Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Ii. Kitap 🍊 Paralel Evren Paralel Çabalar

@amatoriceyazar


Bölüm Müziği: Yalın-Yeniden


Bölüm 7:

“Paralel Evren, Paralel Çabalar”

___________

Halil Babür’ün Anlatımıyla…


Maziye dönüp baktığımda sadece Leyla’yı görüyorum. Benim için verdiği çabaları görüyorum. Ben onu hiç görmezken onun benden gözlerini alamayışını görüyorum. Leyla, şımarık bir aşık yetiştirmişti. Evet, o zamanlarda Leyla’ya deli divane âşık olmuştum ama Leyla, çabasız olarak benimdi. Sadıktı, gitmezdi. Bu yüzdendir ki ben Leyla’yı hiç kaybetme korkusu yaşamadım. Başlayan saadetimiz ömür boyu sürecek diye düşünmüştüm. Fakat bir yandan da yetiştirdiği şımarık aşık bu saadet trenini olduğu gibi yoldan çıkarmıştı. Başımı alıp giderken tam olarak ne düşündüğümü ne hissettiğimi hatırlamıyorum. Saf bir dürtüyle gitmeyi planlamıştım ve arsız bir yüzle de Leyla, ilk evden çıktığım gibi peşimden gelir sanmıştım. Yaşadıklarımızı idrak etmem beş yılımı aldı. Sonuç olarak Leyla, bunların hiçbirini hakketmemişti. O sadece bana âşık olmuştu ve bu, en masum duyguydu.

Tüm bunlarla yüzleştiğimde yıllar önce tek taraflı süren çabanın karşılığını vermem gerek diye düşündüm. Leyla’yı, kendi aptallığım yüzünden kaybetmiştim ve şimdi, tıpkı onun gibi çabalayarak geri kazanacaktım. Bu uğurda Bursa’daki barodan istifa etmem gerekse bile.

İki hafta önce Bursa’ya dönmüştük. Arda’ya kalması için ne kadar diretsem de sadık dostum beni yalnız bırakmamıştı ve sonu nereye çıkacak bilinmeyen bu yol da benimle barodan istifa etmişti. Sonra da oradaki evi toparlayıp Ankara’ya geri dönmüştük.

Ankara’ya döner dönmez yaptığımız ilk iş ise ev tutmak olmuştu. Evi tuttuktan sonra Bursa’da ahbaplığımız bulunan bir abiden rica etmiştik ve o da bir firmayla eşyalarımızı göndermişti. Buradaki asıl sürpriz bunlar değil esasen. Ben şimdi, elimdeki çayla, penceremden dışarı, Leyla’nın penceresini izliyorum. Aşkımdan ne derece Mecnun’a döndüysem hayat benden yana gülmüş ve Leyla’nın karşı apartmanındaki, tam karşısındaki evin kiracısı yeni çıkmıştı. İlk önce bunun kamera şakası olduğunu düşündüm. Sonra Ankara’da bu şakayı yapacak tanıdığımın olmadığını idrak ettim ve daha evin içine girmeden evi tuttum.

Leyla, henüz karşı dairesinde olduğumu bile bilmiyordu. Bundan rahatsız olabileceği düşüncesiyle ona gözükmeden bu işi halletmiştim. Şimdi ise bu evde geçirdiğimiz ikinci haftaydı. Biriktirdiğimiz paralar çoktan suyunu çekmek üzereydi. Aşk uğruna, Ankara’nın göbeğinde beş parasız kalmak üzereydim ve benim aklımı meşgul eden tek şey, Leyla’ydı.

Dakikalardır izlediğim pencere önünde hareketlilik olunca ince tülü çekip hızla kendimi kamufle ettim. Gündüz olduğu için içerisi yeterince iyi gözükmüyordu fakat riske atamazdım. Pencere önünde yetiştirdiği mor sümbüllerini özenle suladı. Hep sevgi doluydu. Ne kadar bana karşı öfke kussa da o sözlerin kalbinden çıkmadığını biliyordum. İçimdeki dürtüye engel olmayarak telefonumu cebimden çıkardım ve hızla bir mesaj çektim.

