@amatoriceyazar
|
Multi: Dediler Ki, Duy Beni 6. Bölüm: 🍊 Yar Topu 🍊🍊🍊 Mandalina: Kar yağıyor. Sen duymuyorsun ama tüm kar taneleri adını fısıldıyor, Halil. Bugün olmasa da; birgün, seninle dans edeceğiz. Halil: Değil bugün; her gün kar yağsa da o dediğin olmayacak, Mandalina. Yazdığı mesajla yüzümün tüm çiçekleri anında solsa da, bugünü hatırladım. Gülen yüzünü... Sonra, düşerken beni tutuşunu... Konuşurken bazen kıstığı gözlerini... Sesi, yakından duyunca daha güzel geldi kulaklarıma mesela. Ya da ağzından çıkan her harfin muhatabı ben olduğum içindi, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bir yıldır aşık olduğum adamla bugün tanıştığımdı. Beni gördü, beni bildi, sardı elleri bedenimi. Bu esaslı bir aşk tutuşu değildi ama sarmıştı işte bedenimi. Nefesi bir kaç saniyelik bile olsa nefesim olmuştu. O ve ben. Bugün; birkaç saatliğine de olsa, biz olmuştuk. Telefonumu yatağıma bırakıp avuç içlerimi yanaklarıma bastırdım. Sırtımı tekrar yatağımla buluşturup tavanı seyre daldım. Film şeridi gibi yaşadıklarımız gözümün önünden akıp gidiyordu. Her tekrarda değişmeyen tek bir şey vardı ki, o da, ona olan aşkımdı. Aksine, artıyordu. Şimdi içimin kelebeklerini bıraksam, buradan onun kalbine yol olurdu. Ah, Leyla. Delireceksin. Ben, zaten deliyim ki. Halil'e... Gözlerine, gülüşüne, yürüyüşüne, başını eğişine, sesine, mimiklerine; her şeyine. Zerresine kadar aşığım! Delilik bu aşkın yanında az kalıyordu. Çok az... Seni seviyorum, Halil. Delirecek kadar hemde... Çok. 🍊 Akşam olmuştu. Ama nasıl olmuştu? Siz, o kısmını bana hiç sormayın. Leyla ama Leyla. Gerçek bir, Leyla. Şu saate kadar yüzümdeki kocaman sırıtışla evin içinde dolandım durdum. Neden diye soracak olursanız, heyecandan. Kalbimin ritmi o yanımda yokken bile düzene girmiyordu. Tam böyle birkaç saniyelik de olsa bugünü unutuyordum, sonra birden aklıma geliyordu ve heyecandan karnıma giren kramplarla iki büklüm olmamak için kendimi zor tutuyordum. Yüzümdeki Leyla sırıtışı kocaman oluyor ve kendimi bazen koridorun ortasında dikilirken buluyordum ya da salata yaparken... Şimdi olduğu gibi. Elimde bir havuç. Rendeliyorum. Yani, çalışıyorum. Havuca bakınca bile Halil'i görmem normal mi? Havuç bana gülemez ya! Halime uzaktan bir göz olarak bakmak istedim. Ama buna gerek yoktu. Düşüncelerime bak! Kendi kendime kahkaha attım. Hep aşktan, hep! Herkese akıllı bir tek Halil'e deliydim. Seni seviyorum, biriciğim. Kalbime herkesi unutturup, bir senin adını sayıklattıracak kadar... Yani, çok. Çok. "Ne gülüyorsun deli kız!" Arkamdan gelen sesle korkuyla irkildim. Elim ayağım birbirine dolanmıştı. Aslı, Halil'i bilmiyordu. Aslında Halil'i, benden başka hiç kimse bilmiyordu. Sırrımdı ya o benim. Hem, hayalimdi. Birgün, o da beni sevecek ve ben gözlerinin içine bakarak ona olan aşkımı itiraf edeceğim. Evet, birgün. Umarım. "Hiç, öyle aklıma komik bir şey geldi," dedim geçiştirerek. Daha fazla sorgulamasın diye de hemen ardından tekrar