Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. II. Kitap 🍊 Ömürlük Borçlar, Aşklar ve Savaşlar

@amatoriceyazar

 

Bölüm Müziği: Ufuk Beydemir-Ay Tenli Kadın

Bölüm 13:

“Ömürlük Borçlar, Aşklar ve Savaşlar"

🍊 

Leyla Mizgin’in Anlatımıyla…

 

Sevmek ve sevilmek konusunda sizlere uzun uzadıya tarifler yapamam. Zaten benim yaptığım tariflerin sizin ya da bir başkasının nezdinde pek de kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü sevmek ve sevilmek kişilere özeldir. Senin için bir karlı dağın eteklerinde nadide yetişen çiçektir, bir başkası için kuyuya uzatılan ip. Benim için ise tek bir tanımı vardı, Halil.

Halil’i sevmek ve n’için sevdiğini bilememek.

Bu soruyu daha önce kendime defalarca sordum. Neden o? Yahut n’için? Cevap bulamadım. Çünkü bir kış günü kalbime sızma yapan bu adam o gün için nedensizdi. Hala nedensiz. Yakışıklı mı? Evet veya hayır, bilmiyorum. Yüzünü fazlasıyla seviyorum ama bu yakışıklılıkla bağdaşan bir durum değil. Sonra kalbi çok mu iyi? Bilmiyorum. Ama kuşa gösterdiği merhametten vurulduğumu biliyorum. Çıkılan bu yolda sorulan her sorunun sonuna mutlaka -bilmiyorum- ekliyorum. Belki de ona bu derece tutulmamın yegane nedeni bilmemektir. Bu nokta da yaşadığım bu aşka, bilmemek diyebilir miyim?

“Yok, şımardı bu iyice.” Mutfağa sinirli bir yüzle giren Arda’ya baktım. Elindeki çorba kasesini şiddetle masanın üzerine bıraktı. “Neymiş efendim, içinde sevmediği baharat varmış. Kusura bakma Hanife teyze ama canıma tak etti artık.” Hanife teyze göbeği sallana sallana gülerken bir yandan da Arda’ya cevap yetiştiriyordu. “Öyledir o. Küçük bir burnu akmaya dursun. Çocuk gibi olur hemen.”

“Ben bakıcılık görevimden istifa ediyorum. Leyla, al ne yaparsan yap bu koca bebeğe.” Zevkle.

Masanın üzerine bıraktığı çorbayı aldım. “Bak şimdi nasıl yediriyorum,” deyip göz kırptım. Mutfaktan çıkıp bir haftadır kuzu kuzu yatan sevgilimin odasına girdim. Telefondan oyun oynuyordu. Ben girince gülümseyip telefonu hemencecik elinden bırakmıştı. “Duyumlarıma göre bazıları çorbasını içmiyormuş.” Arda, arkamdaydı hemen. “Kaşığı gırtlağıma sokan biri olunca pek yiyemedim.” “El insaf be biraderim. Yeseydin eğer yedirmek zorunda kalmazdım.” Yatağın ucuna oturup komidinin üzerindeki tepsiden kaşığı alıp kaseyi Halil’e uzattım. “Çorba bitecek.” İkiletmeden alıp içmeye başladı. Arda, bir an da gelip başına dikildi. “Lan hani içinde sevmediğin ot vardı.” Omzunu silkip yemeye devam etti. “Yok, vallahi bunun garezi bir bana.” Eğilip yutmak üzere olduğu kaşığa bildiğiniz tükürdü. Refleksini duraksamaya alamayan sevgilim ise hızını alamayıp çorbayı olduğu gibi yutmuştu. Ben şok içinde olanları izlerden Arda, gururla eserine bakıyordu.

