24. Bölüm

23. 🐸 Ey Aşk...

venom
amatoriceyazar

Bölüm 23:

"Ey Aşk..."

Bölüm Müziği: Pera-Gökyüzüm

🐸

Olduğumdan daha cesur veya daha güzel hissetmiyorum. Yalnızca biri kabuğumdan içeri ışık tuttu ve ben yıllar sonra ilk defa kendime bakmış gibiyim. Yabancı gözlerle değil de, samimi bir dost gibi.

Tarık’ın yaptığı buydu. Bana beni hatırlatmak. Küçükken olduğum gibi şen şakrak halime geri döndürmek...

Annem, avcundaki çekirdekten bir tane daha alıp hunharca çitlemeye, bir yandan da beni, tüm bu düşüncelere iten cümlelerini sarf etmeye devam ediyordu.

"Gözlerinin içi parlıyor. Seni böyle görmek beni gençleştirdi sanki."

Şefkatle baktım yüzüne. Kırışmaya yüz tutmuş göz çevreleriyle bile olsa hala güzeldi. Hala göz alıcı...

"Tarık’a bunun için bile defalarca teşekkür etmeliyim."

Utandım.

Yalnızca minik bir gülümsemeyle geçiştirmeye çalıştım.

"Semiha'yla mı konuşsam, bilmiyorum ki. Bence o da sana karşı boş değil. Bir hareket lazım."

Gözlerim kocaman olurken, bir hafta içerisinde ikinci defa aynı sözleri duymak dumura uğratmıştı.

"O ne demek anne?"

Elindeki çekirdek tuzlarını masaya silkeleyip, kekten bir çatal aldı.

"O kadar safsın ki, ne diyeceğimi bilemiyorum," dedi gülerek.

"O ne demek anne?" dedim, tekrar ama bu kez ağlamaklı bir sesle.

"Seni öptü mü hiç?"

Kırmızının her rengine boyandığımı hissediyordum.

"Nasıl öptü mü?"

Annem, küçük bir kahkaha koyverirken, keyifle çayından bir yudum aldı.

"Öptü yani."

"Ne diyorsun anne yaa! Sen hiç böyle biri değildin."

Omuz silkip didiklemeye devam etti.

"Nerenden öptü?"

Yüzümü masaya gömme ihtiyacıyla kıvransam da dik durmaya çalıştım.

"Yanağımdan."

Gülümsemesi yüzüne yayıldı.

"Ne kadar yanağından?"

Anlamsız gözlerle yüzüne baktım.

"Yanağımdan işte!"

Eli yanağıma uzanırken iki noktayı gösterdi:

İlki biraz daha kulağıma yakın bir noktaydı, "Buradan mı?" Elini kaydırdı ve dudağıma daha çok yaklaştı, "Yoksa buradan mı?"

Gözlerimi kaçırırken indirdiği elinin yerine kendi elimi koyup "İkinci," dedim.

Şen kahkahasının sesi evi doldurdu.

"Biliyordum. Hoşlanıyor işte."

Heyecandan adımı bile unutmaya yakındım. İhtimalini bile aklıma getirmediğim o sancının gerçek olduğunu dile getiriyorlardı.

"Öyle bir şey değildi o. Tiyatroya ikna etmek için öptü."

Yüzünde imalı ifade daha büyük bir hal alırken "Ne tiyatrosu?" diye sordu.

Kısaca olanı biteni anlattım.

"Vazgeçtim," dedi bir anda "Senden hoşlanmıyor."

Bir an, dünyam başıma yıkıldı sanki. Yıllarca emek verdiğim çiçek bahçem ateşler içinde kalmış gibi büyük bir hüzün yaşadım.

"Anne," dedim kırık bir tonlamayla. Yüzümün halini görünce sözlerine hemen devam etti:

"Hoşlanmıyor çünkü aşık."

Nefesimin göğsümde tıkandığını, beynimin eski bir televizyon gibi karıncalandığını ve aşık kelimesinin yankısını defalarca duyduğumu hissettim.