konuştum. "Fırına patates verdim. Sana zahmet bir bakar mısın, yanar birden," diye evhamlı bir sesle konuştum. Karşılık vermeksizin fırına yöneldi. Tam vaktinde! Aslı, patatesi çıkardıktan sonra sofrayı kurmaya başladı. Bende bu esnada salatayı bitirdim. Halil'i rendelemiş gibi hissetmem ne kadar normal? Tamam, tamam susuyorum. İlerleyen dakikalarda yemeğimizi yemiş, bulaşıkları yıkamıştık. Çayımızı da demledikten sonra; Aslı, bir kupa alıp kendi odasına geçti, bende bir kupa çay aldıktan sonra kendi odama geçtim. Yarın sınavım yoktu. Ertesi gün ise Ticaret hukuku sınavımız vardı. Ona çalışmak adına yatağımın üzerine gerekli materyalleri serdim. Ama çalışmak hiç içimden gelmiyordu. Yeterince zamanım vardı ve yarında çalışabilirdim bu sınava. Biraz zaman geçirmek adına camımın önündeki berjere tünedim. Bilirsiniz, bunu çok nadir yaparım! Perdesi çekiliydi. Ama ışığı yanıyordu. Derin bir nefes alıp göğsümü şişirdim. Bugün normalinden çok daha fazla onunla beraber olmuştum. Ama özlemiştim işte. Hem alışıktım ben onu geceleri izlemeye. Şimdi ne diye perdesini çekmişti ki? Üzülmüştüm. Yani, biraz. Tamam, çok. Ne yapabilirim? Çok seviyorum. Canımdı ya o benim! Biriciğimdi... Halil'in perdesinden gözlerimi çekip tekrar yağmaya başlayan kara gözlerimi sabitledim. İçimi kaplayan derin bir huzur... Kar, bana hep Halil'i hatırlatıyor. Hoş, benim onu unuttuğum bir zaman dilimi yok ama... Bilirsiniz; kar güzeldir, çok güzeldir, Halil ise... Seviyorum. Çok. Cam kenarında ne kadar oturdum bilmiyorum. Ama öyle ki büyük büyük kar taneleri düşmeye başlamıştı. Aynı zamanda da çok hızlılardı. İçimdeki heyecana ve isteğe karşı koyamazken ince tülümü kenara çekip camımı açtım. Ellerim kar taneleriyle kavuşmaya hevesli bir biçimde hemen ileriye uzandı. Sıcak tenimle buluşan minik soğukluklara sarılmak istiyordum. Ellerimi geri çekip pervaza koydum. Pervazdan güç alırken hafif kendimi dışarı doğru ittirip göğe doğru baktım. Bu halde karlar gözlerime doluyor, yüzümü yalayıp geçiyorlardı. "Çok güzelsiniz ama siz..." bağırıyor, daha çok kendime kanıtlamaya çalışıyordum güzel olduklarını. Oysa kanıta ne gerek vardı ki, onlar zaten güzellerdi. İçimdeki coşku karlarla birlikte birikiyordu zaten ama bu yetmezmiş gibi bir şey oldu. Bilirsiniz, çok güzel bir şey. Zaten o şey güzelse, benim güzelim oradadır. Yani, Halil... Yüreğimin nev baharı mısın be adam! Kışın ortasında nasıl bu kadar güzel çiçekler ekebilirsin kalbime? "Düşeceksin, aynı zamanda üşüyeceksin!" Bağırıyor, güzel sesini bana duyurmaya çalışıyordu. Sen kimsenin bilmediği bir lisanda fısıldasan yine en iyi ben duyar, yine en iyi ben anlardım ki, sevdiğim. Şimdi sen böyle bağırıp, sesini bana duyurmaya çalışıyorsun ya, ben nasıl aklımı yerinde muhafaza edeceğim? Benim adım zaten Leyla ama şimdi sana rağmen Leyla ama Leyla'yım. Koşar adım geliyor yüreğim sana. Sen birgün içerisinde şimdiye kadar duymadığım en güzel şiirleri okudun bana ama yetmez diyorsun ve daha fazlasını okuyorsun. Ne şiiri diyeceksin? Bilmiyorsun tabi, senin sessizliğin bile kalbime şiirler okuyor; bugünse, konuştun benimle ve bu kez kalbim şiir oldu. Her sözün şiir, sessizliğin şiir, yürüyüşün bile şiir, sen şiirsin ve kalbimsin. Bu yüzden kalbimde şiir, en güzel mısralarını yine sana yazıyor ve sen okuyorsun. Seni seviyorum. Çok. "Aynısı senin içinde geçerli," içimdeki heyecan sesime yansımıştı. Her harfinde titriyor, her harfi ona olan aşkımı haykırıyordu. Ama şimdi o bunları bilmezdi. Bilmesi için, seni seviyorum, demem gerekti. Fakat öyle zamanlar gelecek ki, ben, Halil diyeceğim, o zamanlarda bile onu sevdiğimi iliklerine kadar hissedecek. "Öyle ama sen daha yukarıdasın," dedi gülerek. Gülüşüm gülüşüne bulaştı. O ve ben, gülüşüyorduk. Çok aşığım. Çok. "Ne fark ediyor," dedim anlamamış gibi yaparak. Bilmem dercesine omuzlarını indirip kaldırdı. Tamam, şimdi gerçekten de düşebilirim. Saf saf birbirimize bakarak gülümsüyorduk. Seninle böyle olmak ha? Rüyamda görsem sevincimden ağlayarak uyanırdım. Ama şimdi yaşıyordum. Yaşıyorduk. "Kardeşim kar topu oynamak istiyor ve sanırım arkadaşa ihtiyacımız var," dedi mahçup bir ifadeyle. Allah'ım, bu kez kesinlikle bu camdan düşecektim. Kesinlikle! Pervaza sıkıca tutundum. Ne demişti? NE DEMİŞTİ! Kar topu? Arkadaş? Beraber? BERABER KAR TOPU OYNAMAK MI? Sen yeter ki iste ben bu hikayedeki kar topu bile olurum ya! 🍊 Atkımı boynuma iyice sarıp ses yapmamaya özen göstererek kapıyı açıp çıktım. Botlarımı bir çırpıda giyinip merdivenlere yöneldim. Ellerimi birbirine vurarak insem sevincimi çok mu belli ederim? Kusura bakmayın, ben biraz aşığım. Yani, çok. Apartmanın demir kapısını açıp dışarı çıktım. Henüz kimseler gözükmüyordu. Olduğum yerde zıplamak, hatta mümkünse uçmak istiyordum. Diğer türlü bu mutluluğumla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum? Geldiğinde teşekkür etmek için boynuna mı sarılsam? Evet, akıllım! Hatta şey dersin; sana çok aşığım, beni kar topu oynamaya davet ettiğin için çok teşekkür ederim. Muhtemelen arkasına bakmadan kaçardı. Aklımda dönen bu küçük senaryo kıkırdamama sebep olmuştu. Daha fazla yerimde duramayıp hafif hafif zıplamaya başladım. Şimdi şurada yuvarlanacağım. Nerede kaldı bunlar? Biraz daha gelmezseler bulacakları tek şey oyun arkadaşı değil, kardan madam olacaktı. "Biraz sıkıldık sanırım," diye arkamdan konuşan sesle birlikte dudak içi etimi ısırıp arkama döndüm. Biraz, çok az utanmış olabilirim. İnsan gibi dursan olmuyor değil mi, Leyla? İlla Leyla ama Leyla hareketler yapacaksın. Utancımı bastırmak adına gülümseyip başımı sağ omzuma doğru yatırdım. O da aynı şekilde gülümsedi. Şu karı üzerime toprak niyetine atın ya! Eriyorum, bitiyorum. Hep aşktan! Halil'in yanındaki küçük varlığa baktım. Bu, Halil'in bir küçük kopyası. Tek lokmalık. Yani, yemelik. Halil'i sevdiğim için tabi ki kardeşi gözüme tatlı geliyordu ama bu çocuk gerçekten çok tatlıydı. Hafif kıvırcık siyah saçları