Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. 🍊 Oyun

@amatoriceyazar


Multi: Dolu Kadehi Ters Tut, Sen ve Ben

13. Bölüm: 🍊 Oyun

🍊🍊🍊

Aşk...

Çok farklı bir tecrübe. Düşünsenize, birini seviyorsunuz ve onu yemek istiyorsunuz. Ciddi bir yeme eylemi. Komple yutmayı düşündüğüm zamanlar bile oluyor. Göz göze gelince içim eriyor. Karnıma giren krampları saymıyorum bile. Nabız yükselmesine hala bir kulp takamadım. Hepsi, hormonlarımın düzenbazlığı diyemem. Çünkü kalbimin bu kadar çiceklenmesine haksızlık etmiş olurum. Ama işte halayın başını hormonlar çekiyor. Komik. Halay çeken hormonlar. Aşk halayı.

Şimdi şu zeytini ağzıma atmalı ve bu mükellef olmanın ötesinden bile geçemeyen öğrenci kahvaltısının başından kalkmalıydım. Bir zeytin, iki zeytin, biraz peynir, biraz salata, ucundan reçel... Ye babam, ye! Kalk, Leyla! Geç kalıyorsun! Ama ekmeğin arasındaki salata, üzerine koyduğum süzme peynir... Enfes. Enfes! Kahvaltı aşktı! İkinci aşk tabi. Birinciyi dile getirmeye bile gerek yok. Halil'im de Halil'im!

Telefonuma gelen bildirimle irkildim. Kahvaltıya bu kadar dalmam tahmin edilir bir durumdu. Neyse, bildirimimize bakalım.

"Öhö!" Gördüğüm mesajla lokmamın minik bir kırıntısı soluk boruma kaçtı. Belki bir daha nefes alamam. İlk yardım. Ama Halil gelsin. Çünkü ben kırıntı yüzünden değil, aşk yüzünden nefes alamıyorum. Canım benim, bir tanem!

Halil: Günaydın, Mandalina.

Mandalina: Günaydınnn. Hangi güzel rüzgâr seni buralara estirdi?

Halil: Rüzgârsız, benim esesim geldi :)

Mandalina: Sen, hep böyle benim etrafımda es.

Halil: Eserim...

Mandalina: Sabah sabah, sen ne güzelsin.

Halil: :)

Halil: Ne yapıyorsun?

Mandalina: Kahvaltı yapıyorum. Sen ne yapıyorsun?

Halil: Bende hazırlanıyorum. Fakülteye geçeceğim.

Mandalina: Çok güzel.

Halil: Güzel olan ne?

Mandalina: Güzel olan, sensin. Seninle konuşmak güzel olan. Bana doğru gelmen, güzel olan.

Halil: Bazen ne diyeceğimi bilemiyorum.

Mandalina: Bir şey deme. Okusan bile yeter ki bana. Ben, bileyim ki karşımda sen varsın, sana konuşuyorum ben, bu yeter bana.

Halil: Asıl güzel olan, senin yüreğin.

Mandalina: İçinde sen varsın diyedir.

Görüldü.

"Çok aşktan öleceğim ben artık ya!" diye, mırıldandım kendi kendime. Ne güzel konuşuyordu böyle! Bir poşet mandalina, bizi nerelere getirdi.

Leylaca bir şekilde mutfak masasında otururken Halil'in, çıkacağım, dediği aklıma geldi. Hızla masadan kalkıp kahvaltılıkları da aynı hızla dolaba yerleştirdim. Kalanını döndüğümde hallederim diye düşünerek odama koştum. Önceden hazırladığım çantamı koluma taktım. Masanın üzerinde siyah lastik tokamı bileğime geçirip saçımı uygun bir yerde bağlamayı aklıma not ettim.

