Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Ii. Kitap 🍊 Gel Yaralarını Ben Sarayım

@amatoriceyazar

Bölüm Müziği : "Berk Baysal-Gel Yaralarını Ben Sarayım

 

II. Kitap

Bölüm 4:

“Gel Yaralarını Ben Sarayım”

Halil Babür’ün anlatımıyla…

 

Aşk, nedir? Tanımını yapmakta güçlük çekiyorum. Kalbimi sıkıp sıkıp bırakan, nefesimi boğazıma tıkan, beynimi işgal eden, her anımı meşgul eden bu hissi kolundan yakalamak ve “nesin sen?” diye sormak istiyorum. Yapıyorum da. Kolundan yakalıyorum ve o an biz yüz beliriyor. Leyla’nı yüzü. O zaman anlıyorum ki aşkın tarifi Leyla’dadır. Aşk Leyla’dır ve kalın kalın sözlüklerin arasına sıkıştırılmış aşk tarifleri hiçbir anlam ifade etmiyordur. Bu kadar sahici bir his başka kelimelerle açıklanmaya ihtiyaç duyuyorsa ne önemi kalır ki? Aşk, özeldir. Leyla ise benim en özelim. Bu yüzden aşkın adı, Leyla. Aşkın ta kendisi yine Leyla.

 

Saatler önce kapısına astığım mandalinaları öfkeyle merdivenlerden aşağı fırlatmıştı. Tekrar asmıştım fakat alıp almadığı konusunda bir bilgim yoktu. Şimdi ise saatlerdir yaptığım gibi sokak lambasına yaslanmış bir vaziyette Leyla’nın camına bakıyordum. Bazen perdenin hareket ettiğini düşünüyordum fakat mandalinaları hakaretler eşliğinde merdivenlerden attığı aklıma gelince hayal gördüğüme kanaat getiriyordum. Aslında Leyla hiç de böyle biri değildi. Aksine sevgi doluydu ve ağzından çıkan sözcüklerde daima sevgi içerirdi. Onun hayatla bir kavgası yoktu. Ta ki ben hayatına girene kadar. Ben hayatına girdikten sonra ve hayatımın hatasını yapıp hayatından çıktıktan sonra Leyla, eski Leyla olarak kalamamıştı. Nasıl kalsın ki? Beş yıldız hiç yapmıyormuş gibi saatlerdir burada kendime kızıyorum. Leyla, bu beş yıl içerisinde ne yaptı? Nasıl yaşadı? Gözleri gülen kızın gözleri ne kadar zaman içerisinde böyle donuklaştı? Benden gerçekten nefret mi ediyor? Niye etmesin ki? Kim katilini sevmek ister? Hakkım var mı şimdi onun peşinden koşmaya? Ama Leyla olsa benden asla vazgeçmezdi. Yine de her şeye rağmen şansımı zorlayacak ve beni istemediğine gerçekten kanaat getirirsem içim kan ağlaya ağlaya vazgeçecektim.

 

Ne kadar süre o şekilde Leyla’nın evini izledim, bilmiyorum. Zaman tekrar akmaya başladığında iri yarı bir teyze camdan bana bağırıyordu. “Bir sapığımız eksikti. Yetiş, yetiş Egemen, Leyla’ya sapık dadanmış.” Film burada koptu işte. Derdimi anlatmaya çalıştım. “Yok teyzeciğim, ne sapığı! Biz arkadaşız.” Ama nafile. “Sus, uçkuru kopasıca. Saatlerdir buradasın. Evden çıkmasını mı bekliyorsun ha! Egemen, Egemen!” Gel de anlat. Mümkün mü, elbette değil.

 

Çok geçmeden apartmanın demir kapısı açıldı ve içeriden benim boylarımda, beyaz tenli, kahverengi saçlı, yakışıklı diyebileceğim bir adam çıktı. Kısaca, Egemen’de diyebiliriz. Öfke ceketini giymiş, kaleyi koruyan muhafız misali üstüme doğru geliyordu. Kavgadan korkacak değilim ama saçma sapan yere de kavga etmek istemiyorum. Ayrıca Egemen de kolay kolay ezebileceğim bir eleman değil. Yok yere imajı çizdirip Leyla’ya rezil olmayalım şimdi.

 

“Bakın yanlış anladı-” -nız demeye kalmadan öfkeyle üzerime gelen Egemen yumruğunu elmacık kemiğime yerleştirdi. Dayak yemeyeli ne kadar olmuştu? Bir dakika ben hiç dayak yemedim ki. Daha doğrusu ben hiç kavga etmedim. Kavgadaki hünerlerimi bilmesem de şu an bir hayli sinirli olduğumu biliyorum. Apartmanın badi gardı mı bu eleman? Hafif yana savrulan bedenimi sağlama alıp doğrulur doğrulmaz ben de bir yumruk attım. Dudağının kenarına gelmişti ve kan sızıntısını görebiliyordum. Annesi olduğunu düşündüğüm kadın ben yumruk atınca kopardı fizanı. Allah aşkına biri şu kadını camdan alsın. Ağzı tadıyla kavga bile ettirmiyor.

 

Daha ne olduğunu anlamadan, kavgaya mı odaklanayım yoksa camdaki teyzeye mi diye düşünürken Egemen toparlanıp aynı yere bir yumruk daha atmıştı. Hayatımın hiçbir döneminde yumruk yediğim için sevineceğim aklıma gelmezdi tabi. Leyla’nın “Halil!” diye bağıran sesi yıllardır çölde susuz kalmışım da kana kana su içmişim gibi bir his verdi bana. Ne mukaddes bir duygu seni sevmek.

 

Üzerinde hasta kırkası, ayağında terlikleri, dağınık topuzu ve yüzündeki korkulu ifade. Hala aynı. Hala benim Leyla’m.

 

Egemen’in yumruğuna bir daha karşılık vermeden öylece olduğum yerde dikelip Leyla’ya baktım. Koşarak gelip aramızda durdu. Önce Egemen’e baktı sonra bana baktı. Sonra tekrar Egemen’e baktı ve beklediğim atağı gerçekleştirdi. “Sen ne yaptığını sanıyorsun, Egemen?” Pekâlâ, bu kadar sert çıkışmasını beklemiyordum. Bu ne kadar hoşuma gitmiş olsa da aralarında ileri derece de bir hukukun olduğunun da göstergesiydi. Ancak ileri bir hukuk bu çıkışmaya zemin hazırlayabilirdi. Egemen’in gözlerine baktım. Telaşlı, korkmuş. Görmek istemediğim tek manzara. Şimdiye kadar Leyla’ya aşık tek bir göz görmemiştim benimkilerden başka. Her zaman tatlı tatlı kıskanmıştım fakat hiçbirinde Leyla’ya böyle bakan biri yoktu. Şimdi ben de Egemen kadar korkulu ve telaşlıydım. Ben, Leyla’yı hiç kazanmaya çalışmamıştım. Leyla, benim için çabalamıştı ve gözü de benden başkasını görmüyordu. Şu an ki durumda ise ben Leyla’yı terk etmiştim ve geçen beş yıl boyunca hayatının bir dilimi bu adama aitti. Ve ben o dilimde yer sahibi değildim. Ne olmuştu? Aralarında bir şey yaşanmış mıydı? Asla. Leyla, yapmaz. Neden yapmasın ki? En doğal hakkı. Bunun için ona kızamam fakat şu adam, Egemen, onun Leyla’yı sevme hakkı yoktu. Ama sevmişti. Seven bir gözü çok iyi tanırım ve bu adamın gözlerinde saf bir aşk var. Peki şimdi ben ne yapacağım?

 

“Leyla, düşündüğün gibi değil. Bu herif senin evini gözetliyordu. Ben de müdahale ettim.” Ne müdahale ama! Ayrıca sen kimsin? Tam kendimi savunmak için konuşacaktım ki Leyla, bana doğru elini kaldırıp beni susturdu. “Hakkın olmayan durumlara hakkın olmayacak şekilde müdahale ediyorsun, Egemen.” Son durumda aralarında bir şey olmadığını ve Egemen’in karşılıksız bir aşk yaşadığını anlamıştım. “Siz tanışıyor musunuz?” Egemen’in sorusun ne cevap vereceğini merakla beklerken sorusunu askı da bırakıp güzel yüzlüm bana döndü. Çakmak çakmak yanan gözlerinin ardında beliren şefkat bana karşı yaktığı ilk ışıktı. Dili aksini söylese de kalbi çabalamamı istiyordu işte. Bir adım da yanıma kadar gelip küçük elini kaldırdı ve Egemen’in yumruk attığı yere koydu. Küçük bir şefkat kırıntısı beklerken asla tahmin etmediğim bir şey yapıp vurduğu yere sertçe bastırdı. “Ahh! Acıdı.” Geri çıkıp kollarını birbirine bağladı. “Koca bir aptalsın, Babür.” Çemkiren hallerini bile özlemişim. Fakat bana Babür deyişini hiç de özlememişim. Çünkü Leyla bana Babür demez hep Halil derdi. İsmimi diline yasak etmiş. Az önce olayın sıcaklığıyla, Halil diye bağırdı demek.

 

Yüzüme serseri bir sırıtış yerleştirip cevap verdim. “Senin aşkın beni aptallaştırıyor.” Dudağının kenarı hafif kıvrılır gibi oldu ama hızla toparladı kendini. “Leyla, kim bu?” Egemen, hala yersiz bir çabayla cevap almak istiyor ve kırılan kalbine umut arıyordu. Yazık.

 

“Diğer elmacık kemiğine de benim yumruk atmamı istemiyorsan kapa çeneni.” Büyük bir kahkaha attım. Kısa bir adım atıp ona doğru yaklaştım. Şimdi bağladığı kolları göğsüme değiyordu. Duruşunu hiç bozmadı ve meydan okurcasına gözlerime bakmaya devam etti. “Senin vurduğun yer acımaz ki. Sabaha kadar yumruklayabilirsin beni.” Bu nokta da esas kızın utanıp sıkılması ya da ortamı terk etmesi beklenir. Peki ama Leyla ne yaptı? Yumruk attı. Hem de hiç beklemediğim bir hızda, hiç beklemediğim bir kuvvette. Acıyla yüzüm sola doğru yatarken o da acıyla sol bileğini tutuyordu. Kendi acımı kenara bırakıp Leyla’nın bileğini tuttum. “Bırak!” diye çemkirse de bırakmadım tabi. Egemen denen lavukta yanımızda bitmiş Leyla’nın bileğine bakmaya çalışıyordu. “Doktorum ben. Bırak, bakacağım. Çok acıdı mı Leyla?” Fırsatçı kerkenez! Başka zaman olsa asla dokunmasına izin vermezdim ama şu an da canımın canı yanıyordu ve benim kıskançlığımın bir önemi yoktu.

 

Egemen, Leyla’nın ince bileğini kavrayınca arkamı dönüp kendi yaralarıma odaklandım. “İncinmiş. Buz koyalım, şişmesin. Ağrı devam ederse söyle bana hastaneye gidelim.” Pek de ilgili bir kerkenez. Buz koymak benim aklıma gelmiyordu sanki. Doktormuş bir de.

 

“Tamam, bir şeyi yok zaten. İlk biraz acıdı ama şu an iyi.” Leyla, konuşunca tekrar onlara doğru döndüm. Bileğini geri çekmiş sağ eliyle ovalıyordu. Tekrar yanın yaklaştım. O ise bu hareketim sonrasında geri çekildi. Tekrar ilerlemedim. Ona zaman tanımalıydım. Kalbi affedecek kadar büyük fakat kalbi ihanetimi affedecek kadar güçlü değil. Zamana ihtiyacı var ve bencillik edip onu daha fazla sık boğaz etmemeliyim. “Buz torban var mı? Yoksa eczaneden alıp geleyim.” Yine de onu düşünmeden edemiyorum. Vurmak fikri benden çıkmıştı ve yok yere canı acımıştı. Kendi canımın acısını unutmuştum çoktan. Onun canı yanarken benim canımın ne önemi var ki? “Gerek yok. Gidiyorum ben,” deyip başka bir şey söyleme fırsatı tanımadan hızla apartmandan içeri girdi. Kerkenezle baş başa kaldık.

 

“Kimsin sen?” Ellinin körü. “Sana ne?” Kaşları çatıldı. “Leyla’yla aranızda bir şey mi var?” Bu kez benim kaşlarım çatıldı. Dış kapının dış mandalı. Ne oluyorsa! “Seni ilgilendirmez.” Geçmişimizden bahsetmek aklıma gelse de Leyla’nın haberi olmadan böyle bir şey yapmak istemiyordum. Adının benimle anılmasını istemiyor olabilirdi ve ne kadar can sıkıcı olsa da bu kerkenez onun komşusuydu. Şimdilik sessiz kalmak herkes için en doğrusu.

