
Bölüm 24:
"Her Anka Küllerinden Doğmaz"
Bölüm Müziği: Dediler Ki "Ağla Halime"
🐸
Yokuş aşağı koşmanın birçok zorluğu vardır. Daha çok yorulursun daha hızlı adımlar atarsın, görüşün kısıtlıdır. Odaklandığın tek şey, düşmemektir. Yaşamım boyunca yokuş aşağı koşmuş ve yalnızca düşmemeye çalışmıştım. Sonuç ise kocaman bir hüsrandı çoğu zaman. Çünkü daima düşmüş daima yara almıştım. Artık kalkmayı düşünmediğim bir zamanda, yani yenilgiye boyun eğdiğim bir zamanda Tarık Yıldızı ışık tuttu yoluma. Artık yollar o kadar sarp değil ve ben de o kadar hasarlı değildim.
Yatağıma uzanmış, şapşal bir gülümseme eşliğinde tüm bunları düşünüyor ve sarhoş edici öpücüğümün etkisinden çıkmamaya çalışıyordum. Hoş istesem de bu etkiden kurtulabilecek gibi değildim. Karnımda dört nala koşan bir at sürüsü vardı sanki. Bir yandan delice ağrıyor diğer yandan müthiş derece de gıdıklanıyordu. Yani aşk, beni tepetaklak etmeye devam ediyordu.
Gözlerimi kapattım. Kirpiklerimi okşayan kar tanelerini, soğuğun ürperten yanını, enfes yeşil gözleri ve çarpılmayla eş değer olan ilk tutkulu anı düşündüm. Kore dizisinden fırlamış kadar saf ve az dokunuşlu bir öpücüktü. Aşka dair olan tecrübesizliğimiz burada da payidardı. Öpüşmeyi bilmiyorduk. Yalnızca o an ki duygu yoğunluğuyla bir adım atmak istemiştik ve bu, birçok öpüşmeye bedel nitelikteydi. Ömrüm boyunca unutamayacağımı biliyordum. Bir daha hiçbir dokunuşun bunun kadar yakıcı olmayacağını da biliyordum.
Derin bir nefes almaya çalıştım. Yine de nefesim göğüs kafesime sığmadı. Fazlasıyla enerji doluydum. Sanki şırıngalar boyu dopamin almıştım. Dünyayı dolaşmak, denizleri aşmak, dağlara tırmanmak ve itiraf etmesi güç olsa da tekrar ve tekrar Tarık’ı öpmek istiyordum. Utançla ellerimi yüzüme kapattım. Yıllarca abi dediğiniz birini bir anda öpseniz eminim sizde böyle hissederdiniz.
Kendimle çetin bir savaşa girmişken telefonuma bildirim düştü. Bu saatte operatör mesajı değilse tek bir ihtimal vardı ki, o ihtimalin var oluşu bile kalbimi sancılı bir şekilde yokluyordu. Heyecanla telefonuma uzandım. Ekranı açtığımda gördüğüm mesaj, yüzümdeki sırıtışı daha kocaman bir hale getirdi. Seni ne kadar çok sevdiğimi haykırabilmenin bir yolu olsaydı keşke.
Tarık Abim:
"Yeni yıl hediyeni almak için cama çıkmaya ne dersin?"
Mesaja gülümsemeye devam ederken, önce rehbere girip adını Tarık 🤍 olarak değiştirdim, sonra da cevap olarak cama çıktım.
Perdeyi açtığımda o, çoktan penceresini bile açmıştı. Yağan kar tanelerinin arasında yüzü ne kadar da güzeldi. En sevdiğim mevsim en sevdiğim insan ve günlerden aşk...
"İki bin yirmi beş, her haliyle bizim yılımız olacak. Şimdiden senenin sonunda ikimizi evli olarak görebiliyorum."
Durdu. Henüz söylediklerini sindirememişken devam etti: "Kusura bakma lütfen. İlla benimle evleneceksin diye baskı kurdum sanki. Şu an evlilik düşünmüyor da olabilirsin. Çok patavatsız konuştum. Sussam iyi olacak."
Söyledikleri zaten hızla atan kalbimi daha da sıkıştırdı. Bir an da öpüp, aklımı başımdan aldığı yetmiyormuş gibi şimdi de evlilik hayalleri kuruyordu. Ve yine tüm bunların ortasında benim ne düşündüğümü önemsiyordu. Onu sevmemek için bir nedenim yok. Fakat sevmek için birçok nedenim var.
