Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. II. Kitap 🍊 Kıyı da Köşe de Aşk

@amatoriceyazar

 

Bölüm Müziği: Yalın-Ama Olsun

Bölüm 14:

“Kıyı da Köşe de Aşk”

🍊 

Halil Babür’ün Anlatımıyla…

“Senin erçeçluğuna tüçüreyim ula! Ha bu silah boştur da,” deyip gülen Asiye nine komik olmadığını bilse keşke. Daha yeni ölümden dönmüş biri olarak bu tür şaka olmayan şakalar hiç de hoşuma gitmiyordu.

Sinirle gömleğimin yakasını çekiştirip mutfaktan içeri girdim. Asiye nine hala ağzında durmakta güçlük çeken takma dişleriyle gülmeye çalışıyordu. “Alındım, gücendim, Asiye nine! Koca kadınsın, yaptığın şakalara bak!” Asiye nine hala beni umursamayıp gülmeye devam ederken tek gülenin o olmaması da biraz can sıkıcıydı. Alttan alttan gülen Leyla daha da can sıkıcıydı. “Sen de mi!” diye fısıldadım. Elinin fermuar yapıp ağzına çekti. “Ellerune sağluk anacum,” diyen ve gülen Mehmet amca tahmin edilebilirdi. Gelir gelmez, olayı da göz ardı edip çorba pişirmeye başlayan Yıldız teyze bana da sürpriz oldu. Her haliyle bir Yılmaz ailesi.

“Ee o zaman bana müsaade!” deyip yolumu bulmak üzereydim ki masada oturan Mehmet amca ayağını ileriye doğru uzattı. “Hop dedik! Öyle kafayı alıp gitmeler anca bir defa olur. O zaman acısı var dedik sineye çekmeye çalıştık ama kızımın o hallerini de unutacak değilim. Salona geç, beni bekle.” Güldük eğlendik, şimdi babanın şarap çanağına ampulü taktım, demeye çalıştı herhalde.

Leyla’ya alttan bir bakış atıp, el mecbur salona geçtim. Çok geçmeden de Mehmet amca peşimden geldi. Gelmesi neyse de kapattığı kapı bir hayli içime oturdu. Durumu ciddiye almalı mıyım? Almadığım hata.

Öylece koltuğa sinmiş bir halde otururken Mehmet amca pencereye yaklaşıp camı açtı. Cebinden çıkardığı sigarayı ateşlerken de uzaktan uzağa bana da ikram etmekten geri durmadı. “Kullanmıyorum,” dedim sadece. Ağzındaki sigarayla iniltili bir şekilde güldü. “İyi çocuksun. Hep iyi bir çocuktun.” Ağzındaki sigaradan ne dediği pek iyi anlaşılmasa da anladıklarım bana yetmiş ve mutlu da etmişti. “Ama bu bok yemediğin anlamına gelmiyor.” Ellerimi dizlerime yerleştirdim. O ise sigarasının küllerini camdan dışarı savurmakla meşguldü. “Ne işin var burada?” Bu kadar sakin olması olduğundan daha fazla ürkütüyordu beni. Kızsa, bağırsa ne düşündüğünü bileceğim fakat bu haliyle hiçbir duygusunu çözümleyemiyordum.

“Dava için gelmiştim,” dedim sesimi de bulmaya çalışarak. Ağır ağır başını salladı. Televizyon ünitesine odaklandım. Sonra gözlerim büyük duvar saatine ilişti. Koltukların eğimli ayaklarına baktım. Sehpanın üzerinde duran mor sümbüllere belli belirsiz gülümsedim. Mehmet amcaya baktım ve bir kez daha ürktüm. Nihayetinde gözlerim siyah çoraplarımda sabit kaldı.

Elini boş bulunduğum bir an da pencerenin pervazına sert bir şekilde vurdu. Olduğum yerde dikelirken, diğer elindeki sigaradan bir nefes daha çekip dışarıya kalan mermerin üzerinde söndürdü. İzmariti orada bir yerde bırakırken bağırmaya da başladı. “Senin, benim kızımın duygularını incitmeye ne hakkın var ulan!” Hah, iplerin koptuğu yer diyordum ki seri adımlarla yanıma gelip çömeldi. Bir elini omzuma atarken kulağıma da fısıldamaya başladı. “Annem kapıyı dinliyordur, bana ayak uydur.” Geri çekilip tekrar bağırmaya başladı. “Kızımın kalbi senin oyuncağın mı, lan it!” Şaşkın bir şekilde ne yaptığını anlamaya çalışırken tekrar kulağıma fısıldamaya başladı. “Sana ne kadar kızgın olsam da senden başkasının da Leyla’yı mutlu edemeyeceğini biliyorum. Tüm yaşananları bir defaya mahsus görmezden geliyorum. Ama bir daha kızımın gözünden senin için bir damla yaş akarsa bu kez affetmem. Karşında gerçekten bir baba bulursun.” Organize bir şekilde başımı sallarken Mehmet amca geri çekilip tekrar bağırmaya başladı. “Gözüm görmesin seni. Kızımın yanında hiç görmesin. Kaybol!” Gözleriyle kapıyı işaret etti. Hala üzerimden atamadığım şaşkınlıkla salonun kapısına ilerleyip, açtım. Asiye nine. Sahiden de kapıyı dinliyormuş. Ekşimiş suratıyla yüzüme baktı ve salona girdi. Mutfak kapısının orada Leyla’yla göz göze geldim. Endişeli gözlerle yüzüme bakıyordu. Gülümseyip göz kırptım. Anlam veremese de o da gülümsedi. Sonrasında da tekrar Asiye ninenin gazabına uğramamak için bir tepsi tavukla evden çıktım.

🍊 

Mandalina’m: Hala inanamıyorum. Babam gerçekten bunları mı söyledi?

Halil: Ben de inanamıyorum, yavrum. Şok oldum zaten. Ama aynen böyle dedi işte.

Mandalina’m: Vay canına! Babama bak be!

Halil: Öyle öyle! Şu anlık önümüzdeki tek engel Asiye nine.

Mandalina’m: Bir tanem, o çok da halledilebilir bir engel değil ya.

Halil: Neden öyle dedin?

Mandalina’m: Hatırlıyorum da bir kere dedem gece yarısından sonra eve gitmiş. Babanem çok katı bu konu da. Gece yarısı olmadan eve girilecek. Neyse. Şey dedi adama, bu saate kadar hanci cehennemda durdiysan şimdi da oraya cidesun! Ondan sonra da bir hafta adamı eve almadı. Biz de kalmıştı rahmetli. Yine almayacaktı da babamlar zor ikna ettiler.

Halil: O kadar diyorsun.

Mandalina’m: Maalesef aşkım.

Halil: Aşk yolunda kan kussam kızılcık şerbeti içtim derim yavvvrum benim. Sen dert etme.

Mandalina’m: Aman Asiye ninecim ne yapıyorsunuz diye bugün mahalleyi ayağa kaldıran da bendim jajkfhakf

Halil: Aşk olsun, sevgilim.

Mandalina’m: Aşk olsun tabi ki canımın içi ama sen de biraz korktun sanki.

Halil: Ne yapayım! Tabancayla bakışmak çok korkunçtu.

Mandalina’m: Cesur sevgilim benim ya.

Halil: Geçin dalganızı Leyla Hanım. Alırız sonra hesabını.

Mandalina’m: Sen beni bundan sonra anca rüyanda görürsün, yakışıklı.

Halil: O niyeymiş?

Mandalina’m: Babanem ev de olağan üstü hal ilan etti. İşten eve, evden işe gidecekmişim sadece. Saat başı görüntülü arayacakmışım. Seni beş yüz metre yakınımda görürse bu kez sahiden vuracakmış. Öyle dedi reis.

Halil: Aman sanki görebilecekte.

Mandalina’m: Ben orasını bilmem artık.

Halil: Bu durumdan keyif aldığına dair kokular geliyor burnuma.

Mandalina’m: Haşa aşkım. Kıyar mıyım ben sana hiç!

Halil: Kıyma gibi kıyarsın hem de.

Mandalina’m: Ahhasakvl Ne yapabilirim, komik ama!

Halil: Yılmaz’lar değil misiniz, hepiniz aynısınız işte! Seni en kısa zamanda Aktaş yapmam gerek.

Mandalina’m: Ben kendi soy adımı kullanacağım bir kere.

Halil: Kullan güzelim, kullan da yani şimdi Leyla Mizgin Yılmaz Aktaş çok uzun be. Ama bak Leyla Mizgin Aktaş şiir gibi.

Mandalina’m: Ben sadece Yılmaz’ı kullanacağım.

Halil: O zaman kim bilecek evli olduğumuzu?

Mandalina’m: Sen, ben bileceğiz, yetmez mi?

Halil: Yetmez tabi ki! Elimde olsa dünyaya uzaydan hoparlörle, Leyla Halil’in karısı oldu diye dinletirim.

Mandalina’m: Abartma istersen ajsafk

Halil: Hiç de abartı değil. Karım olacaksın, bundan büyük mevzu mu var?

Mandalina’m: Yine yüksekten uçuyorsunuz Halil Beeeey! Henüz Asiye Yılmaz engeli aşılmış değil.

Halil: Sen onu bana bırak.

Mandalina’m: Öyle olsun bakalım.

🍊 

“Halil, yavrum çocuklara sen hastanedeyken yemek sözü vermiştim. Bugün hepsini çağırayım diyorum. Sen hepsine haber veriver. Özellikle Egemen’e ver. E mi yavrum?” Tabi anneciğimin hiçbir şeyden haberi olmayınca, kahvaltı yaparken böyle tatlı tatlı konuşabiliyordu. “Leyla gelemeyebilir anne. Ailesi geldi,” dedim de keşke demez olaydım. “Bana niye söylemedin lan!” Yanımda oturan Arda’ya kısa bir bakış attım. “Muştulu haber ya zaten. Yaymayı unutmuşum, birader!” Sinirle çatalımı zeytine saplamaya çalıştım ama tabi ki zeytin bile karşı cephenin askeri, saplanmadı.

“Mehmetçiğim mi gelmiş?” Nereden Mehmetciğin oluyor acaba, baba? “Hiiih! Onları da davet etmek ister şimdi!” Niye etsin anne? “Şimdi mi söylenir bu oğlum?” Bilmem. “Ne bileyim, konusu yeni açıldı.” Annem en teessüflü bakışlarını atıp koştura koştura mutfağa geçti. Babam can havliyle telefonuna sarıldı ve muhtemelen Mehmetçiğini arayacaktı. Arda ise hala tıkınmakla meşguldü. Son gündem o kadar da ilgisini çekmişe benzemiyordu.

Zaten iştahımın olmadığına karar verince masadan kalktım. Annem bu sıra da mutfaktan tekrar bağırdı. “Halil, sen haber vermeyi unutma. Yıldız’lara ben söylerim.” Çok gelirler ya!

Gömleğimin üstten bir düğmesini daha açıp dış kapıya yönelmiştim ki ağzındaki lokmayla Arda’da peşime takıldı. “Nilperi’yle kaç gündür görüşemiyorum. Leyla’ya kliniğinin yerini soracağım.” Telefonun icadından bir haber olan canım arkadaşım benim. Hoş, ben de telefonla haber verebilirdim ama işin ucunda Leyla’yı görmek var ve bu fırsat tabi ki de kaçmaz.

Apartmanda çıkıp kapısı nadir kilitli olan karşı apartmana girdik. Üçüncü kata çıkıp önce Egemen’lerin kapısını çaldık. Gözüme artık o kadar da sevimsiz gelmiyordu ve bunun hayatımı kurtarmasıyla artı olarak artık Leyla’ya sırnaşmamasıyla yakından ilgisi vardı.

Hafta sonu olması hasebiyle Egemen’in ev de olduğunu tahmin ediyordum ve öyleydi de. Çok geçmeden yüzüne yer etmiş olan kendine has gülümsemesiyle kapıyı açtı. Elimi uzattım. “Selamun aleyküm.” Aleyküm selam derken tokalaştık. Geri çekildiğimde Arda’yla da tokalaştılar. “Birader, annem akşama yemeğe bekliyor,” dedim hemen konuya girerek. Arda, böğrüne yumruk yemiş gibi öksürmeye başlarken ne olduğunu çok anlamış değildim. Odağımı Egemen’e çevirdim. “Ne gerek vardı,” şiirlerini okumaya başlamıştı ki araya girdim hemen. “Hiiiç bahane üretme, akşam bizdesin.” Mahcubiyetle kabul etti. Vedalaştık. Kapı yüzümüze kapanınca öksürmekten yüzü mora çalan Arda’yla bakıştım.

“Biraderim derken hiç mi için sızlamadı, şerefsiz!” Gülüp gülmemek arasında bir yerde kalırken cevap verdim. “Ne deseydim?” Yüzünü buruşturdu. “Adı var ya hani! Egemen. Ya da gizli özne olarak da kalabilirdi.” Gülmemek artık el de değildi. “Laf kalabalığı yapma, Arda. Haydi daha zorlu kapıyı çalacağız.” İyiden iyiye daha çok surat astı. “Bana bir daha Arda dersen külahları bozuşuruz, HALİL!” Elimi ensesine doğru atıp kafasını kendime çektim. “Lan ne kıskanç herifsin! Senden ala biraderim mi var benim, huysuz dingil!” Karnıma doğru yavaşça yumruk attı. “Bırak, bırak aşkımıza gölge düşürdün,” dedi de keşke demeseydi be!

Bir an da arkamızdaki Leyla’nın kapısı açıldı ve gece kabusuma giren Asiye nine göründü. “Uiiyyy, dertli başum! Yetiş Mehmet, bu adi batasica oğlanlarla öpüşüp, koklaşur.” Asiye ninenin yersiz feryadıyla birlikte tüm aile üyelerinin kapıya dizilip gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan meseleyi çözümlemek için bize bakmaları anlamsızdı. Zaten hiçbirinin buna olasılık vermediği barizdi. Ama yine de…

“Üstüme gül koklamazsın ama koklayacaksan da Arda’yı koklamazsın değil mi?” Leyla, Asiye nine sayesinde doğan fırsatlardan pek ala memnundu. “Aşk olsun, Leyla! Benim neyim varmış?” Arda’ya tek sorunun koklanılamayacak gül olmasının olmadığını nasıl açıklayabilirim ki? Nereden baksan alıngan bir arkadaş. “Eşşeğun yar-” Asiye ninenin ağzı kapanmasaydı kimin nesini yiyeceğimiz pek belli değildi ama sevgili kayınpederim Mehmet amca sağ olsun, olası bir küfürden korunmuştuk.

“Aşk olsun Asiye ninem!” Sözlerime yüzünü buruşturdu. “Senla olmasun!” Bu sözüne hep birlikte gülsek de Yılmaz’lar ailesi kendini çabuk toparladı. “Annem akşama yemeğe bekliyor da onu haber vermeye geldim.” Yıldız teyze sevinçle konuştu. “Ayyy, Hanife burada mı? Ne zamandır görüşemiyoruz canım arkadaşımla.” Asiye nine son heves bükücü olabilir belki de. “Otur oturduğun yerda Yildız! Hiçbi yera gidemezsun!” “Faruk’la iki el tavla oynamam lazım, akşam sizdeyiz.” Mehmet amcanın konuşmasıyla kendi topraklarında düşman görmüş gibi bakan Asiye nine bir hayli komikti.

“Tamaaaam, bu mesele çözüldüğüne göreee… Leyla, Nilperi’nin kliniğinin adresini verir misin? Hem yemeğe davet edeceğim hem de ziyaret etmiş olurum.” Leyla manidar bakışlarını sunduktan sonra konuştu. “Mesaj olarak atarım.”

Bu konuşmadan sonra kimse konuşacak bir şey bulamamıştı. Asiye nine memnuniyetsiz bakışlarla bize bakıyordu. Ben, kaçamak bakışlarla Leyla’ya bakıyordum. Yıldız teyze kurabiye yapacağım gibi şeyler ağzında geveleyip gitti. Mehmet amca da bu anlamsız bakışmayı sonlandırmak istiyor olsa gerek ki o da içeri girdi. “Ne dikuldunuz, yali kazuklari! Sittürün cidin da!” Arda, gülmemek için ağzını kapatıyordu. Leyla, şaşkınlıkla babanesine bakıyordu. Ben ise Leyla’nın şaşkın suratını izlemenin keyfini yaşıyordum. Nasıl da güzel…

“Ha pok didana da bak! Ayak üsti çizu yedu biturdu da!” Asiye nine konuşurken eş zamanlı olarak da arkasında sakladığı -neden arkasında sakladığı hakkında bir fikrim yok- bastonu çıkarıp kafama vurdu. Evet, bunu da yaptı.

Acıyla başımı tutarken Leyla, bana doğru gelmeye çalışsa da Asiye nine izin vermedi. “Kırarum o ayaklarini ha!”

“Babane ne yapıyorsun ya! Çocuk muyum ben?” Asiye nine Leyla’nın söylediklerini pek de umursamayıp kızı geri çektiği gibi kapıyı kapattı. Kapı kapanır kapanmaz içinde biriken kahkahayı orta yere seren Arda, şaşırtmamıştı. “Oğlum, bu kadın ne lan! Bölüm sonu canavarı gibi. Gulyabani hatta!” O keyifle dalga geçe dursun, benim başım hala acıyor. “Çok konuşma lan! Yürü gidelim, yürü!” deyip merdivenlere yöneldim. O da zapt edemediği gülüşüyle peşimden söylene söylene inmeye başladı.

Apartmandan çıkmıştık ki önce Arda’ya sonra da bana mesaj geldi. Sıkıntıyla telefonumu çıkardım.

Mandalina’m: Çok acıdı mı başın? Yumuşar yumuşar diye bekliyorum ama iyice çileden çıktı. Özür dilerim onun adına.

Tam cevap verecekken Arda konuştu. “Birader, Leyla konumu atmış. Ben gidiyorum. Akşam görüşürüz.” Ona sadece başımı sallamakla yetindim. Uzaklaşmaya başlayınca da mesaj yazdım.

Halil: Sorun değil. Elbet kabullenecek. Onu boş ver de ben seni çok özledim. Buluşamaz mıyız?

Apartmanın giriş merdivenlerine oturup cevap beklemeye başladım. Çok geçmeden de beklediğim cevap geldi.

Mandalina’m: Çok zor ama deneyeceğim.

Halil: Aşağıdayım ben.

Mandalina’m: Babanem oradan görür seni. Geçen bahsettiğim çiçekli park vardı ya, oraya git sen. Bürodan almam gereken dosyalar vardı. Onları almaya diye çıkacağım.

Halil: Akıllı sevgilim benim. Parka gidiyorum o zaman. Sen de hemencecik gel.

Mandalina’m: Dondurma alsana bize. Yeriz.

Halil: Almam mı!

Mandalina’m: Tamamdır, öpüyorum.

Halil: Ben daha çok.

🍊 

Leyla’nın geçen gece bahsettiği parkı bulmam zor olmamıştı. Çünkü bahsettiği çiçeklerle bezeli tek bir park vardı ve söylediği kadardı. İnsan buraya girince çiçek bahçesine girmiş gibi hissediyordu.

