Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. 🌃 Bir Galiba Meselesi

@amatoriceyazar

Bölüm Müziği: Ankaralı Turgut, Nah Çıktı

 

"Bir Galiba Meselesi"

 

🌃

"Allah tependen baksın, Cihangir! Adamlar beni süzgeç yapıp makarna süzecekler sen hala kapı kır! Mal!"

Oldukça gıcık bir sesle "Ne yapayım? Sağlam kapı, kırılmıyor," diye bağırdı.

"Taş kafanı vur, belki kırılır," diye söylendim.

"Süleyman beyciğim, neden böyle yapıyorsunuz? Kazaydı. Yoksa muhterem Süleyman Çakır Bey'i ben çok severim. Bizim ev de heykeli bile var," deyince Süleyman beyin gözleri bir anlık parlasa da elindeki fotoğrafa bakınca tekrar karaları bağladı. Beş yıldızlı tımarhane. Ben de oyuncakları oldum. Lanet girsin.

"Memati beyciğim, kolunuz yorulmuştur efendim, isterseniz biraz dinlendirin. Hatta isterseniz bir müddet silahınızı sizin yerinize ben kafama tutabilirim." Ah ne kadar da hanım hanımcık, yardım sever bir kız!

"Vereyim mi, Usta?"

"Mal mal konuşma, Memati."

"Tamam, Usta."

"Hay sizin Memati'nize de, Süleyman'ınıza da, gelmişinize de geçmişinize de-"

"Ah, ne yapıyorsun be salak adam! Kafam acıdı."

Sare, ne yapmalı? Sare, tabi ki susmalı. Sare, o zıkkım çenesini açmamalı?

"Allahını seven yardım etsin!" diye bir haykırışım var ki sormayın. Ama ben size demedim mi? Bugün o beyaz atlı prens buraya gelecek!

Kapının bir açılışı var. Bir endamı var. Beyaz V yaka tişört, siyah kot, siyah ayakkabılar, o kaslar, o kaşlar, o cilve, o naz... Selam canım, dünyalı mısın?

"Amca ne yapıyorsun yine Allah aşkına ya!" Sesi bile yakışıklı arkadaşlar. Sare, gruptan elendi.

"Ağzını kapa, salyaların Marmara'ya kadar yol oldu," diye fısıldadı Cihangir. A canım, sen ne zaman geldin? Efsunlandım ve afyonum henüz patlayacak gibi değil. Bir yakışıklıyla ilgileniyorum. "Bir kapıyı kıramadın zaten hala bik bik konuşuyorsun. Bak, gelmesiyle kapının açılması bir oldu."

"Nah. Anahtarla açtı. O kapıyı kıracak omuz tanımıyorum henüz," diye yine sinirle söylendi.

"Orhan abi, indir şu silahı kurban olayım ya!" Ay, fena!

Ayna getirin, a komşular. Üzerime çeki düzen vereyim. Çünkü bana doğru bir meteor geliyor. Canlı, kanlı, oldukça yakışıklı ve kaslı. Meteor. Taş taş!

"Siz iyi misiniz?" Seni gördüm daha iyi oldum canım ya!

"Teşekkür ederim, iyiyim." İki cilve, iki naz yap ya. 21. yy'da ikinci odun icadı olarak beni gösterecekler. Tosokkor odorom!

"Kusura bakmayın. Tımarhane'den izinli geldiler de." Ne zamandır Tımarhane'den izinli geliniyor, pardon?

"Höst ulan, senin karşında koskoca Süleyman Çakır var. Doğru konuş," diye hönkürdü, sahte Süleyman Çakır. "Vurayım mı, Usta!" Lan Memati! "Orhan abi!" Konuş yiğidim.

"Ben Gökalp, memnun oldum." O aşamaya geldik mi ya? Elimi uzattım. "Sare." Gülümseyip elimi sıktı. Aşkın ilk kıvılcımları diye not geçelim.