"Anne," dedim, ağlamaya hazır bir sesle. Yıllarca yolunu gözlediğim sevdanın tam kalbinde olduğunu söylüyordu. Verdiği tüm umutlar kurak bir çöle çıkarsa ne yapacağımı bilmiyordum bile. O yüzden, eğer yoksa böyle bir gerçek, tüm ihtimaller ölsün istiyordum.

Şefkatli eli yanağımı buldu. Yavaşça okşayıp, okşadığı yere yumuşak bir öpücük kondurdu.

"O kadar güzel bir kalbin var ki… Elbette aşık. Doldurma o güzel zeytin gözlerini."

Onunda gözlerinin dolduğunu görünce daha büyük bir ağlama isteği doldu içime.

"Hişt, ağlamak yok! Şimdi sana güzel bir elbise dikeceğim. O kadar güzel olacaksın ki, çirkinim diye ağladığın her geceye pişman olacaksın."

Henüz kendimi toparlayamamışken kolumdan çektiği gibi kendi odasına götürdü beni. Bir köşede toz kaplanmış halde duran makinesine attığı özlem dolu bakışları görünce babamdan bir kez daha nefret ettim. En sevdiği işi yapmak yerine temizlik yaptığı için kahroldum.

"Bak, belki paslandım ama sana çok güzel bir prenses elbisesi dikeceğime söz veriyorum. Dolapta birkaç top kumaş vardı. Onların rengini beğenmezsen yeni kumaşlarda alırım. İçine nasıl sinerse. İstersen bol güpürlü, İtalyan modası kokan bir elbise dikerim istersen başka türlü. Tasarımı sana bırakıyorum, tamam mı bebeğim?"

O kadar hızlı ve hevesli konuşmuştu ki diyecek bir sözüm kalmamıştı. Sessizce başımı salladım. Onay alır almaz, dolabına koşup, diplere sıkıştırdığı kumaşları yatağının üzerine attı. Elleri üzerlerinde hasretle gezerken gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.

"Hangisi olsun," diye sordu, çatallı sesiyle.

Renk renk kumaşlara bakıp, kırık beyazda oyalandım. Hayatının yarısından çoğu siyah olarak geçmiş biri için her şeyin başlangıcı olarak beyazdan daha iyisi düşünülemezdi.

"Şu," dedim, hevesle. Annem, gülümsedi.

"Aynı renk güpürle çok güzel bir elbise olur."

Hızla başımı sallayıp hevesle anlatmaya başladım:

"Göğsü kalp şeklinde bir dekolteye sahip olsun. Dekolteyi de güpürlerle süsleyelim. Omuzları düşük olsun. Kollarının geniş olmasını istiyorum. Korsesi bele tam otursun, yine güpürlerle her yanını kaplayalım. Kat kat olsun. Gerçek bir…prenses olmak istiyorum anne," dedim.

Annem, hala dolu olan gözleriyle beni izlerken, seçtiğim kumaşı alıp saçılmasını umursamayarak bedenime dolayıp dönmeye başladım. İçimde coşkuyla büyüyen bir heyecan vardı. Beni görünce ne yapacaktı? Ben onu görünce ne yapacaktım? Yolumu şaşırır mıydım? Aklımı kaybeder miydim? Ey aşk… Ey aşk…

"Hadi bakalım, işe koyuluyoruz."

 

 

Gösteriye bir gün kala…

"Çok heyecanlıyım," dedim, her halimden belli olmuyormuş gibi.

Çayından kısa bir yudum alıp, dirseklerini masaya yasladı.

"Ben de ve bu gayet normal."

Güven veren yeşil gözlerine cesaretle bakıp gülümsemeye çabaladım.

"Başarabilecek miyim sence?"

Yeşil kazağının altından gözüken kahverengi oduncu gömleğinin kollarını düzeltirken cevap verdi.

"Başaracağız."

Derin bir nefes almaya çalışıp çayımı yudumladım. Bardağı geri masaya koyduğumda, yaklaşık üç gündür titreyen ellerimi zapt etmeye çalıştım. Stresimi bu kadar dışa vuracağımı tahmin etmesem de gelinen nokta da bu durumdaydım.

