@amatoriceyazar
|
Multi: Hadise, Aşk Kaç Beden Giyer "İş Görüşmesi" 🌃 -Ah güneş! Selamla kül kedisini. Bugün bal kabaklarını at arabasına dönüştürdüğümüz, zamanı büktüğümüz ve yakışıklı bir prensi ağımıza düşürdüğümüz o kutlu gün. Bla bla bla! "Aney aney! Azat et artık şu köleyi. Saat 2'de iş görüşmem var ve hazırlanmam gerekiyor artık." Elimdeki şu viladanın dili olsa da konuşsa keşke. Nokta yer kalmaksızın her yeri sildim. Şayet odunu bükme gücüm olsaydı parmaklarımın izleri şimdi şu saptaydı. "Zaten sen annene hiç yardım etme. Şu koca evi kim temizleyecek de deme. Zehra! Çilekeş Zehra! Zehra temizler. Zehra'nın başka işi mi yok." Şu raddeden sonra -lal olsaydım da ağzımı açmasaydım- dediğim zamanlar oluyor. Sizin annenizde drama quenn mi, yoksa benimki fazladan iyi oyuncu mu? "Ne dedim sanki anne! Hem sabahtan beri seninle temizlik yapıyorum burada. Öğlen oldu. 2'de iş görüşmem var diyorum. Diyorum diyorum da kime diyorum." Elindeki toz bezini sehpanın üzerine bırakıp ellerini beline yerleştirdi. "Ay tamam git. Bitti zaten." Kurban olduğum madem bitti ne diye yalvartıyorsun? "Öpeyim de barışalım o zaman," deyip kedi misali sırnaştım eteklerine. Önce sağ yanak, sonra sol yanak. "Oh! Bal bal." Huysuzca geri çekildi. "Fikrimi değiştirip evi yeni baştan temizlemeye başlamadan toz ol. Ayrıca beni de haberdar et. İnşallah bu kez olumlu olur." "İnşallah annecim," deyip odama geçtim. Sabah biz uyanmadan abim ve Cihangir işe gitmişlerdi. Berfu hanım, kreşin son günü olduğu için bugün kreşe gitmemişti. Babam ise kahvaltıyı yapar yapmaz emekli aktivitelerini yapmaya gitti. Annemde beni masadan kaldırdığı gibi temizlik yaptırmaya başladı. Nihayet dediğim noktada ise artık saat on iki olmuştu. Hazırlanmam yarım saat, otobüs bekle, gelsin, dolaştırsın derken saat 2'ye anca giderim diye düşünüyorum. Öncelikle... Ne giyelim? Dolabıma yönelip kapaklarını açtım. Hava oldukça sıcaktı. İş görüşmesine gittiğimi hesap edersem çok spor giyinemezdim. Havanın sıcaklığı böyleyken de çok resmi de giyinemezdim. Yazlık, lila rengi elbisemi aldım. Askısını çıkarıp hızlıca üzerime geçirdim. Makyaj olarak da yüzümü nemlendirip üzerine güneş kremimi sürdüm. Dudaklarımı da nemlendirip gözlerime rimel sürdüm. Makyaj dediğim de bu kadardı işte. Saçlarımı dağınık bir topuz yapıp öylece bıraktım. Beyaz çantamı dolaptan alıp içerisine gerekli malzemeleri koydum. Ve işte kül kedisi hazır. Odamdan çıkıp anneme seslendim. "Anne, ben çıkıyorum." Cevap beklemeden dış kapıya doğru yöneldim. "Tamam annecim. Dikkat et kendine." Beyaz spor ayakkabılarımı portmantodan alıp dışarı da hızla giyinmeye çalıştım. Çünkü sadece çalıştım. Şu bağcıkları her seferinde düğüm yapmayı nasıl başarıyorum acaba? "Nereye gidiyor abisinin gülü?" Bağcığıma son bir afili hareket yapıp doğruldum. Abim ve adı lazım değil gelmişti. "Erkencisiniz." Abim başını sallarken Cihangir ifadesizdi. Dün gecenin kinini tutuyor sanırım. Oh, canıma değsin! Ayaklarıma sağlık. "Cihangir'in işi bitti merkezde. Eve gelecekti otobüse binmesin diye ben getirdim. Hem de yemek yerim diye düşündüm." "İyi yapmışsın abicim. Size afiyet olsun ben ufaktan kaçıyorum." Hayırdır, nereye der gibi başını salladı. Ne yetenekli bir abi. Kafasıyla cümle kuruyor, maşallah. "İş görüşmem var." "Ben seni götüreyim." Hemen olumsuz manada başımı salladım. "Öğle aranı benim için ziyan etme abi. Ben hemen şuradan otobüse biner giderim." "Olur mu öyle şey ya. Bu sıcakta otobüs hiç çekilmez şimdi." Tam ağzımı açmış tekrar reddedecektim ki üçüncü şahıs araya girdi. "Sen yemeğini ye abi, ben senin arabayla bırakırım Sare'yi." Sana ne oluyor aslanım? "Hah, çok iyi fikir." Nah