Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Ii. Kitap 🍊 Önce Kanat Sonra Sar

@amatoriceyazar

Bölüm Müziği: Anıl Bektaş-Ölesiye

Bölüm 5:

"Önce Kanat Sonra Sar"

🍊 

Leyla Mizgin'in Anlatımıyla...

Aşk, insanın ya sonu olur ya da başlangıcı. Ya celladına aşıksındır ya da seni bir ömür boyu mutlu edecek beyaz atlı prensine. Hikayenin sonunda prensiniz benim hikayem de olduğu gibi cellada dönüşebilir ve bu nokta da yapacağınız en akıllıca şey kafayı yemektir. Abartma, demeyin şimdi. Abartırım. Benim gibi seven her kalp için abartırım. Halil, benim güneş ışığımdı. Güne bakan çiçeğimdi. Yağmur sonrası ciğerlere bayramı getiren toprak kokumdu. Şefkatli yanımdı. Yüreğimin seçtiği biricik sevgilimdi. Sonuç itibariyle de celladım oldu.


Çıkıp geldiği için arsızca bir mutluluk duyuyorum. Üzerime gerçek bir lanet lekesi bulaşmış gibi hissediyorum. Kimse kimseyi bu kadar çok sevmemeli. En azından bir süre nefret edebilseydim. En azından yüzüne ilk baktığımda özlemim değil de öfkem ağır bassaydı. Bu kadar çok severken nasıl bu hale geldik aklım almıyor. Şimdi oturduğum yerden kalkıp üzerine saldırmak istiyorum. "Neden" diye sormak istiyorum. Neden yaptın bunu bize?


Koklamaya doyamadığım saçlarını özenle kuruluyordu. Geçen yıllar boyunca biri bana deseydi ki Halil, onca şeyden sonra Ankara'ya gelip evinde böyle kurula kurula oturup, saçlarını kurutacak, önce uzun uzun gülerdim sonra da yüzünün ortasına sağlam bir yumruk çakardım. Fakat sonuç olarak şu an da, onca yaşanan şeyden sonra benim evimde, benim koltuğumda, üstelik karşımda, kurula kurula oturuyor ve benim havlumla saçlarını kuruluyor.


Ne yapmalı?


Oturduğum yerden hızla doğrulup yanına kadar ilerledim. Sonra da ne olduğunu anlamadan saçlarını kuruladığı havluyu ellerinin arasından çektim. Ne oluyor, der gibi yüzüme bakıyordu. Avel.


"Çok bile kuruladın. Havlum pis kokacak," deyip yüzümü buruştura buruştura havluyu kokladım. Mis gibi şampuan kokusu ve kendine has kokusu karışmıştı. Bu havluyu bir daha yıkamama olasılığım tam olarak nedir? Bence yüzde yüz. "Iyy, iğrenç kokmuş. En son bir yıl önce mi yıkandın sen?" Çarpıldı.


Halil, şapşal bir ifadeyle yüzüme bakıp kısa kısa saçlarını koklamaya çalıştı. Görmeyeli aptallaşmış bu çocuk.


"Sabah duş aldım. Nasıl pis koktu ki? Ver havluyu yıkayıp sana geri getireyim," deyip havluyu elimden çekmeye çalıştı. Böyle yapınca da kıyamıyordum. Ama kıymalıydım. Sonuçta beni terk etti. Evet. Havluyu geri çekip çemkirerek konuşmaya başladım. "Aman bırak. İyice batırırsın." Mahçup bir ifadeyle elini ensesine atıp saç köklerini kaşıdı. Vallahi kıyamıyorum. "Aslında çok da kokmamış," diye kendi kendime konuşuyormuş gibi yapıp havluyu banyoya götürdüm.


Geri geldiğimde hala aynı şapşal ifadeyle kendini kokluyordu. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Gözlerini kaldırıp bana baktı. "Gerçekten pis mi kokuyorum?" Allah'ım lütfen kahkaha atmayayım. Ciddi durmaya çalışıp cevap verdim. "Biraz," deyip bu fikri aklından savuşturmaya çalıştım. Esasen mis gibi kokuyorsun ama cazgırlık olsun diye öyle dedim diyemezdim herhalde. "Duşunu kullanabilir miyim?" Yok deve. "Kokmuyorsun dedik ya!" İnanmayan bir yüz ifadesiyle kendini koklamaya devam etti. "Ama kokuyorsun dedin." Çok masum. Seni tek etti Leyla, kendine gel. "Çok kokmuyorsun." Başını iki yana sallayıp ummadığın taş baş yarar deyimini bana söyletecek o mistik hareketi sergiledi. Yunanlar şu manzarayı görseler Zeus'a Halil'in adını verirlerdi muhtemelen. Bu çocuk böyle biri değildi niye böyle şeyler yapıp benim aklımı yerinden oynatmaya çalışıyor. Arkadaşlar, sorarım size, bir an da tişört çıkarmak ne kadar etik? Bence hiç değil.


"Ne yapıyorsun ya! Giy şu üstünü. Ben senin kıl yumağı göğsünü görmek zorunda mıyım?" Tövbe çarpıldım. Az biraz kıl detayları hakimdi fakat minik baklavaları bu detayları çok güzel silip süpürebiliyorlardı. Bu kadar kaslı da değildi ne olmuş bu çocuğa? "O nasıl söz Leyla ya! Tamam, ıslak tişörtü giyinip hasta olayım ben." Allah'ım dram da kesmeye başlamış. Yıllar bir beni değil, seni de değiştirmiş Halil Babür.


Rüyamda uçuşan baklavalar görmemek adına gözlerimi üzerinden çektim. "Tamam gel, havlu vereceğim duş al. Ben de sana göre bir kaç parça kıyafet bulmaya çalışayım. Şunları da makineye atarım. Sonra da kurutmaya atarız. Yeter ki şu dramı kes." Sözlerimi bitirip tekrar banyoya doğru ilerledim. Arkamdan gelen adım sesleriyle onun da peşimde geldiğini sezebiliyordum.


Tıpkı eski günlerdeki gibiydi şu an ki hallerimiz. Kaçamak kaçamak gelir evime girerdi. Beraber yemek yapar, film izlerdik. Tatlı tatlı atışırdık. O, genelde beni sinirlendirmeye çalışırdı ve bundan da büyük keyif duyardı. Sonra da, sen sinirlendin mi, der burnumun ucunu öperdi. Aşkımıza ihanet ettiği gibi hatıralarımıza da ihanet etti.


Düşen yüzüme birlikte eline bir tane havlu tutuşturup onu banyo da yalnız bıraktım. Odama geçip uygun kıyafet aradım. Büyük bir tişört ve altına da beli lastikli bol bir eşofman çıkardım. Bunlar olurdu herhalde. Hale bak. Adam beni terk etti gitti. Döndü geri geldi. Evimde banyo yapıyor. Ben de enayi gibi beyefendiye kıyafet seçiyorum. Ben akıllanmam. Yok ya vallahi ben akıllanmam. Süzme salağım ben. Gir en iyi salak yarışmasına birinci çık kızım.


Elimdeki kıyafetlerle odamdan çıkıp tekrar banyonun kapısına geldim. Su sesi geliyordu. Bu kez de kıyafetlerle birlikte salona geçip çıkmasını bekledim. On beş dakika kadar sonra banyonun kapısı açıldı.


Bakın, eski Halil olsa bu şekilde salona girmez, müsaade falan isterdi. Fakat bu dingil, bu tasmasız kertenkele, bu kanalizasyon faresi dümdüz salona daldı. Yok, bilerek yapıyor ya da niyeti bozdu. Ama bilmiyor ki ben onun altında kalmam.


"Hayırdır, yeni sezon kreasyonu bel de havlu mu?" Gülüp ıslak saçlarını karıştırdı. Allah affetsin afeti devran. Şeytana besmele çektirir, öyle bir aura. Ama ben şeytan olsam, bu ayaklı havlu da en büyük günah olsa yine de dönüp bakmam. Tamam, belki ucundan bakarım. Azıcık.


"Aynen. Kızlar böyle seviyormuş." Egemen, keşke bir kaç yumruk daha atsaydın şunun suratına. Gevşek ağızlı antilop. Çöl sıçanı. Kel orangutan. Nesli tükenesice maymun. Kızlar beğeniyormuş. Kızlar sana hasretti zaten. Davar.


Gözlerimi kısıp oturduğum yerden kalktım ve yanına kadar ilerledim. "Kızlar senin asimetrik vücuduna hasret kalmışlar zaten," deyip göz devirdim. Gözleriyle vücudunu taradı. Ooo sen benim her söylediğimi böyle ciddiye alacaksan. "Al şu kıyafetleri," deyip göğsüne yapıştırdım elimdeki kıyafetleri. Yüzüne yine o değişik sırıtışını yerleştirdi. "Sen hasret kalmadın mı?" Yetişin komşular, kusacağım şimdi. Arsız köftehor. Nerede benim bıçağım ya bıçaklayacağım bu ırz düşmanını. Benim bıçağım mı var? Mahalle gülü Kezban nereden yerleşti içime böyle? Çiçek gibi kızı kroya çevirdin ya seni bunun için bile affetmeyeceğim, Halil.


"Yoo. Türünün tek örneği sen misin? Ne vücutlar var. Bir Hanry Cavill değilsin mesela," deyip yanından geçerek salondan çıktım. Saniye geçmedi arkamdan bağırdı. "Henry kim ya!" Gülüşümü bastırıp cevap verdim. "Çoğu kızın hayran kaldığı gerçekten yakışıklı bir adam." Bu sana bir hafta kadar yeter. Kudur kıskançlıktan. "Sen de mi hayransın?" Bu kez cevap vermedim. Yesin kendini birazcık. Azıcık yani.


On dakika kadar odamda vakit geçirip tekrar salona geçtim. Evimdeki varlığını hala idrak etmiş değilim. Salona girerken bir an onu göremeyecekmişim gibi her şey koca bir hayalden ibaretmiş gibi hissediyorum. Sonra onu görüyorum ve her şey bir anlığına şeffaf bir hal alıyor. Yaşanan her şeyi unutuyorum ve tek kalan ona olan aşkım oluyor.


Oturmuş, telefonundan dikkatle bir şeyleri inceliyordu. Geldiğimi fark edince yüzüme baktı. Bense giydiği kiyafetlerime bakıyordum. Eşofman biraz kısa ve dar gelmişti ama yine de iyi duruyorlardı. Dikkatim üstündeyken telefonunu hızla bana çevirdi ve ben artık kahkahamı içimde tutamadım. Henry Cavill'i internette aratmış, açtığı bir fotoğrafını bana gösteriyordu. "Yani şimdi bu adam benden daha yakışıklı, öyle mi?" Kahkahamı zor da olsa zabtedip yanına oturdum. "Bu bir soru bile olamaz," deyince yüzü bildiğiniz kıpkırmızı oldu. "Leyla!" dedi uyarıcı bir tonlamayla. Yüzüm asıldı ve yaşanan her şey saf bir gerçeklikle yüzüme vuruldu. Kısa bir an her şey tıpkı eskisi gibi güzel sanarken acı geçmiş nasıl da insanın yüzüne vuruyor. Gözlerinin içine acıyla baktım. "Neden?" diye gayri ihtiyari bir soru çıktı ağzımdan. Anlamıştı. Aynı düşen yüz, aynı buğulanan gözler. Aynı acının erbabıyız. Fakat bize bunu sen yaptın. Şimdi üzülmeye ne hakkın var ki? "Leyla..." dedi fısıltılı bir tonlamayla. "Ben-" devam edemeden telefonu gürültüyle çalmaya başladı. Ekranda yazan Arda, ismini bekletmeden açtı. Ne bekliyorsam! Özürler yağdıracağını mı? Öfkeyle kalktım yanından. O ise telefonla konuşmaya başladı.


"Efendim, biraderim?" Biraz bekledi. "Leyla'nın evindeyim." Konumunu adımla bildirildiğine göre Arda denen arkadaşı beni tanıyordu. Yani beni ona anlatmıştı. Buruk bir sevinç tekrardan peydah oldu kalbimde. Aşk, işte bu kadar küçük kırıntılara bile muhtaçtı. "Lan senin ne işin var!" Gelmek mi istiyordu? "Olmaz, Arda." Gelmek istiyordu. Halil'le bu saatten sonra daha fazla tek kalmayacağımı anlamıştım. Yüzleşmek istiyordum fakat düşününce buna hazır değildim. Kabullenmem gerekiyordu. Burada olduğunu, geri döndüğünü kabullenmem gerekiyordu. Varlığının hayal mi gerçek mi olduğunu bile ayırt edemezken söylediklerini nasıl idrak edeceğim ki? En doğrusu bunu ertelemek. Kesinlikle.


Halil, Arda'yı hala reddederken yanına yaklaşıp telefonu bir hamle de çektim elinden. "Alo?" dedim ve beklemeye başladım. Halil ise bu esna da ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi yüzüme bakıyordu. "Leyla?" diye konuştu, teyit edercesine. "Benim. Evin adresini şimdi mesaj olarak atacağım. Gel ve arkadaşını evimden al," deyip telefonu suratına kapattım. Sonra da hiçbir zaman telefonuna şifre koymadığını bilmenin rahatlığıyla telefonunu açıp Arda'ya konumu mesaj attım.


"Gitmemi söyleseydin giderdim," dedi. Kalbimin güçsüzlüğüne bazen o kadar acıyorum ki. Eğer güçsüz olmasaydı "Git demeye dilim varmıyordur belki," demezdim.


Boş gözlerle baktık gözlerimize. Ne kadar zormuş bu kadar yakınımdayken hasret giderememek. Tıpkı eski günlerde ki gibi sarılamamak. Ne kadar zormuş her saniye seni sevdiğimi söyleyememek. Ne kadar zormuş, Halil sensizlik. Ne kadar zormuş senin yüzünden yaşadığımız tüm her şey. Beni affet demeye bile dilin varmıyor. Çünkü biliyorsun ki bu beş yılın telafisi bir özür değil. Bu beş yılın telafisi belki de hiç olmayacak. Biz iki aşık, hiçliğe karışıp gideceğiz. Kurduğumuz tüm hayaller üstümüze yıkılmışken birimiz bile bu hafriyatı kaldıramayacağız.


🍊 


Sonu gelmeyen bir sessizlik sonrası odama geçtim ve geçen bir saat boyunda da odamdan hiç çıkmadım. Onun ne yaptığı işe umrumda bile değildi. Tamam, biraz umrumdaydı. Fakat dürtülerime hakim oluyordum. Ya da olamıyordum. Çok defa kapıya kadar gitsem de geri döndüm. Adım atması gereken kişi ben değildim. Oydu. Ama o yalı kazığı gibi salonda çakılmayı daha doğru buluyordu. Verimsiz herif.


Artık odam da duramayacak raddeye geldiğim dakikalarda kapı çaldı. Bu anı bekliyormuş gibi kapıya koştum. Bekletmeden açtım ve beni oldukça şirin bir yüz karşıladı. Adliye de Halil'in yanında görmüştüm bu simayı fakat o anın şokuyla dikkatli bakmamıştım. Beybi face, ateşli bakışlar, çekici bir gülüş, uzun bir boy, oldukça iyi bir tarz. Ne yandan bakarsam bakayım artı bir çocuk. Tek eksisi Halil'in arkadaşı olması. Kadı kızında bile kusur vardır diyerek bu elemeyi atladım ve Arda'yı içeri davet ettim. Bu sıra da Halil'de kapıya gelmişti. Onunla göz göze gelmemeye dikkat ederek Arda'ya terlik uzattım. O esna da hala kapı kolunda duran mandalinalar çarptı gözüme. Yapmamam gereken bir şey yapıp mandalinaları aldım ve kapıyı kapattım. Görmek istemediğim tek yüz Halil'in zafer gülüşüyle kaplı olan yüzüydü. Ne vardı sanki alacak!


Boş vermeye çalışıp Arda'ya odaklandım. O ise terliklerini giymiş yüzündeki müthiş gülümsemeyle bana bakıyordu. Eğilip elimi tuttu ve minik bir öpücük bıraktı. "Bir güzellik göreceğimi bekliyordum fakat bu kadarını beklemiyordum," dedi çapkın bir gülüşle. Ah ah, bak da ders al, çöl ayısı. Mahçup bir gülümsemeyle karşılık verip teşekkür ettim. Sonra da içeri geçtik.


Fakat bu çok da uzun sürmedi. Henüz daha yeni salona geçmişken kapı tekrar çaldı. Bu kez gelenin kim olduğunu bilmediğim için merakla kapıya yöneldim. Gözetleme deliğinden baktığım da ise Egemen’in yüzüyle karşılaştım. Bekletmeden kapıyı açtım. Ve meraklı iki kafa da çok geçmeden kapıya geldi. Biz her kapı çaldığında hep beraber mi açacağız kapıyı? Bu ne merak canım!


Egemen, kapı açılınca bir müddet dona kaldı. Sonra da tane tane konuşmaya başladı. "Ee, ben bileğini merak ettim de," dedi. İşte gerçek bir beyefendi daha. Her ne kadar Halil'e yumruk atmasını tasvip etmesem de sapık sanıp bunu yaptığı için hala gözümde gerçek bir İstanbul beyefendisi. Gülümseyerek cevap verdim. "Teşekkür ederim Egemen. Ağrısı gecti bile," dedim. Gülümsedi. "Ağır şeyler kaldırma. Bir kaç güne tamamen geçer." Başımı salladım.


Gözleri bir bana bakıyor, bir arkamdaki meraklı kafalara kayıyordu. Egemen’in görmek istemediğim ilgisinin farkındaydım ve bu hoşuma gitmiyordu. Çok iyi bir arkadaştı fakat bu daha ileriye taşınmıyordu, taşınamazdı.


