Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. 🍊 Omzunda Başım Eksik

@amatoriceyazar


Multi: Adamlar, Rüyalarda Buruşmuşum

10. Bölüm: 🍊 Omzunda Başım Eksik

🍊🍊🍊

Halil: Günaydın, Mandalina. Benden de sana bir sabah şarkısı:
Adamlar, Rüyalarda Buruşmuşum.

Mandalina: Dünyanın en güzel sabahı, bu sabah. Günaydın, Halil. Severek dinleyeceğim.

Halil: Önce dinle, sonra sev.

Mandalina: Önce dinleyip, sonra seveceğim...

Görüldü.

-

Sar başa. Bir daha ve bir daha.

"Leyla, müziği biraz kısar mısın? Ses içeriye kadar geliyor da," Aslı'nın yorgun yüzü bile içimdeki enerjiyi söndürecek cinsten değildi. Bugün benim en mutlu günüm. Bu mutluluğumu söküp alacak tek kişi yine bu mutluluğu bana pay eden kişiydi. Yani, sevdiğim. Yani, canım. Bilirsiniz, biriciğim.

"Özür dilerim, Aslı. Sesini o kadar açtığımı fark edemedim. Kısıyorum hemen," deyip oldukça az bir ses düzeyine getirdim. Diğer yandan ise belediyeye gidip bugün tüm gün bu şarkıyı çalmalarını istemek geliyordu içimden. Soran olursa neden diye, aşığım derim, var mı ötesi?

Aslı, başını sallayıp giderken bu aralar iyice içine çekildiği düşüncesi beynimde dolaştı. Finaller onu baya zorluyor gibiydi. Beni mi? Beni de zorluyor ama ben muafım. Aşıklar sınav olmaz. Aşığın en büyük sınavı aşkıdır. Bende aşkımın sınavını veriyorum. Dönem sonu notumu, Halil verecek. Bence yüzlük bir aşığım ona göre ise... Zaman.

Neyse.

Ne diyorduk?

"Tam da başucuma saatli bombalar kurmuşum rüyalarda buruşmuşuuuuum!"

İçine bağırmak nedir bilir misiniz? Ben, şu an, tam olarak içime bağırarak şarkı söylüyorum. Ah, Aslı evde olmayacaktı ki, yan komşu çılgın Demet karısını daha da çıldırtırdım. Çılgın Demet mi, ilk taşındığımızda sebepli sebepsiz gelip kapımızı çalar, ses yaptığımızı iddia ederdi. Oysa uslu iki kız, yani tamam ben biraz çılgınım ama çılgınlığım Demet'le yarışamaz. Neyse işte, bu geliyor durmadan kapımızı çalıyor. Ses yaptınız. Şu oldu, bu oldu. Ya hu bayan, biz uslu uslu dizi izliyoruz sen bize ne anlatıyorsun, diyorum, nuh diyor Peygamber demiyor. Sonra öğrendik ki kocasına güvenmediğinden genç kadınları apartmanda istemiyormuş. Rahatsız ederek göndermeye çalışıyormuş. Eh, bu saçma hareketleri sonrasında adı Çılgın Demet kalmış.

Neyse!

"Rüyalarda buruşmuşuuuuum!"

Kaçıncı başa sarışın, Leyla? Ne bileyim ayol, ben! Ezber ettim işte, ezber edecek kadar; çok sevecek, çok aşık olacak kadar.

Günün geri kalanını gerek Halilciğimin, birtaneciğimin, biriciğimin, vurgun olduğum Mecnuncuğumun attığı şarkıyı dinleyerek geçirdim; gerek ders çalışarak. Yarın ki sınav o kadar da ürkütmüyordu beni. Zaten vizesinden yüksek almıştım. Elli alırsam geçerim hesabı yapıyordum. Tabi elli almayayım. Ama işte geçerim yani.

Gece yarısına doğru kombiyi kapatıp yatağıma geçtim. Sıcak beden, soğuk yatak; uvv yani. Minik bir titreme dalgası sonrasında, kendimdeyim. Isınıyorum. Umarım ısınırım. Ayacıkları sürekli soğuk olan biri için uygun olmayan bir şehir ama güzelde. Şehir güzel olmasa bile içindeki güzel. Of, çok aşığım.

Derin bir nefes al ve ver. Şimdi sohbete gir ve sevgili sevgiline yaz! Yapabilirsin.

Yapamam!

Hala çok geriliyorum. Yanlış bir şey yazarım diye ya da onu çok bunaltırım diye. Diye, diye...

Ama güzelde cevap veriyor. Hem alıştım da. Hem de sabahta o bana mesaj attı. Demekki o da benimle konuşmak istiyor. İstiyor değil mi? İstesin, lütfen.

Mandalina: İyi geceler, demek istedim :)

İki dakika sonra mavi tike kocaman gülümsedim. Yazıyor, yazısı ile kalbimi bir el sıkıp sıkıp bırakmaya başladı. Ölüyorum. Heyecandan.

Halil: İyi yaptın :) İyi geceler, nasılsın?

Mandalina: Sen böyle yazdıkça ben çok daha iyi oluyorum. O yüzden şimdi de çok iyiyim. Sen nasılsın?

Halil: İyi olmana iyi oldum. Bende iyiyim.

Mandalina: Ne yapıyorsun?

Halil: Ders çalıştım. Mola amaçlı şimdi de belgesel izliyorum. Sen ne yapıyorsun?

Mandalina: Bende, uyuyacaktım sana yazdım işte. Ne izliyorsun?

Halil: "Hiçbir ana oğlunun ölmesini istemez. Fakat ben..." Ödüllü Belgesel Film: Baki.

Mandalina: İsmi çok etkileyici. İzleyeceğim.

Halil: İçeriği daha etkileyici. Muhakkak izle.

Mandalina: O zaman, sen izlemeye devam et. Hiç bölmeyeyim. Hemde bende izlemeye başlayayım. Olur mu?

Halil: Olur tabi.

Mandalina: Beraber yorumunu yapar mıyız? Kitap gibi... İstemezsen anlarım.

Halil: İsterim tabi ki. Keyifli olacağından eminim.

Mandalina: O zamaaaan. Sana iyi izlemeler, bana da iyi izlemeler.

Halil: İyi izlemeler, Mandalina:)

Görüldü.

Şimdi ben o belgeseli yutmaz mıyım? Kalkıp bir kağıda not falan mı alsam? En küçük detayından bile soru üretsem, sabaha kadar konuşsak...

Hı-hıı!

Sınavında öyle diyordu zaten.

Hakiki bir, Leyla!

Neyse, en azından bu belgesel sayesinde onunla konuşma bahanem olmuştu. Anlamışsınızdır zaten. Onunla ne konuştuğumun hiçbir önemi yok. Sadece konuşmak istiyorum. Anlamlı veya anlamsız...

Yaklaşık yirmi dakika kadar sonra; ben, ben değildim. Öylesine bir belgesel izleyecekmiş gibi oynatma tuşuna basmıştım. Ama bu...

Boğazımda ki yumruyu yutmaya çalıştım. Nafile. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu bile.

"Bir ana oğlunun ölmesini istemez de, yinede benim sonuma komasın Allah, diyor."

Bir anne evladının kendinden önce ölmesini ister mi? Emine anne istiyordu. Ah, Baki, annenin arzusunu yerine getirip, öldün mü? Yoksa güzel anacığın gözleri arkasında kalarak sana veda mı etti?

Keşke izlemeseydim.

İyi ki izledim.

Yüreğimin acısı beni nankör yapmamalı. Bu insanların hayatlarından bir haber değil, hep haber yaşamalıyız. Bakiler içimizde, farkına varmalıyız; iyi davranmak için, Emine annelerin gözünün arkada kalmaması için.

Telefonuma gelen bildirimle gözyaşlarımı silip sohbete girdim. Canım sevdiğim...

Halil: Uyudun sanırım.

Mandalina: Hayır, uyumadım.

Halil: O zaman izlemedin.

Mandalina: İzledim.

Halil: O zaman yazmak istemedin.

Mandalina: Bunu istediğim tek bir zaman bile olmadı. Belgesel çok güzeldi. Henüz etkisinden çıkamadığım için yazamadım.

Halil: Bu kadar etkileneceğini bilseydim adını söylemezdim.

Mandalina: Hayır. Ben halimden gayet memnunum.

Halil: Öyle diyorsan... Ee, nasıl buldun belgeseli?

Mandalina: Fazla duygusal. Ya da ben duygusalım. İçim dışıma çıkmaya çalışıyor.

Halil: Ağladın mı?

Mandalina: Biraz...

Halil: Ağlama.

Mandalina: Ağlamam. Yani birazcık ağlarım sonra ağlamam.

Halil: Tamam, birazcık ağla ama sonra sil o gözyaşlarını. Hem Baki'nin çok güzel bir annesi var öyle değil mi? Yalnız değil o.

Mandalina: Beni, ya yalnız kaldıysa düşüncesi mahvetti.

Halil: Kalmış olsa da, annesi hep kalbinde olacak.

Mandalina: Olsun.

Halil: Bu gecelik bu kadar üzüntü yeter.

Mandalina: Yetmez ama yetsin.

Halil: Daha fazla ağlamayacağına dair bana söz verir misin?

Mandalina: Ama isteyerek akmıyorlar ki.

Halil: Olsun. Sen yinede söz ver.

Mandalina: Peki, söz.

Halil: Teşekkür ederim.

Mandalina: Ağlamayacağıma dair söz verdiğim için rica edeceğim hiç aklıma gelmezdi ama rica ederim.

Halil: :)

Mandalina: İyi geceler, Halil Babür. Çok iyi geceler.

Halil: İyi geceler, Mandalina. Hiç ağlamadığın ve ağlamayacağın, çok iyi geceler.

Görüldü.

Sil gözlerinin yaşını, Leyla. Ve güzel Baki'ye teşekkür et. Sevdiğini sana daha çok yaklaştırdığı için ona çokça teşekkür et.

Teşekkür ederim, Baki. Umarım güzel ve acısız bir hayatın olur.

Ve teşekkür ederim, sevdiğim. Yine yüzümde gonca güller açtırdın. Sen beni düşündün ya, şimdi göz yaşlarım mutluluktan akıyor.

🍊🍊🍊


Sabah erken denebilecek bir vakitte uyandım. Erkenden fakülteye gidip biraz orada çalışacaktım. Aslı, sınava kadar evde çalışmak istediğini söyledi. O yüzden şimdi tek başıma otobüs bekliyordum.

Tek başıma mı dedim?

"Günaydın," gün işte şimdi aydı. Tamam, pek aymış olduğu söylenemez. Çünkü hala bir kasvet hakimdi etrafa. Ama işte gelmişti benim günışığım. Şimdi biz, beraber mi gideceğiz? Sanırım. Heyecan. Çok heyecan.

"Günaydın," sevecen bir şekilde gülümseme işini abartıp yirmilik dişlerimi bile göstermiş miyimdir? Evet. Az biraz utanman olsun, Leyla. Çocuğun içine düşeceksin. Hayır, sabah sabah kızdaki bu enerji de ne, demeyecek mi?

"Erkencisin," deyince gözlerim buldu güzel kahverengi gözlerini. Ne denli güzel çukurlar. Kara delikler görse utanırlar hallerinden. Hey bro, bu adamın gözleri bizim deliklerden daha gizemli! Tamam, kendine gel, Leyla.

"Öyle oldu. Birazda okulda çalışayım dedim. Peki, sen? Sende baya erkencisin," ben konuşurken başını eğmiş, dikkatle gözlerime bakıyordu. Ama sen bana böyle bakarsan ben ölürüm ki.

"Bende çalışmak için erkenden çıktım. Öğleden sonra kemoterapiye gideceğiz, unutmadın değil mi?" Başımı salladım. "Unutmadım tabi ki. Geleceğim," gülümsedi. Gülümsedim. "Beraber çıkarız okuldan o zaman, olur mu?" Olmaz mı? "Olur tabi, sınavdan sonra hemen mi çıkarız?" Düşünür gibi oldu. "Bilmem, bir işin var mı?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, yok." Başını göğe kaldırdı. Birkaç saniye sonra tekrar bana baktı. "Tamam o zaman, sınavdan sonra çıkarız," devamında bir şey söyleyecekken durdu. "Bir şey mi söyleyeceksin?" Beresini düzeltti. "Şey, sınava kadar beraber çalışalım mı diyecektim. Hem de birer çay içeriz, olur mu?" Allah'ım, sana geliyorum. Her şeyin bu kadar güzel olması normal mi? Söyleyin, normal mi?

Tut kendini, Leyla. Tamam, gülümse ama dünyaları eline vermiş gibi gülümseme. Tamam ama dünyaları elime verdi ki benim. Nasıl gülümsemem? Şimdi, sevinçle boynuna sarılsam... Kış kış! Saçmalama, Leyla. Çocuk yaptığı teklife pişman mı olsun istiyorsun? Hayır. O zaman düzgün dur. Nasıl olacaksa...

"Oluuur. Yani, içeriz, çalışırız," gülümsedi. Kocaman. Gülümsedim. Kocaman.

Bir şey demedi sonrasında. Yavaşça yanıma geçti. Beraber beklemeye başladık. Beraber. Başımı eğip daha çok gülümsedim. Şapşal gibi gözüküyor olabilirim ama çok seviyorum ve bu elimde değil. Onunla yan yana durmak bile benim için paha biçilemez bir mutluluk sebebi.

Ayaklarımızın yan yana ne kadar güzel durduğunu düşündüm. Ayaklarımdan dört beş numara büyük olan ayakları hiçte abes durmuyordu yanımda. Aksine ayaklarım eşini bulmuş gibi bir estetiğe kavuşmuştu.

Dizimin altında biten kahverengi, kareli, kalem eteğimi ve onun muhteşem renkte olan acı kahve kotu eteğimle anlaşmış gibiydi bugün. Fazla uyumluyduk. Ve bu benim çok hoşuma gidiyordu.

"Neye bakıyorsun?" İrkildim. Tamam, hazırlıksız yakalanmıştım. Çok fazla hemde... Ne diyecektim şimdi. Ayaklarına eğildim ölçü mü alıyorum? Ah, Leyla.

"Hiç, dalmışım öyle," çok mantıklısın yine. Böyle devam et lütfen.

"Öyle olsun," derinden bir nefes aldı. Nefesine ölürüm. Canım ta en içi.

Ayaklarımıza şiirler yazmayı kenara bırakıp yola doğru bakmaya başladım. Durakta bizden ayrı iki kişi daha vardı. Onlar oturuyorlardı. Bizse ayaktaydık. Sabah saatlerinin sessizliğini hesaba katınca nefes sesleri kulaklarıma eşsiz bir melodi sunuyordu. Sırf onun nefes alışverişlerini daha net duyayım diye kendim kesik kesik nefes alıyordum. Ey, aşk! Nelere kadirsin...

Otobüs dakikalar sonra gelince kartlarımızı okutarak bindik. En arkada ikili koltuk boştu. Dünyanın en güzel koltukları sizlersiniz, itiraz istemiyorum. Hayatımın bu kadar yaver gidişinin de alnından öpüyorum. Sevgiler.

Ben önden ilerlerken o da arkamdan geliyordu. Cam kenarına geçip oturdum. Saniyeler sonra yavaşça yanıma oturdu. Omzu omzumu teğet geçiyordu. Rahatsız olurum diye biraz yan oturduğunu söylemeden edemeyeceğim. Neden bu kadar iyisin?

Güzel kokusu burnuma doldukça uyuma hissim uyanıyordu. Şimdi, omzuna yaslansam ve uyusam... Ne güzel bir hayal. Belki. Birgün.

🍊

"Çayın yanına bir şey ister misin?" Seni. Bir çay birde sen. Fazlasında gözüm yok. "Teşekkür ederim, çay yeterli," başını hafif sola yatırıp, peki, dedi. Yapma böyle tatlı tatlı hareketler kalbim dayanmıyor, diyemedim de sadece gülümsedim.

Ben kütüphaneye geçerken o da kantine girdi. Kütüphaneye geldiğimde bize uygun bir masa bulup yerleştim. Sabah saatleri olmasına rağmen hatırı sayılır bir doluluk vardı. Final haftası tam olarak böyle bir şey.

Kabanımı çıkarıp siyah boğazlı kazağımın yakasını düzelttim. Telefonumun kamerasından da saçlarımı düzeltip oturuşumu değiştirdim. Sonra yine değiştirdim. Ve sonra yine...

"Hareket etmez misin, odağımı dağıtıyorsun," hay senin odağına! Sevdiğime güzel gözükmeye çalışıyorum şurada. İki dakika odaklanama! Yan bir bakış atıp son oturuşum da karar kıldım. Tamam, kız haklı ama bende aşığım.

Dakikalar sonra iki çay ve iki çikolatayla yanıma geldi. Endama bak. Hep aşktan!

Çayları ve çikolataları masaya bırakıp çantasını da masanın üzerine bıraktı. Şişme montunu çıkarıp sandalyenin arkasına astı. Sütlü kahve bir kazak giymişti. Tamam, çok iyi giyiniyor. Tamam, çok daha fazla aşığım. Tamam, aşk.

Çayımdan bir yudum aldım. O da tam karşıma oturdu. Fısıltıyla teşekkür ettim ve sadece gülümsedi. Yeterdi ki. Karşımda ya... Benden haberdar ya... Beni görüyor, biliyor ya... Yeterdi. Canım.