Sıkıntılı bakışlarım ellerimdeyken, kapandı elleri ellerimin üzerine. Nefesimi tuttum. Ne yapılırdı ki başka? Ne yapılabilirdi?

"Lale," dedi yumuşak sesiyle. Gözlerine baktığımda tıpkı benimkiler gibi parladığını gördüm. Geçen zaman içerisinde emin olduğum bir şey varsa o da, Tarık'ın bana karşı gerçekten bir şeyler hissettiğiydi. Annemin ve Peri'nin bu konu da payı büyüktü. Onlar bana bu ihtimali fısıldadıklarında ona olan bakışlarımı başka bir boyuta çevirmiş ve ilgisini fark etmiştim. Etmiştim etmesine ama… İlerisi gelmemişti. Artık biraz da bu duruma üzülüyor ve kuruntu yapıyordum. Ya beni yanına yakıştırmıyorsa? Belki de yanına yakıştırmadığı için sürekli değişmem, renkli kıyafetler giymem ve saçlarımı kapüşonlardan kurtarmamı istiyordu. Bilmiyordum. Aklıma karmakarışıktı ve fazlasını düşünmeye de mecalim yoktu. Tek bildiğim Tarık böyle biri değildi. Peki ama neden bir adım atmıyordu? Dönüp dolaşıp başa geliyordum işte. Her şey, kısa temaslardan, anlamlı bakışlardan ibaretti.

"O kadar prova yaptık. Artık atacağımız adımı bile ezbere biliyoruz. Kendine güven olur mu? En iyi şekilde yapacağız o gösteriyi."

Usulca başımı salladım. Baş parmaklarıyla ellerimi okşayıp geri çekildi.

"Hadi gençler, son bir prova ve dağılıyoruz."

Peri'ye baktım. Bu süreçte bize çok yardımı dokunmuştu. Kısa süreli oyunculuk eğitimi almış. Bu gösteride yönetmen rolü oynayarak büyük bir iş çıkarmıştı. Eh, Peri'nin burada olduğunu duyan abim kendine palavradan yapımcı rolü biçmişti ve hala hiç kimse ne işe yaradığını bilmiyordu. Tek yaptığı, Prens'i öpmek için yakınlaştığımız sahnede "KESTİK!" diye bağırmaktı. Hoş öpecek değildim zaten. Sadece öpüyormuş gibi yapıyordum ve bu kadarı bile kalbimi yerinden çıkarmaya yetiyordu zaten. Ama abim… her zamanki gibiydi işte.

Son bir prova daha aldıktan sonra iyi dilekler eşliğinde ilk önce Peri ayrıldı yanımızdan. Sonra abim, eve tek giderken korkacağını iddia edip Peri'nin peşine takıldı. Esasen kızın korktuğu falan yoktu. Yalnızca Harun Korkmaz çok işgüzar bir kişiliğe sahipti.

Boş gözlerle konferans salonunu taradığımı fark edince gözlerimi Tarık'a çevirdim ama o, zaten bana bakıyordu.

"Ne oldu?" dedim, çekingen bir sesle. Omuz silkip, oturduğu sandalyeye iyice yayıldıktan sonra sağ ayağını bilekten sol dizine atıp, kollarını göğsünde bağladı.

"Bir şey olmadı," dedi, gözleri gözlerimden milim kaymazken.

"Emin misin?"

Dişlerini gösterecek kadar büyük gülümseyip başını olumsuz anlamda salladı.

"Elbiseni çok merak ediyorum ve hayal gücümü kullanarak seni Prenses gibi haya l etmeye çalışıyordum. Sonra bundan vazgeçtim."

Neden, dercesine başımı salladım.

Oturduğu yerden yavaşça kalktı. Sakin birkaç adımda, nefesini hissedecek kadar yakınıma geldi. Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırırken kulağıma doğru eğildi "Çünkü hayal edemeyeceğim kadar güzel olacağını idrak ettim."