"Sene sonunda bu söylediklerini sana hatırlatırım bak."
Avuç içlerini pencere pervazına yaslayıp öne doğru eğildi. Bu arada yüzüne yerleşen sıkıntılı ifadenin de sözlerimle bulut gibi dağıldığını fark ettim. Göz kırpıp "Unutursam hatırlatırsın, güzelim. Ama unutmayacağım," diyerek rahatlamış ifadesini sözleriyle süsledi.
Soğuk havayı, belli etmemeye çalışarak derince soludum. Yetmedi tekrar ve tekrar bunu yaptım. Güzelim... Kendimi gerçekten güzel hissetmem çok mu abes kaçar? Bazen her şeyin rüya olmasından ve tüm bunların elimde patlamasından ölesiye korkuyorum. Çünkü tüm bunlar bana gerçek olamayacak kadar güzel geliyor. Ona bakıyorum, o kadar güzel bir adam ki... Kendime bakıyorum... Güzelim diyor, acı tarafı ben bu söze çok az inanabiliyorum. Oysa Tarık yalan söylemez. Güzelim diyorsa öyleyimdir, onun güzeliyimdir... İçimdeki bu çirkin ses sussun, diye sessizce dua edip, gözümün önüne düşen saç tutamını kulağımın arkasına ittim.
"E hani hediyem?"
Kıkırdayıp gökyüzüne baktı.
"Daha sohbet ederiz diye düşünmüştüm," derken tekrar yüzüme baktı.
"Hediyemi ver, yine sohbet ederiz kiii," deyip şirin olduğunu düşündüğüm bir sırıtışla sırıttım.
İç çekip, yoğun bakışlarla öylece baktı. Bunca zaman bu bakışları fark edememiş olmam onun ustalığı mı, benim aptallığım mı?
"Bekle," dedi, bakışlarını kaçırırken. Saniyeler sonra ip ve sepetle geri döndü. Bu kez ipi ikinci atışında anca yakalayabildim. Heyecanla sepeti takışını, sepet ağır gelip ortada kalınca, korkuyla peteğin üstüne çıkıp ipi kaldırışını seyrettim. Çok geçmeden sepet pencereme ulaşınca, Tarık’ta indi. Rahat bir soluk alıp sepete odaklandım.
En üstte bordo bir atkı vardı. Hevesle çıkarıp boynuma doladım.
"Nasıl oldu?"
Bakışları şefkatle yüzümde dolaşıyordu.
"Bordo sana çok yakışıyor."
Dudak büktüm,
"Hani beyaz daha çok yakışıyordu?"
"Beyaz da sana çok yakışıyor."
Kaşlarım çatıldı, "Dalga mı geçiyorsun benimle?"
Kollarını göğsünde bağlayıp, pencereden destek aldıktan sonra sessizce mırıldandı.
"Tüm renklerin ortasında ışık gibi parlayacağını o kadar iyi biliyorum ki... Bu yüzden tüm renkler sana çok yakışıyor, Lale."
Ne diyeceğimi bilemeyerek birkaç kez gözlerime kırptım. Konuşmak adına dudaklarımı aralayıp durdum. Bu çaresiz halim gözünden kaçmamış olsa gerek ki, güldü: "Hadi, hediyelerine bak."
Derin bir nefes alıp, kafamı tekrar sepete gömdüm. Sepete ağırlık yapan hediye oradaydı işte. Kocaman bir küre... İki çocuk. Biri erkek diğer kız. Sırt sırta vermişler yıldızları seyrediyorlar. Elime alıp ters çevirdiğimde yıldızlar çoğaldı, anılar gözlerimin ardında uçuşmaya devam etti.
Küreyi kenara koyup sürpriz yumurtalara baktım. Bu kez fazlalardı. Sayabildiğim sekiz taneydi. Sepeti dolduran bir başka şey ise uzun bir led lambaydı. Rengarenk gözüküyordu.
"Bulutlu ve karanlık hayatına güneş açtırmak ve kainatın bin bir rengiyle o hayatını süslemek istiyorum."