Aradan geçen iki saatin ardından beraber sınava girmiştik. Bu kez önüme oturmak yerine yanıma oturmuştu. Aslı, Gökhan ve Deniz bir başka sınıfta sınava gireceklerdi. Mustafa'yı görememiştim. Muhtemelen o da yine başka sınıfta girecekti. Canım, Halil. O ve ben. Aynı sırada. Ne güzelsin. Hep güzel kal.

Elli dakikalık bir sınav süresinin yarısında çıkmıştım. Dışarıda bekliyordum. Benden sonra iki kişi daha çıkmıştı ve üçüncü kişi, Halil olmuştu. Gülümseyerek yanıma geldi.

"Çok beklettim, değil mi?"

Olumsuz anlamda başımı salladım. O ise mahçup bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. Bu halimizle çok fazla şapşal göründüğümüzü söylememe gerek var mı? Bence yok.

Aynı anda gülüp yürümeye başladık. Çok güzeldi. Çok. Onunla gülmek, onunla yürümek, her şeyden öte onunla olmak... Ne muktedir hisler. Öleceğim şimdi.

Fakülte binasından çıkıp durağa doğru yürümeye başladık. Havalar bu ara hadsiz bir soğuğa erişmisti. Ve bu güzel havalarda etek giymek gibi doğru bir tercih yapmıştım. Bacaklarım diyorum, donuyor diyorum. Şu otobüse bir an önce gelse bari.

Beş dakikalık bir bekleyişten sonra otobüs gelmişti. Kartlarımızı okutup arkalara geçemedik. Aksine, kartlarımızı okuttuğumuz yerde öylece kaldık. Ben bir üst basamakta, Halil'de tam kapı ağzında duruyordu. Bu haliyle onunla aynı boydaydım. Ona bu kadar yakından bakmak fırsatını elde edememiş biri olarak yüzünü deliler gibi incelemek istiyordum. Bunun geri dönüşü bana; aşk, çok aşk ve hep aşk olacaktı. Ve öylede oldu. Tüm yolculuk boyunca daha fazla aşık olmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Öylece birkaç santim ötemde durdu. Durdu ve onu sevmeme müsaade etti. Bir aralık ona baktığımı fark bile etti ama hiçbir şey demedi, sadece gülümsedi. Gülümsedim. Ve daha fazla, daha fazla aşık oldum. İyi ki...

🍊

Saat bire doğru Halil, instagramdan mesaj atmıştı. On beş dakikaya çıkacaklarını ve aşağıda olmamı rica etmişti. Ve tabi ki ben, beş dakika önceden inip bekletmek yerine beklemeyi tercih etmiştim.

Apartmanın önünde bir o yana bir bu yana yürürken karşı apartmanın demir kapısı açıldı. Önden orta yaşlı bir kadın ve arkasından Güneş çıktı. Çıkar çıkmaz kadının elinden tuttu. Bu kadını tanıyordum. Halil'in annesi. Onu daha öne Halil'in odasında görmüştüm. Şimdi gitsem, müstakbel kayınvalideciğim ellerinizden öpeyim, desem deli der kaçardı kadın. Tamam, gülme Leyla. Kapıdan bu kez orta yaşlı bir adam çıkmıştı. Halil'in babası, onu da görmüştüm. Aile üyelerinden tek görmediğim Güneş'ti ama onunla da zaten bizzat tanışmıştım. En sonunda güzel yüzlüm çıktı. Sanki birkaç saat önce görmemiş gibi özlemle baktım yüzüne. Canımdı. Canım.

Utangaç adımlarla yanlarına ilerledim. Sakin ol, Leyla. Onlarda senin gibi insan. Sadece Halil'in ailesi. Kendini sevdirmek için ekstra çabalara girme. Doğal ol. Onlar zaten seni severler. Severler değil mi? Sevsinler, lütfen.

"Merhaba," sesim mi titredi benim? İyi ki sakin ol dedik, Leyla.

"Merhaba, kızım," kızın mıyım gerçekten, sayın kayınvalidem? İyi aile kızı gibi gülümsedim. Nasıl bir gülümseme hiç sormayın, yeni uydurdum.

Kısa bir tanışma merasimi sonrası; annesinin adının Hanife, babasının adının da Faruk olduğunu öğrendim. Minik ve güzel bir aile. Şimdiden kanım kaynamıştı. Çok hoş karşılamışlardı beni. Sen ne ayaksın, niye geliyorsun soruları hiç olmamıştı. Halil, onlara ne demişti bilmiyorum ama gayet sıcak bir ortamın içinde gayet rahattım.

