@amatoriceyazar
|
Multi: Kayahan, Bir Aşk Hikayesi 17. Bölüm: 🍊 Hayaller Durağında 🍊 Dokuz ay sonra... 🍊 "Halil, sinirleniyorum artık. Ne olur sanki benim dediğim yere gitsek! Hep benimle inatlaşıyorsun. Olmaz ki canım böyle... Bir yere gidecek oluyoruz hep bir inatlaşma. Niye yoruyorsam kendimi. Akşam zaten Ahmet abi çağırdı beni, Mandalina'ya gideceğim. Oturur evimde dinlenirim seninle gezip yorulacağıma." Tamam, bu kadar soluksuz konuşmayı ben de beklemiyordum. Ama ne yapabilirim? Tam olarak yarım saattir saçma bir sebepten tartışıyoruz. Ben kahve içmek istiyorum, o da tutturdu, yok çay içeceğiz. Geçen sefer çay içmeye gittik zaten, bu kez de kahve içmeye gitsek ne olur ki? Halil'in, bu yüzüyle tabi hiçbirimiz tanımamıştık henüz. Ama son durum bu. Yine de her şeye rağmen canımdı ya o benim. Şimdi de karşımda saf saf sırıtıyor. Hal böyleyken sinirlenemiyorum da. Her şart ve koşul da seni sevmek çok güzel ama kızmam gereken yerde yumuşak karnımı gıdıklaman hiç hoş değil. Neyse, seni çok seviyorum. "Hayrola, ne bakıyorsun öyle?" Aramızda ki mesafeyi sıfıra indirdi. Bakın, matematiğim iyidir. Fakat geçen aylardan sonra onun bu ani hareketleri beni savunmasız bırakıyordu. Normal koşullarda aramızda ki mesafeyi santimine kadar ölçebilirdim lakin şu durumda aramızdaki mesafeyi değil, kefenimin ölçüsünü alıyorum. Zira kalbim, biliyorsunuz canım işte... "Düşündüm de," dedi ve durdu. Hah, bir de bu! Dışarıdan oldukça düz duran bu adam, oldukça kur yapan bir delikanlı çıktı. Ağzından her an aklımı başımdan alacak sözler duyma ihtimalim çok yüksekti ve ben, buna bir türlü alışamıyordum. Hem, nasıl alışılır ki? Onu çok seviyorum ve doğru bir istatistik veri sunacak olursam seven insan sevdiğinden duyduğu güzel sözler karşısında yüzde yüz heyecanlanır. Ben sevenim, o da sevdiğim, eee o zaman buyurun halaya. Bar başı kalbimin... "sinirlenince çok tatlı olduğuna karar verdim. Bu yüzden yokuşa sürüp bu güzel anın tadını çıkarmak fazlasıyla hoşuma gidiyor." "Sana çok kötü biri olduğunu daha önce söyleyen oldu mu?" Dudağının kenarı kıvrıldı. Güzel kahve gözleri de kısıldı. "Sence ben kötü biri miyim?" Kötü olamayacak kadar güzelsin. "Gayet tabi! Sürekli beni sinirlendiriyorsun." Minik bir kahkaha attı. "Seni sinirlendirdiğim için kötü oldum demek ha! O zaman sen, daha kötüsün." Kaşlarım çatıldı, "O niyeymiş?" Sağ elini kaldırıp saçımın bir perçemini yakaladı ve parmağına dolamaya başladı. Bu haliyle ona sinirlenmekte pek tabi zorlaştı. "Çünkü," dedi ve durakladı. "yanağından öpebilir miyim?" Ve tabi bu! Hoşnut olduğumu ifade etmekten geri duramayacağım. Ona her geçen gün daha fazla aşık olmamın bir diğer sebebi de tam olarak bu! Aramızda süregelen bir ilişki olmasına rağmen daima sınırını koruyor ve o sınırı geçmek istediği zaman da ise nazikçe izin alıyordu. Hay hay efendim, hay hay! "Minicik ama," dedim ve yanağımı uzattım. Fazla naz aşık usandırır mı bilmem ama benim yaptığım nazlar karşısında o, usanmak bir yana dursun daha büyük adımlarla bana gelmeye devam ediyordu. Sıcacık dudaklarını bu soğuk hava da içimi ısıtacak şekilde yanağıma hafif bir şekilde bastırıp çekti. Bunun karşılığı lügatte muhtemelen çok yavan anlatılmıştır fakat bu şekilde sevgi dolu bir öpücüğün karşılığı muhakkak büyük bir kalp kriziydi. Ne de güzel seviliyorum, öyle değil mi? "Eee niyesini söylemedin?" Güldü. Güldüm. Saçımın perçemini bir tur daha doladı parmağına. "Sen de kötüsün, çünkü çok daha erken çakmalıydın karşıma. Sana çok daha erken aşık olmalıydım. Kötüsün, geç kaldın," dedi ve parmakları arasında ki perçemimi önce kokladı sonra minik bir buse kondurdu. Elim gayri ihtiyari yanağını buldu. Kısa sakalları avucumun içini tırmalarken ben bu durumdan gayet hoşnuttum. "Belki de ben, geç kalmamışımdır sen, beni geç fark etmişsindir, olamaz mı?" deyip yanağına minik bir buse kondurdum. "Bunun için zaten cezalıyım." Derin bir iç çekti. "Ne cezası," dedim, gülerek. "Her gece yatmadan yüz defa, Leyla'ya çok aşığım, diyorum." Koptuğum yer tam olarak burası oldu. Kahkahalarımı tutamazken o da bana eşsiz bir gülümsemeyle eşlik etti. "Çok fenasın, bunu biliyorsun değil mi?" "Sana fenayım." "Seni çok seviyorum, Halil." "Seni hep seveceğim, Leyla'm." 🍊 Geçen ayların oturup uzunca kritiğini yapmak istesem de hangi kelimelerle ifade edeceğimi bilemediğim için yarım kalacak muhtemelen. Hayatımın bu güzel dönemini delillendirmek adına bir kedi almıştım. Tupturuncu. Adını da Mandalina koymuştum. İlla bir ifadeye gerek duyacaksak, benim güzel kedime bakalım, olur mu? Öncesinde tamamıyla hayal ürünü olan bu adamın hayatımın orta yerine bahar müjdesiyle gelmesini nasıl açıklayabilirim ki hem? Çok seviyorum ve inanması güç ama çok seviliyorum. Bunu biliyorum, bilmekten öte kalbimde hissediyorum. Her zerresiyle bunu bana hissettirmek istiyor ve başarıyor da. Mutluyum demiştim ama aslında mutluyuz. Dolu dizgin çıktığımız bu yolda aylarımız da oldukça dolu dizgin geçti. Halil, çalıştığı Mandalina kafenin mesai sonrası için eleman aradığını söyledi. Durur muyum, hemen görüştüm. Güzel sevdiğim de araya girince hemen işe alındım. Bir kaç ay böyle geçti. Tatil zamanı geldi çattı. Yerime kısa süreli birini buldu, Halil. Ben gelince işten çıkacaktı ve yerine tekrar ben girecektim. Ayarlamalar yapıldı. Dersler geçildi. Otogara kadar sevdiğim eşlik etti. Ben tabi hüngür şakır ağlıyorum. Onun da ara da gözleri doluyor ama belli etmemeye çalışıyor tabi. Zor da olsa ayrıldık. Derken... Deli yürek sevdiğim... Ordu'ya geldi. Bir hafta kadar durdu. Kaçak göçek görüştük ama dolu dolu geçti. Sonrasında bana yıllar gibi gelen tatil de bitti ve tekrar Erzurum'a geldim. Her günümüzü birbirimizi daha çok severek geçirmeye çalıştık. Yeri geldi kavga ettik, küstük ama hiç ayrılmadık. Küs ayrıldığımız her günün sonunda, eğer ben haksızsam cama ,özür dilerim, yazısı asıyordum; o haksızsa aynısını o yapıyordu. Öyle ki, birbirimizden özür dilemeyi bile sever hale geldik. Dedim ya, mutluyduk işte. Şimdi yine, Ocak ayındayız. Sınavlar yaklaşıyor. Hem çalışıp hem derslere odaklanmak zor olsa da hallediyoruz. Beraberiz ve bize göre beraber olduğumuz için aşamayacağımız hiçbir problem yok. "Leyla, şu mumları da götür masaya," diyen Fatih'e baktım. Uzattığı mumları alıp saatlerdir çaba gösterdiğimiz masaya götürdüm. Her kim için hazırlanıyorsak baya mutlu olacağa benziyordu. Yani bence olmalıydı. Her şeyden öte tüm bunları düşünen kişi için mutlu olmalıydı. Çünkü hepimiz biliyoruz ki maddenin değeri bir yere kadardı. Zaten maddeleri değerli kılan da üzerlerine yüklenen manevi değer değil midir? Değilse de bence öyle. Neyse, bir de gül vardı. Gül yapraklarını da masaya dökünce iş bitti. "Ahmet abi, benim işim bitti. Servise de kalayım mı, yoksa çıkayım mı?" Ahmet abi, önünde ki deftere bir kaç çizik daha attıktan sonra başını kaldırıp bir aralık bana baktı. "Servise kalacaksın, Leyla." Modum düşse de belli etmemeye çalıştım. Sınavlarım bir hayli yaklaşmıştı, ders çalışmam gerekiyordu fakat bu işe de ihtiyacım vardı. Uzun bir gece beni bekliyordu anlaşılan. Yarım saat içinde mutfak ekibi dahil herkes gitti. Bir ben, bir de Ahmet abi kaldık. "Ben de çıkıyorum, Leyla. Sen, müşteriler gittikten sonra kapatırsın mekanı." Hala neden benim kaldığımı sorguluyordum. Normalde Ahmet abi, bu kadar geç saatlere kadın çalışanlarını değil erkek çalışanlarını bırakırdı. Benim maksimum çalıştığım saat on bir olurdu. Onun öncesinde çoğu zaman saat on, on buçuk gibi Ahmet abi çıkabileceğimi söylerdi. "Bu arada, sen yarın gelme. Bugünü sana fazladan mesai sayıyorum. Yarın da çocuklar seni idare eder. Hadi, iyi akşamlar." Bir şey söylememe müsaade etmeden çıktı. Saate baktım. On bir. Çok kıymetli(!) müşterilerimiz şu sıra gelmelilerdi. Etrafa kısa bir göz gezdirdim. Her şeyin tastamam olduğunu görünce arka cebimden telefonumu alıp bir masaya geçtim. Telefonumun açma tuşuna basıp ekranı kaydırdım. Halil'den bir mesaj... Halil ♡: Çıkmadın mı hala? Geç çıkacaksan eğer seni almaya geleceğim. Tek gelme. Mandalina'm ♡: Henüz çıkamıyorum maalesef. Bugün birileri kapattı burayı. Servis için bekliyorum. Halil ♡: Ahmet abi neden seni bıraktı ki? Mandalina'm ♡: İnan ben de bilmiyorum:( Mesaj beklerken açılan kapıyla hızla telefonumu kapatıp masanın üzerine bıraktım. "Hoş geldiniz, masanız şu tarafta," deyip, yönlendirme yaptım. Genç adam komutuma uyup masaya doğru ilerledi. Kabanını çıkarıp sandalyesine astıktan sonra özenle hazırlanmış masaya oturdu. "Bir isteğiniz var mı?" Gülümseyerek yüzüme baktı. "Teşekkür ederim, kız arkadaşımı bekleyeceğim." Bir şey demeyip yanından ayrıldım. Hah, bir de prensesi bekleyeceğim. Sıkılmaya başladım artık. Alacağın olsun Ahmet abi. Yaklaşık on beş dakika sonra da mekandan içeri ufak tefek bir kız girdi. Yüzünde bıkkın bir ifade. Daha şimdiden bu gece hoş şeyler olmayacağını sezebiliyorum. Onu da hoş geldinlerle ağırlayıp masaya yönelttim. Genç adam yerinden kalkıp kızı sevecen bir şekilde sarmaladı. Karşılığı ise yanlarında boş boş sallanan iki koldu. Nankör! Neyse, yorum yapmayacağım, sonuçta arka planda neler olduğunu bilmiyorum. "Tamam, Serdar, lütfen oturalım," deyip, adamı tabiri caizse, itti. Adının, Serdar olduğunu öğrendiğim adam hiç bozuntuya vermeden yüzünde ki sevecen gülümsemeyle kızın sandalyesini çekip oturmasını bekledi. O oturunca da kendi yerine geçti. "Ne alırdınız?" Oldukça gergin olan bu ortamın ortasında absürt duran bir figüran gibiyim şu an ama işimi de yapmak zorundayım. Adam, geldiğinde incelediği menüyü bir daha açma gereksinimi duymadan gülümseyerek konuşmaya hazırlanıyordu ki kız ondan önce davrandı. "Ben bir şey almayacağım." Eh ebesinin nikahı artık! Ortam bir an da buz kesti. Genç adamın gülümsemesi yüzünde asılı kaldı. Ben, soluksuz olacakları izliyordum. Kızsa tüm bu olanlara karşın oldukça umursamaz bir şekilde önünde ki sürahiden kendine su dolduruyordu. Gamsız! "Şebnem..." Galiba ağlayacağım. Adam o kadar duygulu bir şekilde söyledi ki kızın adını, oturup teselli etmek istedim. Dünya hassas kalpler için... "Serdar, bak ben çok üzgünüm ama-" Genç adam hızla atıldı. "Hişş, bak ne güzel masa hazırlamışlar bizim için. Hadi yemeğimizi yiyelim. Hem, bu gecenin sonunda sana bir başka sürprizim daha var." Kız bıkkın bir nefes alıp geri bıraktı. Ulan seni var ya! "Serdar! Zorlama artık. Her seferinde bu konuşmadan kaçıyorsun." Gözleri dolu dolu bir şekilde kıza baktı. "Şebnem," dedi ve gözünden bir yaş düştü. İşte şimdi ben de ağlayacağım. "ben seni çok seviyorum." Kız oturduğu yerden kalktı. "Sorun da burada, Serdar. Ben, seni sevmiyorum." Bu kadar da gaddar olunmaz ki canım! "Şebnem..." Yıkıldı adam. "Birbirimizi daha fazla üzmeyelim." Kız arkasını dönmüş gidiyordu ki, Serdar, ummadığım bir hareket sergiledi. Masada ki çatalı alıp şah damarının üstünde sabit kıldı. "Eğer beni terk edersen tam burada canıma kıyarım, Şebnem." Şebnem, olduğu yerde kalıp hızla Serdar'a döndü. Şok ve korku içinde bir kaç adım atıp tekrar masaya yaklaştı. Bense tüm bu olanları bir film izler gibi izliyordum. Yine de korku bana da nüfuz etmişti. Bu gece görmek istemeyeceğim bir şey varsa o da kesinlikle şah damarından kanlar fışkıran bir Serdar'dı, pardon aşık Serdar... "Tüm bunları yaparak beni kendinden çok daha fazla soğutuyorsun." Bu kadar acımasız olamazsın ama! "Adam burada, canıma kıyacağım, diyor biraz daha ılımlı mı olsanız," dedim daha fazla dayanamayarak. "Blöf yapıyor. İnanmayın siz ona." Kalbi kesinlikle buz bağlamış. "Şebnem, nasıl böyle söylersin! Ben, ben seni canımdan vazgeçecek kadar çok seviyorum. İnan bana." Kız omuz silkip mekandan çıktı. Elim ayağım birbirine dolaştı. Ya sahiden Serdar, kendine bir şey yapacak olursa? "Serdar, bana bak. Boş ver bu salak kızı. İnan bana sen çok daha iyilerini hak ediyorsun." Hayal kırıklığı dolu olan gözlerini bana çevirdi. "Daha iyilerini değil, sadece onu istiyorum," dedi ve çatalı boynuna daha fazla batırdı. Şimdi bayılacağım. "Yapma böyle. Hiçbir şey için canına kıymaya değmez." Başını hızla iki yana salladı. "Şebnem için değer." "Saçmalama, Serdar. Kız arkasına bakmadan gitti. Seni sevmeyen biri için canına kıymak yerine seni seven insanlar için yaşamalısın." Elimi uzattım ona doğru. "Hadi, bırak elindekini." Bir adım geri çıktı. "Uzak dur. Öldüreceğim kendimi. Şebnem yoksa her şey anlamsız!" Ne yapacağım? Kahretsin! "Tamam, ben konuşacağım Şebnem'le. Ama sen şimdi o çatalı bırak lütfen." Başını olumsuz anlamda salladı. "Şebnem yoksa, Serdar'da yok," deyip çatalı hafif geri çekti ve hızla boynuna doğru yaklaştırmaya başladı. Gözlerimi kapatıp korkuyla geri çekildim. "Leyla," diyen sesle gözlerimi açtım. Serdar, çatalı bırakmış gülümseyerek bana bakıyordu. Aklım bana oyun oynuyor sanırım. Yoksa tüm bu saçmalıkların başka hiçbir açıklaması olamaz. Bu adam kim ve benim adımı nereden biliyor? "Sen-" devam edemeden elini kaldırarak sözümü kesti. "Leyla, Halil seni çok seviyor." NE? "Anlamadım." Gülümseyip, yanımdan geçti. Öylece kaldığım yerde yaşananlara bir anlam vermeye çalışırken Serdar çıktı ve içeri güzel yüzlü sevdiğim girdi. "Halil," diyebildim sadece. Çünkü hala bu hikaye de çok büyük parçalar eksikti. "Güzelim." Güzelin miyim gerçekten? Kış kış, aşık Leyla, şu an bunun sırası değil. "Neler oluyor burada?" Gömleğinin yakalarını düzelterek yanıma kadar geldi. "İki aşık çift randevulaşıyor." Bu durumda sen de benimle dalga geçiyorsun sanırım. "Halil!" Cevap vermeyip arkama geçti. Üzerimdeki önlüğün iplerini çözüp çıkardı. Yukarıdan sıkı sıkıya bağladığım saçlarımı tokadan kurtardı. Az önce Şebnem'in oturduğu sandalyenin arkasına çekip hafif geri çekti. "Ne yapıyorsun?" Hala anlam vermekte güçlük çekiyordum. "Sevgilimi yemeğe çıkarıyorum." Ağzım açık kalırken, bir ha, nidası da ağzımdan firar etti. Hafif bir kıkırtıyla gülümsedi. "Hadi, gel otur." Komutuna uyup sandalyeye oturdum. O da karşıma geçti. "Neler oluyor burada?" Boğazını temizleyip gülümsemeye devam etti. "Sadece sürpriz yapmak istedim. Seni hiç bu şekilde yemeğe çıkaramamıştım." Kaşlarım çatıldı. "Bana haber verebilirdin." Gülerek başını salladı. "O zaman sürpriz olmazdı, güzelim." Yalancı bir kızgınlıkla söylendim. "Bu şekilde de kalbim ağzıma geldi ama. Gerçekten kendini öldürecek sandım. Hem Allah aşkına kimdi onlar?" Gülüşü kahkahalara dönüştü. "Ajanstan ayarladım." Bu kez gülen taraf bendim. "Yok artık! Sırf şu yemek için oyuncu mu aylardın?" Omuzlarını indirip kaldırdı. Gün geçtikçe beni daha fazla şaşırtıyordu. "Leyla," dedi ve elini ceketinin içine soktu. Kalbim bu kez galiba gerçekten duracaktı. Tekrar güldü. "Heyecanlanma, bu kadar klişe bir evlenme teklifi yapmayacağım sana." Bari limon sıkmasaydın ya! Hem, klişe olsa ne olur? Sen yaptıktan sonra her türlü sıra dışı benim için. Ama olsun. O günler de gelecek elbet. Ceketinin iç cebinden çıkardığı hafif ezilmiş kırmızı gülü bana doğru uzattı. "İyi ki varsın, Leyla. İyi ki benimlesin. Seni dünyadaki tüm mandalinalar kadar çok seviyorum." Bana sunulan en büyük hediyesin. "İyi ki seni sevdim. Seni çok seviyorum, Halil." 🍊
|
0% |