Koştur koştur koridora çıkıp partmontadan kabanımı alıp üzerime geçirdim. Çantamı tekrar koluma geçirdim ve dolaptan botlarımı çıkardım. Kapıyı açıp nefes nefese kalarak onları da giyindim. Çelik kapıyı çekip bu kezde merdivenlere yöneldim. Ayaklarına kuvvet, Leyla. Yakala sevdiğini.

Aslı, bugün erken çıkmıştı. Deniz'le çalışacaklardı. Planda benimde gitmem vardı ama gece geç uyuduğum için sabah uyanamamıştım. O yüzden Aslı'ya tek gitmesini söyledim, o da yaklaşık iki saat önce çıktı. Şimdi saat on. Sınavımız yine öğleden sonra saat ikide. Dört saat. Belki yine biriciğimle çalışırız. Aklıma gelen bu müthiş düşünceyle daha da hızlandım. Zemin kata indiğimde ağır demir kapıyı kendime doğru çektim.

Dışarı çıktığımda belirgin bir soğuk vardı. Kaç gündür kar yağmıyordu ve belli ki hava kendini ayaza çekmişti. Üşümeyi kenara bırakıp karşı apartmana baktım. Acaba çıkmış mıydı? Belki çıkmıştı. Ya da çıkmamıştı. Burada, böyle beklesem mi? Aman, saçmalama Leyla! En iyisi durağa doğru yürüyeyim. Ya oradadır ya da birazdan gelir. Gelmezse ve otobüs gelirse binmem. Onu beklerim ve beraber gideriz. Evet, kesinlikle böyle yapacağım.

Omzuma taktığım çantamı sabitleyip ellerimi kabanımın cebine soktum. Kısa süre içerisinde durağa gelmiştim. Burada yoktu. Demek ki çıkmamıştı.

Durağa asılı tabeladan otobüsün ne zaman geleceğini kontrol ettim. Dokuz dakika gösteriyordu. Tamam, dokuz dakika içinde gelir bence.

Yaklaşık beş dakikadır bekliyordum ve sanırım gelmeyecekti. Belkide vazgeçmişti ve geç çıkacaktı. Mesaj atmayı bile düşündüm. Ama kendimi ele veririm korkusuyla bu düşüncemden hızla vazgeçtim.

Üç dakika kala yolun karşısında belirdi. İşte, geliyor. Elleri şişme montunun ceplerinde, başı eğik. Bir aralık yolu kontrol etti. Burada çok fazla araba geçmediği için kolaylıkla buraya doğru yürümeye başladı. Ve geldi. Güzel kahveleri buldu gözlerimi. İşte bahşettiği o müthiş gülümseme! Seninle tanışıyor olmak ne güzel bir mucize!

"Günaydın," dedi, gülümseyerek. Benimle konuşurken hep gülümsüyor, farkındasınız değil mi? Ama Mandalina'ya da iyi davranıyor. Şu an bu düşünce nereden hortladı inanın bilmiyorum ama işte Mandalina'ya da iyi davranıyor. Hatta Mandalina'ya turuncu ışık bile yakmaya başladı. Yakında yeşil ışık bile yakacak belkide. Ama Leyla... Leyla'ya belkide sadece arkadaş gözüyle bakıyor. Olsun, canım. İkiside benim! Hem, zamanı gelince çıkacağım karşısına ve işte o zaman bilecek beni. Bilecek ve öyle sevecek. Sever değil mi?

"Günaydın," dedim, düşüncelerimi pencereden aşağı atarak. Neydi mottomuz, güzel düşün ki her şey güzel olsun. Olacak. O beni sevecek ve ben zaten ona aşığım.

Bir şey demeyip yanıma geçti.

Otobüsün gelmesine iki dakika varken bileğimde bir kısmı gözüken siyah lastik tokama gözlerim takıldı. Saçlarımı iki elim arasında toplamaya çalıştım. Ama sadece çalıştım. Gerek kabanımın gerekse de atkımın yüzünden kollarımı tam olarak kaldıramıyordum. Pes ederek ellerimin arasında ki bir miktar saçı serbest bıraktım.

