@amatoriceyazar
|
Bölüm Müziği: Yaşlı Amca - Seninle Olmak Var Ya - Bölüm 15: “İkinci Raund” 🍊 Halil Babür’ün Anlatımıyla… Mandalina’m: Off, Halil! Babanem gelmek istemiyor. O kadar dil döktük ama yok. Halil: Anneme aratayım mı? Mandalina’m: Çok iyi olur ya. Hanife teyzeyi kıramaz. Halil: Tamam, aratıyorum şimdi. Mandalina’m: Tamam, öptüm. Halil: Ben daha çok. Mesajlaşmadan çıkıp telefonumu güç tuşuna basarak kapattım. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp ayağa kalktım. Telefonumu pantolonumun arka cebine atıp mutfağı yurt belleyen annemin yanına gitmek üzere odamdan çıktım. Özenle salata yapıyordu. Arkasından yaklaşıp yanağına sulu bir öpücük kondurdum. “Köpek gibi ne yalıyorsun, yavrum!” Elim karnıma giderken şiddetle güldüm. “Annenin çocuğuna köpek teşbihi yapması ne kadar da ayıp.” Ters ters bakıp salatayı doğramaya devam etti. “Asiye nine gelmem diye diretmiş. Bir de sen mi arasan anne?” Kıyamet haberi vermişim gibi korkulu bir ifadeyle bıçağı tezgaha koyup hızla ellerini sudan geçirdi. “Ne demek gelmiyormuş! Telefonum nerede benim?” Gözleriyle hızla etrafı tararken bir adımda yanıma gelip ıslak ellerini tişörtüme kuruladı??? Anne? “Kaç yaşına geldim havlu görevi gördüğümü şu an öğreniyorum,” dedim ıslak karnıma bakarken. “Çok konuşma. Telefonum nerede telefonum!” Tansiyon daha fazla yükselmeden gözünün önünde duran telefonu gösterdim. “Bak, masanın üstünde.” Eşarbının kulaklarını başının üstünde bağlayıp telefonunu hızla kavradı. Birkaç parmak hareketi yaptıktan sonra telefonu kulağına yerleştirip beklemeye başladı. Birkaç saniye sonra da hevesle konuştu. “Asiye teyzeeem, aşk olsun sana! O kadar hazırlık yaptım sizler için sen gelmiyormuşsun.” Susup biraz bekledi. Çok geçmeden kaşları şiddetle havalandı ve tekrar konuşmaya başladı. “Asssla kabul etmiyorum. Gelmezsen vallahi ben gelirim oraya. Hadi hadi, kapattım.” Cevap beklemeden kapattım der demez telefonu kapattı. “Hay Allah, ne inat kadın ya!” Annem kendi kendine söylenip ben yokmuşum gibi yanımdan geçti ve salatasını yapmaya devam etti. Anneler… Bilirsiniz, böylelerdir işte. Annemi mutfakta yalnız bırakıp salonda televizyon izleyen babamın yanına geçtim. Hala yumuşamış sayılmazdı. Benimle konuşurken kaşları çatık konuşuyordu. Şayet bıçaklanmasaydım bu küslük tahmin ettiğimden bile daha uzun sürebilirdi. Annem böyle değildi tabi. Bıçaklanınca aklı gitmişti kadının. O yüzden eski mevzuları hiç kurcalamadı bile. Fakat babam alttan alttan iğnelemekten asla vazgeçmiyordu. Gözlerini televizyondan santim kaydırmazken bu görmezden gelişini boş verip yanına oturdum. Yine maç seyrediyordu. “Fener almış maçı,” dedim ilgisini çekebilmek için. “Hmm, aldı,” dedi sadece. Yılın küskün babası ödülü de sana be baba! “2. Sıraya yükselmiş.” Yandan yüzüne baktım. Sadece başını salladı. “Bursa’ya geri deniyorum.” Durdu ve sadece “Hmm,” dedi. Sonra ne dediğimi yeni idrak etmiş gibi hiddetle bana dönüp enseme şaplağı