
Bölüm 26:
"Geçmiş Yaralara Atılan Dikişler"
Bölüm Müziği: Sleeping At Last - Saturn
🐸🐸🐸
Küçük bir çocukken, babamın ekmek almaya gittiğini ya da şehir dışında çalıştığını, acımasızca olsa da bizsiz tatile gittiğini düşünür bu listeyi uzatabildiğim kadar uzatırdım. Çünkü aklımın hiçbir köşesinde bir babanın ailesini bırakıp gitmesini kabullenemiyordum. Bir şey olmalıydı, bir sebep...
Zaman geçti. Liste kısaldı. Bir sebep olduğu tartışılır belki ama elimde bir sebep kaldı: Babam, mutlu değildi. Evet. Biz her akşam onun gelişini dört göz beklerken, o aynı heyecanla eve gelmiyor ve bizim onu sevdiğimiz kadar bizi sevmiyordu. Bundan sonra babamı beklememeye başladım. Daha kötüsünü yaptım. Eğer bir gün onunla herhangi bir yerde karşılaşırsam ne yaparım diye çeşitli senaryolar kurdum. Birinde hiç susmadan konuşuyor, bir diğerinde sessizce yanından geçip gidiyor, birinde de yakalarından tutup -neden- diye bağırıyordum. Yine liste uzundu. Ve yine zaman gelip çattı. Karşımda gördüğümde kurduğum tüm senaryolar elimde patlamıştı. En son Fırat'la yemeğe çıkmak zorunda kaldığımda bu kadar çaresiz hissetmiştim ama on da bile kilitlenmemiş, sonuna kadar devam ettirebilmiştim.
Acizliğim beni kahrediyordu. Daha kuvvetli durmalı ve en sert şekilde kapıyı suratına kapatmalıydım. Sonra dayanamayıp açmalı ve yüzüne, adi olduğunu vurgulayarak tükürmeliydim.
Esin'i düşündüm. Benden çaldığı bir hayat var mıydı? Buna evet demeyi ne kadar çok isterdim. Kalbim, hayır diye bağırıyordu. Yaşadığım bu hayatta Cemal diye birine yer yoktu. Evet, bizi terk etmemiş olsaydı her şey çok farklı olabilirdi. Fakat bizi terk ettiği bu hayatta, onunla olabilecek tüm ihtimaller de bizi terk etti. Bunun için ne Esin'e ne de bir başkasına kızabilirdim. O da onun kızıydı. Ve bunu tercih etmemişti.
"Ne düşünüyorsun?"
Dikkatle araba kullanan Tarık’a baktım. Bir eli sıkıca direksiyona kenetliydi. Diğer eliyle de arada vites değiştiriyor ve yola bakmaya devam ediyordu. Hastaneden çıktığımızdan beri bu ilk konuşmasıydı.
"Bilmem. Hayatımın karmaşıklığını sanırım."
Kısa bir an bana bakıp tekrar yola baktı.
"Yanında olduğumu biliyorsun değil mi?"
Gülümsedim. Kollarımı göğsümde bağlayıp, koltuğa iyice sokuldum.
"Doğduğumdan beri."
Akıp giden yollara, çeşit çeşit arabalara, insanların telaşına odaklandım. Ne kadar mutlu gözüküyorlardı. Bende mi böyle gözüküyordum?
"Neredeler şimdi?" diye sordum.
Arabada bir sessizlik oluştu. Tekrar ona döndüm. Dikiz aynasını kontrol edip, bana baktı.
"Sizin evdeler."
"Neden?"
"Gidecek yerleri yokmuş."
Sustum. Ne diyebilirdim ki? Yıllar önce çaresiz bıraktığı insanlara muhtaç kalmıştı demek.
"Murat'a gitmek istiyorum," dedim.
Bir şey söylemedi.