Şimdi tüm bunların rüya olmasından neden korktuğumu daha iyi anlıyor musunuz? Her şey o kadar mükemmel, o kadar gerçek dışı ki... Bu kusursuz dünyanın içinde kocaman bir kusur olarak varlığımı kabullenemiyorum. Hayatım, Tarık’ı sevmekle geçti. Fakat ben Pamuk Prenses değilim. Bir öpücükle ayaklanabilenecek hastalığım yok benim. Benim ki daha içsel. Ruhum yaralı. Korkuyorum, bu yarayla Tarık’ı kanatmaktan. Uzaktan sevmek kolaydı. Her gece saçlarını okşar, yanağını öper, rüyalarıma gelmesi için dua eder uyurdum. Fakat şimdi rüyalar gerçek oldu ve ben bu gerçeğin ortasında onun canının yanmasına dayanabilecek kadar kuvvetli değilim. İç savaşımla onu mahvetmekten daima korkacağım. Her söylediği cümle aşağılık duygumu daha da tetikleyecek ve günün sonunda kendimi bir böcekmişçesine hor göreceğim. Evet, ruhum hasta. Oysa o, bu hastalıklı ruhu iyi edeceğini söylüyor. Peki ama onun ruhu ne olacak?
"Karanlığının yerini göstermezsen nereye ışık tutacağımı bilemem, Lale."
Şaşkın bir şekilde yüzüne baktım. O ise anlayışla bakıyordu gözlerime.
"Seni o kadar iyi tanıyorum ki, tek bakışın yetiyor içini okumama. O yüzden kendi başına boğuşmak yerine söyle de beraber boğuşalım."
Ağlama hissiyle doldum. Belki de uzun zaman sonra hüngür hüngür ağlamak istedim. O kadar iyiydi ki... Şefkati bile beni ağlatmaya yetiyordu.
"Özür dilerim. Böyle bir anı bozmak istemezdim."
"Özür dileme," dedi hemen. "Kozasından yeni çıkmış kelebek kadar savunmasız ve yabancısın, dünyaya. Biliyorum ve anlıyorum bu halini. Ama lütfen bana karşı bunun için duvar örme. Eskiden olduğu gibi hâlâ problemlerinin ilk durağı ben olayım."
Kendime karşı bu kadar acımasız olmamayı, henüz menopoza girmiş bir kadın gibi git gelli duygular yaşamamayı diledim. Bir an çok iyi hissederken bir an tarumar olmuş gibi davranmam benden çok onu üzecekti. Bir bebek gibi sürekli ağlayacağım ve o da beni susturmanın yollarını mı arayacak? Hayır. Ben, bu kadar şımarık ruhlu biri değilim.
"Psikoloğa gitmek istiyorum."
Bunu o kadar ani, o kadar hızlı söylemiştim ki anlayıp anlamadığını bile bilmiyordum. Fakat yüzündeki düşünceli ifade anladığına delildi.
Çok geçmeden "Elbette. Araştıraca-"
"Ben araştırdım."
Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Evet, bu araştırmayı hangi aralıkta ne kadar hızlı yaptığımı bilmiyorum. Ama Tarık’la olan yakınlaşmamızın üzerinden çok geçmeden, bu çetrefilli halimin farkına varıp, çok önceden annemi reddettiğim bu konu da kendim bir adım atmak istemiştim. Annemi reddetmemin sebebi maddi durumumuzdu. Seans başına o kadar parayı verecek gücümüz yoktu. Fakat araştırdığım Danışman hem bizim mahalle de yeni açacaktı Danışmanlığını hem de mahallenin çocuğu olduğu için mahalleliye seansları daha uygundu. Eğer herhangi bir değişiklik yaşanmadıysa.
"Bizim mahalleden Murat, kendi Danışmanlık ofisini açtı dün. Daha öncesinde bakmıştım. Tanıdık olması belki beni zorlar ama tamamen yabancı birine de gitmek istemiyorum. Hem uygun-"
Hızla sözümü kesti: "Uygun olup olmaması önemli değil. Eğer daha iyisi olsun istiyorsan daha iyisine gidelim."
Anlayışla başımı salladım.
"Her daim yanımda maddi ve manevi gücünle duracağını biliyorum. Ama şimdilik gerek yok."
"Pekiii," dedi 'i' leri uzatarak.
"Üşüdün mü?" diye de hemen devam etti. Üşümüştüm. Hatta fazlasıyla. Fakat ne yağan karın muhteşem manzarasını terk etmek istiyordum, ne de o karın ortasında parlayan yüzünü seyretmeyi bırakmak...
"Belki."
Gülümsedi.
"Sen üşüdün mü peki?"
"Belki."
Gülümsedim.