"Ben de Cihangir," diye daldı araya amazon kaçkını. Pamuk elini çekti aldı ellerimin arasından. Aşkımın katili. "Memnun oldum."

Olaylar ne ara bu kadar gelişti, inanın bilmiyorum. En son Memati, kafamı delmek istercesine silahını kafama bastırıyordu. Cihangir, var gücüyle -var gücüyle olduğundan şüpheliyim- kapıyı kırmaya çalışıyordu. Süleyman, hala öküzün trene baktığı gibi yanan fotoğrafa bakıyordu. Ben ise, kurtarılmayı bekleyen, şatonun prensesi, sersefil bir şekilde prensimi bekliyordum. Bir iki katır kutur ses sonrası kapı açıldı. Süleyman şok, Memati irkildi. Cihangir koştur koştur yanıma geldi. Sonrası reset. Efendime söyleyeyim bir aşık olmuşum. Kalbimin ritmi tee Beypazarı'ndan duyulur. Selam olsun amcamlara. Bu yaz gelirler inşallah.

Neyse. Nerede kalmıştık? Tabi ki biscolata reklamlarından fırlayan bu esmer şeker de.

"Ah, Gökalp bey! İnanır mısınız, ne kadar korktum! Bir an gerçekten de vuracaklar sandım."

"Gerçek silah bile değil. Biraz dikkatli baksaydın anlardın zaten," diye dişlerinin arasından konuştu yine işe yaramaz, kas yığını.

"Ne demek gerçek değil." Silaha dokunmadı bile. Stajyer polis olarak çok fazla bilmiş konuşuyor. Sus bence. Ajitasyonumun içine ettin.

Memati'nin yani Orhan'ın elinden silahı alıp tetiğe bastı. Çakmak. Bildiğiniz çakmak. Ucundan ateş çıktı. İki saattir bunun yüzünden mi sidiğim mesanemi zorluyordu lan!

"Gerçekten kusura bakmayın. Amcamın akli dengesi pek yerinde değil. Hastaneye yaptırıyoruz ama tedaviye tepki vermiyor. Doktorlar bile bıktı. Bir tek burada sakin sakin oturuyorlar. Elemanlara da söyledim aslında bu odaya kimseyi almayın diye ama onları da tehdit ediyor. Orhan abi de hastaneden arkadaşı. Onu da kendine benzetti. Talihsizlik," diye üzüntüyle bir konuşuşu var. Omzuma çekip teselli etmemek için zor durdum. Canım benim. Sen üzülme.

"Hiç önemli değil. Geçmiş olsun." Kefen biçtiriyordum az daha ama önemli değil. Tabi.

"Size yemek ikram etmek isterim. Telafi etmez belki ama lütfen kabul edin." Dünden razıyım.

"Rahatsızlık vermeyelim."

"Aman canım, ne rahatsızlığı!" Canın mıyım gerçekten?

"Amca, şimdi gidiyorum ama sonra bunu seninle konuşacağız," diye amcasına alttan alttan uyarı verdi. Süleyman, küçük bir çocuk gibi parmaklarıyla oynamaya başladı. Orhan'da onun arkasına geçip ellerini önünde bağlayarak yere bakmaya başladı. Sanırım ben çoktan affettim. Sen de affedebilirsin, Gökalp.

***

"Amcam önceden de restorana çok gelirdi. Durduğu oda da benim odam aslında. Bir gün bir kartvizitle geldi odaya. Benim kartvizitimi attı çöpe, o kartviziti koydu. Süleyman Çakır. Adı, Niyazi aslında. Ama Süleyman demeyince kriz geçiriyor. Neyse işte. Zaman geçtikçe sürekli yeni bir şey getirdi odaya. En sonunda bir baktım, oda benim değil amcamın odası olmuş. Kovdu da beni zaten. Başka odaya taşıdım odamı," deyip acı acı gülmeye başladı. Her ne kadar trajikomik olsa da, Süleyman Çakır'ın durumu içler acısıydı. Allah şifa versin tabi. Ama sen biraz da kendinden bahset. Mesela şu cillop gibi kasları hangi salonda yaptın? İhtiyacım yok ama seni kesmek için belki ben de yazılırım.