Güneş, annesinin elini bırakıp çekinerek elime sarıldı. Hemen tuttum elini. Sen bana böyle gelirsin de ben seni hiç geri çevirir miyim? Annesi bu hareketini gülümseyerek seyretti. Keza babası ve Halil'de... Çok mu mutluyum ne...

Halillere ait olduğunu bildiğim arabaya ilerleyip bindik. Şoför koltuğuna babası Faruk amca, yanına güzel sevdiğim oturmuştu. Arkaya da ortamızda Güneş kalacak şekilde biz oturmuştuk.

Sıcak sohbetler eşliğinde yirmi dakikalık bir yolculuğumuz olmuştu. Genelde Hanife teyze ve ben konuşmuştuk. O soru soran taraf, bende cevaplayan taraftım. Bu sorular genellikle nereli olduğumdan, şehrimin meşhur yiyeceklerinden, evde kalışımdan açılmıştı. Çok tatlıydı. Çok. Nereden nereye değil mi, Leyla Hanım? Ne çok kurardık bu günlerin hayallerini. Al işte, yaşıyorsun.

Hastaneye girdikten sonra gerekli bölüme gidip doktorla görüştük. Bu süre zarfında Güneş, elimi hiç bırakmamıştı. Çok fazla ne olduğunu anlamasa da, tedirgin bakışları bir şeylerin yolunda gitmediğini anladığını gösteriyordu. Ah güzel melek, çok iyi olacaksın!

Güneş, anne ve babasıyla birlikte gözden kayboldu. Halil, kardeşini o şekilde göremeyeceğini belirterek burada kaldı. Bende onu yalnız bırakmamak adına onlarla gitmemiştim.

"Şuraya oturalım mı? Bildiğim kadarıyla bir iki saatlik bir süreç," derken elimle koridor kenarındaki ikili koltukları gösterdim. Başını sallayıp o tarafa doğru ilerledi. Birine o otururken yanına da ben oturdum. Şu an, pek iyi değildi. Hatta, hiç iyi değildi. Ve ben ona nasıl destek olacağımı hiç bilmiyordum.

"Çok güçsüz düşecek," dedi sesi sona doğru kısılırken. "Şimdilik evet ama sonrasında çok daha güçlü olacak," gülümsedim. Gülümsemedi. Gülüşüm soldu. O gülmezken nasıl gülebilirim ki?

"Ya iyi ol-" devamını getiremedi. Gözlerini kapatıp başını duvara yasladı. Canım sevdiğim.

"Olacak! Düşünme bunları. Çok iyi olacak, Güneş."

Bu kez dudağının kenarında çaresiz bir gülüş belirdi. Kim bilir ne kadar üzülüyordu sevdiğim yüreği...

"Olacak," dedi fısıltıyla. Bana değil, kendine duyuruyordu sesini. İnanmaya çalışıyordu hatta. İnanmalıydı da. O inanmazsa, zeytin gözlü kız nasıl iyi olacak ki?

Aradan yarım saat kadar bir süre geçti ve biz bu süre zarfında bir daha hiç konuşmadık. Kokusu efsunluyordu beynimi. O kadar güzel bir mayhoşluk sarmıştı ki bedenimi, bu mayhoşlukla onu daha çok koklamak istiyordum. Belki adı yok bunun ama nikotin gibi. Aşk nikotini.

Başım yavaş yavaş omzuna düşerken birkaç saat önce kurduğum hayalin bu kadar erken gerçekleşeceğini hesap etmemiştim.

Tüm bunlar benim hayalimle sınırlı kalmadı. Çok daha güzeli oldu. Hayallerimden bile güzeli...

Bilincim, kapanmaya yüz tutmuşken başımın üzerinde onun başını da hissettim. Uykum ağır bassa da nabzımın yükseldiğini hissediyordum.

İşte o fısıltılı, mahmur ve güzel ses,

"Kalbin..." dedi ve kalbimi yerinden çıkarmak istercesine devam etti, "Çok hızlı atıyor." Artık atmıyor.

Belki rüyaydı, belki gerçek. Bilmiyorum. Tek bildiğim şey, çok güzel kokuyor.

Omzunda başım, başımın üzerinde başın eksikmiş güzel yüzlüm. Seni ne kadar çok sevmem gerekiyorsa o kadar çok seviyorum. İyi ki sen, iyi ki...

Kalbim.

🍊


Loading...
0%