"İstersen, ben toplayabilirim. Güneş'in saçlarını sık sık topluyorum o yüzden kötü toplamam, merak etme," dedi, güven verircesine. Ama bir dakika! Oraya gelmeden önce, sen bana ne dedin? Saçlarımı toplamak mı! Öleceğim. Ben, gerçekten öleceğim.

Bu an kaçar mı, sevgili arkadaşlarım? Kaçmaz!

Hızla bileğimdeki tokayı çıkarıp ona uzattım. Alıp, kendi bileğine taktı. İleride bir gün belki bir tokamı ona veririm ve bileğine takar. Tamam, bunu söylemedim farz edin.

Arkamı döndüm. Göğsümü komple zorlayan kalbime sevgiler. Şimdi düşüp bayılacağım. Bir, iki, üç derken güzel elleri saçlarıma sarıldı. Bu andan sonra ne yapsam, saçlarımı hiç yıkamasam mı? İzi silinmesin diye ne yapsam?

Yumuşak. Çok yumuşaktı. İncitmekten korkar bir şekilde nazikçe elleri arasında şekil veriyordu. Ben seni nasıl sevmem? Sen söyle, ben seni nasıl sevmem? Yüreğimsin. Söyleyecek başka kelime bulamıyorum. Yüreğimin en içisin. Seni seviyorum. Çok.

Saniyeler sonra son dokunuşlarını yaparak saçlarımı serbest bıraktı. Yüzümde oluşan kocaman gülümsemeyle ona döndüm. Gözlerinde saf bir merak vardı. Telefonumu kabanımın cebinden çıkarıp ön kameramı açarak saçıma baktım. Çokta güzel toplamıştı. Bu halimle bir selfie çekip anı olarak sakladım. Sonra aklıma gelen sinsi düşünceyle telefonu arka kameraya alıp merakla bana bakan sevdiğimin yüzünü çektim. Bunu yaparken bir elimi hala saçlarımda gezdiriyordumki onu çektiğimi anlamasın. Birgün yan yana da çekilir miyiz, sevdiğim? Seninle aynı karede bulunmak çok müthiş bir his olsa gerek.

"Çok güzel toplamışsın, teşekkür ederim," dedim, memnuniyetle. Gülümsedi, "Rica ederim."

Otobüs geldi. Telefonumu cebimin içine atıp otobüs kartımı çıkardım.

Oldukça dolu olan otobüse girip bir miktar dayanacak yer bulduk kendimize. Ben arkamdaki sarı demirden tutunuyordum o da tutunacak yer olmadığı için camdan destek alarak ayakta kalmaya çalışıyordu.

Görenleri bayıltacak bir klişe yaşansaydı şimdi. Ani bir frenle esas kız ve esas oğlan çarpışırlar. Arkada çalan "Rabbabeeee eeee," şarkısı eşliğinde kalplerindeki aşkın farkına varırlar. Yani ben zaten aşığım ama belki onunda kalbinde bana karşı uyanmayı bekleyen bir aşk vardır, olamaz mı? Bence olur, sizce olmasa da olur.

Rüküş hayallerimi bir kenara bıraktım. Dakikalar sonra otobüsten indik. Fakülteye ilerleyip kartlarımızı okutarak turnikelerden geçtik. Şimdi ne olacak?

"Mustafa, kantinde bekliyor. Sonra görüşürüz, olur mu?" Bir yanımda güz yaprakları dökülürken diğer yanımda bahar çiçekleri açtı. Olmaz mı be yüreğim! Sen iste, ben, hep seninle görüşürüm. Yeter ki iste.

Halil, kantine giderken bende kızların yanına, kütüphaneye geçtim.

Bir saat, iki saat derken; şimdi sınıfta, sınav olmayı bekliyorduk. Halil, bu dersliğe gelmemişti. Demek ki bugünlük onu ancak bu kadar görebilecektim. Eve gittiğimde camımdan izlerim düşüncesiyle heyecan yaptım. Haydi, şu sınav bir an önce olsun ve bitsin.