"Çok üzüldüm. Umarım kısa zamanda iyileşir."

"Okan abi arıyor," diyerek yine atmosferin içine etmeyi başardı. Sen hala burada mısın, stajyer?

"Efendim abi?" Öz abisi belledi iyice, aval.

"Yok sıkıntı abi. Görüşüyoruz şimdi."

"Ha yok, trafik vardı o yüzden. Sıkıntı yok, merak etme."

"Tamamdır abi. Ben getiririm."

"Kolay gelsin."

Telefonu kapatıp bana döndü. "Bir saate kadar eve geçin dedi." Ney?

"Ben öyle bir şey duymadım."

"Ben konuştum ya, Sareciğim, o yüzden duymamış olabilir misin?" E daha çay içecektik aslan parçası?

"İyi," deyip tekrar en doğalından olan hala da yaşanmaya devam eden doğal afete odaklandım. Çerez çerez. Maşallah.

"Yemek için teşekkür ederiz," dedim en sevimli halimle. Ne kadar sevimli tartışılır tabi.

Gülümsedi. Ne de güzel gülümsüyor. Bir fotoğraf çekem mi be abi? "Lafı bile olmaz." Olur canım. Sen yeter ki konuş. "Biz kalkalım o zaman." Hiç de gidesim yok. Bugün restoranın bir köşesine kıvrılsam?

"Tabi. O zaman yarın iş başı yapıyorsun, Sare." Anlamadım kar tanesi?

"Anlamadım?" İnci gibi dişlerini göstererek kocaman sırıttı. E sen hep böyle güleceksen ben peşin peşin kardiyolojiden randevu alayım. Kalp dayanmaz ya hu!

"İşe alındın." Ne kolay oldu! Seni de böyle kolay alabiliyor muyuz?

"Burada çalışmasını pek doğru bulmuyorum." Sana ne be! Dış kapının mandalına takılı lastikli don!

"Eheheheh, ilahi Cinangir! Yarın burada olacağım." Ters ters yüzüme baktı.

"Okan abi pek memnun olmayacak." Pek de düşünceli bir lastikli don.

"Bunu evde konuşalım mı?" -Seni lime lime doğrayacağım- diyemeyince tabi. Başını sallayıp sallana sallana çıktı restorandan. El mecbur gideceğiz peşinden.

"Yarın görüşürüz o halde," deyip hiçte memnun olmayarak sıkıntılı adımlarla yürümeye başladım.

"Sare?" Evet, evet! Evlenirim seninle!

Merakla geri döndüm. Ense saçlarını karıştırıp çapkınca gülümsedi. Çapkın kısmını uydurmuş olabilirim.

"Efendim?"

Bir iki adımda yanıma kadar geldi. Bacak boyu uzun olunca. Fesat yanım biraz sussa keşke. Değil mi?

"Numaranı rica etsem? Yanlış anlama, diğer çalışanlarımın numarası da mevcut. Bir sıkıntı olursa diye..." İstediğin numara olsun biskolata şekeri.

"Yanlış anlamadım tabi ki. Elbette veririm."

"05..." Lanet etmeli miyim? Belki. Tüm prestijim yerle bir oldu şu an. Bu nasıl iğrenç bir zil sesi! Nasıl bu kadar çirkin bir şeyi zil sesi yapabildim? Ya da neden yaptım, hangi ruh haliyle? Bu kadar nezih bir ortam da, çatal tabak seslerinin arasında, özellikle şu doğal afetin karşısında, vizyon artığı gibi görünmek zorunda mıydım? Kımıl zararlısı Cihangir'e ettiğim beddualar tam şu an ayağıma dolanmış olabilir mi?