yerleştirdi. “Eşşeoğlu eşşek. Sana biz inek sütü mü içirdik, gamsız pezevenk!” Öyle bir bağırdı ki odasın da kuluçkaya yatmış olan Arda bile bir nefeste salona geldi. “Şaka yaptım baba ya!” Yüzüme esefli bir kınayış atıp tekrar televizyona odaklandı. “Niye Faruk babamı sinirlendiriyorsun, evlatlık köpke!” Arda, belinde zor duran şortunu boğazına kadar çekiştirip ayaklarını sürüte sürüte babamın diğer yanına geçip oturdu. Vatan surlarına sızan Bizans Köpeği! “Faruk baba, bu hafta Allah nasip ederse Fener’e koyuyoruz.” Annem daha fazla bu anlamsız olaylar gidişatını izlemeye dayanamadığı için öz yurduna yani mutfağa geri döndü. Ben de merakla Arda’nın yiyeceği şamarı beklemeye başladım. Çok da gecikmedi. Babam diğer eliyle de Arda’nın ensesine şaplağı yerleştirdi. “Defolun gidin lan yanımdan!” Enselerimizden tuttuğu gibi oturduğu yerden ikimizi de yere attı. Arda, düşen donunu toplarken beraber ayaklanıp salondan çıktık. “Çok seviyor bizi ya.” Sorma sorma. “Neyse, ben gidip üstüme çeki düzen vereyim. Şimdi Nilperi yani misafirler gelirler.” Yüzüme yan bir sırıtış otururken kolumu omzuna atıp kendime doğru çektim. “Hayırdır lan, yolsuz köpek? Nilperi falan.” Dilini şıklatıp parmaklarını saçlarından geçirdi. “Flörtleşiyoruz galiba.” “Diyorsun…” “Tabi birader. Bu cazibeye hangi kız dayanabilir ki?” Cazibe? Düşen donuna baktım. “Belinde durmayan bir donla çok çekicisin, aşkııım.” Hızla şortunu tekrar yukarı çekti. Kolumun altından çıkıp odasına doğru ilerledi. “Sen benim götüme kurban ol. Götsüz herif.” Ayağımdaki terliği hızla çıkarıp odaya giremeden fırlattım. İsabet etmedi tabi. “Kurban olacak başka göt mü yok lan!” Ne diyorum ben? İyice zıvanadan çıktım bu dengesiz herifin yüzünden. En iyisi ben de kendime bir çeki düzen vereyim. Odama geçip siyah kot, siyah tişört çıkardım. Onları giyinip saçımı taradım. Yeni kestirdiğim için kısalardı ve o kadar da özen istemiyorlardı. Leyla’nın yıllar önce aldığı zincir kolyeyi de taktım. Ve yine Leyla’nın yakın zamanda aldığı parfümden de rahatsız etmeyecek kadar sıktım. En son bir çift siyah çorap giydim. Tam odadan hazır bir şekilde çıkacakken kapı da çaldı. “Ben bakıyorum anne.” Annemden karşı bir cevap elbette ki gelmedi. Kapıya ilerleyip açtım. Kadro tam bir vaziyette karşımdaydı. Asiye nine oldukça suratsız bir şekilde ayakkabılarını çıkardığı gibi beni kenara itekleyip içeri girdi. Sonra da Mehmet amca ve Yıldız teyze girdiler. Hepsine teker teker hoş geldin derken sıra artık Leylam’daydı. Toz pembe bir elbise giymiş. Saçlarını açmış. Omuzlarından aşağı ne de güzel dökülüyorlar. Beyaz spor ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Kapı ağzında burun buruna gelince koridoru kontrol edip hızla yanağına öpücük kondurdum. Telaşla geri çekildi. “Biri görecek?” Kapının önünden öksürük sesi geldi. Nilperi, Ali ve Egemen biz de buradayız der gibi bakıyorlardı. Leyla, koşar adım içeri girerken onları da içeri aldım. Şimdi