Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Ii. Kitap 🍊 Sorma, Durum Leyla

@amatoriceyazar

Multi: Ayşegül Aldinç-Durum Leyla


Bölüm 6:


“Sorma, Durum Leyla"

🍊 

Halil Babür’ün Anlatımıyla…


Geçmiş Zaman…


“Leyla, yavrum niye inat ediyorsun? Gel hadi! Çay içeriz hem. Sonra ben sana uzun uzun anlatacağım o kı-” daha lafımı bitirmeden tiz bir sesle bağırarak sözümü kesti. Ne yapacağım bu kızın kıskançlıklarıyla böyle? Neymiş efendim, kıza gülmüşmüşüm! Tövbe gülmedim. Dudağım santim oynadıysa çarpılayım. Ama diretiyor güldün diye. “Kız falan deme bana Halil! Aşk olsun ya. Gerçekten aşk olsun sana. Kapatıyorum ben.” Hızla söze girdim. “Bir tanem. Hayatımın anlamı. Çiçeğim. Gülüm. Bahar bahçem. Yapma böyle. Bak zaten çalıştığım için çıkamıyorum aklım sen de kalmasın. Hadi gel Mandalina’ya.”

Yalvarmalarım ne kadar fayda verdi bilmiyorum ama derin bir sessizliğe büründü. Bir ara telefonu kapattı sandım ama hala hattaydı. “İyi, tamam geliyorum,” dedi nihayetinde. “Seni seviyorum güzel Leyla’m. Bekliyorum, hadi gel.” Bir şey söylemeyip telefonu kapattı.

Bazen küçük bir çocuk gibi oluyordu. Nazını çektiğimi bildiğinden bana daha çok çocuk oluyordu. Şikayetçi değilim ama üzülmesine kıyamıyorum. Çoğu zaman boş sebeplerden ötürü günlerce canını sıkıyordu. Oysa bilse ki gözüm ondan başkasını görmüyor…

Çok geçmeden Mandalina’nın kapısı bu kez Leyla’ma açıldı. Suratı asık olmasına rağmen hala nasıl da güzel. Yine soğuk yüzünden burnunun ucu kızarmış. Tam ısırmalık. Nazlı nazlı boş bir masaya geçip oturdu. İnatla bana bakmıyordu. İki çay kapıp patrondan kaş göz işaretleriyle izin aldım. Sağ olsun abi, Leyla’yı tanıdığı için daha doğrusu bizi bildiği için gülerek başını salladı. Tekrar başımı sallayıp gülerek Leyla’nın masasına doğru ilerledim.

Masaya geldiğimde telefonuyla ilgileniyordu ve anlaşılan bana bakmaya niyeti yoktu. Nazlı ve çok güzel…

“Aaa, şu sabahki kız değil mi?” dememle başını kaldırıp çatık kaşlarla bana bakmaya başladı. Sonra kandırıldığını fark edince beresini hızla yüzüme fırlattı. Kahkaha atarken bereyi tutup derin bir nefes çektim. Mis gibi Leyla’m kokuyor.

“Kız falan deme dedim sana değil mi? İnadıma yapıyorsun, pislik!” Gülüşüm daha da büyürken, Leyla kollarını önünde bağlamış küçük bir çocuk gibi küsü oynuyordu. Şimdi tam göğse çekilip sevmelik. Ama bunu yapsam muhtemelen kafamı falan kırar. O yüzden önce şu “kız” pürüzünü kaldırmalıyım.

“Güzelim benim. Vallahi kayınca refleks olarak tuttum. Sonra teşekkür etti. Ben de rica ettim. Allah çarpsın ki başka bir şey olmadı. Gülmedim ben kıza.” Gözlerini devirip camdan dışarı bakmaya başladı. “Yapma ama böyle. Başkalarına yüzüm gülse bile benim gözüm, gönlüm bir tek sana gülüyor çiçek bakışlım.” Bakışları hafif yumuşadı. Kollarının bağını da çözüp tekrar bana bakmaya başladı.

“Kıskanıyorum, napayım,” dedi yine nazlı bir çocuk gibi. “Kıskanman çok hoşuma gidiyor ama sırf bu kıskançlık yüzünden üzülmen hiç hoşuma gitmiyor. Hem benim gözüm senden başkasını görmüyor ki yüzüm gülsün.” İşte beklediğim gülümseme. Şimdi güneş doğdu günüme. Biriciğim benim. “Bir daha biri kayarsa bırak düşsün,” demesiyle masamızda gülüşmeler başladı. Sen hep böyle gül, benim de gönlüm gülsün.

“Seni çok seviyorum güzel Leyla’m,”

“Ben daha çok.”


Günümüz…


Koskoca bir hafta. Geceli gündüzlü. Bir haftadır yüzüne hasrettim. Bir haftadır neredeyse kapısında yatıyordum ama Leyla’yı bir türlü göremiyordum. Sabah geldiğimde çıkmış oluyordu, akşam geldiğimde girmiş oluyordu.

Apartmanın arka girişimi var diye şüphelenip kontrol bile etmiştim. Ama yoktu. Sanki kuş olup öyle giriyordu evden içeri. Sonuç olarak bir haftadır özlemiyle kavruluyordum. Adliye’ye de gitmiştim ama davasının olup olmadığını bilmediğim için boş bir uğraş oldu. En kısa süre de bürosunun yerini öğrenmeliydim. Belki tüm bu hareketlerim onu sıktığı için benden kaçıyordur, bilmiyorum. Onunla konuşmadan da bir sonuca varamayacak gibi gözüküyorum.

Şimdi saat sabah beş. Hiç olmadığı kadar erken geldim. Camdan beni görme ihtimalini de göz önünde bulundurup köşe de beklemeye başladım. Bugünkü erken kalkma çabam meyve verecekti, hissediyordum.

Öyle de oldu.

Yarım saat sonra uykudan açılmayan gözleriyle çıktı apartmandan. Bir aralık kendime kızdım. Benden kaçtığı için bu kadar yorgun düşüyordu. Hala içinde bana dair hislerin olduğuna inanmasam çoktan bırakırdım peşini. İnanıyordum. Küçük bir kıvılcım dahi olsa, kalbinde bize dair ateşini yakmaya çalışan bir ateş böceği vardı.

Bana doğru gelirken korkutmamaya özen göstererek köşeden çıktım. Yenilmiş bir ifadeyle omuzlarını düşürdü. “Bela mısın başıma?” diye sordu. Gülmemek için dudağımın içini ısırdım. “Tatlı bela diyelim biz ona,” deyip gülümsedim. O ise göz devirdi. Gönül, kazanılması zor, kaybedilmesi kolay olandır. Fakat kaybettikten sonra kazanması her şeyden zordur. Leyla, kaybedilmiş bir gönüldü. Fakat yine de uğruna tüm savaşların verileceği yegâne gönül de onun gönlüydü. “Zehirden hallice,” dedi tüm acımasızlığıyla. Olsun. Her şeye rağmen yine de seni hala çok seviyorum.

“Eşlik etmemi ister misin?” güldü. Sahici olmasa da ne güzel gülüyor öyle. “Şaka yapıyorsun herhalde.” Başımı salladım. “Haklısın. O zaman müsait olduğunda bir çay içsek?” Boş boş yüzüme baktı. “Eskileri yad etmek için mi?” dedi ve yanımdan geçip yoluna devam etti. Bugünlük çabamdan vazgeçmiştim ki nereden çıktığını kestiremediğim köpekler Leyla’nın karşısına çıktı. Havlamaya başladıklarında bir şey yaparlar korkusuyla tam ona yönelmiştim ki o benden önce davranıp geldiği yolu geri döndü ve hızla arkama geçti. “Çok kork-” Cümlesini ben tamamladım. “Çok korkarsın köpeklerden. Merak etme, buradayım.”

Nefesi arkamdayken ve bu kadar yakınken heyecanlanmamak elde değildi. Şimdi kalbim deliyordu göğüs kafesimi. Seni sevmek ne mukaddes bir iş, Leyla. Ah, seni sevmek… Güzel ve nazlı çiçek.

Öylece köpeklerin gitmesini bekledik. Biraz havlayıp yanımızdan ayrıldılar. Şu sıralar ihtiyacım olan şeylerden biri de romantik klişelerdi ve lütuftur ki yaşandı. Önce Leyla dengesini kaybetti ve sağ ayağını burktu. Sonra ben onu tutayım derken iyice dengesini kaybetti. O kaybedince ben de kaybettim ve hazin son. Başını yere vurmasın diye arkasına kolumu siper ettim. Kaldırımın köşesine doğru düştük. Az hasar. Yakın temas. Zihni felç eden Leyla kokusu. Ve mevzu sadece Leyla…

Canım acıyordu ama neresi acıyordu kestiremiyordum. Mevzu sadece Leyla, derken kastım buydu. Mevzu sadece Leyla'yken, dünya silikleşiyordu, için de ben de. Canım acıyordu. Acısın. Dünya yanıyordu. Yansın. Mevzu Leyla, bundan büyük mesele mi var?

Bana kalsa saatlerce orada onu ve güzel gözlerini izleyebilirdim. Ama şu sıralar bu hikayenin başrolü ben değildim. Söz ondaydı ve o ne derse o oluyordu. Öyle de olsun tabi.

"Kalk üstümden!" diye hayıflandı. Acıyla güldüm. "Leyla, sen benim üstümdesin, nereye kalkayım?" Yeni idrak ediyormuş gibi bulunduğumuz durumu hızla gözden geçirdi. Şapşal sevgilim benim. "Aptal!" diye hayıflanıp beni eze eze ayağa kalktı. Tamam, o kalktı. Gayette iyi gözüküyor. Şimdi ben kalkmalıyım. Bir hamle de ayağa kalktım. Leyla ise üstünün tozunu silkeliyordu. Tam ben de üstümdeki tozları silkeyecekken kolumun acısını anca idrak edebildim. Kaldırımın köşesine düşünce köşe tarafına kolum çarpmıştı. Leyla'nın ağırlığı da üstüne binince muhtemelen ezildi.

Yüzüm buruşurken Leyla dikkatle beni izliyordu. "Ne oldu prenses?" diye sordu. Kaşlarım çatıldı. "Ayıp oluyor ama. Sen kafanı vurma diye kolumu eziyorum söylediğine bak." Anında yüzünde pişman olmuş bir ifade peydah oldu. Dudağının kenarını ısırıp minik adımlarla bana doğru yaklaştı. Eğilip bükülüp koluma bakmaya çalışıyordu. Nasıl sevmem ki? Haline bak.

"Neresi acıyor? Kırıldı mı acaba?" Meraklı meraklı hala kolumu inceliyordu. İtiraf etmesi gerçekten çok kolay. Verdiği ilgi aşırı hoşuma gidiyordu. Sırf şu bakışlar için diğer kolumu da ben ezebilirdim.

"Dirseğin de soyulmuş. Hastaneye gidelim diyeceğim ama büro da bugün yoğun işim var. Benimle gel pansuman yapalım. Benim yüzümden oldu sonuçta." Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Halil, buna hayır der mi? Elbette demez. "Zahmet olmasın?" Geri çekilip çantasını düzeltti. "Zahmet zaten. Teşekkür mabında yapıyorum. Bir anlam yükleme," dedi ve umursamaz bir tavırla yürümeye başladı. Ben de peşinden tabi.

On beş dakika kadar yürüdükten sonra eski bir apartmandan içeri girip üçüncü kata çıktık. Yeni avukatların sefil yaşantısı... Leyla'yı en iyi ben anlarım. Hoş staj dönemi yeni avukatlık döneminden daha beter ama bu da geri kalır bir hal de değil. Hele de tanınmış bir avukat değilsen, vay haline. Umarım Leyla'nın işleri yolunda gidiyordur. Çünkü onun ayağına takılan taş, benim canımı yakar.

Başka avukatlarında bürolarının olduğu bir apartmandı burası. Dışarıda Psikolojik Danışmanlık hizmetine dair bir pano da gördüm. Muhtemelen sadece bu işler için kullanılan bir yerdi. İlk basamak için çok da fena değil.

Leyla, çantasından çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. İçeri girdik. Önceden bir artı bir evmiş muhtemelen. Basık bir havası var ama buram buram Leyla kokuyor. Kendisi gibi çiçek yapmış her yeri. Oldukça da temiz ve ferah. Girdiği, gittiği her yeri güzelleştiriyor, tıpkı yüzü gibi.

"Sen çalışma odama geç. Mutfakta ilk yardım kutusu olacaktı. Alıp geleyim" dedi ve mutfak olan kapıya yöneldi. Ben de diğer kapıya yönelip odasına girdim. Her şey oldukça düzenliydi. Dosyaları, masası, koltukların konumu bile simetrikti.

Etrafı incelemeyi bırakıp masanın karşısındaki tekli koltuklardan birine oturdum. Çok geçmeden de Leyla geldi. Oturduğum koltuğun karşısında ki küçük sehpanın üzerine oturup ilk yardım kutusunu da kucağına koydu.

Kutuyu açıp ilaçlı bez kesti. Üzerine biraz eter döküp yüzüme baktı. Ben zaten ona bakıyordum. Kısa bir an boşluğa düştüğünü hissettim. Ne kadar uzak durmaya çalışsa da gözlerimizde ki tanıdık duygular bizi ele veriyordu.

Hızla gözlerini koluma indirdi ve bileğimden tutup kucağına çekti. Dokunuşları şefkatli gözükmese de şefkat kokuyordu yine de.

Eterle derisi kalkan yerin kanını temizleyip yara bandı yapıştırdı. Bana sorsanız ilk yardımlık bir yara değildi. Fakat bu fırsatı da kaçıramazdım.

Oturduğu sehpadan kalkıp ilk yardım kutusunu masasına bıraktı. Konuşmak için belki de en iyi fırsat bu zamandı.

"Leyla, ben- aslında Güne- isteyerek olma- yani-" devamını nasıl getireceğimi bilmediğim cümleler kurarak kırık kalbini onarmaya çalışıyordum. Başarabiliyor muydum? Kesinlikle hayır. "Beş yıl-" devam edemeden sakince söze girdi. "Beş yıl önce beni terk ettin. Beş yıldır yoksun. Ve ben bu beş yıl boyunca sensiz yaşamaya alıştım. Şimdi bir an da karşıma çıkıp her şeyi eskiye döndüremezsin. Dönmez de zaten. Güneş'in öldüğü gün sen, bizi de öldürdün." Ne diyebilirdim ki? Sonuna kadar haklıydı. Niyetim zaten kendimi savunmak değildi. Hiç olmadı da. Büyük bir hata yaptım ve bunun telafisi de yok. Ben sadece Leyla'nın kalbinin büyüklüğüne güveniyorum.

"Ben ne yapacağımı bile-" tekrar sözümü kesti. "Ne yapacağını bilemedin. Benden, ailenden destek almak yerine hepimizi bırakıp gittin. Bu acıya birlikte göğüs germek yerine tek başına mücadele etmeyi tercih ettin. Lütfen daha fazla konuşma. Yaptığının hiçbir geçerli mantığı yok." Başımı salladım. "Haklısın." Bir daha da konuşmadık. O sessizce çalışmaya başladı. Bana git demedi. Ben de gitmek istemedim zaten. Öylece onu izlememe müsaade etti. Zaman su gibi aktı desem yeridir. Saat on bir gibiyken kapı çaldı. Leyla, rahatsız olmasın diye kapıyı ben açtım.

Genç bir kadın. Beni görünce şaşırır bir ifadeye bürünüp abartılı bir şekilde gülmeye başladı. "Merhaba, Leyla Hanım'a bakmıştım ama," dedi ve saçının ucuyla oynamaya başladı. Leyla’ya seslenecektim ki arkamda belirdi.

"Buyurun Nevra Hanım," dedi. Leyla’yı tanıyorsam, Nevra denilen bu kadından asla haz etmiyordu.

Nevra, hala saçının ucuyla oynarken bana bakarak konuştu. "Tuvaletinizden hala aşağı su akıyor da, tamir ettirmediniz mi diye soracaktım." Yan gözle Leyla’ya baktım. Çatık kaşlarla Nevra'ya bakıyordu. "Henüz tamir ettirmedim," dedi kelimelerin üstüne bastıra bastıra. Nevra başını sallayıp gülümseyerek tekrar konuşmaya başladı. "Beyefendi kim?" Leyla’ya baktım tekrar. Aynı yüz ifadesiyle bu kez de bana bakıyordu. "Bir arkadaş," dedi. Bir arkadaş...

"Öyle mi, memnun oldum, ben Nevra," dedi ve elini uzattı. Tam elini tutacakken Leyla benden önce davranıp kadının elini kurbanlık satışı yapar gibi sıkmaya başladı. "O da çok memnun oldu, Nevra Hanım ama kolu biraz acıyor. Kusuruna bakmayın lütfen." Gülmemek için kendimi zor tutarken ellerini ayırdılar. Nevra, neye uğradığını şaşırmış bir halde geri dönüp merdivenlerden inmeye başladı. Leyla ise beni kenara çekip sertçe kapıyı kapattı.

"Ne tuvaletmiş be! Her gün on sefer çıkıyor," diye hayıflanıp saçlarını karıştırdı. Yüzümdeki gülümseme bir an olsun solmezken küçük adımlarla üstüne gitmeye başladım.

"Az önce yaptığın neydi?" tek kaşım havaya kalkarken telaşlı yüzünü izlemek oldukça keyif veriyordu. "Ne yapmışım ki?" diye sordu masumca. Biraz daha üstüne gidince sırtı kapıyla buluştu. Şimdi oldukça yakın bir mesafeden birbirimize bakıyorduk. "Neden elini tutmama izin vermedin?" Yalancı bir gülüşle konuşmaya başladı. "Kolun acıyor ya, o yüzden." Başımı küçük hareketlerle salladım. "Kıskandığın için değil yani?" Kaşları çatıldı hemen. "Ne münasebet!" Güldüm. "Öyle olsun," deyip geri çekildim. "Ben artık gideyim," dedim. Başını salladı hızla. Kapıya yaslı halde kolu indirip kapıyı açtı hemen. Dışarı çıkıp ayakkabılarımı giyindim. Kapıyı tam kapatacakken sağlam olan kolumla kapanmasını engelledim. Hafif kızarmış yüzüyle bana bakıyordu. "Kıskanınca çok güzel oluyorsun," diye fısıldadım. Yüzü daha da alev alev yanarken kaşları daha çok çatıldı. "Kıskanmadım," deyip kapıyı hızla yüzüme kapattı.

"Sen seviyorum demesen de olur be gülüm!" diye bağırdım.

Umudun rengi, Leyla’dır benim için. İşte, güneş tekrardan doğdu. Artık kalbim biliyor ki, kalbimin sahibi unutmamış kalbimi. Cansız da olsa orada benim için atan bir kalp var. Ve bu saatten sonra tüm çabalar senindir Leyla’m. Tek galibi, aşk olacak bu savaşın. Sana olan, aşkım olacak.

Mevzu Leyla. Mevzu büyük. Mevzu aşk ve bu en büyük savaş.


Loading...
0%