iyi fikir. "Olmaz abi. Yemekten sonra tekrar geri döneceksin, neyle döneceksin? Ben giderim otobüsle." Beni dinlemeyip cebinden anahtarı çıkarıp Cihangir'e uzattı. "Sen beni dert etme. Ya otobüsle giderim ya da bir araba bulurum." Yenilgiyle omuzlarımı indirdim. "Teşekkür ederim. Bir öpücük..." Deyip geri çekilmesine müsaade etmeden yanağından öptüm. Öpülmeyi sevmiyordu ve öpmeyi seven bir kardeşi vardı. Katlanacak, mecburen. "Yine yaladın ya. Hadi git." Kıkırdayıp yanlarından geçtim. "Hadi koçum. Dikkatli kullan." Abimden dikkat tembihleri alan Cihangir'in ayak sesleri saniyeler sonra arkamdan duyulmaya başladı. Çok geçmeden de yanıma geldi. Arabanın kilidini açınca önce ben bindim sonra o bindi. "Nereye gidiyoruz?" Kemerimi bağlayıp yan profiline baktım. "Sür kaptan, tarif edeceğim." "Bir kalp kaç defa sever, orda bana da var mı y-" güzel şarkımın sonunu getiremeden müzik sesi kesildi. Kesilmedi. Kesti. "Niye kapatıyorsun?" Tekrar açtım. "Aşk kaç beden gi-" Tekrar kapattı. Tekrar açtım. Tekrar kapattı. "Niyetin beni çıldırtmak mı?" dudağının kenarı kıvrıldı. "Evet." "İyi." Şarkı söylemek için şarkıya değil söze ihtiyacım var, değil mi? Öyleyse ben söylerim. "Bir kalp kaç defa sever, orda bana da var mı yer? Söylesen sevgilim, aşk kaç beden giyer? Bir kal-" "Hiç vazgeçmezsin değil mi?" Kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Asla." "Sesin çok kötü." "Güzel olduğunu iddia etmedim zaten." Bu sefer sesli güldü. "Bu nokta da utanıp, susman gerekiyordu." Gülen taraf şimdi ben olmuştum. "Sesim kötü olduğu için sussaydım daha çok utanırdım. Ayrıca her ses güzel olacak diye bir şey yok. Sesim güzel olsaydı da güzel olduğu için değil şarkı söylemeyi sevdiğim için şarkı söylerdim." Saniyelik ellerini direksiyondan çekip alkış tuttu. "Gerçekten de Sokrates'in torunu olabilirsin. Çok felsefik bir cümleydi." "Ne sandın aslanım." Bir aralık bana bakıp tekrar yola odaklandı. Yaklaşık on dakika kadar sonra, gelmiştik. "Şu restoran." Başını salladı. "Sen in. Ben arabayı park edip geliyorum." Dediğini yapıp arabadan indim. O park için yer ararken ben de restorandan içeri girdim. Kalabalık. Çok kalabalık. Çok fazla kalabalık. Hiç görüşmeden geri mi dönsem acaba? Bu kadar kalabalık bir restoranda garsonluk yapabilecek miyim? "Buyurun efendim, rezervasyonunuz var mıydı?" yanıma ne ara geldiğini anlayamadığım sarışın, kıvırcık saçlı çocuğa baktım. "İş görüşmesi için gelmiştim." Kocaman gülümsedi. "Pardon. Gizem hanım mısınız Sare hanım mı?" Daha önce telefonla bir ön görüşme yapmıştım o zaman ismimi almışlardı. Demek benden başka bir kişi daha başvurmuştu. Böyle kalabalık bir yere zaten anca bu kadar insan başvururdu. Yazık, nasıl çalışıyor bu insanlar? Girersem de en fazla üç ay çalışır, sonra çıkarım. "Sare ben." Başını salladı. "Memnun oldum. Doğukan ben de. Size Süleyman beyin odasına kadar eşlik edeyim." Arkama bir göz atıp Cihangir'in gelip gelmediğini kontrol ettim ama görünürde yoktu. Gelince beni bulabilir sanırım. "Memnun olurum." Sol koluyla yol gösterip yürümeye başladı. Ben de peşinden ilerledim. Restoranın içine doğru bir başka restoran daha vardı. Bir koridor, birkaç oda ve koridorun sonunda büyük siyah bir kapı vardı. Süleyman beyin odası orasıydı sanırım. Siyah kapının önüne gelince durduk. Kapıyı çalıp -gel- komutundan sonra içeri girdi. Saniyeler sonra da dışarı çıktı ve kapıyı aralık bırakıp geçmem için yol açtı. Gülümseyip teşekkür ettim. Doğukan geri dönerken ben de içeri girdim. Girdim ama... masanın arkasındaki duvarda kocaman bir Süleyman Çakır posteri vardı. Duvarlar da yüze yakın çivi vardı ve çeşit çeşit tesbihler asılıydı. "Bu işe başladığım