Başımı koltuğa yaslayıp, yüzünü izlemeye başladım. Tam bu saniyelerde tüm fırtınaların dindiğini, mutlu olduğumu ve hayatımda hiçbir sorun olmadığını hissettim. Yıllarca içimde büyüttüğüm aşkıma artık sahiptim. Canına yandığım kalbi benim için atıyor, belki de onu sevdiğim kadar beni seviyordu. Hayatta bundan daha büyük bir mucize yoktu.
"Gece boyu ben de seni böyle izledim," dedi, tatlı bir sesle. Yeşil gözlerini bana çevirdiğinde, kalbimin delice attığını hissediyordum.
"Beni sevdiğini ne zaman fark ettin?"
Büyükçe bir kahkaha atıp önüne döndü. Bu saniyelerde zaman kazanmak adına radyoyu açtı. Arka fonda sessizce müzik çalarken, o hâlâ gülüyordu.
"Neden gülüyorsun?"
Gülüşü sessiz bir hal alırken "Sinirden," dedi. Bu sefer ben güldüm. "O niye?"
"O o*... Pardon pardon. O sevimli arkadaş, Fırat seni yemeğe çıkardığında ve seni o elbiseyle..." Durdu. Tekrar bana baktı. "Çok güzel olmuştun," diye ekleyip önüne döndü. -Yaaa şapşal!- dememek için kendimi sıkıp onu dinlemeye devam ettim.
"İşte sizi öyle görünce kan beynime sıçradı. Eve gittim yine aynı. Delirecek gibi oluyordum. Hayatımda hiç o kadar küfür ettiğimi hatırlamıyorum. Sonra dank etti tabi. Bu kadar öfkelenmem normal değildi. Öyle öyle kalbimde ne büyük bir yerin olduğunun farkına vardım."
Yüzüme sersem bir gülümseme yayıldı. Dünyada Tarık tarafından sevilmek dışında daha mutlu edici bir şey olmadığını düşünüyordum.
"Bu kadar kıskandığını bilseydim bir daha yemek yerdim."
Elbette yemezdim. Hayatımın en zehir günlerinden biriydi. Ve elimde olsa, o günü hafızamdan silerdim.
"Bak seeeen! Ayrıca dur bir dakika. Sen o şerefsizle neden yemeğe çıktın?"
Bu kez zaman kazanma sırası bendeydi. Sorusuna cevap veremezdim. Verirsem eğer yine aynı günler yaşanır ve belki de buz kez onu uzun süreliğine kaybedebilirdim.
"Aaa, bak şurada Ekleristan var. Pespembe. Bir gün oraya gidelim mi?"
Yan dönüp, sorgulayan bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Neden cevap vermiyorsun?"
Müziğin sesini açtım. Ardımdan hemen kıstı.
"Verecek bir cevabım yok." Gözlerimi kaçırıp etrafı seyretmeye çalışsam da, üzerimdeki baskı buna engel oluyordu.
"Randevu gibi bir şey miydi? Buna asla ihtimal vermedim ama..."
"Değildi."
"Ne o zaman?"
Sıkıntıyla direksiyonu sıkışını seyrettim.
"Önemli bir şey değildi. Merak ettiğin ona karşı hislerimin olmasıysa, senden başka hiç kimseyi sevmediğimi bilmeni istiyorum."
Olumsuz anlamda başını salladı.
"Merak ettiğim bu değil. O heriften hoşlanmış olma ihtimalin beni boğsa da, daha kötüsü olan ihtimal buna mecbur kalmış olman. İşte o zaman değil boğulmak, nefes alamıyorum."
Sessizleştim. Üzerimdeki hırkanın fermuarını bir yukarı bir aşağı sürerken, solgun sesiyle tekrar konuştu.
"Mecbur kaldın, değil mi? Ama anlamıyorum, o elbiseyi giymek zorunda kalacak kadar hele de o herifle yemeğe çıkacak kadar neyle tehdit edildin? Sırf bunun için bile onu mahvetmek istiyorum."