Ve bitti.

Kabanımı yorgun bir biçimde partmontaya astım. Son iki sınav kalmıştı ve artık gerçekten sıkılmıştım. Benim gibi çiçek, böcek bir kızı bile çileden çıkartabilecek bir boğuculuğa sahipti, üniversite. Aslı da benden farksız değildi. Yorgunduk, dinlenmeliydik ama açtıkta. Bugünün akşam yemeğini kahvaltıyla geçiştirmeyi uygun bulup çay yaptık. Yedikten sonrada kısa süre içinde etrafı toparlayıp dinlenmek üzere odalarımıza geçtik. Henüz karanlık çökmediği için biricik sevdiğimi göremeyeceğimi bilerek yatağıma geçtim. Sırtım yumuşak yatakla buluşunca rahatlayan kemiklerim müthiş bir haz yayıyordu bedenime.

Telefonumu açtım. Bugün çektiğim fotoğrafını açtım. Ne de güzel bakmış öyle. Yaklaştırdım. Güzel gözlerine minik bir öpücük kondurdum. Telefonumu göğsüme bastırıp gözlerimi kapattım. Bugünü düşündüm. Özellikle de sabahı... Ne güzeldi. Saçlarıma dokundu. SAÇLARIMA DOKUNDU!

Aklıma gelen ani fikirle yorgunluğumu bir kenara bırakıp yataktan kalktım. Makasımı aldım ve ne zamandır sakladığım minik kavanozumu buldum. İkisiyle beraber tekrar yatağıma geçtim. Saçımın uç kısmından sırıtmayacak kadar küçük bir tutam kestim. Minik kavanozumun içine koydum. Baş ucumdaki komidinimin üzerine bıraktım. İzin var, sevgilim. Artık bende çok güzel bir izin var.

🍊


Zamanın bu kadar hızlı geçmesinin önünde diz çöktüm, ağlıyorum. Koca bir dönem nasıl geçmişti, hiç anlamadım bile. Son iki sınavım da bitti. Ve bugün cumartesi. Tüm sonuçlar açıklandı. Sıfır büt. Oturdum, bir yandan isteyerek diğer yandan hiç istemeyerek bilet aradım. Buldum da. Pazartesi. Saat sabah on buçukta. On iki numaralı koltuk. Bekle beni, Ordu gibi sözler hiç sarf edemeyeceğim. Özledim, tamam ama... Aması var işte. Adı, Halil. Nasıl ayrılacağım ben sevdiğimden?

Odamdan çıktım. Koca bir dönem nasıl bittiyse bu kısacık tatilde hemen bitecekti ve ben biricik sevgilimin yanına tekrar dönecektim. Evet.

"Demek gidiyorsun ha," dedim, ağlamaklı sesimle. Aslı, çalışkan bir kızdı. Hırslıydı. Hiç büte kaldığını görmemiştim ve bu kezde öyle olmuştu. Bu haftanın başında biletini almıştı. Bir dersi sıkıntılıydı. Almak istemedi ama daha sonra bilet bulamama sıkıntısını göz önünde bulundurup, aldı. Ve işte şimdi, gidiyor. Otobüsü öğleden sonra saat ikide. Son kez etrafı kolaçan ediyor.

"Seninle gelmemi istemediğine emin misin?" diye sordum, son defa. Başını salladı. "Evet, Leyla. Bir daha otogara kadar niye gelesin ki? Uzak hem. Giderim ben. Alıştım artık," dedi, sonlara doğru gülerek.

Başımı sağ omzuma doğru yatırdım. Durun bir dakika, Leyla Mizgin Yılmaz duygusallığıyla baş etmeye çalışıyor.