zaman Kurtlar Vadisi'ni yüzüncü kez izliyordum. Süleyman Çakır'ın bir sözüne takılı kaldım -bir yol da gidiyoruz bu yolda dönenlerde olacak ölenlerde- Bak arkanı dön, kapının üstünde bu sözün tablosu var." Şok olmuş bir şekilde arkamı dönüp dediği yere baktım. Ve dediği gibi söylediği sözün tablosu vardı. "Şimdi sen bu yola girersen dönenlerden mi olacaksın yoksa ölenlerden mi?" Sokrates'e olan sevgim aşkına bu yaşlı moruk ne zırvalıyor. Önündeki kartvizitlik dikkatimi çekti. Bir şok daha yaşadım. Süleyman Çakır yazıyordu. Bu adam delirmiş olabilir mi? "Süleyman bey-" "Bugün sekiz Haziran. Ben her ayın sekizinde Süleyman Çakır'ın ölümü için bir mum yakarım, biliyor musun? Bak mum şurada, onu yakıp bana ver, hadi." Bu adam tam bir kaçık. Şimdi arkamı dönüp, gitmeliyim. Tam gidecekken kapı açıldı ve içeri iri kıyım bir adam girdi. "Memati, hanım kıza mumu ve ateşi ver." Memati mi? Kurtlar Vadisi evreni gerçek derlerdi de inanmazdım. Diziyi bu derece saplantılı şekilde izleyenleri inceleme altına almaları lazım. Memati ne be! Memati dediği adam ceketinin iç cebinden mum ve çakmak çıkardı. Hangi insan ceketinin iç cebinde mum taşır? Tımarhane mi burası? Yoksa kamera şakası mı? Memati, mumu yakıp bana verdi. Bir an önce bu saçmalığa bir son vermek adına mumu alıp, adının Süleyman olduğundan şüphe duyduğum adamın yanına doğru gitmeye başladım. Kör şeytan. Ayağım takıldı ve saçma bir hint dizisi sahnesi yaşanmaya başladı. Mum elimden çıktığı gibi masanın üzerine, Süleyman Çakır'ın fotoğrafına düştü. Fotoğrafın ortası kararmaya başlarken neden masanın ortasında bu fotoğrafın olduğunu düşünmek bile istemiyordum. "Memati, itfaiye! Memati, yanıyoruz Memati." Fotoğrafın ortası daha çok yanmadan Memati gelip mumu kaldırdı. Süleyman bey hayatının en korkunç gününü yaşıyor gibiydi. Çıldırmış herifler. "Sen düz ölmeyi seçtin Elif." Gözlerim yuvalarından çıkacak hale geldi. "Hanım kıza Elif dedin Usta." Öfkeyle bağırdım. "Sence tek sorun bu mu Memati?" Süleyman bey dolu gözlerle yanan Süleyman Çakır fotoğrafına bakıyordu. "Memati..." "Vurayım mı Usta?" "Vur Memati." V-vur mu? Tabana kuvvet Sare. Hızla kapıya koştum ama lanet olsun bu kapı ne zaman kilitlendi. Korkudan kilitlenen keçi gibi kendimi yere mi atsam? Ya da şuradaki saksıyı Memati'nin kafasına atsam Süleyman'ı ne yapacağım. Memati silahını çekti. Gerçek bir silahı varmış. Gerçek. Namlulu, kabzalı bir silah. "Vurayım mı Usta?" diye, sordu tekrardan. "Vur Memati." Korkudan altıma işeyeceğim artık. "Keklik mi avlıyorsunuz kaçık adamlar!" Bana doğru yaklaşan Memati'yi es geçip koşarak cama ulaştım. Tam kulpunu çevirip açmıştım ki başıma soğuk namlunun ucu değdi. Hep bu cümleyi kurmak istemişimdir. Ne kadar da afili. Ölmek için fazla malım sanırım. Şu noktada kurduğum cümleler çok mu önemli sanki? Lanet. Hem Allah aşkına, Cihangir nerede? Doğru ya... Nerede bu sap kafalı! "CİHANGİİİİİİİİR!" boğazım acıyana kadar bağırdım. Ve saniyeler sonra kapı kolunun sesi geldi fakat ne yazık ki kilitli. Başımdaki silahın ucu artık başımı acıtmaya başlamıştı. "Sare!" Tekrar bağırmaya cürmüm yetmediği için kuzu kuzu beklemeye başladım. Kapıya doğru sert bir darbe indi, sonra bir darbe daha ve bir tane daha. Yapılı da bir şey ama kıramayacak kapıyı galiba. Burada öylece öleceğim. Ölmek için çok genç ve çok yetenekliyim. Annecim, seni çok seviyorum. Abicim, sana beş bin tl kadar borcum vardı helal et artık. Berfu, cadaloz olduğun kadar sevimli bir kardeştin. Babacım, emeğin çoktur seni de çok seviyorum. Ve kapıdaki fil yavrusu, yeni tanıştık ama galiba seni de seviyorum. Elveda. Bekle beni Sokrates dedem, bir numaralı torunun geliyor.
|
0% |