Arabanın hızı artmıştı. Öfkeliydi. Yine de susmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Konuşmam, her şeyi daha kötü bir hale getirebilirdi.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
"Geçip gitmiş zaman. Ben unuttum, sen de unut."
"Seninle ilgili olan hiçbir şeyi unutamam ben."
Üzerime çöken halsizliğe kapılmamaya çalışarak, ayakkabılarımı çıkarıp dizlerimi göğsüme çektim.
"Bir gün kayağa gidelim mi? Belki Uludağ'a, ne dersin?"
Huysuz bir oflama çıktı ağzından. Boşta kalan eliyle saçlarını karıştırıp, an sonra da kazağının yakasını çekiştirdi.
"Öfke problemin var, farkında mısın?"
Belli belirsiz başını salladı. "Öfke problemim yok, Lale. Yalnızca sana zaafım var. Senin canını yakan her şeyin, herkesin canını yakmak istemem öfke problemim olduğu anlamına gelmez. Seni çok sevdiğim anlamına gelir."
Dün gece rüyamda da beni sevdiğini söylediğini söylediğini görmüştüm sanırım. O zaman da böyle nefesim kesilmiş, rüyamda bile ne yapacağımı bilememiştim. Kalbimde yaşanan kasırgayı anlatacak kelime bulamıyordum. Sanki kocaman bir dev, kalbimi eline alıp sıkıp sıkıp bırakıyordu. Kanım damarlarımda kaynıyor, acımasızca tenimi yakıyordu. Midem bedenime zulüm gibi kasılıp gevşiyor, komik gelecek ama heyecandan tuvaletim bile geliyordu.
"Tüm öfkeleri bir kenara atıp birbirimizi sevmeye devam etsek olmaz mı? Hayatım yeterince kavgadan ibaret, biraz olsun huzuru yaşamak istiyorum."
Şefkatle baktı yüzüme. Sonra anlayışla gülümsedi.
"En azından sebebini bileyim. Söz veriyorum, hiçbir şey yapmayacağım."
Yutkundum. Bilmesi, aklındaki soru işaretlerine cevap olacaktı. Sözüne her ne kadar güvensem de, bir başka kıvılcım da tüm bunları Can'a ve Fırat'a ödeteceğini çok iyi biliyordum. Yine de aramızda herhangi bir sır kalmaması için tane tane anlatmaya başladım.
"Can beni seninle tehdit etti, karşılığında da Fırat'la yemeğe çıkmamı söyledi."
Ağzının içinde birkaç küfür edip "O yüzden şikayetini çekti o ibne, değil mi?"
Başımı salladım.
"Ah be güzelim!"
Viteste duran elini bana uzattı. Hiç düşünmeden elimi eline bıraktım. Bu saniyelerde yaşadığım heyecanı tekrar detaylıca anlatmayı gerekli bulmuyorum.
Geri kalan yol boyunca bir daha konuşmadık. El ele, göz göze yolumuzu tamamladık. Murat'a geldiğimizde, randevu günüme henüz var olmasına rağmen beni kabul etti. İki de çay söyledi.
"Nasılsın Lale?"
Gözlerine bakamıyordum. Mahalledeki diğer herkes gibi o da olanları öğrenmiş olmalıydı. Gözlerinde rastlayacağım herhangi bir acıma emaresi, yüzüme tokat indirmiş gibi olacağından bundan kaçıyordum.
"İyiyim," dedim kısaca.
Ellerini masanın üzerinde birleştirdiğini görüyor, sabırlıca beni beklemesini içten içe takdir ediyordum.
"Son yaşananlar hakkında ne hissediyorsun?"
O an gözlerine baktım. Kahverengi gözleri anlayışla kısılmış, abartı olmayan bir gülümsemeyle bana bakıyordu. İçime yerleşen rahatlığı ifade edecek kelime bulamıyordum. Bu an da sanki dilimin bağı da çözüldü.
