@amatoriceyazar
|
Multi: Ed Sheeran, Perfect 12. Bölüm: 🍊 Hangisi? Her İkisi 🍊🍊🍊 Hayatımın ışıltılı günlerinden herkese, merhaba. Ben, Leyla. Tanıştık mı daha önce, bilmiyorum. Halil'e deli divane aşık, Leyla dersem, tanırsınız belki. Bugün, güneşe öpücük atarak uyandığım bilmem kaçıncı gün. Mutluyum. Hatta, baya mutluyum. Bayanın, bayası bir mutluluk. Sınavımız öğleden sonra. Sağlam bir kahvaltı sonrası koşarak okula gitmek istiyorum. Ya da durağa... Belki biriciğimde gelir ve bana o güzel sesiyle, günaydın, der. Otobüse bineriz. Ayrı düşeriz ama benim kalbim kıyısını bilip tam onun kalbinin yanında atar yine. Ben hep ona bakarım ama o bana baktığında bu tesadüfmüş gibi birbirimize güleriz. Sonra kalbim şapşal aşık atışlarını yapar. Daha fazla aşık olurum. Çok aşık. "Çayın soğudu," dedi, Aslı ve hayallerimin ortasına sert bir dalış yaptı. Tamam, yemeden içmeden kesilme evresi bu evre. Eminim ki o yemeden içmeden kesilme bu yemeden içmeden kesilme değil ama benim içinde bir çeşit yemeden içmeden kesilme. Leylaca tekerleme günlerine hoş geldiniz! "Dalmışım," dedim ve ağzıma bir siyah zeytin attım. "Baya dalmışsın," dedi gülerek. Bende güldüm. Omuzlarımı silkip soğumuş çayımdan koca bir yudum aldım. Kahvaltımızı yapıp hazırlanmak üzere odalarımıza geçtik. Bugün şöyle bir özenesim var kendime. Hişt, susun bakayım! Ne alakası var, Halil'e güzel gözükmekle! Şaşacak şey doğrusu, tabi ki ona güzel gözükeceğim. Şöyle bordo bir kazak. Havaya bakayım. Güneşli. Altına dizlerimin altında biten lacivert kalem bir etek. Saçlarımızı da enseden şöyle dağınık bir topuz yapalım. Üzerime de krem rengi kaşemi giyerim, mis olduk. Makyaj yapmak yerine yüzümü nemlendirip, gözlerime rimel sürdükten sonra bu faslı da kapattım. Tamam, fazla Leylaca bir kombin. Çıkabiliriz. "Aslıcığım, ben hazırım," diye bağırdım. "Sen durağa geç istersen, Leyla ben henüz giyinmedim bile. Senden sonra gelirim," dedi sesi uzaklardan gelirken. "Yarım saattir ne yapıyorsun sen," dedim sorgular bir tavırda. Beraber çıkacaktık. "Duş aldım. O yüzden hazırlanamadım. Sen beni hiç bekleme. Ders çalışacaktın zaten kütüphanede." Başımı salladım, görmediğini bile bile. "Tamam canım, ben çıkıyorum. Sınavda görüşürüz," diye bağırdım tekrardan. Onay alınca çıkışa yöneldim. Botlarımı çabucak giyinip merdivenlerden indim. Apartmanın ağır demir kapısını çekip çıktım. Dışarı çıkar çıkmaz sevdiğimin camını yokladı gözlerim. Tam o tarafa doğru bakarken karşı apartmanın demir kapısı açıldı. Nefesimi tuttum ve nefesim çıktı. Böyle tesadüflerin kölesi olayım ya! "Günaydın," dedim kendimi belli ederek. Güzel gözleri gözlerimi buldu. Yüzünde bir aydınlanma. Aynı benim gibi güldü. "Günaydın," dedi, hafif tok sesiyle. Kaldırımdan inip bekledim. Üç adımda karşımda belirdi. Ne de güzel giyinmiş gönlümün efendisi. "Erkencisin yine," dedi gülümseyerek. Gömün beni şu adamın gülümsemesine ya! "Öyle. Ders çalışacağım," dedim gözlerinin ta en içine bakarak. Başını salladı. "Bende öyle," dedi. Bu bir teklif mi, Halil Babür Aktaş? "Beraber çalışalım mı," dedim. Leyla'dan beklenmeyen ataklar. Leyla, yarı sahayı geçti, hızla kaleye gidiyor. Önü bomboş. Gol mü geliyor? Nefesler tutuldu, nabız Leyla'da atıyor. "Olur, çalışalım," dedi ve gol! Gülümsedim. İçimde ise kezban Leyla sevincinden göbek atıyordu. Kezban Leyla'ya bir iki yüzlük! Beraber durağa doğru yürümeye başladık. Sizce de biz bu aralar sürekli yan yana değil miyiz? Bazen afili bir rüyanın içinde olduğumu düşünüyorum. Fazla mutluluk içeren bir gerçeklik. Daim olsun. Durağa geldik. Dakikalar ve dakikalar. Yaklaşık on dakika kadar sonra otobüs geldi. Ben ise o süre içinde, yanımda olmasına rağmen, yine onu düşündüm. Beni seviyor olsaydı, bu durakta nasıl dururduk üzerine bir çok masal yazdım. Hepsi mutlu sonla bitiyordu. Birgün. Belki. Tüm koltuklar doluydu. Orta kapıya geçip sarı demirlerin orada durduk. Ben altından o da üstünden tuttu. Bir deli cesaret, elini tutsam ya şimdi. Dengem sarsıldı derim. Yalan olmaz ki. Sana aşık olmak büyük bir dengesizlik zaten. Aşk, en büyük dengesizlik. Halil'in sol çaprazında ki kızın dikkatle Halil'e baktığını fark ettim. Kimsenin onu görmüyor oluşunu fırsat bilip baştan aşağı süzüyordu. Hoş mu yaptığın? Benim gibi nahif bir kızın içindeki canavarı dürtüyorsun. Kız Halil'e, Halil camdan dışarıya, bende kıza bakıyordum. Canım, bir tanem, bir bilsen içimde kopan fırtınayı... Kız saniyeler sonra hareketlendi. Geldi tam dibinde durdu. Halil'in işaret parmağını hapis alarak sarı demirden tutundu. Yuh artık! Halil kıza bakınca, flörtöz bir şekilde gülümsedi. Yamuk ağızlı! "Kusura bakma. Dengede duramıyorum da," dedi ince bir ses tonuyla. Hayır, çekici olduğunu falan mı sanıyorsun? Güzel sevdiğim hiç cevap vermezken, ona tekrar aşık olmama sebep olacak o hareketi yaptı. Yani, elini indirdi. Bu kez eli benim elime değerken yüzüme baktı. Kocaman gülümsedim. Memnun olmuş bir şekilde o da gülümsedi. Yan gözle kıza baktım. Somurtmuş, öylece duruyordu. İn bir hava al canım, istersen. Fakültenin önünde indik.Sakin adımlarla yürüyüp içeri girdik. Kartlarımızı okutup turnikelerden geçtik. "Bu kez çaylar benden," dedim ona fırsat tanımadan. İtiraz etmek için ağzını açmıştı ki tekrar konuştum. "Ben davet ettim bu kez. O yüzden itiraz istemiyorum, çaylar benden," dedim tekrar. "Peki," dedi, masumca gülümseyip. Oy, öpeyim bal yanağından. O, kütüphaneye doğru ilerlerken bende içimde uçuşan kelebekleri sakinleştirmeye çalışarak kantine doğru yürüdüm. İki çay ve tıpkı onun gibi yanına iki çikolata aldım. Dikkatli adımlarla yürüyüp kütüphaneye girdim. Gözlerim hızlı bir turla sevdiğimi ararken kısa sürede buldu da. Heyecan yapıp dökmemek adına içimden dualar ediyordum. Kafamın içinde -gız bahma bahma, heyecan yapma dökecehsin- sesi. Fehime'de kim? Altın Mandalina Ödülleri'nde Yılın Sakarı seçilen, Leyla Mizgin Yılmaz şov sergiliyor burada! Ben çayları masaya koyarken o ise fısıltıyla teşekkür ediyordu. Sen bana hep böyle teşekkür et, ben sana hep çay alırım. Oturdum. O, kendi haline çalışmaya başlarken ben bir onu izliyor bir ders çalışmaya çalışıyordum. Biraz daha efsunlanırsam sınav kağıdına adım yerine adını yazacağım. Kendine gel, Leyla. Geldim. Tekrar gittim. Kaşına gözüne kurban olurum be! Hanife teyzeye saygılarımla. Dünyaya bir afet getirmiş. Dakikalar ve saatler. Henüz yeni öğlen olmuştu ve bizim sınavımız saat ikideydi. Yani iki saatimiz daha vardı. İki saat boyunca seni izlemek... Ne müthiş anlar bunlar. Bu dakikalarda arkadaş grubuma da mesaj gelmişti. Mahşerin Dört Atlısı Deniz: Leyla'm, neredesin? Leyla: Kütüphanede ders çalışıyorum. Gökhan: Kantinde bir şeyler içiyoruz. Sende gel istersen. Leyla: Biraz daha çalışmam gerekiyor. Siz keyfinize bakın. Teşekkür ederim. Gökhan: Tamam, sıkıntı yok. Sınava D1 dersliğin de gireceğiz, haberin olsun. Leyla: Tamamdır. Telefonumu masaya bıraktım. Gidip onlarla bir şeyler içseydim iyi olurdu aslında. Finaller sebebiyle arkadaşlarıma yeterince vakit ayıramamıştım. Ama burada da biricik sevdiğim vardı. Arkadaşlarımla istediğim zaman görüşme fırsatım vardı. Fakat Halil'le görüşmek için güzel tesadüfleri beklemek zorundaydım. O yüzden bu anı terk edemezdim. "Ben bir tane okuma kitabı alacağım," diye fısıldadım ona doğru. Gözleri beni buldu. Öleceğim. "Bende geleyim, kendime bakarım," dedi. Gel, gel, ölürüm sana, gel. Beraber kalktık. Rafların arasına girip, kaybolduk. Tamam, kamera nerede, nereye el sallıyoruz? Hayır, böyle bir film sahnesini hayal bile etmemiştim. Ne güzel olduk böyle ya! En son Canan Tan'ın, Yüreğim Seni Çok Sevdi kitabını okumuştum. Sonu hiç tahmin ettiğim gibi değildi. Açıkçası baya da üzüldüm. O kadar alışmışız ki kavuşan aşıklara, ayrılık olunca istemeden yazara kızıyoruz. Onun elinde ne de olsa. İstese mutlu bir son yazabilirdi. Ama hayatın gerçeklerini vurgulamayı tercih etmişti. Sanki hayatta her aşık kavuşuyor mu? Peki, o zaman bu kadar aşk acısı niye var, öyle değil mi? Ben öylece kitaplara bakarken önüme bir kitap uzandı. İnce parmaklar, temiz tırnaklar... Nerede görsem tanırım. Halil'in bu eller. Kitaba kaydı gözlerim, Emily Bronte, Uğultulu Tepeler. Adını çokça duymakla birlikte daha önce hiç okumamıştım. "Çok güzel bir kitaptır." Kulağıma çok yakın gelen sesiyle başımı kaldırdım. Tamam, bu bir hataydı. Ama çok güzel bir hata. Gözlerinin kahvesi gözlerime akıyordu sanki. Ona daha önce yakından bakmışlığım olmuştu ama hiç bu kadar yakınına düşmemişti gözlerim. Nefesini verdikçe yüzüme sıcak rüzgarlar esiyordu sanki. Kalbim tüm atan nabızlarımın kapılarını zorlamaya başlamıştı çoktan. Yüzüme çalınan kırmızılıklara salça dememek için zor tutuyordum kendimi. Neyle ifade ederim yoksa? Sana çok aşığım, yakınlaşınca böyle oldu mu? Bayılsam daha evla. "Duymuştum adını," dedim fısıltıyla. Başını salladı. Tam o esnada saçının bir perçemi alnına düştü. Siz, avellik deyin ben, aşk sarhoşluğu... Elim gayri ihtiyarı ulaştı o perçeme. Hayalimdi. Yumuşacık saçlarına dokunup, sevmek. Şimdi parmaklarımın arasında. Rüya olmasından ne çok korkuyorum, bir bilseniz. Uyanacağım ve parmaklarımın ucu bomboş kalacak diye nasıl korkuyorum. İşaret parmağımla minik bir okşayış yapıp geriye doğru ittim. Saçları parmaklarımın arasında dans ediyordu adeta. Ne kadarda yumuşak. İstemeyerekte olsa elimi geri çektim. Utancını bir köşeye it, Leyla. Bu senin en cesur hamlendi belkide. Ama sakın pişmanlık duyma. "Özür dilerim. Önüne düşünce birden-" sözümü kesti. "Önemli değil," dedi gülümseyerek. Gözleri gözlerimde. Ama yemin ederim farklı bakıyor. İçimi delip geçiyor. Sanki görüyor, yüreğimde sakladığım aşkımı. Ah, delireceğim. "O zaman ben bu kitabı alayım," dedim, fısıltıyla. Başını salladı. "Al." Niye böylesin dememek için zor tutuyorum kendimi. Bir adım geri çekildim. Biraz daha yakınında dursaydım, dilim durmayacaktı. Kaçacaktı saklı sözlerim. Dayanamaz, giderdi ve ben biterdim. 🍊 Sevdiğimden ayrıldım. Başka sınıflarda sınava girdik. Şimdi yanımda Gökhan, arkamda da Deniz ve Aslı vardı. Sınav başlayalı on dakika olmuştu. Fakat aklımda, kalbimde canımdaydı. Nasıl olmasın ki? Ne güzel bakmıştı bana... Ah, içim gitti. Hatta, eridi. Öyle çok sevdim ki o an onu. Saçlarına dokundum birde. Nasılda güzeldi. Ne güzel birgün. Seni çok seviyorum. Sınavımız bitti. Koridordaydık. Soruların kritiğini yapıyorduk. Genel itibariyle iyi geçmişti. O yüzden bunu da kafamdan silip yarınki sınava odağımı verdim. Son üç sınav sonrası finaller bitiyordu. Ondan sonra ver elini, Ordu! "Mizgin!" Arkamdan gelen tanıdık sesle nefesimi tuttum. Durdum. Benimle birlikte arkadaşlarımda durdu. Hepimizin gözü arkaya kayarken o, Mustafa'yla çoktan yanımıza gelmişti bile. Öleceğim, güzelliğine bak. "Kalemin bende kalmış," dedi, bana doğru bir kalem uzatırken. Al bütün kalemlerim senin olsun ya, sonra sen bana yine böyle getir. "Karışmış demek ki," dedim gülümseyerek ve kalemi aldım. "Demek ki," dedi ve fazla bir şey söylemedi. Anlamsız bir sessizlik oluşurken müdahale edip onları tanıştırdım. Hepsi birbiriyle el sıkıştı. "Eve mi gidiyorsun?" diye sordu. Evim, kalbin. Şimdilik oraya gidemediğim için ev dediğim bir yere gidiyorum, evet. "Evet, sen?" diye sordum merakla. Başını salladı. Yap şu teklifi, hadi! "Beraber gidelim mi?" Evet, be! İşte budur! Hevesli görünmemek adına çok minik bir şekilde gülümsedim. "Olur," dedim sadece ve Aslı'ya döndüm. "Gidelim mi?" diye sorduğumda başını olumsuz anlamda salladı. "Biz Deniz'le kütüphanede yarınki sınava çalışacağız." Değmeyin keyfime ya! Onlarla selamlaşıp ayrıldık. Mustafa, durağa kadar bizimle gelmişti. Otobüsü gelince ayrıldı. Kaldık mı yine baş başa... "Sınav nasıl geçti?" Yüzüne baktım. Bana bakıyordu. Durun bir dakika, heyecanlandım. "Güzeldi. Senin nasıl geçti?" diye sordum. Gülümsedi. Sen benimle konuşurken hep böyle gülümse olur mu? "Güzeldi benimde." Bir daha konuşmadık. Sözsüz bir biçimde eve kadar geldik. Apartmanların tam arasında durduk. Tüm günü beraber geçirmemiş gibi hiç ayrılmak istemiyordum. Normal mi? "Görüşürüz o zaman." Görüşelim. "Görüşürüz," dedim ve geriye doğru bir adım attım. Gülümsedi ve el salladı. El salladım. Arkasını dönünce bende döndüm. İçim ona çekiliyor ama ben eve gidiyorum. Eve girip önce üzerimi değiştirdim. Sonra kısa bir duş alıp çıktım. Aslı gelmeden yemek hazırlama düşüncesiyle mutfağa girdim. Dün geceden ıslattığım kuru fasulyeyi ocağa koyup yanına da pilav yapmak üzere pirinç yıkadım. Şişmesi için onuda hafif sıcak suya bıraktım. Kısa süre içinde onuda ocağa koyup mutfak masasına oturdum. Bir müddet telefonumla ilgilendim. Aslı'ya mesaj atıp ne zaman geleceğini sordum. İki saate kadar gelirim diyince pişen yemeklerin altını kapatıp odama geçtim. Ne zamandır güzel sevgilimi oturup izlemiyorum ben, değil mi? Üzerime kalın bir hırka alıp berjere oturdum. Yavaştan çöken karanlık sonrası azda olsa odası gözüküyordu. Dakikalar sonra ışığı yanınca artık tamamıyla onu görebiliyordum. Siyah bir pijama takımı giymişti. Masasına oturdu. Dün, orada ben oturuyordum. Ah, hala rüya gibi. Onlara gitmiştim. Beraber yemek yemiştik. Ne güzeldi dün, öyle değil mi? Bugünde çok güzeldi. Onunla olan her gün, çok güzel. Masasında birkaç bir şeyle uğraşıp kalktı. Yatağına uzandı. Bu haliyle yüzünü göremiyor, sadece ayaklarını görüyordum. Derin bir nefes alıp kalktım. Yatağıma geçip tıpkı onun gibi uzandım. Ne düşünüyordu acaba şimdi? Ben, hep olduğu gibi yine onu düşünüyorum. Titreyen telefonumla irkildim. Meraktan uzak bir şekilde açtım. Kalbim... Nabzım çok hızlı bir yükseliş yaşadı, her an bayılabilirim. Halil: Mandalina? Mandalina: Halil? Halil: Nasılsın? Mandalina: Şu an çok iyiyim, sen nasılsın? Halil: Bende iyiyim. Mandalina: Hep iyi ol. Halil: Ben, merak ettim de... Mandalina: Neyi merak ettin? Halil: Seni. Mandalina: Ne? Halil: Seni merak ettim. Mandalina: Neden ki? Halil: Bende bilmiyorum, inan. Mandalina: Ben, ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok mutlu oldum. Halil: Bende ne diyeceğimi, ne dediğimi bilmiyorum bazen. Bazen, ne istediğimi de hiç bilmiyorum. Mandalina: O ne demek? Halil: Kafam karışık demek. Mandalina: Kafanı ne karıştırıyor? Halil: Kafamı sen karıştırıyorsun. Mandalina: Bunu nasıl yapıyorum? Halil: Bilmiyorum. Mandalina: Rahatsız mısın peki bu durumdan? Halil: Hayır, aksine memnunum. Mandalina: Yani? Halil: Bilmem. Sadece seninle konuşmayı seviyorum. 🍊 |
0% |