Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. 🍊 Yan Yana Atan Kalpler

@amatoriceyazar


Multi: Yaşlı Amca, İstanbul Beyefendisi

11. Bölüm: 🍊 Yan Yana Atan Kalpler

🍊🍊🍊

İncinen her yanıma çiçek ektim bu zamana kadar. Herkesten çok en başta kendimi önemsedim. Çünkü iyi olmadığım zaman iyi edemeyeceğimin de bilincindeydim. Çiçek ekemediğim, incinen tek bir yerim vardı; kalbim. O, başkasının çiçek ekmesine muhtaçtı. Halil'di ya o... Canımdı, bir tanemdi, söylemek istediğim ve söyleyemediğim tüm güzel sözlerin sahibiydi. Kalbim, buruktu onsuz. Çiçek açmaya gücü yoktu, dedim ya. O, geldi. Şimdi yüreğim bahar bahçe.

Başım, omzunun üstünde; başı, başımın üstünde.

Ne muhteşem bir tablo. İçime soksam, içimden taşıyor. Bu mutluluk, sizce de fazla değil mi? Değil, dediğinizi duyar gibiyim. Ama beni anlayamıyorsunuz. Halil, benim bu dünyada erişebileceğim en yüksek haz duvarıydı. Onunla eriştim aşkın nirvanasına, onunla çakıldım hüznün çakıl taşlarına; her şeyin ilkiydi. Duyumsayacağımın üstü duygular tattırdı hep bana. O yüzden, anlayamazsınız. Halil, demek; dünya demekti. Dünyam onunla anlamlanıyor, ona olan sevgim dünyaya olan sevgimi artırıyordu. Mesela, doğada yürürken içimdeki aşk şevke geliyor ve ben kavak ağacını daha çok seviyorum. Öylece kitap okurken birden o geliyor aklıma ve kalbim kalıbına sığmıyor. İşte o zaman heyecanla kitabıma sarılıyorum. Yazarına teşekkür ediyor, karakterlerini daha çok seviyorum. Halil'di ya o, canım olan.

"Mizgin," dedi yumuşak bir sesle. İçim gitti o esnada ama haberi yok tabi. Şimdi, kalbimin atış hızı dakika da kaç olmuştu? Eminim yine hissediyordu, alaca atlar gibi koşuşunu.

"Gidiyoruz," dedi. Lütfen biraz daha sevdiğim. Daha kokuna doyamadı kalbim.

"Mizgin," dedi tekrardan ve eli yüzümü buldu. Heyecandan kirpiklerim kıpırdanıyordu. Daha fazla uyuma numarası yapamam öyle değil mi? Ama yumuşak elini tenimde daha fazla hissetmek istiyordum. Müthiş bir okşayış... Yanağımdan kalbime şefkat aktığını hissediyordum. İşte sevgilim, bana ilk şefkatle elini sarışın. Bir hastane köşesinde...

"Uyandım," dedim mahmur bir sesle.

Elini indirdi yavaşça. Biraz daha kalsaydı, lütfen.

"Ben, uyandırmak için dokundum ama..."

Omzum başında gülümsedim. Bilincim gerçekten açık olsaydı bu başı bu omuzda bu kadar tutabilir miydim, emin değilim. Fakat şimdi uykunun verdiği sarhoşlukla, cesurdum.

"Mühim değil," dedim, oldukça yumuşak bir tonda. Yavaşça gözlerimi açtım. İşte, rüyadan uyandım. Şimdi başımı buradan kaldıracaktım ve masal bitecekti. Omzunu bana versen ya, Halil? Bu omuz benim olsa. Ömür boyu başımın yeri olsa... Ah, hayaller. Birgün. Belki.

Oturuşumu dikleştirdim. Bu esnada da kokusunu hafızama kazımaya çalışıyordum. Keşke bir kavanoza hapsedebilsem. Her an yanımda taşır, özlem duydukça koklardım. Canım benim.

"Günaydın," dedi gülerek.

"Çok uyudum değil mi?" diye sordum mahcup bir halde. Başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, sadece yarım saat oldu. Kemoterapi bitmiş. Bu kadar erken biteceğini tahmin etmiyordum ama... Dışarıda, bizi bekliyorlar," deyince hızla oturduğum yerden kalktım.

"Hay Allah! Beklettim. Hadi gidelim çabucak." Gülümsedi. O gülümsedi ve ben her gülüşü için kalbime bin tane gül diktim. Bahar bahçe her yanım. Bahar bahçemsin, sol yanım.

O da ayaklanınca hızlı adımlarla çıkışa ilerledik. Acil kapısından çıkıp ileride park halinde olan araca yürüdük. Saniyeler sonra Halil ön koltuğa, bende gelirken oturduğum yere oturdum. Güneş, yine ortamızdaydı. Solgun yüzüne baktım. Güçlü ol, meleğim.

"Kusura bakmayın, beklettim," dedim, utançla. Estağfurullah sözleri eşliğinde Faruk amca arabayı çalıştırdı. Yol boyunca kimse konuşmadı. Halil, ara ara arkaya doğru dönüp Güneş'e gülümsüyor, sonra tekrar önüne dönüyordu. Kısa yolculuğumuz bu şekilde bitti.

Arabadan indik.

"Tekrardan geçmiş olsun. Umarım hemen sağlığına kavuşur." Temennilerimi sunarak Güneş'e eğildim. Yanağına yumuşak bir buse kondurup doğruldum. Arkamı dönmüş apartmana doğru ilerliyordum ki Hanife teyze durdurdu.

"Yemek yemeden bırakmam, Mizgin," dedi sevecen şekilde. Faruk amcada aynı şeyleri tekrar edince onay bekler bir yüzle Halil'e baktım. Gülümsedi ve başını salladı. Çok heyecan...

Beraber onların apartmanına girdik. Aşina olduğum çelik kapının önüne gelince yüzümde bir gülümseme belirdi. Buraya mandalina astığım gün, daha dün gibiydi.

"Neden gülüyorsun," dedi, kalbimin sahibi. Desem ki, mandalinaların sahibi benim, ne dersin şimdi?

"Hiç, aklıma güzel bir şey geldi de," dedim fısıltıyla. Sadece gülümsedi. Gülümsedim.

Beraber içeri girdik. Evlerinin her detayını incelemek, Halil'in sesinin yankı yaptığı bu duvarlarla uzun uzun dertleşmek istiyordum. Ah, bir de hep uzaktan izlediğim o odasına girebilsem... Sürekli oturduğu çalışma masasına dokunsam... İzinin olduğu yerlere izimi bıraksam. Ne kadar çok seviyorum seni böyle?

Güneş, işaret diliyle uyumak istediğini söyledi. Canım benim, kemoterapi sonrası bu şekilde yorgunluklarının olması normaldi. Fakat şefkate ihtiyacı vardı. Zaten yaralı bir çocuktu, şimdi ise daha çok sarıp sarmalanmalıydı.

"Eğer o da isterse ben uyutabilirim, Hanife teyze," dedim Güneş'e bakarken. Sonra işaret diliyle Güneş'e de bu isteğimi belirttim. Solgun bir gülümseme sunarak başını salladı. Karşılık olarak bende gülümsedim.

"İyi olur, Mizgin. Bende yemek yaparım o esnada," dedi, Hanife teyze.

Faruk amca salona geçerken, Hanife teyzede mutfağa geçti. Güneş, ben ve Halil'de, Güneş'in odasına geçtik beraber. Ağırlıklı olarak pembenin kullanıldığı şirin bir odası vardı. Odasına girer girmez dolabına yönelip pijamalarını çıkardı.

İşaret diliyle, benim giydirmemi ister misin, diye sordum. Pijamalarını uzattı. Halil, bu aşamada sadece bizi izliyordu.

Pijamalarını giydirdim. Yorganını açtım. Yavaşça yatağına girdi. Eliyle yatağının diğer kenarını gösterdi. İçim yumuşacık olurken hemencecik gösterdiği yere oturdum. Ellerim güzel saçlarını bulurken, bu güzelliklerin kısa süre sonra yok olacağı düşüncesi kalbime ok gibi saplandı.

Halil'de yatağın diğer tarafına oturdu. Gözleri dalgındı. Kardeşinin minik elini tutup sevgi dolu bir öpücük bıraktı.

Güneş'in gözleri saniyeler sonra kapandı. İlaçlar bedenini yorgun düşürmüştü. Çok daha yorgun günleri olacaktı. Tüm bunlara nasıl dayanacaktı? Umarım, dayanır. Umarım güneş gülüşlü çocuk çok iyi olur.

"Nasıl güzel," dedi, Halil, sesine yansıyan acıyla. Ah, keşke sarılabilsem acına.

"Fazla güzel," dedim sakince.

"Nasıl yorgun düştü, gördün mü? Hep böyle yorgun mu olacak, Mizgin? Artık eskisi gibi güzel gülümsemeyecek mi?" diye sordu ve içimi paramparça etti. Senin canın bu kadar acırken benim canım nasıl çekilmesin?

"Halil," dedim, ismi dudaklarımı yakıp geçerken. "Güneş, çok iyi olacak ve eskisinden çok daha güzel bir şekilde gülümseyecek," dedim. Samimiyetten uzak bir şekilde gülümsedi. Gocunmadım. Şu an onun için sarfedilen her teselli cümlesi boş bir bağırtıdan ibaretti. Ve ben bu zamanlarda susarak destek olma taraftarıydım. Öyle de yaptım. Bir daha konuşmadık.

Beraber Güneş'in odasından çıktık. O, babasının yanına, salona geçerken bende mutfağa, Hanife teyzeye bakmaya gittim. Önceden sarıp dolaba koyduğu sarmaları çıkarıp tencereye dizerek çoktan ocağın üstüne koymuştu. Yanına patates salatası yapmak için haşlanmak üzere ocağa patates koymuştu. Diğer yandan da güzel kokulu mercimek çorbası ocakta kaynıyordu. Bir şey yapmamı istemese de ısrar edince dayanamayıp elime salata malzemelerini tutuşturdu.

"Güneş, kar topu oynadığınız günden sonra senden çok bahsetti. Seni çok sevmiş," dedi. Bir annenin sesine nasıl acı oturursa, o şekilde bir acı oturmuştu, Hanife teyzenin sesine.

"Bende onu çok sevdim," diyebildim sadece.

Ve havadan sudan olacak şekilde sohbetlerimiz devam etti. İlerleyen saatlerde sofrayı kurduk. Üzerimde dönen tatlı sohbetler, yenen yemekler, beni uzun zamandır uzak kaldığım evime götürmüştü sanki. Aile sıcaklığını tam olarak bu masada hissetmiştim.

Yemeği yedikten sonra itirazlara kulak tıkayarak bulaşıkları makineye dizdim. Sonrasında çay suyu ocaktaki yerini aldı. Kısa süre içerisinde çayı da demleyip salona geçtik.

"Eee, Mizgin, ne zaman gidiyorsun Ordu'ya?" Faruk amcaya baktım. "Sınav sonuçları açıklanmadan gidemem, Faruk amca. Geçersem uygun bir güne bilet alıp Cuma gününden sonra birkaç güne giderim," diye açıklama yaptım. Başını salladı. "Bize de dönüşte fındık getirirsin o vakit," dedi gülerken. "Getirmem mi," dedim ve devam ettim, "Hatta size bizim kendi çaylarımızdan da getirebilirim."

"Yok kızım, kendine yük etme. Ben şaka ettiydim," diye mahcup bir şekilde konuşsa da kafama yazmıştım. Getirecektim. Halil'im, bir tanemde yer, içerdi hem.

Çayı da içtik.

"Ben artık müsaadenizi isteyeyim, çok bile oturdum," diyerek oturduğum koltuktan kalktım.

"Aaa, kızım! Hiç olur mu öyle şey? Bundan sonra daha sık bekliyorum. Öğrencisiniz, bir eksiğiniz olur, hiç çekinmeden çalın kapımı." Hanife teyzeye minnetle gülümsedim.

"Aslında, yarının sınavına beraber çalışsaydık... O dersin vizesi benim biraz kötü geçti de." Çekinerek konuşan Halil'e baktım. Sen, benim kalbimi öldürmek mi istiyorsun, güzel sevdiğim? Zira bu kadar heyecan sonrası kalbim durabilir.

"Çalışın kızım, çalışın. Ev müsait. Hiç çekinme, çok kaldım, çok oturdum diye." Hanife teyzenin samimiyetini yürekten hissettim.

"Madem öyle, olur," dedim.

"İstersen odama geçelim, istersen buralarda çalışırız. Ne dersin?" diye hızlı hızlı konuştu. Öleceğim ama ben sana! Şimdi biz seninle, senin odanda ders çalışacağız, öyle mi? Hayallerimin çok daha ötesini yaşıyordum.

"Odanda çalışabiliriz." Başını salladı.
Gözlerimle uzaktan sevdiğim odana girmek... Bu çok başka bir duygu, Halil. Sana şimdi tüm bu hislerimi anlatsam, bana deli gözüyle bakarsın belki. Ama bilmiyorsun. Seni bu denli sevmek nasıl bir his, bilmiyorsun.

Odasına önden girip kapısını ardına kadar açtı. Kalbinin kapısını da bu şekilde açar mısın, sevdiğim?

"Geç, lütfen." Geçmem mi?

Aşina olduğum oda. Lacivert tonları ağırlık kazanıyordu. Çift kişilik bir yatak ve üzerindeki hep gördüğüm lacivert battaniye. Yatağın karşısında ahşap çalışma masası. İşte burada mandalinalarımı yemişti. Sevinçten kanat çıkarıp uçacağım şimdi. Arkadaşlar, biz bu evreye nasıl geldik Allah aşkına! Ben uzaktan sevdiğim adamın yanına gelecek kadar ne yaşadım? Biriniz beni mıncıklayın lütfen!

"Şöyle geç itersen," diyerek, hep oturduğu sandalyesini gösterdi. Geçmem mi? Hemen oturdum. Bir süreliğine kayboldu. Döndüğünde mutfaktaki sandalyelerden biri elindeydi. Yanıma koydu. Yanıma... Yan yana oturacağız ya şimdi... Bir sıcak oldu buralar. Camı mı açsam? Bu soğukta? Güldürme üzerine, Leyla.

Gerekli materyalleri masanın üzerine bırakıp yanıma oturdu. Biz böyleyken ben nasıl odaklanacağım? Ayrıca bu odanın her yeri sen kokuyor. Bakın, yine aşk sarhoşuyum. Şu güzel yatağına kıvrılıp yatsam, başka ne isterim ki?

Başladık.

Bir şeyler anlatıyordum. Ama ne anlattığımı anlamıyordum. Beynim buğuluydu. Ücra köşelerinde yankı bulan bir ses, Halil, Halil diyordu.

İki saat.

Onunla nefeslerimizin harmanlandığı, kalplerimizin yan yana attığı iki saat. Açık kapının pervazına tıklatarak Hanife teyze içeri girdi. Elindeki tabakta bir sürü mandalina. Kocaman gülümsedim. Mandalina, aşk demekti. Ve benim aşkımda yanımdaydı işte. Mandalinalar onu bana itmişti. Teşekkür ederim güzel mandalinalar.

"Biraz mola verin canım, tıkılıp kaldınız buraya," dedi, Hanife teyze gülerek. Aynı şekilde karşılık verip önümüze koyduğu mandalinalardan birer tane alıp soymaya başladık.

Hanife teyze çıktı.

"Mandalinayı çok severim," dedim, ağzıma bir dilim atarken. Yüzüme baktı. Yüzlerimizin arasında iki karış mesafe... Heyecandan dikkatli bakamadım. Önüme döndüm.

"Bende çok severim. Ayrıca bana hep birini hatırlatıyor," dedi gülümseyerek. Yediğim mandalina heyecandan boğazıma dizildi.

"Yaa, öyle mi?" dedim saf bir şekilde.

"Öyle. Sevdiğim birini hatırlatıyor bana," dedi bu kez. Leyla, aramızdan ayrıldı bu kez. Ne dedi? DUYDUNUZ MU NE DEDİ? KULAKLARIMA İNANMAMAM NORMAL Mİ? AKLIMI KAYBEDECEĞİM!

