Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. 🍊 Bir Uç Meselesi

@amatoriceyazar


Multi: Ferhat Göçer, Sarıl Bana

5. Bölüm: 🍊 Bir Uç Meselesi

🍊🍊🍊

Mandalina: Bir kış günü; kar taneleri adını fısıldarken, seninle dans edeceğiz, Halil.

Mesajı gönderip bekledim. Kalbim, önümde oturuyordu. Bense, çaresizce bekliyordum. Bana sadece bir ışık yaksa, şehrin tüm ışıklarını söndürüp ömrüm boyunca o ışıkla yaşardım. Varsın diğer yanlarım karanlıkta kalsın, yeter ki o bana bir ışık yaksın. Seni seviyorum, demese de olur. Zaten bu şu an için çok uzaklarda yaşayan bir ihtimaldi. Farklı bir şey. Anlıyor musunuz? Yıldızsız kalmış göğüme tek bir ışık... Onu gördüğüm anda daha cesur olacaktım, belki, bilmiyorum.

Nefesimi tutmuş bekliyordum. Dikkati dersteydi. Blok dersin yarısı bitmişti. Telefonuna hiç bakmamıştı. Zaman aleyhime işliyordu, zira her geçen saniye kalbim kaburgalarım da bir delik açıyordu. Kaçıp gidecek, sahibine konacak gibi... Bir deli yürek.

Ders bitimine on dakika kalana kadar kaçamak bakışlarla onu takip ettim. Ve işte! Sonunda güzel elleri arasındaydı telefonu. Hafif yan profilini dönerek sıranın altında telefonunu açtı. Güzel yüzünün bir kısmını görebiliyordum. Tün organlarım kalbim gibi atıyordu sanki. Bu kadar heyecana bünyem nasıl dayanıyordu? Gözlerimi kırpmadan izledim. Önce güzel kaşları çatıldı, sonra havalandı. Telefon ekranını görmeye çalıştım. Ayırt edebildiğim tek şey mandalina emojisiydi. Artık emindim, benim mesajımı okuyordu. Bir şey yazmadan bekledi. Bende bekledim. Bir ümit bir cevap yazacak sanıyordum. Ama yaptığı tek şey ekranı kilitleyip telefonunu pantolonunun cebine koymak oldu. Yenilgiyle omuzlarımı düşürdüm. Değil onun bana bir ışık yakması, kalan tüm ışıklarımı da söndürmüştü. Aptal gibi ümit etmiştim. Ne sanıyordum ki? Daha dün tanıdığı, pardon hiç tanımadığı, adını bile bilmediği, hiç görmediği bir kızın ona attığı hayal dolu mesajları güzel karşılayıp koşa koşa bana gelmesini mi? Koca bir aptalım! Hatta, yıkık bir aptal!

🍊

2 hafta sonra

İki hafta geçmişti aradan. Ona bir daha yazmaya cesaret edemedim. Hem ne yazacaktım ki? Pardon, yanlışlıkla sana göndermişim ya da beni sapık sunabilirsin ama ben sadece sana çok aşığım! Tamam, itiraf ediyorum. Tüm bunları yazdım ama göndermedim. Göndermeye cesaretim yoktu. Tekrar görüldü atarsa bu kez kendimi arabaların önüne atmak için marka seçmeye başlardım. Onun yerine iki hafta boyunca, yüz bin defa kendime aptal demeyi ve saçlarımı yolmayı tercih ettim. Biliyorsunuz, bunların hepsi çok sevmekten ve kırıldığımdan. Kime kırıldım? Halil'e mi? Canım sevdiğimin bir suçu yoktu ki. O normal olanını yapmıştı. Suç benim kalbimdeydi. Kırgınlığım bu yüzden kalbimeydi. Yenik düşmüştüm ona. Daha akıllı davranmalı, onu kendimden uzaklaştırmak yerine ilmek ilmek kalbimi kalbine işlemeliydim. İşte tüm bunlardan mütevellit bir daha yazmadım. Birazcık zamana ihtiyacım vardı ve tabi ki onunda...