Köylünün sesi Ankaralı Turgut acı acı bağırıyor çantamdan.

"Burcumu okudum, fala baktırdım

Kaderime hep vah, hep eyvah çıktı

Bir iş kurdum, reklamsız mal satamadım

El köşeyi döndü gardaş

Bize ne çıktı?

(Ne çıktı, ne çıktı?)

 

Nah çıktı, nah çıktı

 

Nah, nah çıktı, nah çıktı

Nah çıktı, nah-"

NAH! 

El alemi kıskandıracak aşkım daha başlamadan bitti. Niyazi abiye söyleyelim araya tanıdıkları sokup beni de tımarhaneye aldırsın. Eminim ki ülkemin çok değerli psikiyatrları bu zil sesine karşı bana sağlam bir teşhis koyacaklardır. Deli olabilir mi deli, manyak, salak, geri zekalı, bilemiyorum.

"Ka-kardeşim var da benim, Berfu. O yapmış herhalde," dedim kırmızının elli tonuna da geçiş yaparak. Yemek yiyen ama artık yemeyen kalabalığa da özür beyan eden bir baş sallayış verdikten sonra gülmemek için kendini sıkan Gökalp'e baktım. Rezalet!

"Kusura bakma gerçekten." Kaşlarını kaldırıp, dudaklarını da bir şey olmaz dercesine büktü. Ne kadar da tatlısın sen öyle?

"Ne kusuru. Olabilir böyle şeyler." Tabi canım. Türkiye'nin yarısının zil sesi Ankaralı Namık, Nah Çıktı. Bana çıktı o nah, bana!

"Ben gideyim artık." Rezilliği de koydum bavula, utancı da aldım yanıma, gidiyorum ama aklımdasın, biskolata.

"Görüşürüz yarın." Görüşelim hayatım, nikah dairesinde mi?

***

"Ahahah, Ankaralı Namık, Nah Çıktı ha! On sene gülerim ben buna."

Yan gözlerle gülmekten gözlerinden yaş gelen don lastiğine baktım. Gevvvvvşek!

"Sus be!"

Başını sallayıp telefonunu eline aldı. "Yola bak. Senin yüzünden kim vurduya gideceğiz." Göz kırpıp bir kaç uğraş daha verdikten sonra radyodan ses geldi.

"Babanın şarap çanağına söverim şimdi, Cihangir." Kahkaha atıp gaza bastı. Daha fazla rezilliğimi hatırlamak istemediğim için şarkıyı hemencecik kapattım. Tekrar açtı. Tekrar kapattım. Tekrar açtı. "Ağzına tükürcem heee!" Bir aralık bana baktı ağzını açtı. "Al, tükür." Pislik.

"Ya kızım, kasma kendini. Eğlen biraz. Gayette eğlenceli bir anmış zaten. Ağzının içine düştüğün Gökalp'e az biraz rezil olmuşsun ama bir şey olmaz," dedi. Sona doğru da sesinin voltajını iyice düşürmüştü.

"Ah Gökalp," diye dertlenirken Ankaralı Namık abim yine Nah Çıktı diye bağırıyordu.

Müziğin sesini biraz kısıp boğazını temizledi.

"Hoşlandın sanki çocuktan." Hoşlanmak? Bugün evlenelim dese üç çocuğumu bırakır gider evlenirim be!

"Yakışıklı çocuk."

"Benim kadar değil," diye homurdandı. Camdan dışarıyı seyrederken gülümsemeden edemedim. Beyimizin kaf dağındaki burnuna tekme attım sanırım. "Sen de idare edersin, küsme hemen."

"Ha-ha-ha! Komik şey seni." Biraz durulsa da tekrar konuştu. "Hoşlandın yani."

"Ehh, biraz!" Tabi tabi.

"Neyinden hoşlandın? Düz erkek işte." Düz olur mu canım? Kasları baya şekil şüküldü.

"Güzel gülüyordu."

"O kadar yani." Yoo.

"Evet."

"O sana bakmaz," deyince şarteller yandı tabi. Camdan kafamı ona doğru çevirip ters ters yüzüne baktım. O ise keyifle arabayı sürüyordu. Merzifon eşeği seni!

"O niyeymiş? Taş gibiyim maşallah. Neyime bakmayacak?"

Yan gözle şöyle bir boydan boya süzdü bedenimi. Alıcı mısın kardeşim?

"Mankenlerle falan takılıyordur o."

"Benim mankenden neyim eksik acaba?"

Güldü. Baya baya güldü. Katıla katıla hem de.

"Manken olmaman." Öküz.

"Mankenlere taş çıkarırım ben bir kere." Hı-hı der gibi başını salladı. "Ne yani çirkin miyim ben?"

"Ben öyle bir şey demedim."

"Güldün ama."

Vites değiştirirken yine gülüp bana baktı. "Evet, güldüm. Yasak mı?"

"Kıskandın mı yoksa sen?" Tek kaşını kaldırıp küçümser bir bakış attı. "Seni mi?" Bok böceği. "Yok yok. Sen basbayağı kıskandın beni."

"Rüya görüyorsun sanırım. Gel bir çimdik atayım." Bana doğru eğilip koluma çimdik attı. Hayvan herif.

"Acıdı, mal!"

"Uf mu oldu abiciğim?"

"Hoşt, köpek!"

***

"Ah anneeee!"

"Ne var kız?"

"Açlıktan midem de obruk oluştu anaaa!" Ayaklarımı sürüye sürüye mutfağa girdim. Zehra sultan iş başında. Oooh, mis gibi karnı yarık. Mis gibi mercimek çorbası. Mis gibi pilav. Ve şah, cacık.

"Kıymetli kıçını kaldır da yardım et o zaman."

"Yoruldum ama ben." Pek sayılmaz aslında.

"Her yorulan kıçını devirip yatsa dünya batar, Sare hanım." Her şeyi de bil zaten.

"Ne yapacağım?"

Pilavın altını kapatırken kapta ki domates, salatayı gösterdi. "Salata yap." Emredersiniz komutanım.

Hey gidi heeeyy. Nusret'in kayıp kız kardeşi miyim, neyim ya! Şu salatanın endamına bak, endamına.

"Yaptım salatayı."

"İyi. Sofrayı kur." Ama sen hep böyle bir şeyler istersen... İlişkimiz zedelenecek anne.

"Tamam." İçine konuşanlardanım ben. Anneme söylemeye elbette ki cürmü sultanım yemiyor.

"Cadaloz Berfu nerede? Gelsin tabak çanak bir şey taşısın."

"Sonra da kırsın. Yap işte. İki tabak, sanki ne var!" Bu evin kölesi ben miyim acaba?

"Abinler gelir birazdan. Acele et!" Zıkkım yesinler. Uygun mudur?

Salona geçip yedi yirmi dört, göbeğini kaşıya kaşıya bulmaca çözen babama ters bir bakış attım. Bu evin erkekleri de hep bir enteresan canım. "Ethem Bey, zatı şahaneniz nasıllar efendim?" Babam, sesimle birlikte gözlüğünün üstünden ters ters bakıp "Fesuphanallah," çektikten sonra tekrar bulmacasına döndü. Değerim bilinmiyor bu evde. Gerçekten.

Tabaklar, kaşıklar, yemekler, efendime söyleyeyim envai çeşit mezeler. Bu işe yaramaz Cihangir evimize teşrif ettikten sonra midemiz yemek çeşidi görmekten keyfi kıyak hale gelmişti. Hayır, gıcık olmasam hep kalsın diyeceğim ama bir hayli gıcığım. O yüzden misafirin kısası makbuldür. Makbuldür ama... Geldiler bile.