Renk renk çiçeklerle bezeli parkta gözüme kestirdiğim bir ağaç dibine geçip oturdum. Dondurmanın olduğu poşeti de yanıma koydum. Çok geçmemişti mesajlaşmanın üzerinden. Hazırlansa, yürüse, en az bir on beş dakika daha vardı gelmesine.

Gözlerime çöken ağırlıkla şehrin ve parkın gürültüsüne rağmen çimlere uzanıp kollarımı da başımın altında birleştirdim. Leyla gelene kadar kestirmek de bir sakınca yoktu bence.

Yüzümü gıdıklayan hislerle gözlerimi araladım. Gündüz gözüyle görülebilecek en güzel rüyanın adı, Leyla olmalıydı. Güzel kahveleri sevecenlikle parıldıyordu yine. Yüzünde eşsiz gülümsemesi. İnce parmakları sakallarımın arasında narince geziyorlar. Açık bıraktığı saçları boyun girintilerime dolanmış. Kokusu burnumu yokluyor. İlk günkü heyecanla. Seni nasıl çok seviyorum, bir bilsen…

“Uykucu sevgilim böyle park ortalarında uyumaktan hiç korkmuyor sanırım.” Gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim. Bu esna da kadife sesi tekrar kulaklarıma doldu. “Çok vaktim yok, hadi dondurmamızı yiyelim. Erimiştir zaten.” Derin bir nefes alıp doğruldum. Leyla’da poşetteki dondurmayı ve plastik kaşıkları çıkardı. Dondurmanın kapağını açtım. Bir miktar erimişti ama tam yenecek kıvamda olduğunu düşünüyordum.

Leyla, aldığı dolu kaşığı ağzına götürüp gözlerini keyifle kapadı. Bir miktarını yuttuktan sonra da mahmur sesiyle konuşmaya başladı. “Vanilyalıya bayılıyorum ya!” Ben de sana.

“Bundan sonra böyle gizli saklı mı buluşacağız?” Herkesin derdi başka tabi. Benimki, Leyla ve Leyla’yı görememek. “Bugün yemekte yumuşar belki.” İşimiz belkilere kaldıysa. Sıkıntıyla bir kaşık daha alıp arkamdaki ağaca yaslandım. “Liseli aşıklar gibi hissediyorum.” Kıkırdayıp güzel yüzünü bana döndü. “Şikayetçi misin?” Güldüm. “Asla. Seninle aşkın her bahsine varım.” Yüzüne yine o tanıdık gülümseme yerleşti. Ayaklarını çimenlere uzatıp dondurmayı da kenara çekti. Ellerini bacaklarına vurup konuştu. “Gel bakalım liseli aşık. Tam liseli olalım.” Dediğini yapıp hevesle başımı kucağına koydum. Öylece uzanırken yüzünün bu mevkiden de ne kadar güzel göründüğü hakkında içimde şiddetli muhasebeler dönüyordu.

“Bazen senin beni seviyor olman koca bir rüyadan ibaretmiş gibi geliyor,” dedim. Yüzü aydınlandı. Gönlüm aydınlandı. “Asıl senin beni seviyor olman çok garip. Tüm üniversite hayatım boyunca o camdan seni izleyeceğimi düşünmüştüm. Şimdi kucağımda uzanıyor olman bile çok garip aslında.” Gülümsedim. “İyi ki.” Eğilip saçlarıma kokulu bir öpücük kondurdu. Kalbimin yeni yetme bir oğlan çocuk gibi çarpmasını neye yormalıyım?

“Seni çok seviyorum, Leyla.” İnce parmakları saçlarımın arasında aheste aheste dolaştı. Başı hafif yana yatarken boş da kalan eliyle yüzümü sevdi. “Ömrümün sonuna kadar seni seveceğim, Halil.”

Loading...
0%