"Hasta olmayalım o zaman. Yarın görüşürüz diyelim mi?" İstemeyerek başımı salladım. Hediyeler için tekrar ve tekrar teşekkür ettim. Camları kapattık, perdeleri çekmedik. Bir süre camlar ardında birbirimizi seyrettik. Karanlık hissediyordum. Her zaman yüzüne bakarken yaşadığım aydınlık yerini kocaman bir karanlığa bırakmıştı. Hayır, bunun bizimle alakası yoktu. Bu, çok daha büyük çok daha korkutucu olandı.
🐸
Sabah şişmiş gözlerle ve salya akıtılmış soğuk bir yastıkla uyandım. Odam, buz gibiydi. Acilen kalkmalı ve kombiyi yakmalıydım. Fakat bunun için hiç ama hiç enerji taşımıyordum. Soğuk olmasına rağmen diğer tarafıma dönmek, gece yağan karın çatı da bıraktığı birikintiyi izlemek istiyordum. Belki de karın beyazlığıyla içimdeki buhranı aydınlatmak geçiyordu içimden. Bilmiyordum.
Derin bir nefes aldım. Yastıkta atan şah damarımı hissedebiliyordum. Sanki zaman daha yavaş aynı zamanda nabzım kadar da hızlıydı. Biraz zorlasam beynimin, salondaki yelkovanın, alelade bir hamam böceğinin ayaklarının sesini duyacak gibiydim. Bu sessizlik ve aynı zamanda kulakları sağır eden seslilik, canıma okuyacak gibiydi. Kısa bir an bu kaosun içinde kaybolup kafayı yiyeceğimi düşündüm. Bundan kaçmak için yaptığım ise sert bir şekilde yorganımı üzerimden atmak oldu.
Komodinimin üzerindeki telefonuma uzandım. Saati gördüğümde ilk şokumu yaşadım. On bir elli. İkinci şokum ise Tarık’tan gelen birçok mesaj ve aramaydı.
"Günaydın." 08:20
"Bugün uykucuyuz sanırım ha?" 10:15
"Hala mı uyanmadın?" 10:43
"Endişelenmeye başladım. İyi misin?" 11:02
"Biraz daha cevap gelmezse eve çıkacağım. Umarım uyuyorsundur ve hasta falan olmamışsındır." 11:47
3 Cevapsız arama da bildirimler arasındaydı. Cevap yazmak için sohbet kısmını açmıştım ki kapı zili çaldı.
Telaşla ilk önce kapıya mı koşsam yoksa aynaya mı, bilemediğimden birkaç kez ikisi arasında gidip geldim. En son zil tekrar çalınca kapıya yöneldim. Koridorda ilerlerken saçlarımı çekiştiriyor ve çok kabarmamış olmaları için dua ediyordum.
Kapıya geldiğimde elimi kola attım ve bir iki saniye sakin olmaya çalışıp öyle açtım. Ve kapıyı açar açmaz tüm çabalarım elimde patladı.
Siyah bol kot pantolonu, koyu kahverengi polo yaka kazağı, siyah şişme montu ve parıl parıl parlayan yeşil gözleriyle ne kadar mükemmel durduğunun farkında mıydı acaba?
Kendime bakmak bile istemedim. Çünkü sokak kedisiyle cins kedi karşılaştırması kadar acı bir tabloydu bu.
"Gü-günaydın," dedim, gülümsemeye çalışarak.
Berbat hissediyorum.
BERBAT.
"Günaydın," dedi, aynı sevecen tavırla.
"Beni içeri almaya niyetin yoksa gideyim ben."
Mahcubiyetle kenara çekilip geçmesi için yer açtım. Siyah botlarını çıkarıp içeri girdi.
Montunu asıp, terlik verdikten sonra beraber salona geçtik. Elimi kolumu koyacak yer bulamasam da oturmayı başarabilmiştim. Fakat sakin kalmak konusunda aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Bacağımı sallamamak için zor tutuyordum kendimi. Dün, camdan cama konuşmak çok kolaydı. Şimdi ise yan yanayken ve yalnızken her şey çok daha zordu. Aklımda türlü şeytanlar dolaşıyordu. En kurnazı ise kendime hakim olamayıp onu öpeceğim korkusunu veriyordu bana. Hayır canım, panter gibi adamın üzerine mi atılacağım? Kudurmuş gibi soyun falan mı diyeceğim? Ruhum ne zamandan beri bu kadar arsız oldu da sapıkça düşüncelerden kurtulamıyorum.