Çalan kapıyı istemeye istemeye açtım. Yorgun bir abi, eşşşşek gibi sırıtan bir Cinangir. Beni bıraktıktan sonra tekrar abimi almak için merkeze gitmişti. Bana mısın, dememiş yine de. İnsan trafiği görünce biraz yorulur falan. Etki bile etmemiş adama. Maşallah. Maşallah.

"Sofra hazır mı?"

"Ben de iyiyim abi." Ters ters yüzüme bakıp içeri geçti. Ne kadar sevgi dolusun sen öyle ya, şeker şey!

"Hoş bulduk." Sana da hoş geldin diyen olmadı ama. Sevimsiz şey!

"Geç geç. Sinekler dadandı eve. Mıy mıy, hareket edemiyorsun iki saat."

"Sare, ne biçim konuşuyorsun misafirimizle?" Maşallah sendeki de kulak abi. Mesafeyi açtın, üç adım koydun araya, neredeyse salona gireceksin, nasıl duydun benim fısıltımı?

"Ayıp. Misafire böyle mi davranılır?" Don lastiği işte. Gevşe gevşe bitmedi bi!

Kolundan çekip içeri aldıktan sonra kapıyı sertçe kapattım. "Çok konuşuyorsun." Kınayan bir ifade takındı. İyice mahalle karısına döndü. Hareketlere bak!

"Davet mi bekliyorsunuz? Acıktım. Gelin hadi."

***

"Bugün ne oldu, tahmin bile edemezsiniz!" Ah canım, keşke dilini koparabilsem. Selamımı okumak istiyorsun?? Analamadım ki, nedir bu heves!

"Cihangir, yemeğin soğuyor," diye tısladım. Gülüp, karnı yarığından bir çatal aldı. Aklını emekli oyunlarıyla bozmuş babam bile ciddi ve meraklı bir şekilde Cihangir'e bakıyordu.

"Hayrola?" Hiç hayır değil abiciğim.

"Ya bugün gittik biz iş görüşmesine. Başımıza gelmeyen kalmadı." Masanın altından ayağına sertçe vurdum. Şükür ki bu kez isabet ettirebilmiştim. De- Hemlich. Hemlich! Boğuluyor çocuk.

"Al yavrum, su iç. Bir an da nasıl kaçtı boğazına öyle!" Allah'ın işine bak anne!

Cihangir, kızaran yüzüne rağmen suyunu içtikten sonra hain bir sırıtışla yüzüme bakmaya devam etti. "İyiyim, Zehra teyze. Birden kaçtı öyle. Neyse, ne anlatıyordum..." Zıkkımın pekini!

"Sare'yi rehine aldılar."

"Ne!"

"Vah başımıza gelenler!"

"Sare!"

"Ablamı kötü adamlar mı kaçırmış?"

Abim, çatık kaşlarla yüzüme baktı. Dilin tutulsun da konuşama bir daha, Cihangir.

"Abi, gerçekten önemli bir şey yok."

"Nasıl yok! Kafana silah dayadı adamlar." Bahtımın kara yazısı, şerefsiz.

"Hiiihhh!"

"Sikerim -pardon baba- sikerim böyle işi. Konuşsana, Sare." Abi bir gürleme ya.

"Bağırma abi ya! Bilmiyorum. Deliymişler. Zarar vermediler zaten. Silah da sahteydi zaten. DEĞİL Mİ CİHANGİR!" Yemekleri ağzına tıkıştırıp -ağzım dolu- dercesine eliyle gösterdi. Hain.

"Kızım, iş iş diye tutturdun başına gelenlere bak ya." Aman anne, körüğünü alıp yangına koşma bir!

"Ben dedim, garsonluktan iş olmaz diye!" Baba, sen konuşmayı unutmamış mıydın? Ne ara söyledin bunu tam olarak?

"Yok. Bitti. Kır dizini otur evde. Resim falan yap. Çalışmak da neymiş! Tutturdun çalışacağım diye. Sanki para vermiyoruz." Sanki sizin paranızı istiyorum.