055…: Geçmiş kulaklarımıza ne fısıldıyor, bilmiyorum. Fakat ben geleceği yeniden yazmak istiyorum.

Yazıp gönderdim. Kalbimde hala ilk günkü heyecanlar. Onunla mesajlaştığımız geceler de benden mutlusu bulunmazdı.

Ha bu arada, numarasını nasıl bulduğuma gelecek olursak. Orası tam bir keşmekeş. Leyla’nın bürosunun bulunduğu apartmana gittim ve istemeyerek de olsa Nevra Hanım’ın kapısını çaldım. Bizim gibi avukattı. Fakat ateşi bol olan bir avukattı. Bir aralık kolumdan çekip eve atacak diye korktum. Fakat korktuğum gibi olmadı. Nazikçe telefonumu değiştirdiğimi ve Leyla’nın numarasını kaybettiğimi söyledim. Aslında numarası bulunmuyor olabilirdi ama bir lades oynamıştım ve kazanmıştım. İlk baş da sorgular gibi olsa da beni Leyla’yla gördüğü için kabul etmişti. Sonra da çaya davet etmişti fakat korumam gereken bir namusum olduğunu bilerek koşar adım uzaklaşmıştım oradan.

Şimdi de paralel evrende paralel çabayı gösteriyordum. Leyla, aşkımızın mimarıydı. Ben de elinde balyoz bulunan acımasız bir adam. Dümdüz ettiğim binayı yeniden onarmalı ve pencere önlerine bol bol mor sümbül ekmeliydim.

Gözüm hala Leyla’nın üzerindeyken mesaj sesini almış olsa gerek ki dikelip arka cebinden telefonunu çıkardı. Nefessiz bir şekilde vereceği tepkiyi bekledim. Önce kaşları çatıldı sonra da yüzünde hasret kaldığım o gülüş belirdi. O gülümseyince ben daha çok güldüm. Biliyordum. Ne kadar dili başka söylese de Leyla’mdı o benim. Delicesine aşık olduğum, delicesine aşık olan, Leyla’m.

Saniyeler sonra telefonuma bir mesaj düştü.

Mandalina’m: Tüh, mürekkep tükenmiş.

055…: Gerekirse kanımı mürekkep yaparım ama yine de bu aşkı yazmaktan vazgeçmem.

Tekrar pencereye baktım ama artık orada yoktu. Ben de ayakta durmaktan vazgeçip koltuğa geçtim. Merakla beklemeye başladım ve çok geçmeden bir mesaj daha geldi.

Mandalina’m: Nasıl da inanarak boş konuşuyorsun.

055…: Ya tarih yazacağız ya tarih yazacağız ama aşkımızı tarihin tozlu raflarına karıştırmayacağız, Leyla’m.

Mandalina’m: (Bok emojisi)

055…: Sen hiç böyle bir kız değildin. Ayıp ama.

Mandalina’m: Eserinle gurur duy hayatım.

055…: Hayatın mıyım gerçekten?

Mandalina’m: Ey, erkekleri ele geçiren feminenlik…

055…: Daha önce de prenses demiştin, harbi alınıyorum artık.

Mandalina’m: Alın ya. Daha çok alın, belki geldiğin yere geri dönersin.

055…: Çok beklersin, güzelim.

Mandalina’m: Beklemiyorum zaten ne halin varsa onu gör.

055…: O zaman seni göreyim. Olmaz mı? Şöyle güzel bir kafe de bir şeyler içsek…

Mandalina’m: Uyanıkken rüya görüldüğüne de ilk defa şahit oluyorum. Ekürin nerede, seni çimdiklesin.

Babür: Bu evet demek mi oluyor?

Mandalina’m: Bir şeyleri anlamak istemeyince de sen ya.

Babür: Aşktan hep.

Mandalina’m: Çok anlarsın ya.

Babür: Sen böyle hep laf mı vuracaksın bana?

Mandalina’m: İnan, yumruk atmak istediğim de oluyor ama malum bileklerim inciniyor.

Babür: İncindiği yerden öpsem ya.

Mandalina’m: Engellenmek hoşuna gider sanırım.

Babür: Kayboldum bile.

Telefonumu orta sehpaya bırakıp arkama yaslandım. Yol meşakkatli miydi? Fazlasıyla. Ama Leyla’nın gülüşü tüm meşakkatleri yok etmeye yeterdi. Değerdi benim biriciğime, güzel bakışlıma.

“Birader, aşk mevzularını biraz kenara bıraksan da rızkımızın peşinde koşsak. Malum, biraz daha evde oturursak duvarları kemireceğiz ve senin aşkının karnımızı doyuracağını hiç sanmıyorum.” Geldi evimin neşesi, asık surat. El alemin kızına türlü kurlar, cilveler yapar bana gelince bacak açıp surat asıyor, yetmiyor suratıma geğiriyor. Erkeklik böyle bir şey olmamalıydı zannımca. Daha medeni daha toplumsal varlıklar olarak yaşamımızı idame ettirebilirdik ama karşımdaki insan azmanını görünce, umutsuzluğun kollarına istemesem de atılıyordum.

Her ne kadar insan azmanı olsa da haklı bir insan azmanıydı. Parasız erkeği ben kabul etmem, Leyla niye etsin?

“Haklısın biraderim. Sicil dosyalarımız hazır zaten. Baroya gidip başvurumuzu yapalım. Sonra da bir pürüz çıkmazsa kaydımızı yaparlar.” Arda, başını sallarken bir yandan da kürdanla dişlerini karıştırıyordu. Tır şoförü olması için bir göbeği eksik. “Sana bakan kıza şaşarım ben ya. Hayır, tipin iyi olmasa seni bu hayvanlıkla anan bile kabul etmezdi. Bak bak, hareketlere bak,” deyip ayaklandım. Kapı ağzından çatık kaşlarla bana bakıyordu. “Hadi lan oradan. Gören de seni çok insan kılıklı sanar. Kokmuş çorabın yatağımın içinden çıktı. Gece az kalsın oksijensizlikten ölüyordum.” Gülerken ona doğru yaklaştım. Çok sevdiği saçlarını hızla karıştırdım. “O çorap, vestiyerin önüne attığın çorabın. Ben de bu evin hizmetçisi olmadığım için bir tarafına tıkıştırmak yerine pis çorabını yatağına tıkıştırdım. Umuyordum ki bir daha yapmazsın ama bak, bir çorabın da sehpanın altında,” deyip elimle sehpanın altını gösterdim. Haklı olmanın gururuyla yanından geçtim. O da başka bir şey söylemedi zaten. Haklıya ne denir ki?

**

Baroya gelmiş, sicilimizi sunmuştuk. Rutin belgeleri istemişlerdi onları da tamamladıktan sonra oradan ayrıldık. Yakın zamanda kaydolduğumuza dair haberi alırdık. Sonrası sürünmece. Zaten yeterince tanınan avukatlar değildik. Eğer tutunmayı becerirsek yürür giderdik fakat tutunamazsak bu saha da bizi çiğ çiğ yerlerdi. Şu sıralar çekmek istediğim son sıkıntı geçim sıkıntısıydı. Önceliğim Leyla’ydı ve bunun önüne başka bir şey geçsin istemiyordum. Gerekirse eskisi gibi kafelerde çalışırdım. Mesleğimi seviyordum fakat saha dışında kalınca oturup ağlamak bana göre değildi. Hayat, bizleri eğip büktüğü için ona kızmak yerine o eğriyle yaşamayı öğrenmek en büyük artıydı.

Barodan dönüş yolunda Arda, benden ayrılmıştı. Yine ağına bir kızcağız düşürmüştü ve yaptığı en iyi şeyi yapmaya gitmişti yani flört etmeye. Ben de mutfak eksiklerini yakın bir marketten görmüştüm ve şimdi de eve gidiyordum. Leyla’yla hiç karşılaşmamıştım ve eve yaklaştıkça diken üstünde değilmişim gibi dikenler kıçıma batıyordu.

Sokağa girdiğimde adımlarımı hızlandırdım. Planım hızlı hızlı apartmana girmekti fakat planlarımın içinde hasta bir yavru kedi yoktu. Öylece yolun ortasında miyavlıyordu. Uzaktan gelen arabayı görünce hızlı davranıp elimdeki poşetleri bıraktım ve yola koştum. Başta benden korksa da hasta olduğu için kaçamamıştı. Tek elimle kavrayıp gelmek üzere olan arabanın önünden çekildim.

Elimdeki yavru can havliyle bağırıyordu. Sapsarı, uzun tüyleri, boncuk gibi yuvarlak gözleri vardı fakat hastaydı. Onu iyi etmeyi üzerime görev bellemiştim.

Kediyle beraber eve çıktım. Önce ıslak bezle güzelce gözlerini temizledim sonra da tüylerini. Yemekten kalanları da bir tabağa boşaltıp güzelce karnını doyurdum. Şimdi her şeyden habersiz koltukta uyukluyordu. Onu sahiplenebilirdim fakat benim aklımda daha güzel bir fikir vardı.

Eşyaları boşalttığımız karton kutulardan bir tane getirip birçok yerine bıçakla delikler açtım. Sonra da içine minik kediyi koydum. Yanına da kısa bir not iliştirmeyi unutmadım. İstikamet karşı apartman diyerek evden çıktım.

Leyla, evdeydi. Işığı yanıyordu. Evde olmasaydı zaten kediyi getirmezdim.

Hızlı hızlı katına çıkıp kutuyu kapısına koydum. Sonra da geldiğim yolu geri döndüm. Eve gelip pencere kenarına geçince hızla bir mesaj yazıp, gönderdim.

Babür: Kapı da sana ait bir şey var.

Çok geçmeden cevap geldi.

Mandalina’m: Yine mandalina mı getirdin? Çürüsünler, almayacağım.

Babür: Kapı da bırakmak istemeyeceğin bir şey.

Bir süre cevap gelmedi. Fakat bu oldukça kısa sürdü.

Mandalina’m: Adı, Mandalina mı?

Babür: Evet, ben koydum.

Mandalina’m: Artık Portakal.

Babür: Ya yapma işte! Ezanla okudum ben ismini kulağına. Portakal anca göbek adı olur.

Mandalina’m: Tamam, ben göbek adıyla sesleneceğim.

Babür: Anısı var diye ama…

Mandalina’m: Tamam tamam, Mandalina olsun.

Babür: Beğendin mi?

Mandalina’m: Beğenilmeyecek gibi değil.

Babür: O zaman benimle çay içiyorsun.

Mandalina’m: Kediye verdiğim ilgiyi sahiplenmen ne hoş. Ama avcunu yalarsın.

Babür: Bugünlük avcumu yalarım ama sonra çay içeriz değil mi?

Mandalina’m: (Yumruk emojisi)

Babür: (Öpücük emojisi)

Başka bir şey yazmayınca öylece penceresini izlemeye devam ettim. Ne olacaktı sonumuz, bilmiyorum. Fakat bir şeylerin iyiye doğru gittiğini biliyorum. Kendimden çok Leyla için mutluyum. Kalbi, tahmin ettiğimden çok daha fazla kırıktı ve ben onun daha fazla bu kırıkla yaşamasını istemiyordum. Gerekirse her saç telini ayrı ayrı okşayacak, her yanımız aşk kokana kadar çabalayacaktım. Tam bu dakikalarda çabalarımdan biri çiçek açtı ve çiçek bakışlımdan yeni bir mesaj daha geldi.

Mandalina’m: Teşekkür ederim, dost canlısı bir arkadaşa ihtiyacım varmış. Mandalina’ya çok iyi bakacağım.

Yandı tüm ışıklar yeniden.


Loading...
0%