Dudaklarım, kendiliğinden kıvrılırken parmak ucumda yükselip, tıpkı onun gibi kulağına yaklaştım. Yanağıma batan sakalları içimi gıdıklasa da geri çekilmeyip aklımdan geçenleri dilime döktüm.

"Bir abiye yakışmayacak yakınlıkta bunları söylemen ne kadar doğru?"

Bedeninin kaskatı kesildiğini görebiliyordum. Yine de yerinden kımıldamadı. Canı mı sıkılmıştı? Belki. Benimde sıkkındı. Her şey çok olağanmış gibi köşe kapmaca oynamak canımı haddinden fazla sıkıyordu. Öylece gözlerimin içine bakarken göz kapaklarını öpememek, müthiş bir sıcaklıkta olan dudaklarıyla dudaklarımı ısıtamamak, yumuşacık saçlarını okşayamamak, bir dağ kadar kuvvetli göğsüne yaslanamamak çok canımı sıkıyordu.

Burnunu çekip, bir adım kadar uzaklaştı. Bakışları boş boş etrafta gezinirken, birkaç kez gözlerime değmiş, onda da hızla çekmişti. Dudaklarını sık aralıklarla kapatıp açışını izledim. En son, söyleyeceklerini toparlamış olacak ki kısa ama derin bir nefes aldı.

"Ben senin abin değilim."

Sesinde hissedilen bariz bir öfke vardı. Bana mı, abi vasfına mı yoksa ikisine birden mi diye düşünmek istemedim. Söylediği her şeyden kıymetli ve düşünülesiydi. Ben senin abin değilim… abim değilsen, başka bir şey olmak istediğin için mi, diye sormak istesem de dilimi sertçe ısırıp tekrar onun konuşmasını bekledim.

"Hangi abi kardeşine böyle bakar ki?"

Kulaklarımın bana oyun oynadığını düşündüm. Yanıldığımı. Yanıldığıma da yanıldığımı. O kadar sessiz ve kendi kendine söylemişti ki, bir süre sonra tüm bu sözlerin benim uydurmam olabileceğini bile düşündüm.

"Bir şey mi dedin?"

Yeşil gözlerini tekrar yüzüme kaldırdı. Ellerini montunun ceplerine yerleştirip omuz silkti.

"Hadi gidelim. Yarın yorucu bir gün olacak."

🐸

Herkes hayatının bir noktasında müthiş bir masalla güzelleşeceğini sanar. Her sabah koca bir umudu barındırırken, her gece aynı umudun soluşunu anlatıyordu. Yıllarca umudumun doğuşunu ve ölüşünü çaresizce izledim. Bugün, burada içimde günden güne büyüyen aşk için değil de aynada gördüğüm kişi için mutluyum. Bu görüntü, yıllardır aynada görmek istediğim Lale'ye aitti işte. Siyahlarından arınmış, yüzünü saçlarının gölgesinden kurtarmış, kusurlarına korkarak da olsa bakabilen bir Lale... Evet, korkuyorum. Evet, korkak bir cesurum. Şimdi, arkama bakmadan eve kaçabilir ve yaptığım bu utanç dolu eylem unutulana kadar odamdan çıkmayabilirdim. Fakat şimdi görüyorum ki, insanların gerçeği bu duygular. Bazen korkmalıyız, her gün cesur olamayız, günün her saati mükemmel bir güzellikte olamayız, herkes her yerini beğenmez belki ama herkes kendine özeldir en çok bunu bilmeliyiz.

(Şarkıyı buradan sonra açmanızı tavsiye ediyor ve başa sararak dinlemenizi rica ediyoeum :))

Bu telkinleri kendime verip yine de kaygılar içerisinde boğuluyorum. Ve evet, bu da insanların koca bir gerçeği. Telkinlerimiz boş duvarlarda yankı bulup kayboluyor gibi gözükebilir ama nihayetinde bu da bir adımdır.

Derin bir nefes almaya çalıştım ve aynadaki görüntüme son bir kez daha detaylıca baktım.