Hayalimdin, Halil. En güzel düşlerimi senin için kurdum. Şimdi sen bana, sen bilmesen de, beni sevdiğini söylüyorsun. İster arkadaşça sev, ister normal bir insan gibi, istersen de aşkla sev... Senin içinde bana karşı bir sevgi filizlendi ya, ben bu saatten sonra ölsem de gam yemem ki. Ne büyük mutluluk! Çok seviyorum seni. O kadar çok seviyorum ki bazen gerçekten öleceğim sanıyorum.

"Özel biri olmalı," dedim, gülümseyerek. Utancımı bir sandığa kilitledim. Şimdi cesur olma vakti, Leyla. Nefesimi tutarak ağzından çıkacak sözleri bekledim.

"Özel," dedi ve ben bittim. Şimdi sevincimden kahkaha atsam, sarılsam boynuna, özel dediğin o kişi benim, desem. Diyemem ki. O, Mandalina'nın ben olduğumu bilmiyor. O, Mandalina'yı seviyor. Leyla ise sadece arkadaşı. Belki de Mandalina'nın ben olduğumu öğrenince her ikimizden de uzaklaşacak ve ben kahrolacağım. Hemen vazgeçtim bu düşünceden.

"Öyledir muhakkak," dedim sadece ve bir daha konuşmadık.

Bir müddet daha çalıştıktan sonra, teşekkür ederek, onlardan ayrıldım.

Saat on. Yatağa kon, tabi ki de değil.

"Kız, nerelerdesin sen? Bugün bizle de sınava girmedin, göremedim seni hiç?" Aslı'nın meraklı sesiyle salona girdim. Odadan çıkmıştı demek.

"Arkadaşımla ders çalışıyordum," dedim ve sınav meselesini atladım. Halil'den onlara bahsetmek içimden gelmiyordu. Benimdi ya o, saklımdı.

"Peki madem. Çay koydum. İçeriz değil mi?" Ağzına kadar dolu olan midem bu soruya, hayır dese de ne zamandır Aslı'yla beraber oturmadığımız aklıma gelince, başımı salladım.

Beraber mutfağa geçip çayımızı demledik. Yanına birkaç kuru yemiş koyup tekrar salona geçtik.

"Son sınavlar. Bilet almadın hala değil mi?" diye sordu. "Hayır, henüz almadım," dedim. "Bende almadım," dedi sıkıntıyla. "Bir tane bütüm olabilir," diye de ekledi. Sıkıntısının sebebi anlaşılmıştı.

"Merak etme, kalmazsın sen," dedim. Teselli bulsun istiyordum ama sonuçlar açıklanmadan rahat etmeyeceğini de biliyordum.

Bir müddet daha konuştuktan sonra bardaklarımızı yıkayıp odalarımıza çekildik.

🍊

Minik bir duş faslından sonra en kalın pijamalarımı giyinip yatağıma geçtim. Yorganımı içime sokmak istiyordum. Ayrıca yatağımda çok soğuktu. Nasıl ısınacaksam... Kış mevsimini bu kadar çok sevip yine bu kadar çok üşümem hakkında tez falan yazmak istiyorum.

Nefesimi verip yatağıma iyice gömüldüm.

Telefonumu yorganımın altında açıp ışığını en düşük ayara getirdim. Gece modunu açıp rahatsız edici beyaz ışıktan gözlerimi korudum.

Adresim belliydi. Sohbete girdim. Gözlerim hemen aradığı kişiyi bulurken değişen profiliyle gözlerimden kalp çıkardım desem yeridir. Gülümsediği bir fotoğrafını profiline koymuştu. Ama bu, çok güzeldi. Fotoğrafı büyütüp kendime daha çok yaklaştırdım. Kısılan gözleri, gülünce kenarlara çekilen dudak kenarları, yüzünde oluşan çizgiler... Hepsi o kadar aşk kokuyordu ki, çok sevmek... Hep daha çok sevmek. Seni seviyorum. Çok.