hep beraber, küçük salonumuzda oturuyorduk. Eski dünürler ve yeniden dünür olacak aile üyeleri uzun süren hasreti giderme peşindelerdi. Arda, dişisini etkilemeye çalışan Arizona kertenkelesi gibi Nilperi’nin dibinden ayrılmıyordu. Egemen, geldiğinden bu yana sırıtarak telefona bakıyordu. Leyla ve ben de uzaktan uzağa birbirimizi seviyorduk. “Ula, sen kalk hele ordan! Yüzuni cörmek istemeyrum.” Asiye nine karşı koltukta kabarmış bana bakıyordu. Görüntüm bile kadını rahatsız ediyor, torununu nasıl alacağız acaba? “Anne, misafirlikte yapma bari.” Yıldız teyze alttan uyarı verse de kadının umrunda değildi. Hala dik dik bana bakıyordu. Ortam gerilmesin diye oturduğum yerden kalkıp salondan çıktım. Çok geçmeden peşimden Arda’da geldi. Sonra Nilperi geldi. Sonra da Leyla ve Egemen geldi. Ali, buraya gelse de ortam sormamış olacak ki benim odama gitti. Şimdi gençler olarak biz mutfakta otururken diğerleri salonda kalmıştı. Yanımda oturan Leyla’ya sokulup saçının bir tutamını parmağıma doladım. “Fazla güzel olmuşuz.” Sırıtıp başını geri çekti. Saçı parmaklarımın arasından kayıp tekrar omzuna düştü. “İnsanların içinde bir rahat mı dursan canım benim!” İkazı alınca gülümseyerek geriye yaslandım. Arda yine Nilperi’ye kitlenmişti. “Kızıl, saçlarını mı kestin sen?” Nilperi’nin kaşları hızla çatılırken cevap verdi. “Sana kaç defa daha diyeceğim bana kızıl deme diye!” Arda, meşhur çapkın sırıtışını yüzüne yerleştirip cevap verdi. “Kızılsın, ne diyeyim?” Nilperi, gözlerini devirdi. “Adımla seslenebilirsin mesela.” Arda, onu hiç duymamış gibi -Kızıl- demeye devam etti. Benim odağım ise artık Egemen’di. “Mevzu mu var, birader? Geldiğinden beri telefondan başını kaldırmadın.” Egemen, başını telefondan kaldırıp yüzünden silinmeyen gülümsemeyle bize baktı. “Hastaneden bir doktorla konuşuyorum ya. Komik bir şey anlatıyordu da.” İnanmasam da başımı salladım. Vardı bir şeyler. Ve ben bundan oldukça memnundum. Sırılsıklam aşık olsun mümkünse. Tabi Leyla’ya değil. “Kızlarım bana yardım etseniz de sofrayı kursak,” diyerek telaşla mutfağa giren anneme baktım. Annem için misafir çok kıymetliydi ve her misafir geldiğinde kendinden geçmiş gibi hareket ederdi. Leyla ve Nilperi annemin ricasıyla ayaklanırken biz hala oturuyorduk. “Koca ve kıymetli popolarınızı kaldırıp içeriye sandalye taşımaya ne dersiniz Arda ve Halil?” Annem eli belinde bir bir komut yağdırırken oldukça komik gözüküyordu. Yarım ağız sırıtışla ayaklandık. “Ben de yardım edeyim,” diyerek ayaklanan Egemen’i annem olanca bir hızla durdurdu ve nereden çıkardığını bilmediğim yaprak sarmasını bir çırpı da ağzına tıkıştırdı. Üvey evlat gibi hissediyorum. “Sen otur yavrum. Bu işe yaramazlar başka ne işime yarayacak sanki.” Aşk olsun anne. Arda’yla sandalyeleri salondaki masaya taşıdık. Büyükler masa da yiyecekken bizim payımıza yer sofrası düşmüştü. Salonun ortasına da büyük bir yer sofrası kurduk. Sarmalar, dolmalar, börekler hava da uçuşurken