Tabi bu iki hafta boyunca onu izlemekten vazgeçmedim. Kitap okudu, film izledi, çokça ders çalıştı. Ve tabi bende onunla birlikte ders çalıştım. Nihayetinde ise bugün sekiz Ocak. Finaller başlıyordu. İlk sınavımız saat birdeydi. Vergi hukuku dersinden sınav olacaktık. Aslı'yla saat on iki gibi evden çıkıp fakülteye geldikten sonra D3 dersliğine girdik. Kendimize uygun bir yer bulduk. Aslı, arkama geçerken yanım boştu. Gökhan'la Deniz başka bir derslikte sınava gireceklerdi. Sınava on beş dakika kala tüm notlarımı tekrar gözden geçirdim. Yavaş yavaş bünyemi saran stres yüzünden aklımı çokta toparlayamıyordum. O yüzden notları bir kenara bırakıp beynimi dinlendirdim. Bire beş kala iki gözetmen hoca gelip optiklerimizi dağıttılar. Kağıtları dağıttıkları esnada sınıftan içeri biri girdi. Biri mi dedim? Yanlış oldu, kalbim diyecektim. Sınıftan içeri kalbim girdi. Adımla beraber tüm bildiklerimi unuturken o hızlı hareketlerle buraya doğru geliyordu. BURAYA! Dur kalbim, sesinle insanları rahatsız edeceksin.

Bir sıranın ucunda ben otururken diğer sıranın ucuna o geçti. Çantasından çıkardığı kalemiyle silgisini hızlı bir biçimde sıraya koyup şişme montunu çıkardı. Lacivert bir kot ve V yaka lacivert bir kazak giymişti. Yine belinde siyah bir kemer vardı. Siyah botları ise bilindikti. Hızlı yürüdüğünden olsa gerek güzel saçları dağılmıştı. İnce parmaklarını hızla saçlarının içinden geçirip sınav pozisyonunu aldı. Biraz fazla... Yani... İyiydi. Çok iyiydi. Girdiğimiz sınavın adı neydi? Burası bir sıcak oldu sanki. Allah'ım... Yanımda...

"Hanımefendi, önünüze bakın!" Yanıma ne ara geldiğini görmediğim gözetmenin ikazıyla birkaç göz üzerimde sabitlenirken utançla saçlarımla sağ profilimi kapattım. Ne rezalet bir durumdu bu böyle! Umarım nasıl baktığımı gören olmamıştır. Çünkü eminim ki gözlerden kalp çıkarma olayı gerçekti. Hoş, ben Halil'e bakarken kalbim direkt yerinden çıkıyordu ama neyse.

Sınav başlayalı on dakika olmuştu. Odaklanabildin mi diye sorarsanız, asla. Başta güzel parfümü burnuma doluyordu. Ne biliyorsun onun parfümü olduğunu diye sorarsanız da, otobüste yeterince yakın durmuştuk. Hal böyle olunca kalbim onda, aklımın çeyreği de sınavdaydı. Kalan kısmı yine onda.

Bir yandan gözlerimle onu takip ediyor, diğer yandan sınavımı bitirmeye çalışıyordum. Sınavım genel itibariyle başarılı geçiyordu. O yüzden Halil'e odaklanma işini bir tık abartmıştım.

Sınavım bitmişti. Ve onuncu kontrolümü yapıyordum. Maksadım belli. Onunla biraz daha oturmak. Dikkatim ondayken peş peşe uçlu kaleminin başına bastığını gördüm. Bu işlemi birkaç defa daha denedi. Sanıyordum ki ucu bitmişti. Sırasının üzerinde de yoktu. Ve çantasından da alamayacağını biliyordum. Kalemini göz ucuyla kontrol ettim. Sıfır beş uç kullanıyordu. Tesadüfün böylesi. Abartmayalım. Kendi sıfır beş ucumla gözlerim kesişti. Tamam, bunu ona verebilirdim. Yapabilirsin, Leyla. Lütfen yap. Hadi!