"Boş. Belki rahatlamış. Kızgın ve kırgın değilim. Yalnızca gelip düzenimizi bozduğu için kızgınım. Onun haricinde ona karşı içimde hiçbir his barınmıyor."
Gülümsemesi genişledi.
"Bu çok güzel. Peki ona söylemek istediğin bir şeyler var mı?"
Bu soruyu yol boyunca defalarca kendime sormuş ve net bir cevap almıştım.
"Hayır. Affetmek isteyen insanlar yüzleşmek ister. Ben babamı affetmek istemiyorum. Onun ipe sapa gelmez bahaneleri geçmiş öfkemi harlasın istemiyorum. Yıllardır yaptığım gibi onu ölmüş kabul etmek beni daha iyi hissettiriyor."
Çayımdan kısa bir yudum aldım.
"Ondan kaçarken ne hissediyordun?"
Bunu da düşünmüştüm.
"Öldü bildiğin biri karşına dikildiğinde nasıl dumura uğrarsan öyle dumura uğradım. O an ki şaşkınlıkla kaçıp gitmenin en doğru seçenek olduğunu düşündüm."
"Bu gayet doğal karşılanabilir."
Onunla konuştukça rahatlayan içim beni daha güçlü hissettiriyordu. Bu yüzden rahatlamış ve koltuğa iyice yaslanmıştım.
Bu şekilde konuşmamız bir süre daha devam etti. Çıkmadan önce: "Çok güçlü bir karakterin var. Tüm bunlarla başa çıkabileceğini görüyorum. Yalnızca kendini daha çok sev, sevdiklerine sarıl."
Teşekkür edip, odadan çıktım. Beyza, minik bir gülümseme bahşedince ben de ona gülümsedim. Gözlerim Tarık’ı ararken "Dışarı çıktı," dedi, Beyza.
Ona da teşekkür edip Danışmanlık'tan çıktım. Tarık, karşı kaldırımda arabasına yaslanmış bekliyordu. Murat'ın sözleri kafamın içinde yankı yankı dolaşıyordu. Yıllardır mantıkla düşünen yanım sessizce bir kenara çekildi. Hızlı birkaç adımda karşıya geçtim. Bu esnada geldiğimi görüp, bana döndü.
Düşünmedim. Aklımda yalnızca dün gece başımı koyduğum göğsüne sığınmak vardı. Hızlı birkaç adımda yanına varıp, kollarımı boynuna doladım. Boynundan burnuma dolan traş losyonu ve kendine has kokusu iyice ona sokulmama neden oldu. Küçük bir buse kondurmanın kime zararı dokunurdu ki? Şah damarının şiddetle attığı o yere usulca dudaklarımı bastırdım. Kokusunu doyasıya içime çektim. İşte şimdi yenilmez hissediyordum.
"Aklımı başımdan almaya çabalıyorsan eğer başarılı oldun."
Kolları belimi daha sıkı sardı. Aynı onu öptüğüm yerden beni öptü. Yüreğimde sayısız at şaha kalktı. Ona bu kadar yakın olmak, ateşe dokunmaktan farksızdı. Her ne kadar saatlerce öyle durmayı istesem de bunu daha fazla devam ettiremeyeceğimizi bildiğim için yavaşça geri çekildim.
Yüz yüze geldik. Yeşil gözlerindeki hareler büyümüş, neredeyse yeşillerini yutacak noktaya gelmişti. Yüzü aydınlıktı.
"Tüm bunları neye borçluyum?"
Kaşlarım çatılırken, acıtmayacak şekilde göğsünü sıktım. "Sana sarılmak için borca harca mı ihtiyacım var?"
Güldü. "Yooo, tapulu malınım. İstersen yatağına yatar," Gözlerim kocaman olurken, boynuma doğru hızla bir öpücük daha kondurup devam etti "sonsuza kadar sana sarılır," bir öpücük daha "öylece kalabilirim." Ve son bir öpücük.