açlıktan bayılmak üzereydim. Ama bir Hanife Aktaş kuralı şöyle der: Misafirden önce sofraya oturursan etlerini lime lime doğrarım. El mecbur uzaktan Kemal Sunal misali ekmek banacağız. Neyse ki açlık krizim zirveye ulaşmadan sofraya geçtik. Leyla tam benim yanıma oturacakken Asiye nine höst, deyince mecbur karşıma geçmişti. En azından yüzü karşımda diyerek kendimi avutup yemeğimi yemeye başladım. Gelinen son nokta da mide fesatı geçirmeme ramak kalmıştı ki tabağım bitti. Yemek faslı bitince hep birlikte sofraları toplayıp bulaşıkları da makineye dizdik. Annem çay faslına geçecekken biz gençler ara yerden sıvışıp evden çıktık. Asiye nine her ne kadar köpürse de misafir olduğu için fazla bir şey dememişti. Planımızda kola çekirdek alıp bir parkta oturmak vardı. Önce bir markete uğradık. Büyük boy çekirdek ve büyük bir içecek aldık. Sayımız kadar da pet bardak alıp marketten de çıktık. Eylül, iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı. Gündüzleri ne kadar sıcak olsa da geceleri serin rüzgarlar esiyordu. Ceketimi bir hamle de çıkarıp Leyla’nın omzuna bıraktım. Gözlerinin içi parıldarken onu tekrar tekrar sevmenin mutluluğunu yaşadım. Sabah geldiğimiz çiçekli parka gelip boş bir banka oturduk. Market poşetini çöp torbası niyetine kullandık. Doğayı kirletmek hoş olmazdı. Keyifli sohbetler eşliğinde çekirdek çitleyip içeceklerimizi yudumluyorduk. Arda hala ara ara Nilperi’yle uğraşmaktan geri durmuyordu. Şimdi ise bir avuç çekirdek çöpünü kızın saçlarına atmıştı. Bu onun dilinde, senden hoşlanıyorum demekti fakat Nilperi bunu fark edemeyecek kadar sinirli gözüküyordu. Saç tellerinin arasından çekirdek çöplerini ayıklamaya çalışırken boş da kalan eliyle de Arda’yı pataklamaktan geri durmuyordu. “Sen tam bir geri zekalısın, Arda! Anlıyor musun?” Gamsız arkadaşım içeceğinden gülerek koca bir yudum aldı. Bu hallerini gülerek seyrettik. Egemen, bugün bir uvzuymuşçasına gözlerini ayırmadığı telefonuna tekrar kilitlenmişti. Hal böyleyken sevdiceğim bana ben de sevdiceğime kalmıştım. Kolumu kaldırıp boynuna doladım. Başı göğsümde yer edinirken derin bir nefes alıp başının üzerine uzun ve kokulu bir öpücük kondurdum. “Sence bizimkiler Asiye nineyi ikna edebilecekler mi?” derin bir nefes alıp verdi. Göğsüm nefesinin sıcaklığıyla ısınırken kolumu daha sıkı sardım omzuna. “Edecekler, merak etme. Hem babanem kızgınsa ve konuşuyorsa sorun çözülebilecek türde bir sorun demektir. Sadece süründürür. O kadarı da hakkı. Ben seni daha fazla süründürmeliydim. Benim yerime o yapıyor işte, canım babanem.” Kıkırdamaları kulağıma ilişirken şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. “Bak seeeen,” derken yüzüne doğru eğilmiştim. Yanağına önce öpücük kondurup sonra da acıtmayacak şekilde ısırdım. “Acıdı ama yaaa,” diye mızmızlansa da acımadığını biliyordum. “Bir daha ısırayım o zaman,” deyip tekrar ısırdım. Göğsümde debelenip duruyordu. Kolumu gevşetip doğrulmasına izin verdim. Başını kaldırdığında saçı başı birbirine girmişti. Kaşları da bir hayli çatıktı. Önce saçlarını kolundaki tokayla tepeden bağladı. Kavganın ayak sesleri gelirken hızla yerimden kalkıp birkaç adım uzaklaştım. “Kaçma hiç. Bittin oğlum sen.” Hiç de göz korkutmayan bu tehdidi karşısında içten bir kahkaha attım. Saçlarını bağlamayı bitirip banktan kalktığı gibi koşarak bana doğru gelmeye başladı. Ben de ona ayak uydurup koşmaya başladım. Arkamdan “Kaçma,” diye bağırıyordu ama kovalamacanın anlamı zaten kaçmak değil miydi? Etraftaki insanların şaşkın ve sevimli bakışları altında parkta koşturmaya devam ettik. Bir müddet sonra Leyla’nın da kahkahalı gülüşleri kulaklarıma ilişti. Arkamı dönüp geri geri gitmeye başladım. Hızlanıp yanıma geldi. Ne yapacak diye beklerken arkama geçip sırtıma atladı. “Uçur beniiiii!” çocuksu neşesi tüm parka yayılırken bacaklarını belime iyice dolayıp sıkıca tuttuktan sonra koşmaya başladım. Bu saniyeler boyunca kahkahası hiç kesilmedi. Gülücükleri kalbimde bin bir türlü çiçekler açtırıyordu. Hala koşmaya devam ederken aniden açılan fıskiyelerin altında kalıverdik. Leyla’nın üşümesinden korkup suyun altından çıkacakken durdurdu beni. Neşesini bozmak istemedim. Fıskiyelerin altında etrafımda dönmeye başladım. Kollarını yanlara doğru açmış, yüzünü de göğe kaldırmıştı. “Seni seviyorum. Çok,” diye var gücüyle bağırdı. “İyi ki seni sevmişim,” diye de ben bağırdım. Islandık. Dakikalarca. Ve aşkla. 🍊 Dört ay sonra… Zamanın bizden neler alacağı veya neler vereceği pek bilinmez. Zaten zaman da burada sadece figürandır. İnançlı bir insanım ve bana verilen her şey için Allah’a teşekkür etmem gerektiğini biliyorum. Bugün günlerden 4 Ocak Cumartesi. Leyla’yla dolu olan günlerime bugün itibariyle 4 Ocak 2025’te dahil olacak. Mutluyum. Hem de hiç olmadığı kadar. Elimdeki kahve fincanını sıkı sıkıya sarıp salondaki pencerenin önüne geçtim. Sabahın erken saatlerinde kendini belli eden kar yağışı şu dakikalarda iyice haddini aşmıştı. Leyla, kışı çok severdi, ben de Leyla’yı. Gözlerim tanıdık olan camda oyalanırken orada bir hareketlilik yoktu. Cumartesi olduğu için hala uyanmadığını düşünüyordum ta ki telefonuma mesaj gelene kadar. Mandalina’m: Biricik sevgilim bu güzel kar yağışında bana eşlik eder mi acaba? Halil: Sevgilin senin köpeğin olsun yavrum benim. Hazırlanıyorum hemen. Mandalina’m: Ankara sana yaramadı. İyice kırolaştın ahahahah. Halil: Aşkın kırocası da vardır bebeğim. Mandalina’m: Bir ara bu kıroca aşk tezini dinlemek isterim. Halil: Hay hay efendim. Mandalina’m: Hadi, bekliyorum. Halil: Geldim bile. Kahverengi bir kot ve krem rengi bir kazak giydim. Leyla’nın aldığı kahverengi beremi de sıkı sıkıya başıma geçirdim. Siyah şişme montumu da dolaptan çıkarıp odamdan çıktım. Botlarımı almadan önce montumu giydim sonra da dışarı çıktım. Botlarımı da giyince hazır olmuştum. Ellerimi montumun ceplerine yerleştirip merdivenlerden inmeye başladım. Apartmandan dışarı çıktığımda her yer hayal ürünü gibiydi. Büyük büyük yağan kar taneleri tüm sokağı kaplamıştı. Beyaz örtü ne de güzel süslemişti her yeri. Başımı gök yüzüne kaldırınca kar taneleri kirpiklerimin arasına doluştu. Gözlerimi kırpıştırırken yüzümün orta yerine kocaman bir kar topu geldi. Şaşkınlıkla atana bakmaya çalışırken böyle bir hayvanlığı Leyla’nın yapmayacağını biliyordum. Arda, elleri ceplerinde yanındaki Nilperi’yle sokağın başından bana bakıyordu. “İt herif. İki dakika elin ayağın yerinde dursun.” Gülüp bana doğru gelmeye başladılar. Sevgili olmaları iyi mi oldu kötü mü oldu emin değilim ama hiç iyi bir çift olmadıkları orta da. Ayrıca Arda da eve gelmez oldu. Arkadaşımı benden koparan bir ilişkiden elbette ki memnun değilim. “Sana da günaydın aşkıııım. Hayırdır karla mı çiftleşiyorsun?” Vazgeçtim. İyi ki eve gelmiyor. Yoksa bu ibneyle nasıl başa çıkacağımı ben de bilmiyorum. “Tam bir lastiksin, Arda. En gevşeğinden hem de.” Gülüp omzunu omzuma vurdu. Dayanamayıp sarıldım. Şerefsiz olsa da seviyordum işte. Birbirimize hal hatır sorarken her gün görmeme rağmen özleminden kuruyup kaldığım sevgilim apartmandan çıktı. Söz de o beni bekliyordu ama yine saçlarını yaparken zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti muhtemelen. Yüzündeki aydınlık gülümsemeyle bize doğru gelirken iki kolumla sıkıca sarmalamak için saniye sayıyordum. Sonunda yanıma gelince sıkıca sardım. Uzaktan iki panda sarılıyormuş gibi gözükse de ben halimden memnundum. “Hadi bize müsaade,” deyip Leyla’yı hiç konuşturmadan çekiştirmeye başladım. “Ee ama ben Leyla’ya gelmiştim,” diyen Nilperi bu güzel güne limon sıkmak üzereyken Arda, Nilperi’yi kolunun altına aldı. “Bize gideriz, sevgilim. Onlar beraber takılsınlar. Zaten çok vıcık vıcıklar midem bulanıyor,” derken yüzünü buruşturmuştu. Vıcık görmesem… Onları arkamızda bırakıp yürümeye devam ettik. Her adım attığımızda ayaklarımızın altında ezilen kar, o iç burkan sesi çıkarıyordu. Aynı zamanda aralıksız yağan kar da müthiş bir dinginlik uyandırmıştı bu kalabalık şehirde. Tüm bu güzelliklerin ortasında o, benim yanımdaydı. El ele olan ellerimizi montumun cebinin içine soktum. Bu yaptığıma minik bir gülümsemeyle cevap verdi. Göz gözü görmüyordu. Kısık gözlerle ilerlemeye devam ediyorduk. Aşıktık. Mutluyduk. Ve tek önemli olan şeyler de bunlardı zaten. Çok geçmeden uzun süredir favori mekanımız olan kafeye geldik. Berelerimizin üzeri kar yükü olmuştu. Onları dışarı silkeleyip öyle içeri geçtik. Cam kenarında bir masaya geçip oturduk. Genç garson hemen yanımıza gelirken ikimiz de menüye bakmadan aynı an da “Salep,” dedik. Bu senkronizasyon garsonu bile güldürmüştü. Aldığı siparişle yanımızdan ayrıldı. Garson gidince Leyla dışarı bakmaya başladı, ben de Leyla’ya. Dakikalar böyle birbirini kovalarken yüzündeki gülümsemeyle konuştu. “Babanem ne zaman gelip isteyecekler diye darlıyor,” dedi. Gülmesini bastıramıyordu. “Bana kalsa hemen