İlk emir, dudaklarına bakma Lale!
"Uyuyor muydun?"
Belli belirsiz başımı salladım.
"Tipimden belli oluyordur."
Güldü. Daha çok utandım.
"Çok tatlı gözüküyorsun, anlayamadım."
Şimdi öpebilir miyim?
İkinci emir, öpmekle ilgili düşünceleri uzaklaştır Lale!
"Teşekkür ederim." Bir Yeşil Çam yıldızı kadar mest edici tonda söyleyeceğimi umuyordum ama sesim çatallı çıkmıştı. Yeni yıl bana bir tarafıyla gülüyor olabilir mi?
"Kombiyi yakmayı unuttum. Yakıp geleyim hemen. Sonra da kahvaltı yapalım."
Ayaklanmışken durdurdu beni.
"Ben kahvaltı yaptım. Sana da fırından simit poğaça alalım, olur mu? Geç kalıyoruz da."
Aklımdaki soruyu hemen dile getirdim: "Nereye?"
"Danışman'a."
Kaşlarım havalanırken konuşmaya devam etti.
"Gece senden sonra duramadım. Gerek yok dedin biliyorum ama yine de biraz araştırdım. Yılbaşı tatili vermiyormuş. Yeni olduğu için de randevularının çoğu boştu. Ben de saat bir için randevu ayarladım."
🐸
Bir çok teşekkürün ardından, ben halledecektim adlı da birkaç cümle kurdum ve sonunda hazırlanıp evden çıktık. Ve bu an hepsinden daha utanç doluydu. Daha dün tüm bu insanlar beni Prenses olarak görmüştü. Üstünden zaman geçtikçe yaptığım çılgınlık gözümde daha da büyüyor ve yaşadığım kaygıyı daha da artırıyordu. Sanıyordum ki o tiyatro bir kırılmaydı. Ama değilmiş. Şimdi herkesin gözü benim üzerimdeymiş gibi hissediyordum ve bu durum da eve kaçma isteğimi kat be kat artırıyordu. Bu yüzden Danışmanlığın önüne geldiğimizde rahat bir nefes alıp hızla içeri girmiştim.
Tam randevu saatine geldiğimiz için sekreter beni hemen içeri almıştı. Ne kadar süreceğini bilmediğimden Tarık’a git desem de beni dinlememişti.
İçeri girdiğimde Murat'la gözlerimiz buluştu. Gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Pekala, yapabilirim. Yapabilirim. Yapamayacağım!
Geriye doğru minik bir adım atmıştım ki Murat, eliyle boş koltuğu gösterdi. Ne derse yapacak kadar uysal, bir şey sorsa ağlayacak kadar duygusal hissediyordum.
Gergin geçen birkaç saniyenin ardından "Dünkü tiyatro çok güzeldi, tebrik ederim," dedi, yumuşak bir sesle. O an ilk defa uzun uzadıya onunla göz teması kurmuş ve gülümsemeye çalışmıştım.
"Orada mıydın?"
Başını salladı.
"Beğenmene sevindim."
Eli, masa telefonuna uzanırken "Bir şey içmek ister misin? Sohbete öyle devam edelim."
İçmeli miydim? Belki beni terletecek sorular soracaktı ve dilim damağım kuruyacaktı.
"Çay alırım."
Telefonu kulağına götürüp, bir tuşa bastıktan sonra dışarıdan telefon sesi geldi ve kısa zamanda kesildi.
Murat, "İki çay, Beyza," deyip telefonu kapattı.
Elleri bir psikolog edasıyla masanın üzerinde kenetlendi. Daha çok gerildim.
"Ee, neler yapıyorsun?"
Kesik bir nefes aldım. Neler yaptığımla gerçekten ilgileniyor muydu yoksa öylesine mi sormuştu. Bu ikili çekişmeye daha fazla dayanamayacaktım.
"Babam bizi terk ettikten sonra akran zorbalığına uğradım ve gün geçtikçe içime kapandım. Dünden sonra sosyal fobim tavan yaptı ve şu an buradan kaçıp gitmemek için savaşıyorum."
Kaçamak bir bakışla ona baktığımda, şaşkınlığını yakalamıştım. Ama bu o kadar kısa bir andı ki, hayal gördüğümü düşündüm.
Bu andan sonrası ise tam bir kırılmaydı. Saat bir de girdiğim odadan saat tam üçte çıktım. İki saat boyunca aralıksız konuşmuş, altı bardak çay içmiş ve inanılır gibi değil ama rahatlamıştım.