"Özleyeceğim seni, şapşal şey," dedim ve kollarımı kocaman açtım. Yerini bilir gibi hemencecik girdi kollarımın arasına. Minik bir duygusallık sonrası ayrıldık. Taksiyi aradık. On dakikaya kadar geleceğini söyledi. Beraber hazırladığı valizini indirdik. Taksi gelene kadar bekledim. Bu evrede gerçekten konuşmak istemiyordum. Vedaları da hiç sevmiyordum. Odama girmek ve çıkmamak istiyordum. Ayrılıklar neden bu kadar zor?

Gelen sarı taksiye içim acıyarak baktım. Aslı'ya son kez sarıldım. Göz pınarımda tuttuğum yaşlar vardı. Ayrıldık. Taksici abi valizi arkaya yerleştirdi. Aslı'da bu esnada arabanın arka kapısını açıp, bindi.

Kaldım bir başıma. Apartmana girip üçüncü kata doğru yol aldım.

Boş evde yankı yapan kapının sesini dinledim. Kocaman ev bana kaldı, gördünüz mü? Tamam, kocaman dediğimde iki artı bir, minik odalara sahip bir evdi. Ama büyüktü işte. Bana büyüktü. Hem, içinde insan olmayan her ev büyüktür ki.

Finaller bitmişti. Aslı gitmişti. Bende gidecektim. Fakat şu anlık yapacak hiç bir işim yoktu. Film izlerim düşüncesiyle bilgisayarımı kaptım. Yukarıdaki komşu sağ olsun, internet şifresini vermişti de ona bağlanıyordum. Yoksa bu öğrenci halimizle birde internet parası ödeseydik, vay halimize!

Ne zamandır aklımda olan bir filmi açtım. Kelebeğin Rüyası.

Daha başlayalı saniyeler olmuştu ki kapı çaldı. Aslı, kesin bir şeyini unuttu ve döndü düşüncesiyle hızla dış kapıya yöneldim. Açtığımda ise beklemediğim bu durum karşısında kısa çaplı şokumu yaşadım. Eve gelip uyudum herhalde ve şimdi de rüya görüyorum. Yoksa kapımda duran Halil ve onun elinden tutan minik Güneş, gerçek olamaz, değil mi?

"Şey," dedi ve rüya olmadığına inandırdı beni. Kapıyı ardına kadar açtım. "İçeri girin lütfen," dedim, heyecanla. Bir şey demeyip Güneş'in elini bıraktı ve botlarının fermuarlarını indirdi. Bu esnada bende eğilip Güneş'in botlarının fermuarlarını indirdim. Onu kucağıma alıp botlarını çekerek çıkardım. Güneş'i indirip botlarını içeri alıp, dolaba koydum. Bu esnada Halil'de içeri girmişti. Onunda güzel botlarını alıp, dolaba koydum.

"Hoş geldiniz," dedim, hala yaşadığım bu ana inanamayarak. "Hoş bulduk," dedi, güzel sevdiğim. Güneş'e yöneldim. Önünde diz çöküp işaret diliyle, hoş geldin, dedim. Gülümseyip işaret diliyle, hoş bulduk, dedi. Solgun yüzüne baktım. Kemoterapinin etkisi hala geçmemişti. Güzel saçlarını sevdim. Elimi çektiğimde parmaklarıma takılan saç telleri yüreğimi yaktı. Güzel saçları dökülüyordu. Ona göstermeden hemencecik avucuma topladım. Ama Halil, görmüştü. Gözlerinde biriken acıyla minik kardeşine baktı. Anın etkisini kırmak için gülümsedim. "Salona geçelim," diyerek onları yönlendirdim. Halil, Güneş'in elini tutarak arkamdan geldi.

Onlar yan yana ikili koltuğa otururken bende tekli koltuğa geçtim.

"Gideceksin ya, hem ben göreyim dedim hem de Güneş, seni görmek istedi," dedi, güzel sevdiğim. Ne iyi ettiniz!