Gıdıklanıyormuş gibi yapıp, başımı omzuma doğru büktüm. Montunun iki ucunu tutup çekiştirirken "Romantik misin acaba sen?"
Ellerimi tuttu. "İnsan aşık olunca her şey oluveriyor."
Birbirimize sokulmuş öylece aşkla bakışırıken, uzun zamandır duymadığım o sesi duydum.
"İki kardeş, ne samimisiniz öyle."
Gonca'nın iğneleyen sözleri sonrasında kendini de gördüm. Yakınlığımıza kıskanç gözlerle bakıyor ve aynı zamanda da sorguluyordu.
Tarık, ellerimizi ayırıp, beni sağ yanına çektikten sonra elini belime sıkıca doladı. Gonca'nın bu andan sonra bakışları daha karanlık bir hal aldı.
"Sana da selam, Gonca," dedi, güzel sevdiğim.
"Harun’un bu samimi hallerinizden haberi var mı?" Bal rengi saçlarını yüzünden özenle çekip, etkili olduğunu düşündüğünü bakışlarını Tarık’a dikti. İçimde yeşeren kıskançlığı bastıramıyordum.
"Bu seni ne kadar ilgilenirir?" Gonca, Tarık’ın lafına içerleyip hızlı hızlı başını sallarken bana baktı. Aşağılayıcı bakışlarını umursamamaya çalıştım. "Baban dönmüş. Çok mutlusun sanırım. Burada el ele göz göze kıkırdadığınıza göre."
"Bu da seni pek ilgilendirmiyor gibi, Gonca."
Burnundan hızla soluduğunu, Tarık’ın belimdeki eline bakıp dolan gözlerini saklamaya çalışmasını boş gözlerle seyrettim. Daha fazla bu görüntüye dayanamamış olsa gerek ki, hışımla yanımızdan geçip gitti.
"Sarı saçlarını yolup eline vermek istiyorum. Sana nasıl baktığını gördün mü?"
Belimdeki elinden kuvvet alarak hızla beni kendine çevirdi. "Nasıl bakmış?" Göz devirmeme mani olamadım. "Soruyor musun bir de?" Yüzündeki keyifli hali görünce moralim bozuldu. "Basbayağı seviyor bu kız seni." Şaşırmış gibi yapıp dudaklarını araladı. "Öyle mi?" Öfkeyle soluyup, koluna vurdum. "Hoşuna mı gidiyor?" Hızla başını salladı. Kızgınlıkla kollarının arasından çıkmaya çalışırken tekrar konuştu "Kıskanman çok hoşuma gidiyor."
Zorla da olsa kollarından kurtulup, bir adım öte de saçlarımı savurdum "Neyini kıskanacakmışım. Hiçte bile kıskanmadım." Gülüşünü saklayamadı. Aldığı keyif beni de keyiflendirmiş, gülmeme sebep olmuştu. Öylece, sokak ortasında birbirimize bakarak gülerken, hayatımda hiçbir sıkıntı yokmuş gibi hissettim. Sanki eve gideceğim ve yine camdan cama bakışacağız, heyecanla ona sokulacağım anı bekleyeceğim, iyi geceler mesajları atacağız... Oysa gerçekler bundan daha acıydı. Evimize konmuş bir baba, yetmez gibi bir de kardeşim vardı.
"Gidelim mi artık? Annemler merak etmiştir."
Beraber tekrar arabaya bindik ve sokağa gelene kadar konuşmadık. Bu süre zarfında korkulu heyecanıma mani olamadım. Bir şekilde onlarla yüz yüze gelecek ve konuşmak zorunda kalacaktım. Buna hazır mıydım, işte ondan emin değildim.
