyla anlamsız bir kaç işaret yaptı. Ne mimiksiz herif ama! "Dilin mi yok?" Ofladı. Ağzına çarpacağım şimdi bir tane. "Su içmeye geldim." Başımı salladım. "İyi, su iç o zaman. Dondurmamı vermem," deyip, yanından geçecektim ki, önüme geçti. "Eğer vermezsen..." deyip, tehdite başlayacaktı ki, tek kaşımı havaya kaldırdım ve meydan okudum, "Vermezsem?" Gülümsedi. "Okan abi, bunu sana nasıl söyleyeceğim bilmiyorum ama dün gece Sare, ben koca istiyorum ama ailem evlenmeme izin vermiyor, deyip beni bir an da öptü. Bunu bilmen gerek diye düşündüm ve bu yüzden sana söylüyorum. Bu saatten sonra siz de kalamam. Ben, çok özür dil-" lafını ağzına tıkadım. "Şu andan itibaren savaş başlamıştır. Bu tehditi bana yapmayacaktın. Kılıcını iyi kuşan, seni kahpe Bizans’ın torunu!" Keyifle güldü. "Yani dondurma vereceksin." Geri dönüp masaya oturdum ve dondurma kutusunun kapağını açtım. Elimdeki kaşıkla yemeye başladım. O da gelip karşıma oturdu. Elimdeki kaşığı hızla çekti ve dondurmayı yemeye başladı. "Dağdan mı indin lan!" Omzunu silkti. "O kaşığı gırtlağına sokmak var şimdi de, neyse," deyip, kendime yeni bir kaşık aldım. Ben bir kaşık yiyene kadar o iki kaşık yiyordu. Ayı işte, ne olacak. Kaşığına kendi kaşığımla vurdum. "Yavaş ye!" O da aynı şekilde benim kaşığıma vurdu. "Sen hızlı ye!" Çattık belaya. Yamultacağım o ağzını ama sen dur!

"İyi zıbarmalar." Dondurmayı yedik, diyemiyorum. Dondurmayı bildiğiniz yuttu. Koca kutu. Bu insan azmanı iki dakika içinde bitirdi ya. Toplasan beş kaşık yemedim. İçimde kaldı. Böyle misafiri evden atmalı, başka çaresi yok.

"Ben de seni seviyorum," diye, fısıldadı. Sabır çekiyorum. Evet.

Çatı katına çıkan küçük merdivene yönelmişti ki çelme taktım. O kadar yaptığı şey karşılıksız mı kalsaydı? Koca adam. Küt, diye kendini yere vurmaz mı! İçimde koca bir kahkaha birikti. Hızla odama geçtim. Saniyeler sonra annelerin odasından geldiğini düşündüğüm kapı açılma sesi geldi. Ses çıkmadı ve tekrar kapı sesi geldi. Kaçmıştı demek ki. İyi kurtardı.

Keyifle yatağıma girdim ve tam o an bir mesaj geldi.

Yılışık: Bunun hesabını soracağım senden.

Oy, sen sinirlendin mi?

Dolmuşçu Hasan Abi: Adresimiz belli aslanım!

Görüldü oldu ve başka bir mesaj daha gelmedi. Gülümsedim. Dakikalar içinde ne çok gülümsedim. Hayır, gülümseyecek ne var sanki?

Telefonumu bırakmadan aklıma gelen fikirle rehbere girip, adını değiştirdim.

Fil Yavrusu.

Saatler önce bana, benimle arkadaş olur musun, demişti. Bense sadece, geç oldu, dedim. Ve tekrardan yürümeye başladık. Bir daha da yol boyunca hiç konuşmadı. Üzülmüştü. Biliyorum. Onu kendi içimde bir fil ilan etmiştim. Fakat bunu ona söylemeye hiç niyetim yoktu. Hem, tanımıyordum ki. Arkadaşlık bağı bir an da kurulan bir bağ da değil. Sadece o, yaralı bir çocukluğa sahip ve ben, bu duruma üzülüyorum. Belki de ona üzüldüğüm için bana yaklaşmasına izin veriyorum. Zaman. Sadece zaman. Yaralarımıza ve geri kalan her şeye zaman.

 

 

Loading...
0%