 

“Artık kimsen kızı çileden çıkardın.” Göz devirdim. Bunu gerçekten yaptım. Tam bir lavuk. “En son seni paylıyordu.” Yüzü komik bir ifadeye büründü ama bu uzun sürmedi. “Sana da yumruk attı.” Güldüm. Yumruk atmıştı değil mi? Görmeyeli baya bir hırçınlaşmış. Karadeniz kızı sonuçta. Bu kadar zaman hırçınlaşmaması bir mucizeydi zaten. Güzel yüzlüm benim. Umarım bileği bir an önce iyileşir.

 

“Gitsene sen,” dedim. Adam durmuş benimle sohbet ediyor. Bundan sonra baş düşmanın benim oğlum. Sen bana dost olmaya çalışma, sen benden kork, koru kendini. Hafızamı yitirsem yine de senin Leyla’ya olan bakışını unutmam ben. Kerkenez. “Sana ne?” deyip kurula kurula apartmana girdi. Sonra da kapıyı kapattı Allah’ın cezası herif. Kimse girip çıkarken kapıyı kapatmıyor sana ne oluyor böcek kafalı?

 

Egemen’de gidince tekrar eski yerimi aldım. Kapıyı kapatmasaydı biraz sonra Leyla’nın evine çıkacak ve nasıl olduğunu soracaktım. Şimdi ise bu pek mümkün değildi.

 

Yüzüm acıyordu. Kavgadan sonra sesi alan apartman sakinleri ara ara camdan bana doğru kötü bakışlar atıyorlar, biraz daha burada durursam toplu dayak atmaya geleceklerinin sinyalini veriyorlardı. Fakat bilmedikleri bir şey vardı ki o da benim Leyla’nın uğruna toplu dayak bile yiyebileceğim. Çürükler, kırıklar, yaralar elbet iyileşir. Merhemi var çünkü. Fakat Leyla’nın kırık kalbini benden başka kimse onaramaz çünkü kıran benim, merhem de benim. Yarası ağır olan oydu. Merheme ihtiyacı vardı fakat reddediyordu. Kabul edene kadar direnmeliydim o zaman.

 

Dakikalar sonra bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Islanıyordum. Umurumda mıydı? Pek sayılmaz. Sakallarımın arasına bile sızan yağmurlar baştan aşağı ıslandığımın sinyalini veriyordu. Bu dakika da Leyla’nın komşu camı yani kerkenez Egemen’in camı açıldı ve kendisi de zaten oradaydı. Gülerek bana bakıyordu. Ulan ben seni niye dövmediysem!

 

Hala Egemen’e bakarken apartmanın demir kapısı açıldı. Yağmur sesi, ıslanan bedenim ve sevdiğimin bana doğru gelen güzel yüzü. Ankara, gerçekten de aşıklar şehri olabilir.

 

Şemsiyeyi sıkı sıkıya tutup yanıma kadar geldi. Hızla beni de şemsiyenin altına alıp sesini duyurmak için bağırarak konuşmaya başladı. “Niyetin kendini hasta etmek mi?” Hızla başımı iki yana salladım ve cevap verdim. “Zaten hastayım,” deyip kulağına doğru yaklaştım. Özlediğim kokusuyla yine buluştu ciğerlerim. Mest edici. “Sana hastayım,” dedim, kulağına doğru. İrkilip geri çekildi. Yumruk yaptığı elini hızla karnıma geçirdi. İki büklüm olup boğuk boğuk konuşmaya başladım. “Sen de iyi alıştın vurmaya ha!” Dikelip acılı yüzüne baktım. Refleksine hâkim olamayıp incittiği bileğiyle vurmuştu karnıma. Şapşal sevgilim. “Çok acıyor mu?” deyip nazikçe tuttum bileğini. Çekmeye çalıştı ama bu sefer çok direnmedi. “Kalbim kadar değil,” dedi. Gözlerimiz kesişti o an. İlk defa bu kadar kırgın baktı gözlerime. İlk defa saklamadı kalbinin yarasını. Mahvoldum. “Neyse. Eve geçelim, hasta olacaksın,” deyip bileğini elimden kurtardı. Sonra da yürümeye başladı. Ben hala söylediğinin etkisindeydim. Kalbinin ne kadar çok kırıldığını elbette biliyordum fakat bunu ondan duymak yaralamıştı işte.

 

Diğer yandan, eve geçelim, demişti. Bunun mutluluğu tarifsizken diğer yanım buruktu. Yaralarından teker teker öpeceğim, Leyla’m. Sonra saracak ve tüm yaralarına çiçek ekeceğim. Yine eskisi gibi güleceksin bana yine eskisi gibi seveceksin beni.

 

 

Loading...
0%