Tarık’la göz göze geldiğimizde endişeyle bana bakıyordu.
"Çıkmayınca endişelendim. Nasıl geçti?"
Gerçek bir gülümseme yerleşti dudaklarıma, "Tahmin ettiğimden çok daha iyi. İşinin hakkını veriyor. Bu kadar çabuk etki edeceğini hiç düşünmemiştim."
Aynı gülümseme ona da geçti.
"Çok sevindim."
"Diğer seans için randevu oluşturmamı istedi."
Tarık, başını sallayıp sekreter Beyza'ya yöneldi. Haftaya tekrar randevu oluşturdu. Bu seansın ücretini de ödeyişini uzaktan uzağa izledim. Anneme bu konuyu açsam iyi olacaktı.
Sokağa geldiğimizde Tarık, mecburen fırına geçti. Ben de daha iyi halimle eve çıktım. Saat üç buçuktu. Annemle abimin gelmesine henüz vardı. Eve çıkıp kombiyi yakmayı, sıcak bir duş almayı ve Murat'ın dediği gibi olumlu düşünmeyi kendime not ettim.
Eve çıkalı henüz iki dakika bile olmamışken kapı çaldı. Tarık’ın geldiğini düşündüm ama bir anlam veremedim. Zira yeni ayrılmıştık. Komşular diyecek oldum ama annem yokken pek kapıyı çalmazlardı. En sağlıklı ihtimal abimdi. Harun Korkmaz'ın şebek suratını görürüm umuduyla kapı kolunu indirdim.
Ve hayat, hiç ummadığınız an da hiç ummadığınız yerde tokat atmasıyla meşhurdur. Bazen yükselirsiniz bazen alçalırsınız. Fakat hayat tekmeyi yükseğe çıkmaya başladığınızda atar.
Ben, Lale Korkmaz. Bugün, kendim için bir şey yapmış ve tüm korkularımdan kurtulmak için bir basamak yukarı çıkmıştım. Ben, Lale Korkmaz. Bugün, ilk defa babamın enkazını kaldırmaya çabalamıştım. Ve ben, Lale Korkmaz. Yıllar önce bizi yerle bir eden adam yüzünden bugün, tekrar yerle bir olduğumu hissediyordum.
İçimdeki karanlığın vücut bulduğu an, bu an. Senelerce bu sureti unutmak için Allah'a dua etmiş, kinimi unutmamak için yine yüzünü unutmamayı dilemiştim. Bazen kabus olur sıkardı boğazımı, bazen cellat olur sarılırdı sadece. Yıllarım heba oldu. Ben, heba oldum. Şimdi her şey düzelecek dediğim nokta da...
Hiç unutamadığım o kahverengi gözleri, kırlaşsa da aynı gür saçları... Cemal Korkmaz. Yıllarımın katili. Babam olduğu için geceler boyu lanet ettiğim adam.
Her Anka küllerinden doğamıyor işte. Ben de yanıp kül olmuş bir Anka'yım. Daha ilk çabam da koca bir kasırga savurdu küllerimi. Aynı kasırga, senin bir hayatın yok, senin bir aşkın yok, senin bir varlığın yok diye bağırıyordu bana. Bir enkaz olduğumu defalarca hatırlatıyordu.
Kasırga. Cemal Korkmaz.
Ve içimdeki karanlık büyüdü.
Vücut buldu.
Adı, Cemal Korkmaz oldu.
Sıfatı, babam.
-
herkese kocaman bir olaaa!
huuhhh diye bitirdiğim bir bölüm oldu. yavaş yavaş kitabın sonuna geldiğimizi hissediyorum. sevmediğim bir şey varsa o da hikayeyi eğip bükmek. hatta bir ara baba faktörünü sokmamayı bile düşündüm. fakat yüzleşmenin birçok tedaviden daha etkili olacağını düşündüğüm için hikayeye dahil ettim. yani kısacası üçgen beşgen oluşturmaya, klişe satırlar yazmaya çok gönlüm yok. tatlı başladık tatlı bitelim istiyorum
BURAYA BÖLÜM YORUMUNUZU
BURAYA GÖNLÜNÜZDEN GEÇENLERİ
BURAYA DA ÖYLESİNE BİR ŞEYLERİ YAZABİLİRSİNİZZZ
sevgiyle...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.96k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |