28. Bölüm

27. 🐸 Yeni Kimlik İnşası ve Beklenmedik Çıkıntılar

venom
amatoriceyazar

oy sınırı: 50

yorum sınırı: 50

Keyifli okumalar...

 

Bölüm 27:

"Yeni Kimlik İnşası ve Beklenmedik Çıkıntılar"

Bölüm Müziği: Dolu Kadehi Ters Tut-Dilerim ki

 

🐸🐸🐸

Kafasında bir kaosla yaşayanlar beni çok iyi anlayacaktır. Her sabah, dinlenmiş olmana rağmen kafandaki o müthiş yoğunlukla uyanır ve güne devam etmeye çalışırsın. Günler, aylar hatta yıllar böyle böyle geçer. Ve bir gün gelir, kafanın içine bir makas atılır. Tüm hava boşalır ve yoğunluktan kurtulursun. Burada makas, hayatındaki yardımcı el oluyor aslında. Artık eskisinden daha iyi ve daha yaşıyor hissedersin.

O ilk sabahtan herkese ama herkese merhaba demek istiyorum. Pencereye çıkmak, avazım çıkana kadar bağırmak ve rahatlamak istiyorum. Saçma sapan gülmek, eşek şakaları yapmak ve günün sonunda daha çok sevilip daha çok sevmek istiyorum.

Tıpkı o alıntı da olduğu gibi "Dünya, ne kadar aydınlıkmışsın."

Yataktan keyifle kalktım. Yorganı biraz fazla atmış olmalıyım ki yere düştü. Umursamadım. Ayaklarım yerle buluşunca manasız bir şekilde zıpladım. Sonra saçlarımı karıştırıp dolabıma koştum. Annem, bir süredir benim için yeni kıyafetler dikiyor, maaşından kıstıklarıyla da ne kadar istemesem de bana alışveriş yapıyordu. Bu yüzden dolabım, hiç ulaşmadığı bir doluluğa ulaşmıştı. Ayrıca yeni renkler fena halde göz alıyordu.

İçim kıpır kıpır olurken, gözlerimi kapatıp, gelişigüzel elimi dolaba daldırdım. Parmaklarımın ucuna yumuşak bir kıyafet geldiğinde tek gözümü aralayıp öyle baktım. Yeşil, örgü bir kazak. Onu alıp yatağın üstüne fırlattıktan sonra katlı pantolonlara yaklaşıp kahverengi olanı ayırdım. İlk defa renklere boyanacak olmanın heyecanıyla kısa bir çığlık atıp, hemen giyinmeye başladım.

Aynanın karşısına geçtiğimde, dolu gözlerle kahkaha atan bir Lale vardı. Belki hiçbir şey benim düşündüğüm kadar zor değildi. Belki de tek yapmam gereken bu güzel renklere dokunmaktı.

Derin bir nefes alıp, saçlarımı parmaklarımla geriye doğru taradım. Tarık'ın aldığı tokayı uygun bir yere takıp, yansımama gülümsedim.

Pencereden aşağı fırına kısa bir göz atıp, hoplaya zıplaya odamdan çıktım. Annem, yine işteydi. Abimin de iş de olacağını düşünmüştüm ama odasından sesler geliyordu.

"Bugün biraz kırık hissediyorum. Ustama söylersin. Görüşürüz Peri."

Soğuk sesinden bir şeyler olduğunu anlamıştım. Salona geçip Esin'e bakmadan önce abimin odasına izinsiz girdim.

Üzgün bir suratla telefona bakarken, aniden girince sarsılmış ve telefonu yüzüne düşürmüştü. Öfkeyle kalkmak isterken bana baktı. Birkaç saliselik bir şaşkınlık sonrası yorganına takılıp öylece yere kapaklandı.

"Aşkından yataklara düşecek kadar ne yaşıyorsun acaba?"

Oldukça yaratıcı küfürler eşliğinde tekrar doğrulmaya çalıştı ama yine yorgana takılıp düştü. Kendimi tutamayıp kahkahaya atmaya başlamışken yanına geçip, birbirine geçmiş saçlarını iyice karıştırdım.

"Koskocaman adamsın ayakta durmayı becer bari."