Tarık'ların evine çıktık. Önce şaşalı bir karşılama ve sulu öpücük radarından geçtim. Sonrasında çeşit çeşit yemeklerin olduğu bir sofraya oturtuldum. Herkes bir yandan tabağıma bir şeyler koymaya çalışıyordu. Oysa çoktan tıka basa doymuştum bile.
"Şundan da ye yavrum."
Annemin, tabağıma koyduğu ikinci karnı yarığa hüzünle baktım. Çok mükellef gözükmesine rağmen yiyecek yerim yoktu.
"Anne, gerçekten doydum."
Kaşlarını çatıp "Bak zaten Tarık koymadı gelelim, yoksa ben sana ne yemekler getirecektim. Aç kaldın hastanelerde."
"Aç kalmadım anne. Tarık... Yani Tarik abim bana kahvaltı ettirdi ondan sonra geldik zaten."
"Annen doğru söylüyor, Lalecim. Bak çok güçten düştün. Yemen lazım ki tekrar eski sağlığına kavuşasın."
Semiha teyzeye içli bir bakış atıp, yardım dilenir gibi Tarık'a baktım. Oysa hain sevgilimin bana yardım etmeye hiç niyeti yoktu. Aksine onlara yandaş olmuştu. Maşayla kaptığı üç beş sarmayı uzanarak tabağıma koydu. "Annemler çok haklılar. Çok yemen lazım."
Ondan umudumu kesip, sessizce oturan abime baktım. Tabağındakileri doğru dürüst yememişti. Üstelik sofrada ki gülüşmelere de hiçbir şekilde katılmıyordu.
"Biraz da abimi doyursanıza. Baksanıza yavrucağa, şimdiye kadar benim tabağımı bile yemiş olması gerekirdi."
Ona takılmama aldırmayıp, burun kıvırdı. Üzgün olması, özellikle o adam yüzünden üzgün olması her şeyden çok canımı yakıyordu. Tarık, bu durumu fark etmiş gibi abimin ensesine bir şaplak attı.
"Hayırdır lan, formunu mu koruyorsun?"
Tarık’ın eline vurup geri yaslandı. "Sorma hayatım, çok kilo aldım, beni beğenmezsin diye korktuğumdan yiyemiyorum."
Masada herkes kahkahalara boğulurken Tarık "Çok iyi düşünmüşsün. Ben öyle kilolu beğenmem seni."
"Haspam," deyip, tabağındaki iki sarmaya çatal batırıp ağzına attı. Gülümsemem genişledi. Tarık bana bakıp göz kırptı. İçimden defalarca teşekkür ettim.
"Meryem teyze, çocuklara diyorsun ama asıl sen hiçbir şey yemedin. Ve tabağını şu patates salatasından biraz koyayım."
Ömür abla, annemin tabağına uzansa da annem izin vermedi. "Yok Ömürcüm, ziyade olsun. Çok doydum ben."
Muzırlıkla hemen tabağına sarılıp Ömür ablaya uzattım. "Yok öyle Meryem hanım, Bizim tabakları doldurup kenara çekilmek."
Pes ederken omuzları çöktü. Yine de az da olsa gülümsediğini görebiliyordum.
Azar azar tabağımdakileri yemeye çalışırken, masadaki herkesin mutlu rolü yaptığını sezebiliyordum. Annem, onu öylece bırakan bir adam kendi emeğiyle aldığı evinde otururken bu kadar mutlu olmazdı. Keza abimde gülüşlerine tezat kan ağlıyordu. Çünkü en az benim kadar onun da çocukluğu yaralıydı. Yine de hiçbir zor anımızda bizi yalnız bırakmayan bu insanların desteğiyle ayakta durmaya çalışıyor ve yaşanan kaosu unutmaya çabalıyorduk.
"Yemeğimizi yiyelim de evimize gidelim artık," dedim. Bunları benden duymayı hiç kimse beklemediği için bir an şaşkınlıkla bakakaldılar.