Sağ elimin işaret ve orta parmağının altına aldığım ucu hafif hareketlerle Halil'e doğru sürütmeye başladım. Bu hareketim dikkatini çekmiş olacak ki elime bakıyordu. Ortaya kadar sürüttükten sonra elini sıranın ortasına doğru uzattı. Heyecandan kalbim küt küt atıyordu. Elimi çekmek için bir hamle yapacağım sırada gözetmenin sesi sınıfı doldurdu:

"Siz ikiniz! Ne yapıyorsunuz orada? Kağıtlarınızı hemen teslim edip dışarı çıkıyorsunuz!" Gözetmenin söyledikleriyle gözlerim kocaman olurken idrakim de kapanmıştı. Ne saçmalıyordu bu kadın! Alt tarafı uç uzattım. Ağzımı açmış tam konuşacakken benden önce güzel sesli sevdiğim davrandı. Sesini duymanın heyecanı yüreğimi bastırırken kağıtlarımızı istemesi o kadar da umrumda değildi. Ama ya onun sınavı bitmediyse? Her bir zerremi pişmanlık sararken sadece Halil'i dinlemekle yetindim.

"Hocam, ucum bittiği için arkadaş sadece kendi ucunu uzattı. Herhangi bir kopya durumu ya da kopya teşebbüsü yok ortada," kendinden emin konuşmuştu. Hayran hayran dinliyordum. Leyla, olmak böyle bir şeydi.

"Buna sen mi karar veriyorsun? İkinizde dışarı!" Kadın herhangi bir taviz vermezken Halil'in bedeninin kasıldığını buradan bile fark edebiliyordum. Sakin ol sevdiğim.

"Tamam, ben çıkarım ama o kalsın," söyledikleri karşısında küçük dilimi yutma yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Sana daha fazla nasıl aşık olabilirim güzel adam? Güzel yüreklim...

"Daha fazla arkadaşlarınızın sınavına engel olmayın. Dışarı!"

Pes etmiş bir şekilde omuzlarını indirdi. Sonrasında ilk defa buldu güzel gözleri, gözlerimi. Zaman dursa ve kaybolsam harelerinin içinde. Nasıl bu kadar güzel olabilirsin, Halil? Nasıl her hareketinde beni kendine daha fazla aşık edebilirsin? Yutkundum. Daha fazla bakamadım gözlerine. Biraz daha baksaydım gözlerim dile gelecek ve aşkımı haykıracaktı sanki ona.

Yanımdaki kabanımı sağ koluma, çantamı da sol koluma taktım. Ayağa kalkıp sınav kağıdımı elime aldım. Bu esnada o da montunu eline almış, sırt çantasını tek omzuna takmış, elindeki sınav kağıdıyla amfinin aşağısına doğru yürüyordu. Belki sınavdan atılmıştık ama bu onunla adımın ilk defa yan yana anıldığı özel bir andı. Şimdi gidip anlatacaklar. Şu kızla şu oğlan sınavdan atıldı diyecekler. Sonra dışarıda bizi parmakla gösterecekler. O ve ben. Şimdi aynı anının ortağıydık. Var mı bundan güzeli?

Önce o sınav kağıdını teslim etti. Çıkışa doğru yürürken bende kağıdımı teslim edip peşinden ilerledim. Ne yapıyordum? Kalbim duracaktı. Çıktığımda kapının yanında bekliyordu. Tekrar buldu gözleri, gözlerimi. İşte bu felaketimdi. Eriyordu her bir zerrem. Hazır değildim ki ben bunlara. Hiç hazır değildim hemde. Ben onu uzaktan uzağa izlemeye alışkındım. Hesap etmedim ki aşık olduğum gözleri birgün gözlerimi bulursa ne yapacağım diye? İşte dilim lal, gönlüm sağır olmuştu.

Göğsünü sıkıntıyla şişirdi. Bu esnada gözlerini hiç çekmemişti gözlerimden. Ben ise büyülü bir şekilde hapsolmuştum harelerine. Fakat utancım ağır basmış olacak ki gözlerimi biraz aşağı indirip lacivert kazağına sabitledim.