Ellerimi bileklerimden yakalayıp çılgınca sarsamaya başladığında hem bağırıyor hem de durmasını söylüyordum, ama nafile. Beni dinlemiyordu bile.

"Ne kadar güzel olmuşsun. O çirkin maymun suratının bu kadar güzel olduğunu biliyorduk da yeşil nasıl açmış benim kardeşimi, nasıl açmış! Ver bakayım bir yanak."

Gülmem devam ederken, tedirginlikle tepinip elinden kurtulmaya çalıştım. "Yok sana yanak manak. O vampir dişlerini etime geçirmene asla izin vermem."

Yüzünde hain bir sırıtış belirirken, dişlerini birbirine vurup, beni yere serdikten sonra, kendimi savunamadan yanağımı ısırdı. Acıyla inlerken durmayıp diğer yanağımı da ısırdı.

"Oh, bal bal! Bir de şu kollardan bir ısırık ver bakayım."

"Ya hayır ya!"

Sıkı sıkıya tuttuğu kollarımdan birini açıp acımasızca orayı da ısırdı.

Eğlenceye doymuş olacak ki, geri çekilip kollarımı bıraktı.

"Şimdi abisinin gülü söylesin bakalım, mutlu muymuş?"

Yanaklarımda ki salyalarını silip hızla başımı salladım.

"Çooook!"

Şefkatli bir gülümseyiş oturdu suratına.

"Peki kardeşinin küçük pandası da söylesin bakalım, mutlu muymuş?"

Kaşları çatıldı. Gülmemek için dudağımın içini sertçe ısırdım.

"Bana baaak!"

"Hişt, sadece soruma cevap ver."

Durdu. Sonra benim yüzümdeki rahatlamanın aynısını onun yüzünde gördüm.

"Mutluyum. Daha da mutlu olurdum ama..."

Peri düştü aklıma.

"Ama?"

Sıkıntıyla -of- çekti.

"Kadınları anlamıyorum. Peri'yle her şey çok güzel gidiyordu. Gayet yavuklumdu yani."

Devam edecekken durdurdum "Yavuklum ne abi ya!"

Omuzları kabardı. "Flört, sevgili bana gelmez kızım. Ben sevdi mi adam gibi severim. Sevdiğim de anca yavuklum ya da yârim olur."

Yüzüm limon yemiş gibi büzüşürken "Of abi, Çocuklar Duymasın Haluk musun sen? Allah bilir kıza fikrini sormadan aşk yaşamaya da başlamışsındır sen."

Sessizleşti.

"İnanmıyorum abi ya, gerçekten kıza hiçbir şey söylemeden yavukluluk mu yapmaya başladın?"

"E kızım, belli seviyor beni. E ben zaten aşığım. Daha ne gerek var söylemeye?"

"Abi, seni Haluk doğurmuş olabilir mi?"

Acımasızca omzumdan itekleyip geri düşürdü. Doğrulup aynı şekilde vurdum ama tabi ki bir etki etmedi.

"Hayır bir de kız aramış, kırgınım diye yalan söylüyorsun. Neye alındın acaba prenses?"

Saçımın bir tutamını tutup çekti. "Bana bak, doğru konuşmaya başla yoksa az önceki ısırıkların sahicisini alacaksın."

Omuz silkip saçımı elinden kurtardım.

"Abi ne yaptın kıza söylesene!"

Pes edip anlatmaya başladı.

"Ya işte şu şerefsiz gelmeden önce -biz neyiz- diye sordu. Valla insanız dedim. Hayır öyle değil, ilişki olarak dedi. Ben de neyiz dedim. Bu böyle uzadı. En son küsüp gitti. Sonraki gün de bir tane arkadaşı geldi. Lavuğun bakışlarından hiç hoşlanmadım. Tuttum Peri'yi, gönder bu lavuğu dedim. Oradan atar yapmaya başladı. Bir şey değilsek sana ne, o benim arkadaşım bilmem ne gibi şeyler söyledi. Benim de tepemin tası attı tabi."

Hayatımda daha uyduruk bir kavga hikayesi dinlemediğime emindim.

"Abi, hayata karşı bu kadar odun olmanı kaldıramıyorum. Neden aklı kısa devler gibi hareket ediyorsun ya!"

"Lale!"

Dizlerimin üstüne kalkıp, şakağına bir şaplak attım. "Kendine gel diye. Ne bu canım ya!"

Hiddetle solurken, önünden kaçıp yatağına atladım.

"Hiç öyle kırmızı görmüş boğa gibi nefeslenme. İlk iş Peri'yi yemeğe çıkarıp özür diliyorsun ve ona ne kadar aşık olduğunu söylüyorsun."

O da yatağa çıkıp az önce ona vurduğum gibi bana vurdu. "Birincisi, bir daha bana vurursan seni tepe üstü sarkarım. İkincisi yemeğe falan çıkamam ben."

Kollarımı göğsümde bağlayıp dik dik suratına bakmaya başladım.

"İyi. Peri'de güzel bir bekar kadın olarak diğer taliplerini değerlendirir. Ha belki de geçen gün gelen o çocuğu..."

"Nah değerlendirir."

"O zaman dediklerimi yapacaksın."

"Ne yapacağız?"

"Orasını bana bırak tatlım."

Onu orada öylece bırakırken aralık kapıya yönelip ardına kadar açtım. Görmeyi beklediğim manzara soluk bir koridordu, ağlamaktan gözleri kızarmış bir Esin değil.

O an, onu öyle görünce, yeni fark ediyormuş gibi, kocaman bir ışıkla o düşünce belirdi: Esin, benim kardeşim. Kardeşim...

Hayatımda çok kere hissettiğim gibi bulanık hissederken boş boş ona bakmaya devam ettim. O ise "Ben çok özür dilerim. Sesler gelince merak ettim. Sizi dinlemek gibi bir niyetim yoktu."

Bir yandan ağlıyor, bir yandan göz yaşlarını silmeye çalışıyor, bir yandan da bana açıklama yapmaya çalışıyordu. Vicdanım sızım sızım sızlarken, bu görüntüye kayıtsız kalamayacağımı anlamıştım.

"Şey... Önemli değil. Ama neden ağlıyorsun?"

Abim de kafasını kapıdan uzatıp, bu iç acıtan görüntüye soru işaretleriyle bakmaya başlamıştı. Esin, daha fazla ayakta durmaya dayanamamış olacak ki, sırtını yasladığı duvardan yavaş yavaş kayıp yere çömeldi.

"Babama kızıyorum. Annemden nefret ediyorum. Sizi gördükçe içim acıyor. O kadar güzel bir ailesiniz ki... Yuvanızı yıkan kadının kızına bile sahip çıkıyorsunuz."

Abimle bakıştık. İkimizde bu hikayede Esin'in suçsuz olduğunu biliyorduk. Bunu bilmemize rağmen onu cezalandırmak, o kadar acı çekmiş biz iki kardeşe yakışmazdı.

"Kimse anne babasının günahını sırtlanmak zorunda değil. Biz de sırtlanmıyoruz. Kendine bir iyilik yap ve önüne bak. Benim gibi sadece önüne bakıp, geçip giden hayattan habersiz olma."

Başka bir şey söylemeden, onu ağlar halde bırakarak dış kapıya yöneldim. Sonra yine vicdanım susmadı. Nasıl sussun ki...

"Abi, her zamanki poğaçadan alıyorum sana. Esin, sende tam ay çöreği sevecek kız tipi var. Sümüklerini silip abimle kahvaltıyı hazırlama başla. Ekmek alıp geliyorum."

Çatallı sesiyle kısa bir an gülüp, başını salladı. Abim ona elini uzatınca destek alıp, ayaklandı. Tamam, bu sahne biraz canımı sıkmış olabilir. Abimin tek kardeşi ben olabilirim. Diğer seçenekler düşünülemez bile.

Yine de bunu çok kafaya takmamaya çalışıp, annemin bıraktığı paradan biraz alıp, montumu ve botumu da giyinerek evden çıktım.

Henüz kapıyı kapatır kapatmaz bir heyecan yokladı beni. Prenses elbisesini saymazsak bu, ikinci defa çizdiğim sınırlardan çıkışımdı. Ve Tarık, ilk defa beni böyle görecekti. Ellerimi sevinçle birbirine vurup, hızla merdivenleri indim. Apartmanın büyük demir kapısını tam ben açacakken dışarıdan başka biri açtı.

Ilgaz.

Şükür ki bu sefer yanında Pusat yoktu. Başını yukarı kaldırıp beni görünce ağzını kocaman bir -OOO- yapıp, ıslık çaldı.

"Nerenin yerlisisin yavrum sen?"

Ensesine şaplak atıp "Küçük bir velede göre ne iddialı laflar ama."

Vurduğum yeri ovup, gevşek gevşek sırıtmaya başladı. "Neden öyle diyorsun Lale abla? Büyüyünce velet olmayacağım ki, o zaman bir şansımız olur belki." Göz devirip, bir tane daha vurdum. "Sen büyürken ben olduğum gibi mi kalacağım"?

"Kalmazsın, yaşlanırsın ben yaşlı sevmem."

"Lütfettin ya!"

Ilgaz'la biraz daha şakalaşıp, aldığı iltifatı da cebime koyarak daha büyük bir sevinçle dışarı çıktım.

Karlar iyiden iyiye erimişti. Eriyen karlara her baktıkça vıcık vıcık ses çıkıyor ve az da olsa rahatsız ediyordu. Saçaklara dikkat ederek karşı kaldırıma geçip, uzaktan gördüğüm sevgilime sevimli bakışlar atarak fırına girdim.

Beni hâlâ fark etmemişti.

"Günaydın, yakışıklı."

Sesimi duyar duymaz yüzü aydınlanmış, kasaya eğdiği başını hızla kaldırmıştı. Göz göze gelince gülümseyişi duraksamış ve tahminimce aldığı nefes de yolda kalmıştı. Kıkırdayıp, saçımı kulağımın arkasına geçirdim.

"Gü-günaydın, bu muhteşem güzelliği görebildiğim için ne kadar şanslıyım."

Birkaç adım daha atıp kasaya yaklaştım. Arka bölmeye bakıp, gelen giden var mı diye kontrol ettim. Kimseyi görmeyince, sevgilimin siyah kazağının yakasından tutup, onunda izniyle kendime çektikten sonra yanağına küçük bir buse kondurdum. Onu öpmenin tadına vardığımdan beri, dudaklarım tenine yapışık gezmek istiyordum ama bu pek mümkün olmuyordu tabi.

Geri çekildiğimde şaşkın aynı zamanda mutlu bir bakışla bana bakıyordu.

"Sayılmaz," dedi, gülerek. Dirseğimi tezgaha koyup, yanağımı yasladım. Güzel yüzünü seyrederken "Ne sayılmaz?" diye sordum.

Eli, yanağıma koyduğum elime giderken, tutup yavaşça çekti. Yüzünde muzır bir sırıtış belirirken, çenemden tutup, çok az kendine çektikten sonra dudaklarıma uzun soluklu bir öpücük kondurdu. Geri çekilmeden ilk önce dudağımın kenarını, sonra da yanağımı aynı şekilde öptü. Geri çekildiğinde aptal bir sırıtışla kalakaldım.

"O öpücük sayılmaz. Ama bunlar sayılır," dedi. Afallayarak "Ne?" demiş bulundum. Öpücüğün verdiği sarhoşlukla az önce konuştuklarımız aklımdan silinmişti. Aklıma gelince, utançla yüzümü koluma gömdüm.

"Asıl bu sayılmaz ama ya! Aklımı başımdan aldın."

Büyük bir kahkaha attığını işitince, elma suratımı kolumdan kaldırdım.

"Sen benim aklımı başımdan hep alıyorsun, biraz da seninkini alalım, ne olacakmış?"

Birbirimize gülümseyerek bakarken, bu güzelim romantik anın içinde abim aklıma düştü.

"Bir adet HarPer operasyonumuz var."

Yüzüme soru sorar gibi bakınca, devam ettim. Abimle Peri'nin arasında geçenleri anlattım.

"Boş zamanlarımda Harun’a romantiklik dersi mi versem acaba?"