"Ne? Annemin ter akıtarak aldığı evi, o adama ve kızına bırakacak değiliz. Kendilerine kalacak başka yer bulsunlar. Otellere kıran mı girmiş?"
Bu söylediklerimi hiçbiri akıl edememiş gibi birkaç saniye sessiz kaldılar. Sonrasında abim bir hevesle ayağa kalkıp "Tabi ya. Şimdi onları gidip geldikleri yere s*kt- Çok pardon Mümtaz amca. Yani geldikleri yere göndereceğim."
Abim, sonrasında hiçbirimizin dediklerini duymayıp koşarak evden çıktı. Biz de onun peşinden mecburen gittik. Çok geçmeden bizim evin kapısından hep beraber duruyorduk. Beklemeden kapıyı çaldı. Bu saniyelerde korkulu heyecan beni daha çok köşeye sıkıştırdı. Her ne kadar içimde birçok şeyi halletmiş olsam da tekrar onunla göz göze gelecek olmak beni sarsıyordu.
Kapı açıldı.
Nefesimi tuttum.
Yine aynı yüz aynı arsızlık. Hâlâ nasıl kalabiliyordu burada, aklım almıyordu.
Abim, bir eliyle onu kolayca kenara itip içeri girdi. Ardından hepimiz girdik.
Ona bakmıyor, göz göze gelmemeye çalışıyordum. Fakat sık sık onun bana baktığını hissediyordum.
Salona geçtik. Esin buradaydı. Bizi görünce diken üstünde oturduğu koltuktan hızla kalktı. Bana doğru geldiğini görünce yine yakıcı heyecanım sıkıştırdı.
"İyi misin? Ben tüm olanlar için çok özür dilerim."
Tarık önüme geçip bana yaklaşmasına izin vermedi. O da sessizce geri çekildi.
Babam olacak adam salona geldiğinde abim, "Hiç gelme. Kızını da al ve defolun evimden."
"Harun," dedi, hiç hatırlamak istemediğim ses.
"Konuşma. Yalnızca evimizden çıkıp gidin."
"Gidecek yerimiz yok, inan. Esin'in annesi... Yani eşim bizi terk etti. Bütün varlığımla birlikte. Evin tapusu da ondaydı, satmış. Yok oldu sanki. Tek kuruş param yok, ne yapsaydım?"
Göğsümde kaynayan kahkahayı tarif edecek kelime bulamıyorum. Ama o kadar şiddetle güldüm ki, gözlerimden yaş gelmişti. Herkes sessizce benim bu çılgın halimi seyretti. Ben ise gülmekten ayakta duracak takati bulamamış ve koltuğa kendimi bırakmıştım. Kahkaham solduğunda "Bizi terk ettiğin gibi terk mi edildin yani? İşte ben buna ilahi adalet derim."
Bundan sonrasında hiç konuşmadım. Sessiz bir seyirci gibi sadede onları izledim. Fakat tartışmaları bir türlü son bulmuyordu. En sonuna Esin, babasının yanına geçerek "Gidelim, buraya gelmemiz baştan yanlıştı zaten," dedi. Sonrasında Cemal, fazla ayak diretetemeden bu teklifi kabul etti. Yine de vicdanım rahat değildi. Esin'in yüzünde, benim yıllardır taşıdığım hüzün vardı. Beni babam onu da annesi terk etmişti. Bu hikayede suçlu olmayan birileri varda onlar da kesinlikle çocuklardı.
"Kızın kalsın, sen git," dedim bir an da. Abim itiraz edecek gibi oldu ama tekrar konuşmaya başladım. "Onun kızı olmak kendi tercihi değil. Tıpkı bizim gibi o da terk edilmiş. Yine de bizim sığınacak bir evimiz vardı, onun evi de yok. Bir süreliğine kalabilir."