Telefonu dudaklarıma yaklaştırıp minik bir öpücük kondurdum. Öylece beklerken kulağıma gelen, dıııııt, sesiyle korkuyla dudaklarımdan çekip ekrana baktım.

Halil.

Çalıyor...

Essela!

Elim ayağım birbirine dolaştı. Kapatmaya çalışırken arama ekranını kapattım. Hala çalıyordu. Ne yapacağım? Allah cezanı vermesin, Leyla! Panikle tekrar arama ekranını açmaya çalıştım. O kadar panik olmuştum ki beynim kısa süreli error haline girdi. Kalbimde gümp gümp atarak bana hiç yardımcı olmuyordu. Saniyeler sonra kulağıma ilişen sesle, adeta donakaldım. Öyle ki nefesimi bile tuttum ve sadece bekledim.

"Mandalina?"

Seni öpmek bu kadar ağır bedellere sebep olmamalıydı. Ya görüntülü arasaydım? O zaman ne olurdu acaba. Aferin sana, Leyla. Adının hakkını veriyorsun kızım. Böyle devam et.

"Alo?"

Bir aralık dudaklarım aralandı. Sonra sıkıca birbirine bastırdım. Sakin olmaya çalışarak arama ekranını açıp aramayı sonlandırdım. Derin bir nefes bıraktım. Az önce üşüyorum demiştim değil mi? Şimdi de yanıyorum. Bu hal biraz daha sürseydi buralar yangın yeri olurdu bende panik ataktan gidici olurdum.

Sakinleşmeye çalışırken telefonuma bildirim düştü. Kimden geldiğini tahmin ettiğim için yerini koruyan heyecanım ikiye katlandı.

Ekranı açtım.

Halil: Mandalina?

Mandalina: Halil?

Halil: Aradın?

Mandalina: Yanlışlıkla oldu. Kusura bakma lütfen.

Halil: Bakmadımda,

Halil: Neyse.

Mandalina: Bir şey mi oldu?

Halil: Yok, ne olacak?

Mandalina: Bir şey söyleyecektin. Söyler misin lütfen?

Halil: Sesini duyabilseydim keşke, diyecektim.

Mandalina: Gerçekten mi?

Halil: Gerçekten.

Mandalina: Birgün duyarsın belki.

Halil: Duymak isterim.

Mandalina: Kalbim duracak sanırım.

Halil: Senin bu heyecanın benim konuşmama engel oluyor ama.

Mandalina: Heyecanım olmasa daha bir sürü şey söyleyeceksin yani?

Halil: Belki.

Mandalina: Ne mesela?

Halil: Bilmem. Duruma göre gelişiyor işte.

Mandalina: Yani en azından aklından geçiyor, değil mi?

Halil: Evet, geçiyor.

Mandalina: Peki, bu iyi bir şey mi?

Halil: İyi bir şey:)

Mandalina: O zaman sevineyim, ben.

Halil: O zaman sevin, sen.

Mandalina: Halil?

Halil: Mandalina?

Mandalina: İyi ki varsın, biliyor musun?

Halil: İyi ki var mıyım, bilmiyorum.

Mandalina: İyi ki varsın, Halil.

Halil: İyi ki varsın, Mandalina.

Mandalina: Heyecanlandım ama sen söyleyeceklerinden vazgeçme. Benim kalbim sen tarafından heyecanlanmayı seviyor.

Halil: Çok garipsin.

Mandalina: Ne yönden?

Halil: Her yönden. Ama aynı zamanda da çok doğalsın, safsın. Olduğun gibi, o an ne hissediyorsan osun. Ve ben sanırım bu hallerini seviyorum.

Mandalina: Bu mesaj bana yazdığın en güzel mesajlardan birisi.

Halil: İçimden geldi.

Mandalina: İçim gidiyor.

Halil: İyi geceler, Mandalina. Sen dersin bunu bana genelde ama bu kez ben sana diyorum, üzerini sıkı ört.

Mandalina: İyi geceler, Halil Babür. Üzerimi sıkı örttüm, üzerini çok sıkı ört.

Görüldü.

🍊


Loading...
0%