"Ben, özür dilerim. Böyle bir şey olacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti," ve işte bir ilk daha. Sözlerinin muhatabı bendim. İlk defa karşılıklı diyalog içerisine girecektik. Bu durumun kötü tarafı ise ben ne konuşacağımı bilmiyordum. Geçen zaman dilimi içerisinde konuştuğum dili unutmuş olma ihtimalim bile vardı. Ne diyecektim ki? Ya hu ben ne diyecektim şimdi! Sakin ol, Leyla. Bu ilk vuruluşun değil ki ona. Dikleştim.

"Önemli değil. Hem, asıl ben özür dilerim. Ucunun bittiğini görünce sadece yardımcı olmak istemiştim," konuştum. Başardım bunu. Kalbim kulaklarımı uğuldatıyor olsa da konuşabilmiştim onunla. Gözlerine bakamamıştım belki ama konuşmuştum işte. Var mı ötesi!

"Özür dileme lütfen. Umarım sınavını bitirmişsindir. Eğer yarım kaldıysa daha çok suçluluk hissederim," gözlerindeki mahçup ifadeye takıldı gözlerim. Yüreğini sevdiğim.

"Rahat olabilirsin. Sınavım bitmişti. Asıl bunu ben sana soracaktım. Sınavın bitmiş miydi? Ucunun bitmesi problem olduğuna göre bitmemişti. Eğer öyleyse bu durum beni de suçlu hissettirir," uzun cümleler kurdukça saçmaladığımı hissediyordum ama önemi yoktu ki benim için. Şu an ona herhangi bir masal da anlatabilirdim. O beni böyle dinlerken, ilk defa konuşma şansı yakalamışken, bu anın uzaması için her şeyi yapabilirdim.

Yüzünde minik bir tebessüm belirdi. Karnımdaki kelebekler üzerlerine su sıçramış gibi bir o yana bir bu yana kaçıp karnımı gıdıklıyorlardı. Çok mu güzel gülüyor ne? Tabi ki çok güzel gülüyor! Ölürüm ki...

"Son bir tane sorum kalmıştı ama önemli değil. Sınav iyi geçti," deyince rahat bir nefes alıp başımı aşağı yukarı salladım. İşte şimdi tüm kelimeler tükenmişti. Hadi bir şey söyle, Leyla. Hiç bitmesin bu an. Bir şey söyle ve tekrar işit o güzel sesini. Hadi!

"Bu durumu telafi etmek istiyorum. Tamam, belki gerçek bir telafi olmaz ama... Bir çay içelim mi beraber?" Sorduğu soruyla kalbim artık haddini aşmıştı. Bu hayallerimin ötesindeydi. Eve gittiğimde ucumu öpüp, saklayacağım. Ne diyordu! NE! Leyla, çay içelim diyor, Leyla! BERABER! Allah'ım, çok teşekkür ederim. Çok.

"Aslında gerek yok," diyerek kendimi biraz naza çektim. Peki, falan derse en yakın camdan kendimi atardım. Yani, demesin. Lütfen, ısrar et. Lütfen.

"Rica ediyorum," deyip hafif başını eğerek kaşlarını kaldırdı. Ama sen çok tatlısın ki... Yanaklarını sıkmak güzel bir eylem olabilirdi. Belki sonra. Umarım. Birgün.

"Pekala, öyle olsun madem," deyip gülümsedim. Şu an içimde biriken kocaman bir kahkaha vardı fakat iplerini sıkı tutmalıydım. Ona aşıktım. O bunu bilmiyordu. Ve şu an bilmemeliydi de. Bu onun bana attığı ilk adımdı. Bahsettiğim ışığı yakmıştı işte. Sönmesine izin veremezdim. O şimdi bana bir adım geldiyse ben bundan sonra ona on adım gidecektim. Sabırla.