Esin'in gözlerinin hızla dolduğunu, başını koparacak kadar eğdiğini görünce içim sızladı. Kesinlikle tüm bunları hak etmiyordu.
"Evet, lütfen. En azından kızım kalsın, ben başımın çaresine bakarım."
Kimse Cemal'i dinlemezken abim, eliyle yolu gösterdi. Cemal giderken iki aile ve Esin öylece kaldık salonda. Kimse ne konuşacağını bilmiyor, anın gerilimini sürdürüyorlardı.
"Ben... Teşekkür ederim ama burada kalamam."
Esin, babasının peşinden gidecekken annem kolundan tuttu.
"Allah yukarıda, seni görünce annen geliyor aklıma. Çocuklarımın yetim kalışı içimde hep yara. Tüm bunların sorumlusu da senin annen ve benim bir zamanlar kocam olan o adam. Yine de tüm bunların içinde sen suçlu değilsin. Şimdilik burada kal. Eğer o adam kalacak bir yer bulursa ve gitmek istersen gidersin."
Annemin merhametine gözlerim dolu dolu baktım. Esin bile bu şefkatten etkilenmiş, kollarını sıkıca anneme dolamıştı.
"Ben her şey için onlar adına özür dilerim. Çok özür dilerim."
Bu duygulu sahneyi izlemek gelmedi içimden. Esin'in özürleri benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Çünkü yaşadıklarımızın sorumlusu o değildi.
Tarık, yanıma geçip oturdu.
"Kızı evlatlık almış olabilirler mi? O iki deccal insandan bu kız nasıl çıktı?"
Gülmemek için dudağımı ısırıp, dizimle dizine vurdum. O ise bundan hiç etkilenmemiş gibi gülmeye devam etti. Abim bu halimizi görmüş, şüpheci gözlerini üzerimize dikmişti. Paytak adımlarla yanımıza gelip diğer yanıma da o oturdu.
"Gören de daha dün hipotermi geçirip hastanelere düşen bendim sanacak. Ne bu keyif?"
Ona yandan bir bakış atıp gülümsedim.
"Ağlamamı mı tercih ederdin?"
Kolunu omzuma atıp, başımı göğsüne çekti.
"Ağlarsan bir de ben ağlatırım. Bu şerefsiz için değmez."
"Ne hissediyorsun?"
Sakin kalp atışlarını dinledim.
"Hiçbir şey. Ama aslında çok şey. Yumruk atınca rahatladım sanırım." Güldü. Keyiften uzak bir gülüştü. "Gelmesi iyi oldu ama. Sersefil bir hayat yaşadığını öğrenmiş olduk. Mutlu olduğunu düşünüp bazı geceler uyuyamazdım. En azından mutlu değilmiş."
Saçlarımı okşayıp, kısa bir öpücük kondurdu. Söylediklerini düşündüm. Haklıydı. Tüm yaşananlara rağmen mutlu bir hayatı olsaydı o zaman ben de gerçek mana da perişan olurdum.
"Eskiden olduğu gibi yine yan yanayız. Dayanamıyorum, ben de sarılacağım," diyen Tarık, kollarını bana dolamaya hazırlanmıştı ki abim, beni kendine iyice çekip onu da itmeye çalıştı.
"Uzaklaş, uzaklaş! Kardeş sarılması bu."
"Şerefsiz, ben neyin oluyorum?"
"Komşunun oğlu."
Abim keyifle gülerken Tarık, diğer yandan dolanıp kollarını sıkıca abime sardı.
"Komşunun oğlu ha. Komşunun oğlu! Sensin lan komşunun oğlu."
Abim beni bırakıp Tarık'a sarılınca ben de ikisinin sırtına atlayıp kollarımı boyunlarına doladım. Diğerleri bu halimize gülüp -hala çocuk bunlar- gibi şeyler söylüyorlardı. Ben ise huzuru, mutluluğu ilk defa bu kadar iyi tadıyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 12.01k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |