Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. 🍊 Veda

@amatoriceyazar


Multi: Zaaf, Ömrümün En Güzel Yarısı

14. Bölüm: 🍊 Veda

🍊🍊🍊

Şirince bir kaç sözü ağzıma sakız etmek istiyorum. Şiir yazmak, hiçte güzel olmayan sesimle şarkılar söylemek istiyorum. Liseden sonra elime fırça dahi almamışken, sevdiğimin o güzel yüzünü çizmek istiyorum. Masallar yazmak, gökten düşecek olan o üç elmanın ikisini bize pay etmek istiyorum. Biz... En çokta, biz, olmak istiyorum. Yan yana gelen üç harften öte, bedenim onun iz düşümün alanında yer alsın istiyorum. Bu, aşkımın karşılık bulmasından çok öte. Ben, aşkımı yaşamak istiyorum.

"Hangisini giysem," dedim, kendi kendime ve oldukça kararsız bir şekilde. "Şu siyah olan, çok abartılı. Alt tarafı çay içeceğiz. Mor olanda çok günlük. Kırmızıyı görmezden geliyorum. Ne o öyle canım. Pantolon kazak yapsam, çok özensiz olurum. Of, ne giyeceğim ben ya!" Yenilgiyle yatağımın ucuna oturdum. İlk planlı randevumuz. Ve çok heyecanlıyım. Heyecanlı olmam gayet normal. Nerelerden nerelere gelmiş bulunmaktayız. Bir düşünsenize, kendi camından sevdiğinin camını izleyen kızdan, sevdiğiyle çay içmeye çıkan kıza... Yetmiyor bir de o kız, ne giyeceğini düşünüyor. "Ölüyorum sana! Bitiyorum sana! Çok aşığım. Çok! Ne yapacağım böyle, ben? Kalbim sığmıyor ki kaburgalarıma. Ah, seni sevmek..."

Tamam, şimdi bir kot ve kazakla bu işi halledip, çıkıyorum. Abartmaya gerek yok, öyle değil mi? Özensiz de değilim ayrıca. Dediğim gibi sadece çay içeceğiz. Ah, ben! Neredeyse internetten elbise sipariş edecektim. Fazla mı abartıyorum ne. Hişt!

@halilbaburaktas
Çıkıyorum ben, hazır mısın?

@mizginyillmaz
Beş dakikaya hazırım.

@halilbaburaktas
Tamamdır.

Ah, Leyla! Ne vardı bu kadar oyalanacak! Beklettin çocuğu. Daha şimdiden hemde... Şimdiden? Sonrası da mı var, Leyla? Yok mu? Var var! Umarım vardır...

"Takılacak zamanı buldun sende!" diye, söylendim, çekemediğim fermuara. Botumun yarısında takılı kalmıştı. Hayır, bugünde hava bir sıcacık. Karlar cıvık cıvık olmuş. Hep ayacıklarıma dolar şimdi. Neyse, sevdiceğim beni bekliyordu, değil mi? Koş, Leylacığım. Islanan ayakların olsun, sen Halilciğine koş da.

Merdivenleri şeker toplamaya giden çocuk heyecanıyla indim. Yani, aslında şeker toplamaya giden çocukla aynı ring de sayılırız. Sonuçta bende kendi şekerimi almaya gidiyordum. Halil, gayet tatlı bir şeker. Hani küçükken vardı ya, böyle pembe-beyaz. Tadı hala damağımdadır. Halil, aynı o şeker gibi. Şekerin tadı damağımdan hiç gitmiyor, Halil'in de izi yüreğimden silinmiyor.

"Merhaba," dedim, sevecen bir sesle. Öylece oturduğum apartmanın kenarında yere bakarak bekliyordu. Ben, şimdi seni nasıl sevmem, ha yüreğim? Beklerken bile sevilecek bir yanın var. Başını eğip durman bile sana vurulmam için kuvvetli bir sebep. Sana çok aşık olduğumu söylemiş miydim?

Başı yerden kalkıp bana doğru dönerken yüzüne güzel bir gülümseme oturdu. "Merhaba," dedi. Sana hep, merhaba. Yüreğimin en güzel merhabası.

"Nereye gideceğiz," dedim, içimdeki coşkuyu tutamayarak. Ne? Onunla her gün çay içmiyorum. Ayrıca bu özel bir randevu. Ve ona aşık olduğumu hesaba katarsak... Benim şu an horon tepmem gerekmiyor mu? Uyy, laz uşaği!