Tek kaşım havalanırken "Senden de bir romantiklik görmedik, Tarık Darıca bey."

Pes der gibi yüzüme bakıp "Sana sepetlerle, iplerle hediyeler gönderdim. Şuncacıktan beri, sürpriz yumurtalar alıyorum. Daha bu gariban ne yapsın?"

Gülüp, "Şaka etmiştim," dedim. O da üzerinde çok durmadı.

"E, ne yapacağız?"

"Şu aşağıda bir balık restoranı var ya, orada rezervasyon ayarlayalım diyorum. Manzarası falan güzel. Bir iki gülle şık bir ortam hazırlatırız. Sonrası onlara kalmış."

"İyi, bir şey yok onda, hallederiz. Onu boş verelim de, sana felaket yakışan şu yeşili konuşalım biraz."

"Yaaa," deyip şapşal bir şekilde şımarırken, kasanın arkasından çıkıp yanıma geldi. Öylece, ayakta dikilirken, elini cebine attı. Gri pantolonunun cebinden yine küçücük çiçekli bir başka toka daha çıkardı.

"Ayyy, benim mi o?"

"Yok, başkasına aldım. Dedim sen beğenirsen vereyim."

Koluna küçük bir yumruk atıp, hevesle başımı ona doğru uzattım. Beklemediğim bir şey yapıp, saçlarımı uzun uzun koklayarak derin bir öpücük bıraktı. Sonra da diğer tokamın yanına yeni aldığı tokayı taktı.

"Of, ne de çok güzelim oldun."

Gülüp "O nasıl cümle," dedim.

"Bilmem. Sana baktıkça hiç kurulmamış cümleler kurmak istiyorum. Hiç edilmemiş iltifatları etmek istiyorum. Yüzüne baktıkça kalbim baharı yaşıyor sanki. Sonrada böyle manasız sözcüklerle dilime yansıyor. Hep sana çok aşık olduğumdan."

Göğsüne uzanıp, parmak uçlarımla yakaladığım kazağını çekiştirip, sallanmaya başladım.

"Şımarıyorum baaak!"

Güldü.

"Şımar. Zaten küçükken de çok şımarıktın. Yine en çok bana şımarırdın. Bugün sanki o küçük, yaramaz Lale geri dönmüş gibi. Her konuştuğunda, büyük bir tanışıklık hissiyle seni sarıp sarmalamak istiyorum."

Başımı, omzuma doğru yatırıp "Seni o kadar uzun zamandır, o kadar büyük bir aşkla seviyorum ki, şu hallerini gördükçe, duydukça aşkım coşup, kalbimden taşıyor. Kocaman bir iyi ki-den ibaretsin."

Öylece birbirimize bakarken "Tarık," diyerek, fırına Ömür abla girdi. Telaşla Tarık’ın kazağını bırakıp geri çekildim.

"Ay şey, pardon. Ben... Çıkayım mı? Çok saçma oldu. Özür dilerim ya!"

Güzel yüzü mahcubiyetiyle düşerken, utançtan yerin dibine girmek üzereydim.

"Niye uygunsuz bir vaziyette basmış gibi davranıyorsun abla? Alt tarafı konuşuyorduk."

Ömür abla, alt dudağını dişleyip "Öyle bir bakışıyordunuz ki, arkasından bir şey gelecek diye bir an öyle bir tepki vermiş bulundum. Yoksa yani tabi... Susuyorum."

Saçma sapan bir gerginlik yaşanırken, Ömür ablanın durumumuzu nasıl öğrendiği hakkında bir teori yürütemedim bile.

Tarık'tan ekmekleri, poğaçaları ve ay çöreklerini alıp, kaçarak fırından çıktım. Ömür abla arkamdan "Çok güzel olmuşsun, Lale," diye bağırdı.

Sevinç ve utançla karışık, eve geldim.

Mutfaktan gelen kızartma kokusunu takip edip, gülümseyerek girdim. Yersiz bir neşeyle "Kahvaltıdan sonra bir kek yapayım ben ya!" diye bağırdım. Abim, manasız gözlerle bana bakarken; Esin, minicik gülümsemişti.

"Niye kızardın sen?"

Ellerimi yanaklarıma koyup, kısa bir an sıcaklığını kontrol ettim. Yanıyorlardı. Fırında yaşananlar aklıma gelince daha çok kızardığımı hissettim. Ama tabi ki de abime bununla ilgili şeyler söylemedim.

"Soğuk ya hava, ondandır."

Kahverengi gözleri kuşkuyla kısıldı. Elindeki salata tabağını masanın ortasına bırakıp, "Tabi," dedi, kısık sesle.

Telaşa kapılmayarak -bunu çok da başaramadım, çünkü ayağım masanın ayağına takıldı ve bir an sendeler gibi oldum- Esin'in yanına geçtim. Patatesleri çeviriyordu.

"Misafire kızartma yaptırman ne kadar da etik abi."

Esin hemen "Ben yapmak istedim," dedi. "Öyleyse tamam," deyip, yanından uzaklaştım.

Fırından aldıklarımı masaya çıkarıp, her zamanki yerime oturdum. Zeytinden bir tane alıp, öylece ağzıma atarken Esin'e baktım. Kim bilir ne kadar üzgünü ama hiçbir şey belli etmemeye çalışıyordu. Yine aynı his uyandı içimde: Esin, benim kardeşim... Onu benimsemek, isteyeceğim son şey bile değildi. Bu yaşıma kadar bir kardeşim olduğunu bilerek gelmedim ve bu yaştan sonra da bunu kabullenmek çok zordu. Öyle de bir niyetim yoktu esasen. Yalnızca evimizde kalan, yaşıt bir arkadaşımdı o. Evet, kesinlikle öyleydi.

"Kaç yaşındasın, Esin?"

Patatesleri çıkarırken cevap verdi: "Yirmi bir."

Benden yalnızca iki yaş küçük... Annemin anlattığına göre babam bizi terk ederken o kadının bir çocuğu yoktu. Belki de o zaman hamileydi.

Çıkardığı patatesleri masaya getirip, abimin yanındaki boş yere geçti.

"Aramızda iki yaş var."

Gülümseyerek "Daha genç duruyorsun," dedi. "Teşekkür ederim," dedim ve sessizlik oluştu.

Bu manasız sessizliği bozmak adına, nefessiz kahvaltı yapan abime baktım.

"Peri'yi arayıp, bu akşam için yemeğe çıkmak istediğini söyle. Sonra da jilet gibi hazırlan. Aşağıdaki balık restoranınında yer ayırtacağım." Aslında Tarık ayırtacak ama abimin bunu bilmesine pek de gerek yok.

Dolu ağzıyla "Ya kızım, ne anlarım ben!" Elimdeki ekmeği top hale getirip zaten dolu olan ağzına tıktım. "Akşam saat sekiz de."

 

🐸🐸🐸

Saat yedi olmuşken, Tarık’la sözleşip, buluşmak üzere restoranın oraya gelmiştik. Buraya gelme nedenimiz ise abime güvenmeyişimizdi. Yemeğe çıktık deyip yemeğe çıkmayadabilirdi.

"Kesin eline yüzüne bulaştıracak," dedim, olduğum yerde sallanırken. Gülüp "Orası kesin de, bari kız kalkıp gitmese," dedi.

Soğuktan kızaran burnumu, boynuma doladığım siyah atkıya doğru soktum.

"Üşüdün mü sen?"

Kıkırdadım. "Yok ya, alt tarafı buzdan adama döndüm."

"Gel bakayım şöyle," deyip, sıcacık elleriyle yanaklarımı tuttu. "Harun’u dövsem yeri. Daha yeni çıktın hastaneden. Burada soğuk da dikiliyoruz. Gel gidelim, gelmezseler de yapacak bir şey yok."

Yeşil yeşil yanan gözlerine bakıp ikan olmuşken telefonum çalmaya başladı. Abim arıyordu.

Tarık geri çekilince bekletmeden açtım.

"Efendim abi?"

"Peri ekti beni. Babası hava soğuk diye çıkmasına izin vermemiş."

Sıkıntılı bir of çekip, "E ne olacak şimdi? O kadar yer ayırttım."

"Ne bileyim, Lale? Kapat hadi, uyuyacağım ben."

Telefonu suratıma olduğu gibi kapattı. Sinirle cebime sıkıştırıp "Peri gelmiyormuş. Bu öküz de yatmaya gitti."

"Belliydi böyle olacağı."

"Boş yere uğraştık o kadar."

Tarık, restorandan içeri bir müddet baktı. "Neden boş yere olsun, gel biz gidelim."

Gözlerim kocaman olurken "Ciddi misin?" diye sordum. "Hiç olmadığı kadar," deyip, elimden tuttuğu gibi çekerek önce karşı kaldırıma geçirdi, sonra da restorana girdi.

Garsona Harun Korkmaz olduğunu söyleyince, sorunsuz ayırttığı masaya geçtik. Keyifle gülmeye başladım.

"Ne derler, neye niyet neye kısmet!"

Sandalyemi çekip oturmamı beklerken, "Daha çok yemeklere çıkarız ama ayağımıza geleni de tepmeyelim tabi," dedi.

Montumu çıkarıp sandalyeye astıktan sonra oturdum. İkinci defa toplumun içine sınırlarımdan arınmış bir şekilde çıkmak çok garip hissettirse de aynı zamanda çok da mutlu hissettiriyordu.

Tarık'da montunu çıkarıp karşıma geçince, gelen garsona siparişi verdik.

Öylece birbirimize bakarken, yaşadığım bu anların hayalden ibaret olduğunu düşünüyordum. Çok kısa zaman önce, tüm bunlar o kadar uzaktı ki, şimdi bu anların içinde kendimi bulmak, garip hissettiriyordu. Yine de çok aşıktım. Onun bu hallerini, benim için yaptığı fedakarlıkları gördükçe daha da çok aşık oluyordum.

Özenle saçlarını geriye tarayışını, yeni kısaltılmış sakallarını kısa bir an kaşıyışını, gülümseyerek derin bir nefes alıp, dirseklerini masaya yaslayışını aşık bir gülümsemeyle seyrettim.

"Niye öyle bakıyorsun?"

Onun gibi dirseklerimi masaya yaslayıp "Bakılmayacak gibi değilsin, ne yapayım?"

Dişlerini gösterecek kadar güldü.

"Bu ilişkinin romantiği ben olmalıyım. Böyle afili sözler söyleyerek rolümü çalma."

Bir -hah- nidası eşliğinde "Romantik oldun da olma mı dedik, hayatım?"

Kaşları havalanırken "Hayatım?" dedi, sorar ifadeyle.

Utançtan yanaklarımın kızarmaya başladığını hissetsem de, dilimin ucuna gelenleri öylece söyleyiverdim.

"Hayatım tabi. Hatta sevgilim, birtanem, aşkım..."

Uzanıp, elimi yavaşça kavradı. Bu an da gözlerimiz hiç birbirinden ayrılmadı. O an, yeni duyuyormuş gibi çalan şarkının sözleri her bir yanımı sardı.

-Sormak gelir içimden, rüzgar mısın aşk mısın?-

"Beni böyle şımartırsan her an bunlarla seslenmeni isterim."

Omuzlarımı kaldırıp, indirirken "O zaman bende hep bunlarla seslenirim," dedim.

Tuttuğu elimi usulca kaldırıp, dudaklarına götürdü. An sonra, sıcak dudakları elimin üstündeydi. Uzun bir öpücük sonrası, elimi dudaklarından indirdi ama tutmayı bırakmadı.

Tam o an, mahalleden insanların burada olabileceği geçti aklımdan. Telaşla elimi elinden kurtarıp, aynı telaşla konuştum.

"Biri görür de abimin kulağına giderse hiç iyi olmaz. Zaten Gonca öğrendi, tedirginim."

Tarık, tam dudaklarını aralamış cevap verecekken, arkama bakakaldı. Kalbim ağzımda atarken, henüz ben dönmeden, korktuğum o ses yükseldi: "Romantik akşam yemeğinizi de bölüyorum ama..."

Sonrası hızlı bir filmdi sanki. Ne ara Tarık’ı yakalarından tutup, yumruğunu dudağına indirdi anlamadım bile.

Bölüm : 16.12.2025 23:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...