Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. 🍊 Ruhların Sarılması

@amatoriceyazar


Multi: Canozan, Toprak Yağmura

16. Bölüm: 🍊 Ruhların Sarılması

🍊

Hayat hakkında çok fazla Polyannaca hayaller kurdum. Kurduğum tüm hayallerde üç elma düşüyordu ve onunla ben, bir aile kuruyorduk. Mutlu sonla bitiyordu masallarım. Fakat biri beni dürtmeliydi, senin masalın daha başlamadı bile!

İhanetin acısını ölsem unutamam. Yine de şu an da ne hissedeceğimi pek kestiremiyorum. Doğrusu gördüklerimi henüz hazmetmiş değilim. Hala bir kabusun içine hapsolduğumu düşünüyorum. Fakat yüzüme vuran soğuk hava her şeyin gerçek olduğunu da sert bir şekilde yüzüme vuruyordu. Ne yapmalıyım? Gidip yakasından tutmalı, tükürmeli, ihanetini haykırmalıydım. Halil'e dönüp, Mandalina benim, demeli ve beklemeden sarılmalıydım.

Tabi.

Ama hiçbirini yapmadım. Aksine, kamelyanın yanından geçip aşağı sokağa doğru yürümeye başladım.

Hissizdim.

Bir yandan da korkulu...

Kendimi bulmaktan ve yaşanacaklardan korkuyordum. İhaneti hak etmiş miydim? İhaneti kim hak eder ki?

Arkamdan gelen sert adım seslerini duymamaya çalıştım. Aslı geliyordur. Saniyeler sonra önüme geçecek ve ihanet planını anlatacak belki de. Nasıl beni enayi yerine koyduğunu...

Adımlar hızlandı. Ben yürümeye devam ettim. Aşağı sokaktan dolanıp apartmanlarımızın olduğu sokağa girdim. Şimdi onun ve benim odamın olduğu hizada duruyordum. Göğsümün ortasında koca bir hıçkırık belirdi. Kendimi tuttum. Neden sonra arkamdan bir ses yükseldi.

"Mizgin!" Halil?

Duymamaya çalıştım. Ne diye gelmişti ki? Ne anlatacaktı? Yanımızdan geçip gittin bir hayırlı olsun yok mu?

Yürümeye devam edip kaldırıma çıktım.

"Mizgin!" diye bağırdı tekrar. Durmadım. Durmak istemedim. Tekrar bağırdı ama bu kez kalbimin hızını da yokladı.

"Leyla!" dedi. İlk defa bana, Leyla diye seslendi. Nereden öğrenmiş olabilirdi? Önemi var mıydı?

Sahi, Aslı ona L harfli bileklikle ilgili ne yalan uyduracaktı acaba? Belki de göbek adım Latife falan der. Kimin umrunda? Benim değil.

"Mandalina!" dedi, bu kez ve ben olduğum yere mıhlandım. Soğuk havaya aldırış etmeyen yanaklarım ateşten yanıyordu çoktan. Mandalina, demişti değil mi? Aslı mı geldi acaba? Bana diyor olamaz değil mi? Aslı, vicdana gelip hemen gerçeği mi söyledi? Hiç böyle olduğunu düşünmüyorum. Peki ya nasıl?

Saniyeler sonra adım sesleri duyuldu ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Sokak lambalarının aydınlattığı kadarıyla gölgesini takip ediyordum. Geldi ve önüme geçti. İşte şimdi botlarıyla bakışıyorum. Aslı, yok. Mandalina, diye bana mı seslendi?

"Leyla," dedi bir kez daha. Gayri ihtiyari başımı kaldırdım. Gözlerine bakar bakmaz gözlerime hücum eden göz yaşlarıma sevgilerimi sunuyorum. Bir damla, iki damla derken artık ağlıyorum. Elini kaldırdı usulca ve asla hazırlıklı hissetmediğim o hareketi yaptı; göz yaşlarımı sildi. Ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Tek bir teori üretecek halde bile değilim. Sadece anı yaşıyorum.

"Mandalina sensin," dedi. Şaşkınlıkla baktım yüzüne. Konuşacak dermanım yoktu. Her şeyi o açıklasın, o bildirsin istiyordum.

"Daha ilk günden biliyordum," dedi ve bu kez hakiki bir şaşkınlığa uğradım. "Nasıl?" diye bir soru kaçtı ağzımdan. Bu halim onu güldürmüş olacak ki gülümsedi. Gözümden akan bir damla yaşı daha silip ellerini ceplerine soktu. "İkinci kez kapıma mandalina asmaya geldiğinde çöp atmaya çıkacaktım. Kapıdan poşet sesleri gelince gözetleme deliğinden baktım. Yüzünü gördüm. Aceleci tavrını... Her şeyden öte heyecanını... Bayılacak gibiydin. Hızlı hızlı mandalina poşetini asıp koşarak indin merdivenlerden. Senden bir iki dakika sonra kapıyı açıp mandalina poşetini aldım. İçinde L harfi olan bir bileklik... Sonra sana yazdım zaten. Başta hiç doğru gelmedi tüm bunlar. Senin duygularını incitmekten korktum ve sana kötü davrandım. Ama sonra seninle geçirdiğim her andan ne kadar çok keyif aldığımı fark ettim. Zaman sonra güzel gülüşlerin hayallerimi süslemeye başladı. Bekledim. Bir gün karşıma çıkıp kendini göstermeni... O mesajı atınca çok sevindim. Fakat arkadaşın... Anlamıyorum. Ama önemi de yok. Çünkü sen varsın, Leyla. Gerçek olan sensin. Ve ben bunu biliyorum," dedi. Kafamın içinde oluşan onlarca soru işareti vardı. Ne cevap vereceğimi hiç bilmiyordum. Tahmin etmediğim durumlarla karşı karşıya kalınca hep böyle olurdum. Tek hissettiğim şey, heyecandı. O, her şeyi başında beri biliyordu ve göz yummuştu. Ben, ona gidene kadar sabırla beklemişti. Her şeyden öte beni sevmeye çalışmıştı ve anladığım kadarıyla sevmişti de. Tüm bunlar bir yıllık aşkımın karşılığı ama ben neden hiçbir tepki veremiyorum? Dondum kaldım öylece. Leyla, şu durumda sevincinden kahkahalar atardı ama ben şaşkın bir yüzle sadece ona bakıyorum.

"Bir şey demeyecek misin?" diye, sordu. Muhtemelen onunda beklediği tepki bu değildi. Fakat kafamın içinde o kadar büyük bir kaos vardı ki ona sarılmak için can atan kollarımı bile kıpırdatamıyordum.

Bir şey söyleme ihtiyacı hissederek, "Teşekkür ederim," dedim. Teşekkür ederim mi?

Güldü. Bir kaç saniye sonra gülüşü kahkahalara dönüşü. Onu, ilk defa bu şekilde iştahla gülerken görmenin harikalığıyla bende gülümsedim.

"Seni sevdiğim için mi teşekkür ediyorsun?" Ne? Seni sevdiğim için mi?

"Sen beni-" duraksadım, "seviyor musun?" Bir süre kesilen kahkahası tekrar yerini aldı. Kahkahalarının arasında cevap verdi. "Bu kadar sözü askerlik arkadaşıma söyleyecek değilim, Leyla," dedi. Sona doğru yüzünde sıcacık bir gülümseme kaldı. Ne de güzel, Leyla, diyor.

"O zaman," dedim, merakla. "O zaman," dedi ve ellerini ceplerinden çıkardı. Yanaklarımı avuç içleriyle sardı. Şimdi bayılacağım. Ama çok komik bir duruma düşerim diye bunu geri plana atmaya çalışıyorum. Düşünsenize, bayılıyorum ve kafam iki elinin arasında kalıyor. Bedenimin kalan kısmı sallanıyor. Çok, çok kötü.

"biz seninle asker arkadaşıyız." Şaşkınca baktım yüzüne. "Ne?" diye bir nida kaçtı ağzımdan. Güldü. Dakikalardır olduğu gibi yine güldü. Çok güzel güldü. "Leyla," dedi, fısıltıyla. Gözlerimin içine öyle güzel baktı ki, kalbim eridi sandım. "seni seviyorum." Göz pınarlarımda biriken mutluluk yaşları bu anı beklermiş gibi akmaya başladılar. Her düşen damlayı bıkmadan sildi. Söyleyin şimdi, benden mutlusu var mı? Aşkından Leyla olduğum adam şimdi bana Mecnun mu olmuştu? Bu hayallerimden çok ötesi. Teşekkür ederim, Allah'ım.

Uzun zamandır dilime dolanan, kalbime aşk nağmeleri okutan o iki sözcük şimdi dilimin ucunu yakıp geçiyordu. Söyle artık, dedi kalbim. Söyle de kavuşayım serabıma, bir yıllık düşüme...

"Seni seviyorum, Halil Babür." Kalbim ağzımda atıyor. Heyecanımı görmesinden korkmuyorum. Onunla heyecanlandığım bu vakitlerde gurur doluyum. Nereden nereye adlı bir şiir daha okumak istiyorum ama anın büyüsü bozulur diye de korkuyorum.

Yanaklarımda ki elleri sıkılaştı. Yaklaştı, yaklaştı ve alnıma dudaklarını bastırdı. Bu kadarı kalbime zarar belki ama ondan gelecek zarara bile razıyım. Hem çok heyecanın nasıl bir zararı olabilir? En fazla bayılırım sonra ayrılırım. Ayıldıktan sonra ona aşık olmaya devam ederim. Benim işim bu. Ona, sürekli aşık olmak. Hele bu hareketlerinden sonra. Kabus olarak başlayan rüyam, afili bir masala dönüşmüştü. Rüya dediğime bakmayın. Şu andan hızla çekilip gözlerimi açsam ve tavanla bakışsam aralıksız saatlerce ağlarım. Neyse ki rüya değil. Yüzümdeki eller gerçekliği haykırıyor çünkü.

"Rüya gibi," diye, fısıldadım. Düşüncelerime tercüman olmak, onu ortak kılmak istedim. "Rüya gibi," dedi, o da beni desteklemek ister gibi. "nasıl olduğuna hala anlam veremiyorum, Leyla. Ama iyi ki... İyi ki o mandalina poşetini kapıma astın."

"İyi ki beni o kapıdan geri çevirmedin."

Beraber nefes aldık. Şu iki ay içerisinde yaşananlar gözümün önünden film şeridi gibi geçti. İlk defa yanına oturuşum, çay içişimiz, sohbetlerimiz... Ne ara diyorum ama işte hepsi bu arada gerçekleşti. İmkansız gözüyle baktığım bu adam, tam şu an gözlerimin içine sevgiyle bakıyor. Bu anı neye değişebilirim ki? Çok seviyorum ve bunun bir hududu yok.

Hududutsuz sevdam...

🍊

Eve çıktım. Güç bela ayrıldık. Bedevinin suya hasret kalışı gibi hasret kalmışım ona meğerse. Yanımdaydı ama yanımda değildi önceden. Şimdi hem yanımda hem kalbindeyim. Bunun tarifi yok.

Diğer yanım çok buruk. Dost kazığı diye bir gerçekle yüzleşeceğimi şu hayatta hiç düşünmezdim. Ama zaten hep beklemediğimiz yerden gol yeriz ya. Öyle oldu. Aslı, hırslıydı. Notlarımı sorar, eğer yüksek almışsam finalde muhakkak beni geçerdi. Güzel bir kazak aldıysam bilmeden almış gibi gider aynısından alırdı. Fakat bunlar benim umursadığım konular değildi. Bu ana kadar... Sevdiğimi çalmaya çalışmıştı. Kalbi ne ara bu kadar karardı? Son zamanlarda aramıza giren mesafenin sebebi bu muydu? Peki ama tüm bunları nasıl öğrenmişti? Kimseye bahsetmemiştim bile.

Çayımı demledim. Ara yerde de Halil'le mesajlaşıyordum. Artık ne olduğumuzu biliyorduk ve bu şekilde konuşmak... Nasıl desem, çok garip. Evet, garip. Sanırım platonik bir şekilde ona divane olmakla karşılık bulmak çok farklı şeyler. O zamanlar daha heyecanlıydı her şey. Şimdi ise daha sevgi dolu. Hangisini tercih edersin derseniz, tabi ki de bunu. Soru mu canım bu!

Dış kapının sesiyle irkildim. Bu gece gelmez diye düşünmüştüm. Ama yüzleşmeye hazır demek ki. Terlik sesinden sonra mutfağın önünden hızla geçecekken seslendim, "Çay içer misin?" Durdu. Yüzüme baktı. Sorumu yadırgayan bir yüz ifadesi vardı. Bu esnada belki de ciddiyetimi sorguladı. Emin olmayan adımlarla içeri girdi. "İyi misin?" Hem de çok! "Oturmayacak mısın?" Çekingen bir tavırla oturdu. Kalkıp ona da bir bardak çay koydum. Bardağı önüne koyup geri yerime oturdum.

"Leyla?" dedi. Yüzüne ifadesiz bir şekilde baktım. Bakışlarını kaçırdı. "Özür dilerim." Güldüm. Yetmedi kahkaha attım. "Ne için? Sevdiğimi elimden almaya çalıştığın için mi?" Yutkundu. Elleriyle oynuyordu. Ne zaman işin içinden çıkamayacak olsa elleriyle oynardı zaten. "Öyle değil as-" Sözünü kestim. "Niye yaptın?" Gözlerime baktı. Derinlerde gördüğüm kıskançlık duygusu midemi bulandırıyordu.

"Sevdim," dedi. "Durakta benimle tanıştığında hoşla-" "Tamam, sus!" Devamını duymaya tahammül edemezdim. O, benim sevdiğimdi. "Nasıl öğrendin yazıştığımızı?"

"Ona yazdığın ilk gün telefonunun WhatsApp'ını bilgisayarıma bağlamıştık birkaç dosyayı indirmek için. Açık kalmış. Sohbet dikkatimi çekti. Profiline baktım. Sonra tanıştık ve o olduğuna emin oldum. Kendime engel olamadım, Leyla. Bugünde telefonunu sehpanın üzerinde bıraktın. Ne konuşuyorsunuz diye merak ettim. Baktım. Görüşeceğinizi öğrenince..." Sustu. Şu saniyelerde ona olan tüm sevgim tükendi. Yerinde koca bir boşluk.

"Yazık," diyebildim sadece. Güldü. "İyi mi oldu böyle? Ne sanıyordun ki, seni görür görmez sana aşık olacağını mı?"

Söylediklerim dokunmuş olacak ki yüksek sesle konuşmaya başladı. "Evet, aşık olacağını düşündüm. Çünkü senin saçma iyimser tavrınla gelip ona gerçekleri anlatmayacağını biliyordum. Beni sevecekti. Ama... Ama o sana çoktan aşık olmuş zaten. Sana!" Sesindeki kin ve kıskançlık o kadar kötü hissettiriyordu ki... O benim arkadaşımdı. Nasıl?

"Neden, Aslı?" Kuvvetli bir nefes aldı. Boğazım düğüm düğüm. Biri dokunsa hemen ağlayacağım.

"Neden mi? Senin vıcık vıcık hareketlerinden. Herkese kendini sevdirmeye çalışıyorsun. Deniz'le buluşuyoruz, Leyla neden gelmedi, diyor. Gökhan'la konuşuyoruz, Leyla şöyledir diyor. Kendi annem bile aradığında benden çok seni soruyor. En azından bu kez biri de beni sevsin istedim. Leyla, değil Aslı önde olsun istedim. Bıktım senin gölgen de yaşamaktan. İyilik meleğisin ya seviliyorsun tabi, Aslı kim, kapıda ki çöp!"

Ağladı. Ağladım.

"Tüm bunlar benim suçum mu?" Sesim kısıktı. Zorladım kendimi ama başaramadım. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı.

"Senin suçun tabi! Sen, bu kadar iyi olmasan ben, bu kadar kötü olmazdım." Kalktım masadan. Dinlemek istemiyordum artık. Ben, onu çok sevmiştim. En iyi arkadaşımdı belki de, yanılmışım. Şimdi sırtımda ki bıçağı nasıl çıkaracağım?

Odamda uzun bir süre ağladım. Gözlerim kıpkırmızı, içleri kan çanağı...

Bu esnada Halil'in mesajlarına da bakmadım. Merak etmişti. Konuşmak için bende gelebilirim, diye bir teklifte bulunmuştu hatta. Ama yalnız olmanın daha iyi olacağını düşündüğüm için bu teklifi reddettim. Hem, onu ilgilendiren bir durun yoktu ki. Bu, tamamen Aslı'nın kendi kuruntularından oluşan trajik bir hikayeydi. Keşke böyle olmasaydı ama olmuştu. Bir gece de aşkta kazanmış, dostlukta kaybetmiştim.

Mandalina: Yarın konuşsak olur mu? Kendimi biraz halsiz hissediyorum.

Yazıp gönderdikten sonra internetimi kapattım. Telefonumu da sessize alıp kenara koydum. Yorganı kafama kadar çektim. Ağladım. Saatlerdir başka bir şey yapıyorum sanki. Ağlanacak bir halim var ve ağlıyorum işte.

Her şey rüya olsa, Halil kısmı hariç...

Keşke, uyansam ve bitse.

Keşke...

🍊

Bitmedi.

Uyandım.

Saat on bir.

Ağlamanın verdiği yorgunlukla bu saate kadar uyumuşum. Yorgun bedenim ve sancılı yüreğimle çıktım odamdan. Aslı'nın odasının kapısına bile göz değdirmek istemiyordum. Ondan nefret etmiyordum. Daha fenası; ben, Aslı'yı bir gece de yok saymıştım. Hissizdim ona karşı. Odasından çıksa, günaydın, dese; günaydın, derdim.

Ama çıkmadı.

Saat öğlen üç oldu ama Aslı odasından çıkmadı. Kendisinin çıkmasını geçtim odadan tek bir ses bile çıkmadı. İçimdeki endişe tohumlarını kenara atamadım. Geri giden adımlarla odasına gidip kapıyı çaldım. Ses yok. Artık korktuğum için daha fazla beklemeden kapıyı açtım.

Bomboş bir oda.

Dolapların kapakları ardına kadar açık. İçleri boş.

Aslı,
gitmiş.

Yolu açık olsun.

Mutfağa geçtim. İkili olan her şey gözüme batmaya başladı. Önce beraber aldığımız arkadaşlık kupalarından onunkini çöpe attım. Sonra tabağını attım. Hızımı alamadım. Büyük bir siyah poşet kopardım. Tüm evi dolaştım. Ona ait ne varsa o poşetin içine doldurdum. Evde durmasına tahammül edemeyip kabanımı giyindim. Botlarımı da giyinip elimdeki koca çöp poşetiyle merdivenlerden inmeye başladım. Öyle sinirliydim ki sinirimi merdivenleri ayaklarımla döverek çıkarıyordum.

Apartmandan çıkıp sokağın başında ki çöp konteynerine doğru yürüdüm. Başına kadar gelip elimdeki çöp poşetini içine attım. İçimden bir şeyler koptu gitti. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Aslı'ya karşı hiçte hissiz değilim aslında. Saf bir sevgiyle hala onu çok seviyorum. Onu kaybettiğim için belki de kendime kızıyorum. Bu beni saf yaparsa yapsın. O benim en yakın arkadaşımdı. Tek kalemde nasıl silebilirim?

Çöpün başında ne kadar ağladım, bilmiyorum. Sırtıma dokunan elle irkilince zaman yeniden akmaya başladı sanki.

"Leyla," dedi, şefkat kokan ses. Bu anı ve bu insanı beklermiş gibi başımı göğsüne gömdüm. Boğazıma dizilen hıçkırıklar birbir döküldü. Göz yaşlarım kazağına silinmeyecek izler bıraktı. O, bu dakikalarda sadece saçlarımı okşadı.

Ağladım,
dakikalarca.

Bekledi,
dakikalarca.

"Çok üzgünüm," dedim, boğuk sesimle ve başımı göğsünden kaldırdım. Ciğerlerim onun kokusuyla harmanlandığı için temiz havayla buluşunca boşluğa düştü. Gözleriyle kesiştim. İlk teselliyi gözleri verdi. Her halinle ne de güzel bir ilaçsın böyle.

"Buradayım."

Demesen de olur. Ben, seni hep kalbimde hissediyorum zaten.

"Biliyorum."

Göz yaşlarımı sildi hızla. "En kötüsü yaşanmadan kötü olan yaşanmalıdır, Leyla. O yüzden, üzülme, olur mu?"

Ne de güzel söyledi. En kötüsü yaşanmadan kötü olan yaşanmalıdır.

Muhakkak. Tüm bu olanlar yaşanmamış olsaydı ve Aslı, içindeki o hırsla benim yanımda kalmaya devam etseydi belki de ileride çok daha büyük bir kazık yiyecektim. Toparlanmam güç, evet ama kendimi bu şekilde teselli etmeliyim. Bazen, tüm yaşanılanlar yaşanması gerektiği için yaşanıyordur. O yaşanılan durumla belki de çok daha büyük bir kötülüğün önüne geçiliyor, bilemeyiz. Sadece olanlara rıza göstermek, en iyisi.

"Haklısın," dedim, burnumu çekerek. Yaptığım bu davranış sonrası utanıp başımı eğdim. "Bir de sümüklü." Utanmam konusunda hiç yardımcı olmuyor, değil mi? "Yaa, o ne demek öyle. Ağladığım için aktı!" Şimdi yerin dibine geçeceğim. "Çok tatlısın." Bir dakika, kalbimden vuruldum sanırım. Tatlı bir heyecan, hafif utanma... Ah, seni sevmek...

Konuyu değiştirmek en iyisi. "Nereden böyle?" Ellerini ceplerine soktu. "İşten geliyorum." Kaşlarım havalandı. "Hala çalışıyorsun, değil mi?" Başını salladı. "Evet ama derslerle nasıl olacak bilmiyorum. Bu hafta ilk hafta olduğu için öyle böyle geçer ama..." Omuzlarını silkti. "Halledersin sen. Olmadı okulu geceye alırsın," diye bir fikir sundum. "Hmm, bu oldukça mantıklı."

Aklıma gelen düşünceyle bende ufak çaplı karaları bağladım. Öğrenci halimle koca evde nasıl geçineceğim? Evin giderlerini Aslı'nın ailesi ve benim ailem hallediyordu. Aldığım krediyle ayı idare ediyordum. Ama şimdi? Ailem hem kiramı hem faturalarımı öderseler onlara çok yük olurum. Aldığım kredi bana zor yetiyor, onunla da olmaz. Sanırım benimde çalışmam gerekiyor.

"Bende iş baksam iyi olacak," diye, kendi kendime konuştum. "O niye," diye sorunca kendi kendime olmadığımı fark etmem çok sürmedi. "Aslı, evden ayrıldı. İdare edebilmem için çalışmam şart."

"Ben yardım ede-" Hızla kestim sözünü. "Asla. Ve lütfen bir daha böyle bir şey söyleme. Çalışabilirim. Bir dönem yine çalışmıştım," dedim, hızla. "En azından iş bulana kadar." Kaşlarımı kaldırıp indirdim. "Olmaz." Pes ederek ellerini kaldırdı. "İş buluruz o zaman," dedi, son çare. "Bak, bu olur işte." Gülümsedi. Ne de güzelsin. "Arkadaşlarıma sordururum. Bir ara bizde bakarız."

"Teşekkür ederim," dedim, utanarak. Utanmamın sebebi bir an da idrakimin açılmış olmasıydı. Halil, dün her şeyi öğrenmişti ve bugün bana Mizgin, gözüyle değil Mandalina gözüyle bakıyor. Aşkımın karşılıksız olmadığını da yine dün öğrenmiştim. Rüya gibi bir geceydi, var mı ötesi?

"Eee?" dedi. "Ne eee?" dedim, hemen. Güldü. Güldüm. "Burada böyle dikilecek miyiz?" diye, sordu. Alt dudağımı sarkıttım. "Bilmem." "Aç mısın?" Midemi yokladım hemen. "Biraz," dedim. "Bende biraz," dedi, o da. "Yemek yapayım mı sana?" diye, sordum çekinceyle. "Sahi mi?" Yavrum, neden yıllardır yemek yapanın yokmuş gibi tepki veriyorsun, zaten heyecanlıyız şurada. "Sahi." Kocaman gülümsedi. "Oluuur. Ama beraber yapalım," dedi. Olmaz mı...

Ayrıldık. Ben, eve geçtim. Halil, üzerimi değiştirip geleceğim, dedi. Eve çıktım hızla. Dağınık yerleri hemencecik toparlayıp mutfağa geçtim. Dolapta duran kriz günleri tavuğunu çıkardım. Sonra birkaç tane patates soydum ve kapı çaldı. Koşar adımlarla dış kapıya gidip kapıyı açtım. Ve sevdiğimin güzel yüzü...

Hemen ayakkabılarını çıkarıp eve girdi. "Kapa kapa, kimse görmesin," dedi, evhamla. Bu hali bana kahkaha attırdı. "Adımız mı çıkar," diye, konuştum fısıltıyla. "Çıkarırlar vallahi," dedi, gülerek. "Dışarıdan geldi oğlanın aklını çeldi mi, derler?" Keyifle konuştum. Kapı ağzında ne de güzel gülüşüyoruz böyle. "Ben, çeldim derim," dedi. Yerim ama ben seni. "Sonra ne yaparsın?" Sinsi bir şekilde sırıttı. "Sonra seni kaçırırım." Sert bir kahkaha attım. Ben güldükçe onun yüzü düştü. Onun yüzü düşünce benimde gülüşüm soldu. "Ne oldu?" diye, sordum. "Kaçırsam kaçmaz mısın?" "Seninle her yere kaçarım," dedim, aşkla gülümseyerek. Nasıl aşkla gülümsenir adlı bir blog yazısı yazacağım daha sonra ama şimdi anı bozmayalım.

"Kaçsana bana, Leyla," dedi, Mecnun gibi sırıtırken. Ciddi olup olmadığını sorgulamadım. Sevdiğimdi ya o benim. Biriciğimdi. Hayallerimi süsleyen güzel adamımdı. "Olur," dedim, Leylaca bir sırıtışla.

"Bir kere yanağından öpebilir miyim?" diye, sordu masumca. Şimdi bayılsam çok yersiz olur fakat bu heyecana nasıl dayanacağım?

Domates gibi kızaran yüzümü ona doğru uzattım. Aynı utangaçlıkla yaklaştı ve yanağıma minik bir öpücük kondurdu.

Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, biliyorum. Bu masal, Leyla'nın hayal dünyasından daha süslü bir hal alacak. Leyla'nın her gün daha çok sevdiği ve sevildiği, dillere destan bir hikayeye dönüşecek. Ve nihayetinde o üç elma gökten düşecek. Biri benim başıma, biri sevdiğimin, biri de bunu okuyanın...

🍊


Loading...
0%