Ensemde toplanmış saçlarım yüzüme yabancıydı. Yine de yakıştığını düşünüyordum. Ve yine yüzüme yabancı gelen bir makyajla daha canlı gözüküyordum. Gözlerim olduğundan daha büyük ve daha canlı gözüküyorlardı. Her zamanki yorgun bakışlarım gitmişti. Dudaklarım hafif bir parlatıcıyla daha var edilmişti ve bu halleriyle çok daha iyi gözüküyorlardı. Ve elbisem... Annemin ilmek ilmek işlediği bu elbise... Hayallerimden bile güzel ve özel olmuştu.

"O kadar güzel oldun ki, bakmaya kıyamıyorum biliyor musun?"

Peri'ye minnet dolu bir bakış attım.

"Bu şekilde gözüküyorsam senin sayende."

Bir adımda yanıma yaklaşıp ellerimi sıkıca tuttu.

"Zaten güzeldin ben yalnızca bunu ortaya çıkarmana yardım etmiş oldum. Ayrıca bu çabayı Tarık’ın aklını almak için de vermiş olabilirim," dedi, muzır bir sesle. Kıkırdayıp koluna küçük bir çimdik attım.

Biz gülüşürken odanın kapısı pat diye açıldı. Abim, tek takım elbisesi olan siyah takımını giymişti ve itiraf etmek gerekirse haddinden fazla iyi gözüküyordu. Peri, onun kapı çalmadan kabalık ederek içeri girmesini göremeyecek kadar büyülenmiş gözüküyordu. Keza abimde öyle. Peri, pembe, vücuduna oturan bir elbise giymişti ve gerçekten çok güzel olmuştu.

Abim, birkaç defa boğazını temizleyip bana döndüğünde aynı bakışları bu kez şefkatle dolmuştu. Gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. Abim, o kadar umursamaz ve gaddar duruyordu ki bir başkası onun bu halini rol sanabilirdi ama ben gerçek olduğunu biliyordum. Yılların verdiği acılar, dönüştüğümüz insanlar ve birçok şey o gözlerde saklıydı.

"Çok güzelsin," dedi, kırık sesiyle. Gözlerim dolsa da ağlamamak için büyük bir çaba sarf edip buna engel oldum.

"Sen de çok yakışıklısın."

Başı boynuna doğru düşerken gözünden akan bir damla yaşı gizlice sildi. Ve tüm bu duygusallığı burada bitti. Hızlıca toparlandı.

"Her zaman olduğu gibi, değil mi?" deyip, gömleğinin yakalarını düzeltiyormuş gibi yaptı.

Peri'yle bu haline güldük. "Evet, ben bu yakışıklıyı alıp salonun son kontrollerini yapayım."

Abim, itiraz bile etmeden Peri'nin peşine takılıp, kadın giyinme odasından çıktı.

Ciğerlerime derin bir nefes doldurup, sakin kalmak için çaba gösterdim ama her geçen saniye nefes almak daha da zorlaşıyor ve her şeyi berbat edeceğime dair olan hissim iyice kuvvet kazanıyordu. Stresimle baş etmeye çalışarak oda da bir o yana bir bu yana giderken odanın kapısı çalındı.

Kimin geldiğini tahmin ediyordum. Hatta biliyordum. Heyecanımı dizginlemeye çalışıp "Gel," dedikten sonra nefesimi tuttum.

Kapı yavaşça açıldı ve yakışıklı yüzü gözüktü. Üzerine oturan, müthiş bir beyaz kostümle, sol tarafına taradığı saçlarıyla, özenle kestiği sakallarıyla ve yüzündeki müthiş gülümsemeyle hep olduğundan çok daha iyi gözüküyordu.

Yeşil gözleri beni bulduğunda gülüşü yavaş yavaş yüzünde asılı kaldı. Sarsıldım. Bir şey söylesin diye bekledim.

Bir...

İki...

Üç...

Tam kırk üç saniye. Hiçbir şey söylemedi. Kır üç saniyenin ardından ise kesik bir nefes aldı.

"Aslında küçük yıldızlar da müthiş bir ışıltıyla parlarlar."

Kaşlarım havalanırken, söylediklerini anlamlandırmaya çalıştım.

Kapıyı kapatıp, küçük birkaç adımda karşıma geçti.

"Onları bize küçük gösteren, ışıklarını yok saydıran uzaklıklarıdır. Oysa biri elinden tutsa," Durdu. Uzanıp elimi nazikçe kavradı.

"Çekse kendine doğru." Diğer eli belimi bulurken yavaşça kendine doğru çekti. Şimdi, yüz yüze bakıyor ve nefes aldıkça birbirimizi soluyorduk.

"O zaman daha güçlü parlayacaktır."

Yutkundum. Sanki boğazıma dikenler battı.

"Lale," dedi, kısık bir sesle.

Cevap veremezken, gülüşü tekrar yayıldı yüzüne.

"O kadar güzel olmuşsun ki, hangi güzel cümleyi kursam diğerlerinin gönlü incinecek sanki. Çiçek gibi olmuşsun desem gül alınacak, ay gibisin desem güneş... Edecek iltifat bulamıyorum, yalnızca gözlerime bak ve güzelliğinin karşılığını orada gör."

Yüzünün her santimine açlıkla bakmış, söylediklerini büyük büyük bir kalp çarpıntısıyla dinlemiştim. Bu saatten sonra hiçbir aşk itirafının nezdimde değeri yoktu. Çünkü ben, ömrümde hiç bu kadar güzel bir iltifatla süslenmemiştim. Ve yine biliyordum ki bu sözler, yalnızca aşık birine ait olabilirdi.

Tam kendimce cevaplar hazırlarken kapı açıldı. Peri ayrı telaşa kapıldı biz ayrı telaşa...

Tarık, hızla geri çekilirken Peri'de gözlerini kapatmıştı.

"Ben...Çok özür dilerim. Başlamak üzereyiz de onu haber vermek için gelmiştim. Yalnızsın sanıyordum. Yoksa yani ben... Kapıyı çalardım. Neyse ben gideyim."

Nefes almadan konuşup, cevap almadan geri çıktığında bu kez utanan bendim. Az önce neler yaşamıştım öyle? Tüm o söyledikleri...

Tekrar konuşmak için niyetlenmiştim ki bu sefer de Tarık araya girdi, "Hadi geçelim."

Sözlerimi yutup öne geçtim. Öylece perdesi çekili sahneye çıktık. Kalbim ağzımda atıyordu ve artık kendimi teselli edecek hiçbir cümlem kalmamıştı. Tek dileğim, heyecanıma kapılıp her şeyi berbat etmemekti.

Derin derin nefesler almaya çalıştım ama hiçbir faydası yoktu. Ellerimi koyacak yer bulamıyorum. Tarık, bu halimi elbette ki fark ettiği için, sahnede son hazırlıkları yapan abime kısa bir bakış atıp bana yaklaştı.

"Yalnızca sen ve ben varmışız gibi düşün. Zaten de öyle. Eğer aşık iki kalp varsa, dünya yalnızca onlardan ibarettir ve masal kahramanlarımız birbirlerine çok aşık."

Bahsettiği kişiler onlar mıydı, biz miydik bilmiyordum. Her halde de heyecanıma heyecan katmıştı ve bu kez söyledikleri fayda vermemişti.

"Bana bak sadece," dedi son defa. Hızla başımı salladım.

Peri, seri adımlarla yanımıza geldi. "Siz arkaya geçin şimdi. Perde açılacak, açılış konuşmasını yapacağım. Oyunu sunacağım, perde kapanacak ve ondan sonra sahneye çıkacaksınız.

Ne derse onaylayacak bir halde olduğumdan, dediğini yapıp hemen arkaya geçmeye koyuldum. Sonrası çok hızlı gelişti. Bir anda kendimi sahnede buldum.

Arka teması orman olan sahnede, elimdeki sarı topla oynuyor ve sakin kalmak için her şeyin güzel gittiğine ikna olmaya çalışıyordum.

Sahne ilerledi. Topu kuyuya düşürdüm ve Tarık’ın sesi arka plandan duyulmaya başladı.