"Ben gideyim o zaman," deyip karşı kapıya doğur yöneldi. "Teşekkür ederim," diye bağırdım arkasından. Sonra da kapıyı kapattım.


Arkamı döndüğümde ikisi de anlamadığım kaş göz işaretleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Yeni bir dil bile geliştirilmiş. Mustafa'dan sonra Halil'in ilk defa biriyle bu kadar yakın arkadaş olduğuna şahit oluyorum.


"Siz de gidin artık," dedim kötü ev sahibi rolüne bürünerek. Esasen sabaha kadar burada kalsalar gıkım çıkmazdı. Halil'in varlığı her ne kadar beni rahatsız etse de diğer yandan da sekinet veren bir tarafı vardı. Gördükçe canım acıyordu ama ölmek üzere olan kalp kelebeklerimin yoksul bir çırpınışla kanatlarını hareket ettirmelerini de göz ardı edemiyordum. İtiraf etmesi güç fakat hala kuvvetli hislerle ona bağlıyım ve affetmeyen bile yanımdan ayrılmasın istiyorum. Bencil miyim? Belki. Ama onun kadar değil. O, kendi için beni terk etmişti. Ben ise bizim için yanımda kalsın istiyorum. Çok mu?


"Aman Leyla, ne yaptın! Vallahi sabah kahvaltısıyla duruyoruz. Halil'e acımıyorsan da bana acı bari. Gizli şeker var ben de." Tamam, Halil'in dramatik şovları kimden öğrendiği ortaya çıktı. İşin garip tarafı kolayca hayır diyecebileceğim bu yalvarmaya şu an da hayır diyemiyordum. Emin olduğum bir şey varsa o da Arda'nın şeytan tüylü olduğudur. Daha şimdiden sevmiştim ve sevmenin ne manası vardı? Halil'le gelen Halil'le gidecek olan biri işte.


🍊 


Niye yaptığıma mantıklı bir neden bulamasam da yemek yapmıştım. Tam da yemek denemez. Makarna yaptım. Adam olana çok bile niyetiyle çıkılmış bir yoldu. Yine de nasıl acıkmışsalar koca tencereyi on dakika da yiyip bitirdiler.


"Ellerine sağlık," deyip Arda masadan kalktı. Sonra da ellerini yıkamak üzere banyoya geçti. Halil ise son kaşığı öylece tabakta bekletiyordu. Sonra birden manasızca geçmişi kurcalamaya başladı. "Hatırlıyor musun, çok acıkmıştık, final haftasıydı. Senin evinde makarna yapıyorduk. Tam yaptık ettik, yiyecekken kan şekerin düşmüştü ve bir tencere makarnayı yere dökmüştün. Ben panikle sana koştum sen de o halinle tencereyi tutmaya çalıştın. En sonunda pizza sipariş etmiştik," deyip dalgın gözlerini gözlerimde sabitledi. Geçmişin sandığını açtıkça yaralarımı kanatıyordu, farkında değildi. Unutamadığım, unutmaya kıyamadığım anılarımızı bir hamle de silmemiş gibi tekrar yazmaya çalışıyordu ve bu daha fazla kanatmaktan başka bir şey değildi.


Dolan gözlerimi kırpıştırıp fısıltıyla konuştum. "Yaralarımı saramıyorsun bari kanatma." Masa da duran elimi incitmekten korkar gibi tutup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Açtığım her yarana çiçek ekeceğim Leyla'm. Yeniden güleceksin bana ve yeniden seveceksin beni. Eskiden olduğu gibi kar taneleri adımızı fısıldarken biz aşkın dansını yapacağız." Gözümden akan yaşı hızla silip elimi çektim. "Bunu sana ilk söylediğimde, olmayacak, demiştin. Şimdi de ben sana söylüyorum, olmayacak Halil Babür Aktaş. Tüm kar taneleri adımızı fısıldasa da masa da kalan aşkımız fısıltıları duyamayacak kadar ölü."


Bizden artık ne olur, bilmiyorum sevgilim. Seni hangi mevsimde affederim, kestiremiyorum. Tekrar birleşir mi ellerimiz, emin değilim. Tek bildiğim yanımdayken bile seni çok özlüyorum. Fakat gözlerine her baktığımda ayrılık acısını tekrar ve tekrar yaşıyorum. Şimdi sen ya gerçekten yaşat çiçeğini ya da yaşatıyormuş gibi yapıp tekrar suya hasret bırakma.


Loading...
0%