"Cadde de güzel bir kafe var. Ihlamur. Dilersen oraya gidelim," diye bir soru yöneltti. Diyemedim ki, ben seninle bir bankta bile o çayı içerim. Çay içmesek de olur, sen yeter ki yanımda ol ben her şeye tamamım, diyemedim. Onun yerine, olur, diyebildim. Sonra beraber fakülteden çıktık. Beraber... Bugün çok mu güzel ne.

Dışarı çıktığımızda bulutlar yine yoğunluk kazanmıştı. Sevdiğim yanımda, kar nerede? Umarım yağar. Yağarken onun adını fısıldayacaklar kulağıma. Ben hayalimde onunla dans edeceğim. O, bunların hiçbirini bilmeyecek. Fakat birgün, uzatacak elini ve aşkın dansı edilecek. Karlar içinde. Karı seviyorum, Halil'de sevdiğim. Dedim ya.

Sakin adımlarla durağa doğru yürüyorduk. Adımları, adımlarımın yanına düşüyordu. Bu ne kadar harikulade bir an kimse bilemez. Bu, onunla ilk hakiki yan yana duruşum. Varlığımı biliyor. Adımlarını, adımlarıma uyduruyor. Canımın içisin, Halil. Keşke bilsen...

Durağa kısa bir mesafe kala, gözümün önünde bir kar tanesi uçuştu. Heyecanla kocaman gülümseyip başımı göğe kaldırdım. Bir tane daha ve bir tane daha... Artıyordu.

"Kar yağıyor, yaşasın," diye fısıldadım kendi kendime. Ama duymuştu. Duymuştu ve minik bir gülümseme bahşetmişti. Hayır Halil, kalbim bu kadarını kaldırmıyor. Lütfen...

"Karı çok seviyorsun sanırım," diye konuşurken gözlerini kısmıştı. Yüzündeki mimiklerine kadar hayranım adam! "Biraz. Yani çok," deyip kıkırdadım. Hoş onunla olduğum dakikadan bu yana yüzümdeki sırıtış hiç gitmemişti, orası ayrı mesele. Tekrar gülümsedi. Bir şey demezken, durağa kadar gelmiştik. Bu esnada kar yağışı hızını artırmıştı. İşte kar işte yar desem çok mu kamyoncu abilere benzerdim? Ama işte kar, işte de yar. Yârim. Canımın içi.

Otobüs gelene kadar ayaklarının ucunu seyretti. Ben ise onu... Tabi ki kaçamak bir halde. Sonrasında caddeye giden otobüs gelince birkaç kişi önden bindi, bizde arkalarından binip kartlarımızı okuttuk. Otobüs hatırı sayılır bir şekilde doluydu. Ayakta kalmıştık. Önümdeki sarı demirden tutundum. Sonra güzel eli iki parmak yukarıdan aynı sarı demiri tuttu. İki parmak yukarısı cehennemdi. Değsem, kavrulurdum. Halil, sen bana ne yaptın?

Kısa bir yolculuğun ardından cadde de indik. Kar yoğunluk kazanmıştı. Ama sakin yağıyordu. Saatlerce yürümelik. Yani onunla...

Kafeye gitmek için bir miktar yürümemiz gerekiyordu. Bir kaç ara sokaktan girdik. Sakindik. İnsanlar kardan kaçarken biz ona tutunuyorduk. Belki o da seviyordu karı. Sevsin. Daha dans edeceğiz.

Gözlerim yola çokta bakmaksızın yürüyordum. Geçen onca sürenin ardından kalbim ritmini bir an olsun düşürmemişti. Onunlayken bu zaten mümkün değildi. Yine elleri cebinde, başı eğik... Karlar saçlarına yuva yapmış. Şimdi onlara dokunabilsem... Hayaldi bu ama içimi sıcacık etmişti. Belki. Birgün.

Bir adım daha atmıştım ki yer ayağımın altından hızlı bir biçimde kaymaya başladı. Anın etkisiyle ağzımdan minik bir çığlık kaçarken düşme korkusuyla ona tutundum. Zaten o da beni tuttu. Tamam, burada ölebilirim.