O konuşuyor sonra ben cevap veriyordum. En son, topumu zıplayan oyuncak kurbağanın getirmesiyle ilk perde kapandı. Anlatıcı bu arada masalı anlatmaya devam ederken, kendime iyi iş çıkardığımı söyleyip duruyordum. Sahne un arkasına baktığımda, Tarık elindeki mikrofonla kocaman bir şekilde gülümsüyordu bana. "Harika gidiyorsun," dedi dudaklarını oynatarak. Zoraki bir şekilde gülümsedim, stresten bayılacak gibiydim.

İkinci perde başlarken hızla yerimi aldım. Perde açıldı. Kurbağayla olan arkadaşlığımız yer yer diyaloglarla anlatılıyor yer yer de anlatıcının katkısıyla aktarılıyordu.

İkinci perdenin sonuna doğru artık Prenses, Prens'e yapılan büyüyü öğrenmişti. Nasıl bozulacağına dair kara kara düşünürken, kurbağanın bacağını incitmesi ve Prenses'in içinden gelerek kurbağayı öpmesi sonrasında İkinci perde de kapandı. Her şey buradan sonra zordu işte. Üçüncü perde açılırken hala Prens'i yani Tarık’ı öpüyor olmalıydım. Daha doğrusu onun üstünlüğünün kurulduğu yabancı bir öpücüktü bu. Yine de heyecanlanmama engel değildi.

Tarık sahneye çıktı. Sessiz bir şekilde yapacaklarımızı tekrar gözden geçiriyorduk ve bu sırada anlatıcı masalı anlatmaya devam ediyordu. Derken üçüncü perdenin başlayacağı sinyali de verildi ve role büründük.

Tarık, nazikçe elini belime yerleştirip, diğer eliyle de parmaklarımı kavrayıp üstüme eğildi. Belim kıvrılırken kendimi ona bırakmıştım. O ise bundan hiç etkilenmiyor gibiydi. Dizini alttan bacaklarımın arkasına yerleştirmiş ve bu şekilde beni daha da sağlama almıştı. Yavaşça yüzüme doğru eğildi. Bu şekilde seyircilere tam dönük değildik. O taraftan bakınca dudak dudağa duruyor gözüküyorduk ama bu taraftan yalnızca dudakları yanağımdaydı.

Perde açıldı. Bir süre daha o şekilde durup doğrulduk. Bundan sonrasında birkaç diyalog konuştuk. Prens, büyünün gerçek sevgi karşısında ne kadar aciz olduğunu, dış görünüşüne rağmen onu sevmemin büyüyü kırdığına dair sözlerinden sonra sarıldık. Anlatıcı biz bu haldeyken masalın sonunu getirmeye çalışıyordu. Bu şekilde son bulacaktı. Ayrılmayacaktık.

"Kalbin çok hızlı atıyor," diye fısıldadı kulağıma.

"Heyecandan," dedim titreyen sesimle.

Ve ekledim, göğsüme çarpan göğsünü hissederek "Senin de çok hızlı atıyor."

Gülümsediğini hissettim.

"Heyecandan ama bunun sahnede olmamızla alakası yok. Senin, benim kollarımda olmanla alakası var."

Perde kapandı. Tarık, tüm o sözleri söylememişçesine geri çekilip gözlerime baktı. Oysa ben hala aynı pozisyonda, kalakalmış bir haldeydim. Bu, bu gece kalbime enjekte ettiği kaçıncı heyecan dozuydu? Kaçıncı mutluluk kanadı...

"Mutlu yıllar, Lale. Bu yıl, bizim için her şeyin çık farklı olmasını diliyorum."

Yüzümde, sarhoş bir gülümseme peydah olurken, "Mutlu yıllar," diye fısıldadım.