"Çok iyi yapmışsınız. Ev arkadaşım da gitti, ne yapacağım diye düşünüyordum bende," dedim, içimdeki heyecanı yansıtarak. Gülümsedi. Güneş bu evrede sadece yere bakıyordu.

"Pek iyi değil. Hala çok yorgun. İlaçlar fazla bitkin düşürdü. Birde bugün yatağında çok fazla saç görmüş. Korkmuş. Epey ağladı. Bundan sonra daha fazla dökülecek. Kesmek için ikna etmeye çalıştık ama bir türlü ikna olmadı," dedi. İçim burkuluyordu. Güzel gözlü kız...

Aklıma gelen fikirle, belki ben ikna ederim, diye düşündüm. Elimi sallayarak Güneş'in dikkatini çektim. "Güneş, beraber bir oyun oynayalım mı?" diye, sordum işaret diliyle. Yüzünde beliren aydınlanmaya bende kocaman gülümsedim. "Ne oynayacağız," dedi, ellerini oynatarak. Hemen karşılık verdim. "Kuaförcülük," dedim. Pek anlamışa benzemiyordu ama başını salladı.

Yerimden kalkıp hızla odama geçtim. Makasımı aldım ve temiz çarşaflarımdan birini de dolabımdan aldım. Geriye döndüğümde iksi de merakla beni bekliyorlardı. Çok mu tatlısınız ne!

Elimdeki çarşafı Halil'in dizlerine ve yere gelecek şekilde serdim. Yere oturup çarşafın kulaklarını tutarak bir kısmını da omuzlarıma serdim. Saçlarımı çarşafın yüzüne çıkarıp makası arkamda oturan Halil'e uzattım. Bu hal, fazla heyecan vericiydi. Onun dizleri önünde oturuyordum. Şimdi yine, saçlarıma dokunacaktı.

"Saçlarımı keser misin, Halil?" diye, sordum. "Ama," dedi, hızla. "Kes, lütfen," dedim, tekrar. "Mizgin," dedi. "Halil," dedim ve devam ettim. "Lütfen. Uzar hem. Kökü bende değil mi? Uzar. Güneş için değer," dedim.

Elleri saçlarıma uzandı. Kalbimin sesi size kadar bile ulaşmış olabilir. Mutluyum. Çok mutlu.

Saçlarımı okşadı. İnanabiliyor musunuz, saçlarımı okşadı. Sonra nefesini kulağımda hissettim. "Teşekkür ederim," dedi, fısıltıyla. Sesinin kenarına uzansam ve uyusam. Cevap vermedim. Bir süre sonra saçlarımın kesilen sesi kulaklarıma ulaştı. Dakikalar sonra, "Tamamdır," dedi. Fazla kesmemişti. Uçlarından en fazla dört parmak kadar kısaltmıştı. Çarşafı omuzlarımdan indirdim ve ayağa kalktım. Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle Güneş'e baktım. Parmaklarımı saçlarımdan geçirip kocaman gülümsedim. "Sence de çok güzel olmadı mı, Güneş?" diye, sordum hevesle. Ellerimi indirip cevap vermesini bekledim. Başını salladı hızlı hızlı, "Çok güzel oldu," dedi, işaret diliyle.

Halil, yerinden kalktı. "Şimdi sıra bende," dedi, bana nispeten. Onun oturduğu yere ben oturdum benim oturduğum yere de aynı pozisyonda, o oturdu. "Sırtın ağrıyabilir, istersen dizlerime yaslan," dedim, kabul etmesini umarak. Bir şey demeyip sırtını dizlerimle buluşturdu. Ay, öleceğim! Çok heyecan!

"Benimkini dipten kes, Mizgin," dedi ve devam etti. "onunkilerini kökünden keseceğiz, ağlar sonra. Beni görürse belki ağlamaz." Güzel yüreğine sarılsam ya...

Sevdiğim saçlarına dokundum. Ona hissettirmemeye çalışarak okşadım usulca. Keşke birde koklayabilsem...