Sol kolu sağ kolumu dirseğimden yakalamıştı. Sağ kolu ise narin bir biçimde belimi sarmıştı. Sol kolum ise yıllardır orada yaşıyormuş gibi ensesine dolanmıştı. Yakındık. Çok yakın. Haddinden fazla yakın. Büyük bir klişenin ortasında; ben ona aşıktım, o ise bana yabancıydı. Dokunduğu her yer ince bir korla alev alırken o bana yaşattıklarından bir haberdi. Kahramanımdı ve beni kurtarmıştı. Gözleri bu halde gözlerimin tam önüne düşüyordu. Sakalsız yüzü bir hayli hoştu. Yakından bakınca yüzündeki kusurlar peydah olmuştu. Parmaklarımla hepsini sevmek istedim. İçime sokabilseydim keşke. Yoksa bu sevgiyi nereye koysam dolmayacak gibiydi.

"İyi misin," diye fısıldadı yüzüme karşı. Nefesinde ki nane kokusu her bir zerremi çarpmıştı. Güzel kokuyordu. Nefesi güzel kokmasaydı da bir şey değişmezdi. Yine çok severdim, yine çok seviyorum. Çok. "İyiyim," diye fısıldadım aynı tonda. Başını hafif aşağı yukarı sallayıp belimde ki kolunu güçlendirip tek hamlede doğrulttu bedenimi. "Dikkat et," diye tembihlemeyi de unutmadı. Sen istersin de ben dikkat etmem mi... Güzel sevdiğim. "Teşekkür ederim," diyebildim henüz kendime gelememişken. Nasıl gelebilirdim ki? Ben onu seviyordum. Hayır, ben ona aşıktım. Ve o ilk defa bana dokunmuştu. Leyla, şimdi gerçek bir Leyla olmasında ne yapsın? Ah, kalbim. Ah, Halil.

Birkaç dakika sonra kafeden içeri giriş yaptık. Alt katta sigara içtikleri için üst kata çıktık. Bu kafeyi biliyordum. Genellikle sakin olurdu. Yani üst katı... Yukarı çıktığımızda tamda tahmin ettiğim gibi bomboştu. Tamam, sakinim. Yani, biraz.

İki kişilik bir masaya geçip oturduk. Ardımızdan garson gelirken hiç bekletmeden iki çay söyledi. Bu esnada oldukça sessizdim. Zaten burada ne konuşulurdu ki? Garson çayları getirmek üzere giderken yine birbirimize kalmıştık. Gözlerine asla bakamıyordum. Şu esnada varlığını hissetmek bile bana yetiyordu. Biraz ilerisi yüksek doz aşımıydı ve bilirsiniz ki ben çok aşktan ölebilirdim.

"Bu arada," dedi ve yüzüme baktı. O konuşunca istemsiz bende ona baktım. "Adını bilmiyorum," dedi. Bilmediğim yerden sordun sevdiğim. Ne diyeceğim şimdi? İkinci adımı söylerdim. Bir şeyleri saklamak yalan söylemek manasına gelmez hem, öyle değil mi? "Mizgin," dedim sesimi bulurken. Gülümsedi. Hep gülümse. Çünkü çok güzel gülümsüyorsun. "Memnun oldum, Mizgin. Bende, Halil Babür," dedi yüzündeki güzel bir ifadeyle. Sanki adını bilmiyormuşum da ilk defa duyuyormuşum gibi o kadar güzel geliyordu ki kulağıma. "Bende, memnun oldum."

Sonrasında çaylarımız geldi. Biraz derslerden, biraz hocalardan konuştuk. Şu anlık tek ortak paydamız okuduğumuz bölümdü ve bu yüzden konuşacağımız konularda sınırlıydı.

Çaylarımızın bitimine doğru ortamı sessizlik sarmıştı. Rahatsız edici değildi. Aksine çok güzeldi. Bu, ömür boyu bu şekilde sürüp gitseydi asla hayır demezdim. Nasıl derdim ki?