Halil’in yüzü beyazdan kırmızıya doğru evrilirken gürlemesi de çok geçmeden evi doldurdu. “Şerefsiz köpek yavrusu. Lan senin yemeğini tükürüğümle yoğurmazsam bana da Halil Babür demesinler.” Arda, pencerenin pervazına yaslanmış kahkahalarla gülerken ben de üzülerek bu gülenler kervanına katılmıştım. “Sen de mi, Leyla?” Üzgünüm bir tanem ama baya iğrenç olmasına rağmen komikti. “Tik oturdu da yüzüme. Gülüyormuşum gibi oluyor.” Yüzünü buruşturarak baktı ikimize de. Elindeki kaseyle kaşığı tepsinin içine bıraktı. Sonra da pikesini kaldırıp içine girdi. Kafasından yukarı da çekince şımardığına artık ben de kani olmuştum.

“Bak bak, hareketlere bak. Ağla bir de prenses.” Başını hızla çıkarıp yastığının tekini Arda’nın kafasına attı. Tam isabet. “Güceniyorum aşkıııım.” “Çık odamdan, pis yaratık.” Arda, gülerken yastığı Halil’e atıp odadan çıktı. O çıkınca Halil’de başını pikeden çıkarıp bana baktı. “Sülük herif.” Yüzünü buruşturdu. “Sen onu boş ver de. Paşa hazretleri daha ne kadar yatmayı düşünüyor acaba? Doktor bol bol yürüsün demedi mi? Şimdi kalkıyorsun ve hemen hazırlanıyorsun. Dışarı çıkıp yürüyüş yapacağız.” Memnuniyetsizlikle surat astı. “Hiç yürümek istemiyorum.” Oturduğum yerden kalkıp tepsiyi aldım. “Hadi prenses, koca poponu kaldır ve ben geri gelene kadar hazır olmuş ol.” Duyduğu ikinci prenses lafından sonra kaşları iyicene çatılmıştı. Olası bir kaprisi önlemek için koşar adım çıktım odasından.

Mutfağa tekrar girdiğimde Hanife teyze süratle sarma sarmaya devam ediyordu. Arda, salondaki Faruk amcanın yanına kurulmuş maç kritiği yapmakla meşguldü. Hanife teyzenin yanına geçip oturdum. “Nilperi nerelerde yavrum? Bu ara hiç gelmedi.” Çiğ sarmalardan bir tane yiyip cevap verdim. “Bu ara yoğun çalışıyor.” “Aman iyi iyi. Ay kızım sen de şunları şöyle yeme. Karnın marnın ağrıyacak şimdi.” Bir tane daha ağzıma atınca yalancı öfkeli bakışlarının muhatabı oldum. Mutfak dar gelecekti anlaşılan. Biraz da salondakilerinin yanında uğrayayım diye niyetlenerek mutfaktan çıktım.

“Hakem satın alınmış, Faruk amca. Fenerbahçe hep bildiğimiz gibi. Şike üstüne şike.” Faruk amca çatık kaşlarla Arda’yı süzdü. “Tutturmuşsunuz bir şikedir gidiyor. Orada penaltı yok ki, hakem ne yapsın?” Yanlış zamanda geldiğimin farkındasınız değil mi? “Yapma be Faruk amca! Bariz penaltı var orada.” Faruk amca haklı çıkmak isteyen gözlerle bana baktı. “Leyla, sen söyle kızım, penaltı var mı orada?” Gergin bir şekilde güldüm. “Ne yaptın, Faruk amcacığım! Benim futbol hakkında tek bildiğim iki kale, bir top olduğu.” Umutsuz bir vakaymışım gibi yüzüme bakıp Arda’yı ensesinden yakaladı. Geldiğim gibi geri çıktım salondan.

Geriye tek bir istikamet kamıştı, prensesin odası!

Tam kapıyı açmıştım ki burun buruna geldik. Gülümseyip yanağımdan öptü. Koluna yavaşça vurup fısıldadım. “Ne yapıyorsun ya, biri görecek!” Yüzüne yan bir sırıtış otururken daha ne olduğunu anlamadan diğer yanağımdan da öptü. Domatese söyleyin, en kırmızı kesinlikle o değil. “Ya Halil!” “Ne var? Müstakbel karımı doyasıya öpemeyecek miyim ben?” Eğilmiş yine tam öpecekken geri çekildim. “Ayıp denen şeyden senin haberin var mı? Hem utanıyorum ben. Faruk amca görse bir daha yüzüne bakamam.” “Öyle mi?” Hızla başımı salladım.

Derin bir nefes alıp başını öne eğdi. Ne yapıyor diye dikkat kesilmiştim ki bileğimden yakalamasıyla odaya çekmesi bir oldu. Dilimin ucuna gelen çığlığı nasıl zapt ettiğimi ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. “Aklımı alıyordun, ne yapıyorsun ya!” Kapıyı yavaşça kapatırken üzerime doğru gelmeye başladı. Anın heyecanı her yanımı sarıp sarmalarken geri geri gitmeye başladım. “Ne biçim yaralandın sen? Maşallah benden kuvvetlisin,” dedim manasızca. Sırtım kapıyla buluşurken gidebileceğim yerin kalmadığının sinyaliydi bu. “Seni görünce iyileşiyorum,” dedi bir elini kapıya yaslayıp diğer eliyle belimi kavrarken.

Yüzü yüzüme bu kadar yakınken sağlıklı düşünebilir miydim? Asla.

“Çok mu yaklaştın nedir?” Ah canım, ciddi olamam ya!

Sesli bir şekilde gülüp daha çok yaklaştı. “Şimdi de daha çok yaklaştım değil mi?” Nefesi yüzümü yalayıp geçerken şaşkın şaşkın başımı salladım.

Eğilip tekrar yanağımı öptü. Sonra tekrar. Sonra tekrar. Saydığım beşti. Aşk sarhoşluğuyla sayamadıklarımı siz hesap edin.

“Önceden hiç böyle değildin sen,” dedim titreyen sesimle. Son bir defa daha aynı yeri öpüp geri çekildi. “Hmm, nasıl biriydim?” Gözlerine baktım. Çok yakın. Çok kahverengi. “Dokunmadan önce izin alırdın.” Yüzü asılır gibi oldu. Eş zamanlı olarak da biraz geri çekildi. “Dokunmamdan rahatsız mısın?” Tedirginlikle başımı sağa sola salladım. “Hayır tabi ki, ben sadece alışkın değilim. O yüzden.” Gülümsemeye başladı. “Alışırsın o zaman,” deyip tekrar yanağımdan öptü. “Çok borçlandın,” dedim kıkırdayarak. Kaşları alayla havaya kalktı. “Seni öptüğüm için mi?” Başımı salladım. Parmak uçlarımda yükselip onun gibi yanağından öptüm. “Sayamadığım kadar öpücük borçlusun bana.” Tekrar eski konumuma döndüğümde yüzünde muzır bir gülümseme vardı. “Ömrüm boyunca borçlu kalabilirim. Ama sadece yanaktan değil,” deyip dudaklarıma baktı.

“Leyla! Neredesin kuzum? Gel şu sarmaya bir sos yap da ocağa koyuver sana zahmet.” Minik bir kahkaha attım. O ise peş peşe sabırlar çekiyordu. “Annem bile. Annem bile saadetime engel oluyor.” İki elimle göğsünden itip kapıyı açtım. “Sen de geliyorsun. Sonra yürüyüşe çıkacağız, unuttum sanma!”

🍊 

Gece yarısına bir hayli yakın bir vakit olduğu için sokaklar boş diyebileceğim bir insan kalabalığına sahipti. Bu saatte yürüyüşe çıkmak istememin ana nedeni de buydu aslında. Onunla daha az insanın olduğu yerlerde baş başa kalıp, onu dinlemek.

Büyük adımlarını adımlarıma uydurmaya çalışmasını hayranlıkla izliyorum şu dakikalarda. Ara ara hevesle anlamsız şeyler anlatıyordum, hepsine bir cevap veriyordu. Şimdi de hevesle aşağı sokağı gösterdim. “Şu aşağıda bir park var. Her yanı çiçek dolu, biliyor musun? Oraya gidince kendimi çiçek bahçesinde gibi hissediyorum.” Ellerini ceketinin ceplerine yerleştirip gösterdiğim yere baktı. “Gideriz bir gün.” Hevesle başımı salladım. “Gidelim.”

Tekrar sessizce yürümeye başladık. Bir müddet sonra da o konuştu. “Karakoldan aradılar. Adamlar bulunmuş.” Olduğum yerde durdum. O gün hastane de polisler gelip ifadelerimizi almışlardı. Alınan davadan yola çıkarak adamları bulmuşlardı demek ki. Derin bir nefes koyverdim. “Şükürler olsun.” Benim gibi durup elleri ceplerinde olduğu halde yüzüme baktı. “Yine de teşekkür etmek geliyor içimden. Yaralanmasaydım belki de beni hiç affetmeyecektin.” Yüzüm asıldı. “Bunu bir daha söyleme. Ben seni her koşulda affederdim. Gönül isterdi ki böyle olmasın. Ama sen de anla beni."

Gözleri anlayışla kısıldı. Bir adım da aramızdaki mesafeyi kapattı. Ellerini ceplerinden çıkarıp saçlarımı omuzlarımdan geriye itti. "Seni anlıyorum. Az bile yaptın, biliyor musun? Bence burnumu biraz daha sürtmeliydin." Büyük bir kahkaha attım. "Öyle mi diyorsun? O zaman baştan alalım, ne dersin?" Gözlerini kocaman açtı. Eli anında yarasına giderken de söylenmeye başladı. "Yaram fena acıdı. Gel gel şu banka oturalım. Off, iç kanamam var sanırım." Yalancı.

Koluna girdim. "Oyun oynamayı da hiç beceremezmiş." Gülümseyip duruşunu dikleştirdi. "Şurada maraş dondurmacısı var, dondurma mı yesek?" Başımı omzuna yasladım. "Hakkını vermeliyim ama laf değiştirme de üstüne yok."

Başımın üzerine öpücük kondurdu. Benim dünyam bu kadardı, bundan ibaretti işte. Bir öpücüğüne ömrümü serebilirdim orta yere.

Seni seviyorum.

Çok.

🍊 

Halil Babür’ün Anlatımıyla...

 

Halil: Leyla! Allah'ın adını verdim. N'olur gel.

Mandalina’m: Ya hayır. Her gün her gün sizdeyim. Faruk amcadan çekiniyorum.

Halil: Ya neyinden çekiniyorsun! Pamuk gibi adam. Hem onlar seni seviyorlar.

Mandalina’m: Ben de onları çok seviyorum canım sevgilim. Ama olmaaaaaaaz.

Halil: Yaram kanıyor.

Mandalina’m: Yemezler hayatım. Dikişlerini daha dün aldırdık.

Halil: Of.

Mandalina’m: Çocukluk yapma.

Halil: Ben gelirim o zaman.

Mandalina’m: Hayır efendim, sen de gelemezsin.

Halil: O nedenmiş?

Mandalina’m: Annemler geliyor çünkü.

Halil: NE!

Mandalina’m: Elleri kulaklarında hatta.

Halil: Bundan benim neden yeni haberim oluyor.

Mandalina’m: Yeni söylediğim için.

Halil: Leyla, şaka mı yapıyorsun? Bak kalbime inecek.

Mandalina’m: Oyy, kalbini sevdiğim. Ama şaka değil bir tanem.

Halil: Oldu o zaman. Ben annemlerle Erzurum’a dönüyorum.

Mandalina’m: Pehlivan er meydanından kaçar mı?

Halil: Bal gibi de kaçar.

Mandalina’m: Ya tamam, biraz kızarlar ama korktuğun gibi sonuçlanmaz. Affederler. Hem ben affetmişim, onlara ne oluyor?

Halil: Öyle mi diyorsun?

Mandalina’m: Aynen öyle diyorum.

Halil: İyi o zaman. Ama ben yine de evden çıkmayacağım.

Mandalina’m: Görürüz.

Leyla, beni tam olarak bu şekilde, bu sözlerle kandırmıştı. İnanmış mıydım? Pek sayılmaz ama içimde en azından ufak bir ümit tohumu yeşermişti. Sonuçlarının böyle olacağını asla ama asla tahmin etmemiştim.

Leyla’nın evinin balkonunda, korkuluğa yapışmış bir haldeyim. Babanesi Asiye nine eteğinin altından mucizevi bit şekilde çıkardığı tabancayla beni bu mevkiye getirmişti. Şimdi de gözlerinden ateş çıkarak silahı bana doğrultuyordu. "Son duani et dedim saa pok yiyen!" Leyla, babanesinin kolundan çekiştirip duruyordu. "Aman babane, bak bir kaza çıkacak şimdi." Boş da kalan eliyle de onu itekledi. "Sen karişma sazan baluği. Aa keriz uşak! Yine bu domuza nasi da inandun!" Tövbe, haşa.

"Baba sen de bir şey söylesene!" Sevgili müstakbel kayınpederim Mehmet bey, konuyla pek alakadar değildi. "Sen karışma, Leyla. Annem az bile yapıyor."

Ben de alakadar değildim aslında. İşler nasıl bu noktaya geldi inanın ben de bilmiyorum.

İki saat önce...

Telefonumu stresle yatağımın üzerine bırakıp ayaklandım. Bana öfke dolu olan ve gördükleri zaman da bu öfkeyi kusmaktan çekinmeyecek olan bir aile vardı. Tedirgin miydim? Fazlasıyla. Bunun elbette bir gün gerçekleşeceğini biliyordum. Fakat o günün bugün olmamasını diliyordum.

Sıkıntıyla odam da bir o yana bir bu yana dönüp dururken annem odama girdi. "Halil, yavrum fırında tavuk yapacaktım ama fırının olmadığını unutmuşum. Sana zahmet Leyla’ya götürde orada pişiversin. Ve en kısa zamanda bir fırın alın. Bu nedir canım! Fırınsız ev mi olur!" Koyun can derdinde, kasap fırında tavuk! Ah anne!

El mecbur aldım tepsiyi, düştüm yola. Kapıyı çaldım ama her an dönüp kaçma ihtimalim oldukça yüksekti.

Çok geçmeden kapı açıldı. Leyla, beni görünce bir hayli şaşırdı. "Ooo, Halil Bey! Ben sizi bir müddet buralarda görmeyiz sanıyordum." Sıkıntıyla elimdeki tepsiyi gösterdim. "Annem gönderdi. Pişecekmiş bu." Gülüp elimdeki tepsiyi aldı. Ben de fırsattan istifade tam dönmüş gidecekken durdurdu beni. "Hop, yakışıklı. Seni eve alalım." Olduğum yerde dururken yalvarır gibi konuştum. "Gözümün bebeği, bu seferlik beni pas geç. Ev de çamaşırım var, ocakta da yemeğim." Karnını tuta tuta gülmeye başladı. "Ya şebeklik yapma, gir şu eve." Hayır diyemediğim ikinci kadın. Girdim eve.

Mutfakta diken üstünde otururken gözüm fırındaydı. Hayatımın hiçbir döneminde fırının başında bu şekilde beklememişimdir. "Ay bir rahatla! Fena oldum." Söylemesi kolay. "Pişmeyecek bu. Gidiyorum ben." Tam kalkmaya yeltenmiştim ki kolumdan tutup geri oturttu. "Off, canımı sıkmaya başladın! Ne bu korkaklık?" Demesi kolay. "Korkaklık değil, sevgilim. Tedirginlik." Alayla başını salladı. "Bilmesem..." "Tamam, oturuyorum."

Ben diyeyim on saat siz diyin iki saat. Sonunda fırın dört kulakla beklediğim o sesi çıkardı. Oturduğum yerden şimşek gibi kalktım. İki saat mum gibi oturunca biraz uyuşmuşum ama çabuk toparladım. Fırını açtığım gibi tepsiye yapıştım. Elim de tepsiye yapıştı. "Hayır, ne yapıyorsun ki şu an!" Sinirle söylenip yanan elimi çekiştirerek musluğun altına soktu. Acıyordu ama şu an zedelenen erkekliğim yerlerde yuvarlanmasın diye ses etmiyordum. Yoksa ayakları yere vura vura ağlamalık bir acı var şu an elimde. "Acımadı ki. Gideyim ben." Öyle bir baktı ki bir daha gideyim demeye ciddi manada ürktüm.