şimdi,” dedim. Elim çenemin altına giderken hayranlıkla onu seyrediyordum. O da benim gibi elini çenesinin altına götürüp cevap verdi. “Evlilik teklifi yapmayacaksın yani?” Kaşlarım havalanırken cevap verdim. “Bak seeeen. Evlilik teklifi bekleniyor demek.” Elinin çenesinin altından çekip göğsünde bağladı. “O ne demek? Tabi ki bekliyorum. Önceki sayılmaz.” Kısa bir kahkaha atıp doğruldum. “Evlenme teklifi kulun köpeğin olsun.” Burun kıvırdı. “Kıroluk yapma yine.” Gülerken başımı salladım. “Tamam tamam. Ben bir tuvalete gidip geliyorum. Dönünce bu teklif mevzusunu konuşuruz.” Söylediklerimi umursamayıp camdan dışarı bakmaya devam etti. Önce tuvalete uğradım. Dönüşte de kafenin sahibi Tunç’a kısa bir selam verdim. Tekrar masaya döndüğümde Leyla, salepini içiyordu. Aradan on beş dakika kadar geçti. Tam bu zaman içerisinde kafeden içeri iri yarı, takriben on tane adam girdi. Leyla, dikkatle ve korkuyla onlara doğru bakarken kalkıp yanıma geçti. Adamlar bize doğru gelirken oturduğum yerden kalktım. Leyla, sıkıca tuttuğu kolumu çekiştiriyordu. “Korkuyorum, Halil. Hadi gidelim.” Leyla’ya dönüp güven veren bir gülümseme sundum. Bu esna da adamlar dibimize kadar girmişti. Daha ne olduğunu anlayamadan öndeki iri yarı olan yakamdan tuttuğu gibi beni aralarına çekti. Leyla hem korkuyla bağırıyor hem de adamlara vurmaya çalışıyordu. Gözlerinden akan yaşlara daha fazla dayanamadım. Vuruyormuş gibi yapan adamları durdurup birinin arkasında benim için sakladığı çiçeğe uzanıp sıkıca kavradım. Adamlar kenara çekilirken Leyla’yla göz göze geldik. Gözlerindeki yaşları sildi. Elimdeki çiçeklere baktı. Tam bu esna da bir aydır ceplerimde dolaşan yüzüğü de cebimden çıkardım. Tüm bu organizasyonu on beş dakika içinde gerçekleştiren Tunç’a sağlam bir teşekkür borçluydum. Hala şaşkın bir yüzle yüzüme bakan güzel Leyla’m. Her şeyin en güzelini hakkediyorsun. “Hayalimde hiç böyle bir teklif yoktu. Ne yapacağım nasıl yapacağım diye düşünürken, her şey bir an da böyle gelişti. Lütfen bana kızma ve göz yaşlarını sil.” Sustum. O da sessizce göz yaşlarını sildi. Hala hiçbir şey söylemiyordu. Konuşmaya devam ettim. “Yaptığım tüm hatalara rağmen benimle evlenip, ömürlerimizi bir kılar mısın Leyla’m?” Gözleri mutlulukla parıldıyordu. Ayağa kalkıp bir adımda ona doğru sokuldum. Çiçeği elimden aldı. Gözleri parıldayan yüzükteydi. Gözlerimin içine baktı sonrasında. Bir heves cevabını beklerken kaşları çatıldı ve “Hayır,” dedi. Ne dediğini pek de idrak edemezken şaka yaptığını düşünüyordum. “O kadar yaptığın şeyden sonra tabi ki de seninle evlenmem. Ne sanıyordun ki, yaptıklarının karşılıksız kalacağını mı?” Sözleri beynimde yankı bulurken elindeki çiçeği arkasındaki masaya bıraktı. Tekrar bana döndüğünde elimdeki yüzüğe baktı. Bir hamle de elimden alıp kapağını da geri kapattı. “Terk edişinin bedeli,” diye fısıldadı. Gözleri gözlerimdeyken orada bana ait bir sevgi kırıntısı aradım. Fakat boştu. Ellerim kadar. |
0% |