Perde tekrar açıldığında, selam verip Peri'nin kapanış konuşmasını yapmasını diledik. Sonunda büyük bir alkış tufanı koptu. Işıklar açıldı ve ben o zaman kalabalıkla yüzleştim. Tüm yerler dolmuştu. Hatta merdivenler bile insan yığınıydı. En önde Belediye Başkanı ve başka birkaç protokol daha vardı. İkinci sırada annemi, Ömür ablayı, Semiha teyzeye ve Mümtaz amcayı görebilmiştim. Gülerek el salladılar. Sonra mahalleden diğer tanıdıkları gördüm. Gonca'yla göz göze geldiğimde, gözlerinde bariz gözüken bir nefretle karşılaştım. Umursamamaya çalışarak gülümsemeye devam ettim.

Her şey bittiğinde evin sokağında öylece dikiliyorduk. Abim ve annem çoktan eve çıkmıştı. Gece yarısına on dakika kalmıştı. Montuma sıkıca sarıldım.

"Üşüdün mü?"

O da benim gibi iyice montuna sinmişti.

"Biraz," dedim.

"Çok iyiydin," dedi, gözleri gökyüzüne kayarken.

"Sayende."

Güldü.

"Hiçbir şey benim sayende değil. Sen yapabildiğin için yaptın. Ben sadece ön ayak oldum."

Derin bir nefes koyverip, buharın yok oluşunu takip ettim.

"Teşekkür ederim."

Aramıza bir kar tanesi düşerken, bakışları da bana dönmüştü.

"Ne için?"

Omuz silktim.

"Her şey için."

Bakışları düşünceli bir hal alırken, yüzüme uzun süre sessizce baktı. Keza bende öyle. Bu esnada kar yağışı hızını artırdı. Birazdan havai fişekler patlayacak ve yeni yıl büyük bir heyecanla kutlanmaya başlayacaktı. Yine de zaman onunla hiç akmıyor gibiydi.

"Lale," dedi bir anda. Sonra hiç beklemeden devam etti.

"Önceden sana bakınca kanatlanıyormuş gibi büyük bir coşkuyla atan kalbime bir ad koyamıyordum." Dudaklarım açılıp kapanırken, gülümseyerek bana doğru biraz daha yaklaştı.

"Sana doğru yaklaşınca çarpan kalbime anlam veremiyordum. Canın yanınca yanan canıma ad koyamıyordum. Kendimi bildim bileli seni arayan gözlerime ne diyebilirdim ki? Her sabah her akşam... Yalnızca sen vardın. Seni düşünmediğim tek bir günüm bile olmadı. Bakınca, seni bir kenara koyacak olsam anlatacak bir hayatım bile yok. Her şey sensin, Lale. Her anım sen kokuyor. Attığım adımda bile sen varsın. Şu köşede, şu köşede, şuradaki duvar dibinde, şu fırında," durdu. Kalbimi durduracak son cümleyi söyleyeceğini biliyormuşçasına.

Elimi tutup, yavaşça kalbinin üzerine koydu.

"Şu kalpte, burada da sen varsın. Yıllardır. Ve ne yazık ki ben bunu henüz fark edebiliyorum."

Yüzüme aptal bir sırıtış yerleşirken, rüya gördüğümü düşünüyordum.

"Nasıl ki sensiz hiçbir anımı dile getiremiyorsam yine sensiz bir anı biriktirmek istemiyorum. Geçmişim sensin, Lale ve geleceğim de sen koksun istiyorum."

Belimden kavrayıp beni kendine çekerken, "Sana çok aşığım."

Havai fişekler patladı. Kalbimde mi, gökyüzünde mi bilmiyorum. Sonra bir havai fişek daha patladı. Eli yavaşça boynuma, oradan yanağıma sarılırken, üçüncü havai fişek patlamasında sıcak dudaklarını Heyecandan buz tutmuş dudaklarıma usulca kapattı.

Ey aşk...

Mutlu yıllar.

-

telafi amacı gülerek uzun bir bölüm yazmaya çalıştım. tekrar buluştuğumuz için mutluyum.

veeeee çiftimin bu müthiş halleri için bol bol yorum istiyorum. sizce de haaarika ve EY AŞK diye haykırmak istediğimiz bir bölüm olmadı mı????

Bölüm : 22.09.2025 01:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...