Güzel saçlarından bir tutam tutup, kestim. Onun saçlarından da bir tutam saklama düşüncesini aklıma not edip devam ettim.

Dakikalar ve dakikalar. Biçimsiz oldu ama sonunda tüm saçlarını kökünden kestim. Eve gidince düzeltirim ben, dediği için daha fazla uğraşmadım. Kalktı önümden.

Güneş'e döndüm. "Şimdi sıra sende," dedim hevesle. Umarım kabul ederdi. Yerinden heyecanla kalkıp önüme oturdu. Sarılacağım şimdi sana, küçük ve güzel şey.

Halil, yanıma oturdu. Aramızda bir karışlık bir mesafe vardı. Ama biz böyle yakınken ben nasıl keseceğim ki? Kokusu burnuma ulaştı. Yok, ben sarhoş oluyorum. Kendine gel, Leyla! Çok kendimdeyim. Evet.

Güneş'in, güzel saçlarından bir tutam tutup, kestim. Nasıl kıyılırdı ki bu güzelliklere? Halil, yanımda derin bir nefes aldı. Ona baktım. Gözleri dolu doluyken kardeşine bakıyordu. Geçecek, sevdiğim. Hepsi geçecek.

Güneş'in saçlarını kesmeye devam ettim. Kısa süre sonra tıpkı abisi gibi olmuştu kafası. Evde nasıl olsa abisi düzeltir diye düşünüp, oturmaktan sıkılan Güneş'i serbest bıraktım. Ayağa kalkıp hevesle bize döndü. İkimizde aynı anda, işaret diliyle, "Çok güzel oldun," dedik ve yüzündeki gülümseme daha da güzel bir hal aldı.

"Teşekkür ederim," dedi, yanımdaki güzel nefes. "Teşekkür edecek bir şey yok," dedim, ona dönerek. O ise, sadece bana bakıyordu. "Teşekkür edecek çok şey var, Mizgin," dedi. Fazladan bir anlam veremedim. Ama mutlu da oldum. Güzel bir şey söylemişti ve arkası önü çokta önem teşkil etmiyordu.

İlerleyen dakikalarda güzel sevdiğimle, kendi evimde demlisinden bir çay içtik. Güneş'e de portakal suyu sıktım. Bu esnada havadan sudan denilebilecek sohbetler ettik. Nihayetinde ise izin isteyip kalktı. Güneş'le onları yolcu ettim. Yüzümdeki hiç solmayan gülümsemeyle odama geçtim. Her gün bir önceki günden daha güzel geçmeye başladı, farkında mısınız?

Yatağıma uzandım. Başucumda ki kavanoza baktım. Tekrar ayaklanıp çarşafın içindeki bir dolu saçlardan Halil'in siyah ve kahverengi karışımı olan saçlarından bir tutam ayırt edip kavanoza, kendi saçlarımın arasına koydum. Derin bir nefes alıp tekrar yatağıma geçtim.

Gülümseme ve daha çok gülümseme. Ne de mutluyum!

Titreten telefonumu yüzümdeki sönmeyen sırıtışla elime aldım. Ve bu sırıtış mümkünmüş gibi daha fazla büyüdü. Halil'di sebebi. Kim olacak ki başka?

@halilbabubaktas:
Güneş, evde hiç sorun çıkarmadı ve kalan saçlarını da makineyle kestim. Nasıl teşekkür edeceğimi inan, bilmiyorum. Gitmeden bir çay içelim mi?

@mizginyillmaz:
Çay içmeye çıktığımızda bir daha teşekkür etmezsen, kabul edebilirim :)

@halilbaburaktas:
Söz, etmem.

@halilbaburaktas:
Yarın olur mu?

@mizginyillmaz:
Olur.

@halilbaburaktas:
Tamam, ben sana yeri bildiririm yarın. Görüşürüz o halde.

@mizginyillmaz:
Görüşürüz:)

Görüldü.

🍊


Loading...
0%