Benim, bu çocuksu tavrım onu daha fazla gülümsetti. Yüreğimdeki pır pır ederek kanat çırpan kelebekler sana da mı geldi, yüreğim?

"Aşağı mahallede güzel bir kafe var. Oraya gideriz diye düşündüm. Adı, Mandalina." Beni bir öksürük tutti, tutti de gurutti. Soluğuma kaçan tükürüğümü zar zor hava yollarımdan çıkarıp kara yollarına uğurladım. Ne karası, ne havası, çocuk Mandalina, diyor! Öyle bir çay bahçesi mi var, kurban olduğum?

"Bilmiyorum ama sayende öğrenmiş olacağım. Gidelim mi?" Başını salladi. Böyle tesadüflerin kölesi olmuşuz. Ben, Mandalina. O, Halil; yani sevdiğim. Mandalina adlı bir çay ocağına gidiyoruz. Hayallerimden daha süslü. Ama bir dipnot düşeyim. Sevgili Mandalina çay ocağı işletme sahibi/sahibesi, bu özgün addan dolayı sizi canı gönülden tebrik etmekle birlikte gönül kırgınlığımı ortaya koymak istiyorum. İlerleyen zamanlarda torunlarımın dedesiyle, nasıl tanıştık konulu bir kafe açıp adını Mandalina koymak gibi tutkulu bir hayalim vardı (Yalan, bu fikir şu an oluştu.) İlk ve tek olmak isterdim ama nasip sizinle aynı bulvarda savaşmak varmış. Ne anlatıyorum?

"Yarın gidiyorsun, değil mi?" Hayaller siyah poşete, mikrofon sevdiğime. "Evet," dedim, sadece. Bir hüzün çöktü şimdi. Burnumun direği de sızlamakta. Seninle ayrı düşmek, ha...

"Kaç saat sürüyor?" Sen, beni mi merak ediyorsun? Ölürüm sana! "Yaklaşık, sekiz saat kadar falan işte," dedim. Yürüyorduk ama kalbim onun yanında durmuştu çoktan. Bir gözüm onda, bir gözüm yolda... Gidiyoruz. Mandalina'ya. O, bana benimle ilgili sorular soruyor. Biz, -evet biz- sohbet ediyoruz. Ne müthiş anlar bunlar! "Çokmuş," dedi. Belki. "Uyuyor musun yolda?" Alakasını sorardım başkası olsa ama söz konusu o olunca, giderken horlayanların ağzına mendil tıkamak istiyor musun, diye sorsa, oturur adam akıllı cevap verirdim. Çünkü onunla olan her sohbet anlamsız dahi olsa anlam kazanıyordu. "Bir yerden sonra, evet. Sürekli oturmak can sıkıcı olabiliyor. Ayrıca hiperaktif bir insanım. Öyle olunca oturmak zulüm oluyor tabi." Bir şey demedi. Bende devam etmedim. Belki bu kadardı merak ettikleri. Ya da içinde tuttuğu bir sürü soru vardı. Bilmiyorum. Düşünmüyorum da. Çünkü ben, onunla susmayı bile nimetten sayıyorum.

Biraz daha yürüdük, ben durdum. Ben, durunca o da durdu. Güzel gözleriyle yüzüme baktı, cevap aradı. "Botumun fermuarını çekemedim. Burada karlar çok erimiş. Yolun kenarı kaldırımdan daha vıcık. Geçersem ayağım ıslanır. Yoldan da geçemem zaten," dedim, sıkıntıyla. Önce ayağıma baktı. Sonra bir miktar sessiz kaldı. "Şu tarafta daha az birikinti var gibi oradan geçelim istersen," diye yolu gösterdi. Ama yol, kaldırımdan daha beterdi. Arabalar geçtikçe karları yol kenarlarında biriktirmişlerdi. "Ben, arka sokağı dolanayım sen, buradan devam et," diye, fikir sundum. "Dilersen ben, yardımcı olayım," dedi, söylediklerimi es geçerek. "Nasıl olacak?" diye, sordum bir çırpı da. Zaten yanımdaydı ama daha çok yaklaştı. Ne oluyoruz? Nasipse karı koca.