"Kabul aldım ama. Yarın başlayacağım." Abim, iyiyken iyi. Fakat sinirliyken konuşmamanız sizin yararınıza olur.

"Bitti dediysem bitti. Daha sonra detaylı alacağım ifadeni. Yemeğini ye şimdi." İştah kaldı ya tabi.

***

"Sare!" Kapıdan gelen fısıltılı sesle gözlerimi tavandan çekip boş boş kapıya baktım. Ye bütün haltları, sonda Sare diye kapımda köpek ol.

İki kez tıklattı. Sıkıntıyla oflayıp kalktım yatağımdan. Kapıyı açtığımda saçı başı dağınık halde bana bakıyordu. O da yataktan kalkmış demek ki. Yediği hurmalar kıçını tırmaladıysa.

"Ne var?"

"Konuşalım mı biraz?" Bok sana.

"Uyuyacağım ben." Saçlarını karıştırıp ellerini eşofmanının ceplerine soktu.

"Hadi ya," diye sertçe fısıldadı.

"Aman iyi. Dışarı çıkalım."

Hevesle kapıya yöneldi. Ben de peşinden.

Dışarı çıktığımızda gece serini insanı rahatlatıyordu. Gözlerimi kapatıp uzun süre bu hissi tatmak istedim. Ama tabi ki pek mümkün değildi.

"Özür dilerim."

"Ne için?"

"Okan abi kızar sandım sadece. İşe gitmeni engelleyeceğini düşünmemiştim." Ah canım, ne iyi niyetli!

"Sonuç bu ama."

Eliyle kaldırımı gösterdi. Geçen gece geldi aklıma. Ne çabuk alıştı böyle kaldırımlara oturmaya. Gösterdiği yere geçip oturdum. O da hemen yanıma ilişti.

"Çok mu ihtiyacın var?"

"Yok aslında. Evde canım sıkılıyor sadece." Anlayışla başını salladı. Zararsız biri aslında ama masa da neden öyle yaptı pek anlayamadım.

"Başka bir şeyler yapsan?"

"Ne yapacağım sanki!" Derin bir nefes alıp kollarını dizlerine koydu.

"Gerçekten hoşlandın mı o çocuktan?" Dikkatle yere bakıyordu. Bu sorusunu da oldukça sessiz sormuştu.

"Dedim ya, yakışıklı çocuk."

"Öyleydi." "Hoşlandın mı yani?" diye sordu tekrar. Bu kez kendimi tutamayıp güldüm. "Ne yapacaksın?" Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Hiiç, merak ettim sadece."

Neriman teyzenin evine baktım. Işıkları kapalıydı. Saat de epey ilerlemişti zaten. Bir tek sokak lambaları açıktı. Ara yerde köpekler havlıyordu. Cırcır böceklerinin sesleri bu güzel yaz akşamını süslüyordu. Hafiften esen meltem öyle rahatlatıyordu ki, kalkıp sarılmak istiyordum rüzgara. Hava da tertemizdi. Ve bu konuşma sinirlerimi zıplatmak yerine oldukça hoşuma gidiyordu. Bilmem niye. Sizce niye?

"Yakışıklıydı işte," diyerek tekrar yakışıklı oluşuna vurgu yaptım. "Ben değil miyim?" diye sordu saf bir merakla. "Sen de yakışıklısın." Hmm, deyip tekrar yere bakmaya başladı.

"Hoşlandın mı yani?" Yüzünü kaldırmış dikkatle yüzüme bakıyordu. Arıyordu daha çok. Belki de bir duygu kırıntısı.

"Galiba," dedim kahverengi gözlerine dikkatle bakarken. Başını salladı usulca. "Galiba," diye de tekrarladı beni. Sonra da yerinden kalkıp arkasını silkeledi. "İyi geceler sana. Benim uykum geldi," dedi ve cevap vermemi beklemeden içeri girdi.

Şaka bir yana hoşlandım mı yani? Galiba.

Loading...
0%