Kuzu kuzu elimi suya tutmasını sonra da yanık kremi sürmesini bekledim.

Nihayet tüm işler kemale erdi, gidiyordum ki kapıyı açmamızla müstakbel ikinci ailemle burun buruna gelmemiz bir oldu. Leyla destek çıkmasaydı tepsi yerle bir olacaktı.

Onlar bize biz onlara bakarken babanesi Asiye nine bastonunu kafama geçirdi. "Ula bu bok kargasinin burada ne işi vardu!" Leyla, önüme geçerken olası ikinci bir darbeyi de engellemişti. "Babane bir dur da!" Babası öfkeyle bağırdı. "Ne duru, Leyla! Ne işi var bu herifin senin evinde!" Hayır, basıldık sanki! Ne bu sinir Mehmet amca? "Leyla, sen hiç akıllanmayacak mısın be kızım!" Gayet aklı başında, Yıldız teyze. "Ya bir sakin olur musunuz? Apartman burası. İnsanlar rahatsız oluyorlar. İçeri girin, öyle konuşalım." Hay yaşa sevgilim!

İtişmeli kakışmalı da olsa salona kadar gelebildik. Ben ayakta dikelirken divan kurulu da olanca öfkeyle oturdukları yerden bana bakıyorlardı. "Leyla, sana güvenip bu yaban ellerde yalnız başına bırakıyoruz. Sen ne yapıp edip yine bu adamı bir yerlerden buluyorsun. Kendine acımıyorsun, hadi bize de mi acımıyorsun?" Yıldız teyze, keşke bu kadar damardan girmeseydin. "Ne alakası var anne? Yargısız infaz yapıyorsunuz." Konuş bir tanem, konuş. "Annen haklı. Hiç konuşma, Leyla! Ne zor günlerden geçtin ama görüyorum ki hiç akıllanmamışsın." Teessüf ederim Mehmet amca. "Uuiiiyyy! Bunlar hep senin pok yemalarin, Mehmet! Saa çizu oralara birakma demadim mi ben!" Körükle gelme be Asiye nine! "Abla, bilgisayarın nerede?" Sen ne anlatıyorsun, Aliciğim? "Odam da, Ali." İyi, en azından biri öfkeli değil diye düşünelim değil mi? Allah’tan Hatice abla geçen zaman da evlenmiş de bir de onun gazabı yok üzerimde. Üçüyle savaşabilirim, değil mi? Asiye nine zorlu bir düşman olsa da alt edilebilir. Zaten beni çok severdi.

Leyla, onları ikna etmeye çabalasa da başarılı olamamıştı. Yıldız teyze, bulduğu kolonyayı bileklerine ha bire sürüyordu. Mehmet amca, şiddetle bir ayağını sallıyordu. Asiye nine ise gerçekten ölüm saçıyordu. Keşke öyle bakmasa.

Tüm bunlar yaşandıktan sonra ev de bir kovalamacadır başladı. Asiye nine eteğinin altından çıkardığı tabancayı bana doğrultunca ver yansın edip kaçmaya başladım. Mutfağa gelince kaçacak yerimin olmayışı korkusuyla da kendimi balkona attım. Her şey bu şekilde gelişti. Tam bir ölümden kurtuldum derken şimdi de aşk yolunda, yaşlı bir kadının elinde ölecektim galiba.

"Asiye nine, vallahi seviyorum ben Leyla’yı!" Yüzünü buruşturdu. Sanki yeterince buruşuk değilmiş gibi. "Sus, konuşma! Gara yağız dedik, bok çuvali çıktın. Ha vuracağum seni!" Henüz çok gencim. Ve de çok aşık.

"Son duani et!" Allah'ım sen beni Leyla’ma kavuştur.

Tetiğe bastı.

Galiba bu kez gerçekten öleceğim.

 

Loading...
0%