Çaylarımız bitince yavaştan kalktık. O hesabı ödedi bende minik bir teşekkür sundum. Sonrasında beraberce dışarı çıktık. Kar aynı hızla devam ediyordu. Şimdi seninle buralarda el ele yürümek vardı sevdiğim. Aynı karın altında sessizliği dinlemek vardı... Derin bir iç çektim. Hayallerimi ne de güzel süslüyorsun böyle...

Geldiğimiz yolu tekrar geri döndük. Hiçbir şey konuşmadık. Dedim ya konuşabileceğimiz konular sınırlıydı. Durağa geldiğimizde saçlarında biriken karı elleriyle temizledi. Bende beremi çıkarıp üzerindeki karları döktüm. Bir müddet bekledik. Otobüs gelince ikimizde ona doğru ilerlemeye başladık. Aynı yere gidiyorduk ve o bunu hiç sorgulamadı. Aynı mahallede oturduğumuzu, hatta karşı apartmanında oturduğumu bilmesi şu an için iyi miydi, bilmiyorum. Fakat saklamanın bir manası yoktu. Ben onu bir yıldır tanıyordum. O ise beni sadece bir kaç saat önce tanıdı, fark etti. Kapısına mandalina asanın ben olduğumu düşünemeyecek kadar yeni tanışmıştık. O yüzden, içim rahattı.

Otobüse bindiğimizde yine epeyce doluydu. Bu kez farklı yerlerde ayakta duruyorduk. Dert etmedim. O artık, varlığımı biliyordu ya, bu yeterdi bana.

Bir müddet sonra aynı durakta indik. Adımlarımızı yine birbirini takip ediyordu. Apartmanlarımızın olduğu sokağa girince, durdu. Kar güzel yüzünü daha güzel seriyordu gözüme. O ise bu halde bana bakıyordu. "Aynı yerde mi oturuyoruz," diye sordu. Bilmem dercesine omuzlarımı indirip kaldırdım. Sonra işaret parmağımla oturduğum apartmanı gösterdim. "Ben, şu apartmanda oturuyorum," dedim. Gözlerine hafif bir şaşkınlık otururken o da işaret parmağını kaldırıp kendi apartmanını gösterdi. "Ben de bu apartmanda oturuyorum. Komşuymuşuz," dedi. Biliyorum, demek isterdim ama sadece gülümsemekle yetindim.

Aynı karın altında, sana bakmak. Birgün belki göreceksin sana olan tutukluğumu. O zamana kadar beni sevmen için uğraşacağım, Halil. Birgün.

"O zaman, görüşürüz," dedi ve bir adım geri gitti. Gülümserken başımı aşağı yukarı salladım. Görüşürüz, ha! Görüşelim, sevdiğim. Bende, görüşürüz diyince yollarımız ayrıldı. O kendi apartmanından içeri girdi, bende kendi apartmanımdan içeri girdim. Ondan ayrılır ayrılmaz içimdeki coşku sel olup akmaya başlamıştı. Kendimi tutamazken hızlı hızlı merdivenlerden çıktım. BEN, HALİL'LE ÇAY İÇMİŞTİM! Allah'ım, rüya mı görüyorum?

Eve girip bir çırpıda kabanımı ve çantamı çıkarıp partmontaya astım. Hızlı hızlı odama geçtim. Kendimi yatağıma atarken kahkaha atmaya başladım. "Allah'ım, çok mutluyum, çok!"

Bağırmak, daha çok bağırmak ve ona olan aşkımı herkese anlatmak istiyordum. O bana bir adım gelmişti işte. Şimdi sıra bendeydi. Şimdi sıra, benim adımlarımdaydı. Aklıma gelen fikirden vazgeçmeme fırsat tanımadan yatağımda doğrulup telefonumu elime aldım. Kısa sürede onunla olan sohbetimize girip aklımda dönen kelimeleri mesaja döktüm.

Mandalina: Kar yağıyor. Sen duymuyorsun ama tüm kar taneleri adını fısıldıyor, Halil. Bugün olmasa da bir gün, seninle dans edeceğiz.


Loading...
0%