"İzin verir misin?" diye, sordu. Neye izin verdiğimi bilmesem de başımı salladım. Bunun adına koşulsuz güven diyebilirsiniz. Zaten sevmek, güvenmeyi de içinde barındırır. Güvenmiyorsan, sevmiyorsundur.

Kolunu sakin hareketlerle belime doladı. Sol kolum, yolunu bulup çoktan sırtına tutundu bile. Ben, anın büyüsündeyim. Kalbim, rayları kırıyor. Belimden sıkıca tutup kaldırdı. Öylece bir adım attı. Sonra birkaç adım daha. Kolunun altında tuttuğu bedenimle çok da rahat hareket ediyor gibi değildi. Zaten benim kuş gibi olduğuma dair iddialarım da yoktu. Önemli olan, ağırlığımı göz önüne alayarak beni bir çırpıda kolunun altına almasıydı. Yavaşça yere bıraktı. Kolu hala gevşek de olsa, belimde. Yakınız. Bunu ifade etmeye gerek yok belki ama yakınız işte. Nefesi, kestiği saçlarımın arasında dans ediyor, mükemmel bir şekilde. Bense onun bu mükemmel duruşuna şahit olup daha fazla aşık oluyorum. Bu, hangi boyutta bir güzellik, sevdiğim?

"Geçtik bile," dedi, gülümseyerek. Sarhoşunum. "Geçtik," dedim, Leylaca bir tonlamayla. Ömür boyu belime bağlamak istediğim elini yavaşça indirdi. Ayırdı bedenlerimizi. Bir adım geri çekildi ve gülüşünü soldurmadan kaşlarıyla yolu işaret etti. Ne kadar sevilesi... Hep yapmak istediğim gibi yine yanaklarını sıkmak istedim. Belki biraz ileri gidip güzel gözlerine minik birer buse bırakmak. Bunu düşlemesi bile ne kadar heyecan verici! Belki. Bir gün.

"Şurası," dedi, eliyle on adım kadar ileride olan mekanı göstererek. Bir kedi, patilerinin arasında mandalina var. Hafif yukarı kaldırmış. Kedinin yanında ise büyük harflerle mandalina yazıyor. Mandalina yazısını ise kar taneleri süslüyor. Şimdiden çok sevdim. Girmeden, en favori mekanım burası olmuştu. Hem ne derler, anısı var...

"Ben bir çay alayım, yanına da minik bir çerez tabağı yaparsanız güzel olur," dedim, garsona. Elindeki not defterine birkaç çizik atıp sevdiğime baktı. "Aynısından," dedi. Aynısından... Seninle aynı masada, aynı şeyleri yemek...

"Çay mı kahve mi?"

En cesur anlarımdan biriydi bu an. Onunla kırk yıllık ahbap gibi rahat konuşacak bir hal vardı üzerimde. Çekinmiyordum. Çekinecek evreyi belki de çoktan geçtim, bilmiyorum. Sadece içimde saf bir merak var. Öyle ki yatakta sağ yanına mı yatıyor yoksa sol yanına mı, onu bile merak ediyordum. Nasıl etmem ki? En sevdiğim o benim.

"Çay," dedi ve aynı anda tamamladık cümleyi, "ama bergamotlu." İkimizde kocaman gülümsedik. En müthiş hissettiğim anlardan biriydi bu an. Onunla tamamlanmak... Bir cümlenin sonuna beraber nokta koyduk. Ortak bir zevkimiz çıktı. Kim bilir daha ne çok ortak yanlarımız çıkacak. Çıkmasa da olur. Mesela ben Trabzonspor'u tutuyorum. O, Fenerbahçeli olsa, Fenerbahçe'nin maçı olduğu gün bende onunla birlikte Fenerbahçe forması giyer tezahürat yaparım. Sevmek, biraz da sevdiğinin sevdiklerini sevmek oluyor sanırım.

"Demek sende bergamotlu seviyorsun," dedi. Gözlerini hafif kısmış, güzel başını sol omzuna doğru hafif yatırmıştı. Ama sen bana böyle güzel bakarsan ben ne diyeceğimi unuturum ki. Ah, ah... "Daha lezzetli olduğu kanaatindeyim. Çay gurmeleri iyi bilir," dedim, keyifle. Başını salladı. "Katılıyorum. Çayın merkezinde yaşayan birinden bu sözleri duymak iyi hissettirdi. Çevremde çok bergamotlu çay içen kimse yok." Gülümsedim sadece. Bu esnada da çaylarımız geldi. Ortaya da karışık bir çerez tabağı...

"Ne yapacaksın tatilde?" Bu kez soruyu soran o olmuştu. Onunla sohbet edebilmenin heyecanı hala içimde bir yerlerde dururken cevap verdim. "Bilmiyorum. Daha çok evde geçireceğim sanırım." Başını salladı. Bunu sık yapıyordu. Çoğu konuşmamdan sonra yapıyor desem daha doğru olur sanırım. "Sen?" diye, sordum. Çayından bir yudum aldı, peşine de ağzına bir leblebi attı. "Çalışmayı düşünüyorum," dedi. İlgiyle ona baktım. Kollarımı masaya koyup destek aldım. Bu şekilde daha ilgili gözüktüğümü düşünüyordum. Zaten ilgiliyim gözükmeme gerek var mı, bilmiyorum. Neyse, çok kafa yormayalım.

"Nerede çalışacaksın?" Çayımdan bir yudum içtim. Sonra bir yudum daha. "Burada," dedi, gülümseyerek. Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Ciddi misin?" derken de şaşkınlığım sesime yansımıştı. Güldü. Baya güzel güldü hemde. "Gayet ciddiyim. Dün bir ön görüşme yaptım. Birkaç güne başlayacağım." "Çok sevindim," dedim sevecen bir sesle. "böyle bir yerde çalışmak çok keyifli olsa gerek," diye de devam ettim, iç geçirerek. "Bencede öyle. Bakalım..."

Keyifli sohbetler eşliğinde tam olarak üçer bardak çay içtik. Bana bıraksanız demlik isteyecektim. Sohbetin hiç bitmemesi için semaver bile isteyebilirdim ama dördüncü çayı istemeye bile utandığımı hesaba katarsak bu hayalim pek mümkünler çerçevesi içerisinde değildi. Sonrasında ne kadar hesaba ortak olmaya çalışsam da kabul etmedi. Aklımın köşesine bir çay borcu yazıp öyle çıktım mekandan. Yani çıktık. Geldiğimiz yolu dönerken bu kez alt sokağı tercih ettik. Şimdi ise iki apartmanın arasında birbirimize bakıyorduk. Bu, çok güzel bir an. Daha çok ne diyeceğimizi bilmeyen bir halde kaçamak bakışlarla birbirimize bakıyorduk.

"Bir ay sonra görüşeceğiz sanırım." Konuşmayı başlatan o oldu. Belirttiği süreyle içimin taşları yuvarlandı ve sert bir biçimde kalbime çarptı. Bu nece bir tarif, Leyla kız, derseniz anlarım. Bende bilmiyorum. Sadece kötü hissediyorum ve kesinlikle kalbime bir şeyler çarpıyor. Acıdı.

"Umarım," dedim. İçimin burukluğu sesime kadar yansımıştı. "O zaman sana iyi yolculuklar," dedi. Ah, şimdi ağlayacağım. Bir kere sarılsam olur mu? "Teşekkür ederim." Ellerini ceplerinden çıkardı. Bir kaç saniye ayak uçlarımıza baktı. "Ben gideyim," dedi. Böyle bir şeyi neden söylediğini sorgular bir biçimde yüzünü ekşitti. Fakat bu çok da belirgin olan bir yüz ifadesi değildi. Yahut bu sadece benim yorumumdu. Bir adım geri çekildi. Ve bir adım daha. "Görüşürüz," dedim. Biraz daha konuşursam ağlayacağım şurada. "Görüşürüz," dedi ve arkasını döndü. Adam gitti, kadın bitti edebiyatı yapacağım neredeyse. Ne oluyoruz, ya hu? Alt tarafı bir ay. Tabi tabi, alt tarafı bir ay! Beni benimle bırakın, çok fenayım.

Şu tavanın dili olsa da konuşsa. Neler anlatacak... Bugünkü konumuz, Halil'in Leyla'yı belinden tutup taşıması, beraber çay içmeleri, sohbet etmeleri... Yani konumuz, Halil. Yaşadıklarımızı birbir gözümün önünden geçirip nihayetinde uykuya dalacağım. Lütfen, rüyama da gel. Çay demlerim. Bergamotlu hemde. Beraber içeriz. Ben, yarın gidiyorum ama sen hep rüyalarıma gel. En azından...

🍊

Aklımın bir köşesinde kıvrılmış yatan tilki, iptal et biletini birkaç gün sonra git, diyor. Sonra diğer köşeye kıvrılan tavşan, saçmalama ailen seni bekliyor, diyor. Leyla ise ne yapacağını hiç bilmiyor. Nihayetinde "Saçmalama, Leyla," deyip yatağımdan kalkıyorum.

Pıtı pıtı adımlarla cam kenarına geçip berjerime oturdum. Perdemi aralayıp hemen karşı binaya baktım. Perdesi kapalı. Demek ki henüz uyanmamış. O zaman minik bir duş, sonra kahvaltı.

Saçlarıma havlu sarıp banyodan çıktım. Evin buz gibi olduğunu dipnot geçmeme gerek yok. Banyo yapmakla iyi mi yaptım, emin değilim ama temizlik güzel şey. Neyse, şöyle güzel bir son gün kahvaltısı yapalım.

Tavada yumurta, zeytin, peynir, söğüş salata, ayva reçeli. Şöyle güzelinden de bir çay.

Kahvaltımı da yaptıktan sonra odama geçip saçlarımı taradım. Yola çıkacağımı hesaba katarak esnek bir alt üst takımımı üzerime geçirdim. Saçlarımı da at kuyruğu yapıp sırt çantama gerekli malzemelerimi doldurdum. Hazırladığım küçük valizimi de gözden geçirip ikisini beraber kapının oraya kadar taşıdım. Saat on iki. Otobüsün kalkmasına henüz iki saat var. Bir buçukta çıksam bile olur. Taksiyle gideceğim zaten. Hemencecik götürür beni.

Yaklaşık bir buçuk saatimi daha öldürdükten sonra bir taksi çağırdım. Bu esnada evi son kez kontrol ettim. Büyük bir hüzünle büyük çelik kapıyı çekerek anahtarı çantama koydum. Valizim küçükte olsa ağırdı. Yavaş yavaş merdivenlerden indim. Taksi de gelirdi şimdi.

Dışarı çıkalı yaklaşık beş dakika olmuştu. Taksi hala gelmemişti. Telefonumdan saati kontrol ettim. Bir buçuktu. Stres yapmamaya çalışarak bekleme devam ettim. Aradan yine bir beş dakika daha geçti. Taksi hala gelmemişti. Tamam, şimdi stres yapabilirim. Nerede kaldı bu taksi? Şimdi gelir diyerek iki dakika daha bekledim. Gelmeyince durağı aradım. Abla, şimdi sana dönerim deyip kapattı. Dakika dolmadan geri döndü. "Araç arıza yapmış abla," dedi, tok sesli bir adam. Sinir stres karışımı bir sesle cevap verdim, "Bunu şimdi mi söylüyorsunuz? Otobüsüm kalkacak birazdan. O zaman başka bir taksi gönderin." Nefeslerim sıklaşmıştı. Madem araç arıza yaptı, arayıp bildirsenize canım! "Abla, durakta araç yok. Başka bir durağa yönlendireyim ben seni ama on beş dakikadan aşağı gelmezler." On beş dakika demek, biletimin yanması demek. Ne yapacağım şimdi?

Telefonumu kapattım. Otobüse binsem, en az kırk dakika dolaştırır, yine geç kalırım. Başka taksi çağırsam, adamın dediği gibi geç kalırım. Her şekilde biletim yanıyor. Tamam, sabah iptal falan diyordum ama ailemi özledim. Biletim yanarsa bu durum beni bir hayli üzebilir.

"Bir sorun mu var?" Arkamdan gelen tanıdık sesle hızla döndüm. Güzel sevdiğim ve güzel yüzü. Dünden sonra onu bir daha göremem diye düşünmüştüm. Ah, ne güzel tesadüf...

"Aslında, evet. Taksi çağırmıştım ama arıza yapmış. Otobüsün kalkmasına yirmi beş dakika kadar kaldı. Sanırım biletim yanacak," dedim. Telaşım sesime bile yansımıştı. Birkaç adımda hızla bana doğru geldi. "Ben götürürüm seni," dedi. Acil durum aşkım mısın? Hızır gibi yetişiyor mübarek sevdiğim. Gel bir öpeyim. Tamam, sonra öperim ama önce beni otogara götür lütfen. "Götürür müsün gerçekten?" Gülümsedi. "Tabi götürürüm. Bekle iki dakika babamdan anahtarları alıp geleyim," dedi ve çoktan arkasını dönüp gitti. Beni otogara götürecek! HALİL, BENİ OTOGARA GÖTÜRECEK. Ver horoni, ver horoni!

Bir yanım stresle boğulurken diğer yanım heyecandan bayılmak üzereydi. Bu tür güzellikler artık fazla olmaya başlamıştı ve ben artık bir kitap karakteri gibi hissediyordum. Sevgili yazarım da ben mutlu olayım diye sürekli güzel sahneler yazıyor gibiydi. Eğer öyleyse buradan ona fazlaca teşekkür ediyor ve hayatına mandalina kadar güzellikler dolsun diyorum.

Ve geldi.

Hızlı adımlarla yanıma gelip valizimi aldı. Engel olmaya çalışsam da fırsat vermeden araca doğru ilerlemeye başladı. Bende sırt çantamı koluma sabitleyerek valizimi taşıyan sevdiğimin arkasından hanım hanımcık ilerledim. Sizce de tatile çıkıyor gibi değil miyiz? Uludağ'a kayak yapmaya gidiyor gibi. Ya da evlenmişiz. Ben ailemi özlemişim ve beraber Ordu'ya gidiyoruz. Ay, ne güzel bir hayal bu. Alnından öpeyim. Umarım gerçek olur.

Valizimi bagaja yerleştirdi. Sonra ne yaptı dersiniz? Ön yolcu koltuğunun kapısını açtı. Böyle küçük beyefendiliklerin kölesi olmuşum ben. Bakın, yine aşık oldum.

Teşekkür ederek ön koltuğa yerleştim. Kapımı kapatıp şoför koltuğuna yerleşti. Nasıl gizli video çekebilirim? Meşhur direksiyon çevirme videom olmasın mı? Zaten elleri de bir güzel, izler izler aşık olurum. Aşık olmaya yer aramıyorum, ne alakası var canım.

Arabayı park yerinden çıkarıp hızını artırdı. Dikkatle kullanıyor, bu süreç içerisinde kendine fazladan bir ciddiyet katıyordu. Ben ara ara teşekkürler mırıldanıyordum, o da bana bakıp gülümsüyor, sonra teşekküre gerek yok diyordu.

Uçarak geldiğimizi hesaba katarsak beş dakika kala otogara gelmiştik. Hızla otobüsü bulduk. Muavine valizimi teslim etti güzel sevdiğim. Şimdi? Sarılsam mı? Zaten sarılmaya yer arıyorsun, Leyla. Sarıl kız. Cesaretim söndü, bir dakika.

"Teşekkür ederim," dedim, tekrar. "Bu kaçıncı sayamadım artık. Teşekkür etme lütfen. Biz komşuyuz, aynı zamanda da arkadaşız," dedi. Sadece arkadaş mıyız? "Tamam tamam," dedim, gülerek.

O ise hiç beklemediğim bir şey yaptı. İki ucu boynumdan asılan atkımın bir ucunu tutup boynuma doladı. "Üşütme," dedi. Ama sen... Ben, rüya görmüyorum değil mi? Onun bana bu kadar cüretkar gelmesine hiç alışık değilim ki. Bana yaklaşacağı zaman izin alam bir adam o. Bu hareketine hazırlıksız yakalandım işte. Yanaklarım domates kadar kırmızı olmuştur. Gümp gümp atan kalbimin sesini de duyuyor mu acaba? Yoksa ben, her şeyi çok mu abartıyorum. Sonuçta insan, arkadaşını da düşünür değil mi? Bilmem ki. Ben, Gökhan'ı düşünüyorum ama gidip atkısını boynuna dolar mıyım, işte orası belirsiz. Belki de Halil, çok düşünceli. Evet, kesinlikle çok düşünceli.

"Bin artık istersen," dedi, ellerini ceplerine sokarken. Başımı salladım. Son bir teşekkür sonrası boğazımda ki yumruyla otobüse bindim. Yerime geçtikten saniyeler sonra kapılar kapandı ve otobüs hareket etmeye başladı. Sevdiğim hala orada. Elleri ceplerinde. Bana bakıyor. Sonrasında sağ elini çıkarıp iki defa salladı. Bende aşırıya kaçmadan geri ona el salladım. Yavaş yavaş uzaklaşırken göz pınarımda biriken bir yaş aktı gözümden. Ayrılık sevdaya dahil olmasaydı.

🍊


Loading...
0%