vardı. Minik burnu ve zeytin gözleri onu daha sevimli yapıyordu. Hafif kızaran yanakları ise tam ısırmalıktı. Kendimi daha fazla tutamayıp iki adımda onlara doğru yaklaştım. Sol dizimi kırıp önünde eğildim. "Sen nesin böyle?" Derken ellerim çoktan yanaklarını bulmuştu. "Adın ne senin?" derken de ellerim saçlarını karıştırıyordu. Hala yüzüme bakıyordu. Utanmıştı biraz. Bu yüzden zorlamadım. Tekrar ayağa kalkarken bilirsiniz bir şeyler oldu. Güzel şeyler. Şöyle ki, yine yan yana hatta biraz karşı karşıya düşmüştük. Biraz yakın, kalbimi ritminden çıkaracak kadar yakın. Minik bir cesaret... Gözlerine diktim gözlerimi. O ise zaten bana bakıyordu. Sokak lambası yüzünün bir tarafını gölgelese de diğer tarafını bana bahşediyordu. Belkide bu karanlıktı içime cesaret tohumlarını serpen. Bu kadar yakınımda... Elimi kaldırsam dokunurum hani. Fakat dokunduktan sonra benden geriye ne kalırdı orasını çokta tahmin edemiyordum. Derince iç çekmemek için kendimi tuttum. Mahvoluyorum. Ey, aşk! "Konuşamıyor," dedi. Kendi başıma kurduğum minik dünyam saniyeler içinde başıma yıkıldı. Bir köşeye çekilip içim dışıma çıkana kadar ağlamak istedim. Öyle güzel bir çocuktu ki, öyle güzeldi ki... Gözlerim hafiften dolmaya başlamıştı ki apartmana doğru sabitledim. Miniğe bakmaktan özellikle çekindim. Yüzümde eğer acıma ifadesi görürse incinir küçük yüreği diye korktum. Ama ona sarılma isteğiyle dolup taşıyordum. Güzelim benim. "Duyamıyor da... Adı, Güneş." Dolu dolu olan gözlerimi tekrar güzel yüzüne çevirdim. Gülümsüyordu. Ama o kadar kırık bir gülümsemeydi ki önce kardeşine sonra da sıkı sıkıya ona sarılmak istedim. Fakat şimdi bu güneş gibi parlayan kardeşleri üzmenin hiç sırası değildi. Kocaman gülümsedim. Sol gözümden düşen bir damla yaşı hızla elimin tersiyle silip az önceki gibi dizimi kırıp Güneş'le aynı hizaya geldim. İşaret diliyle kendi adımı söyledim. Sonrada onu çok sevdiğimi ve çok güzel bir kız olduğunu söyledim. İşaret dilini biliyor olarak düşünüp yapmıştım bunu. Öyle de oldu. Minik yüzünde kocaman çiçekler açtı. İşte o zaman kendimi tutamayıp hafifçe sardım küçük bedenini. Bu kısa sürerken çekilip yumuşak yanaklarına birer öpücük kondurdum. Tekrar işaret diline dönüp ona, abini kara gömeceğiz, dedim. Bu sefer gülüşü iyice büyümüştü. Başını hevesle aşağı yukarı salladı. Tekrar yanaklarından öpüp doğruldum. "İşaret dilini biliyorsun demek," dedi yüzündeki güzel gülümsemesiyle. Başımı salladım, "Huzur evlerine gitmeyi çok severim. Orada da böyle özel gereksinimli yaşlılar oluyor. Onlarla daha sağlıklı ilişki kurabilmek için öğrenmiştim," dedim bir çırpıda. Yüzü aydınlandı. "Teşekkür ederim," dedi. Gözlerinden öpmek ve daha çok öpmek... "Ne için," dedim fısıltıyla. "Onu gülümsettin," dedi sadece. O an anladım ki, Halil bu minik kızı çok çok fazla seviyordu. Üzerimizdeki kara bulutları dağıtmak adına neşeyle konuştu. Önce kendini gösterdi "Yirmi bir yaşındayım," parmağını çevirdi ve hala elinden tuttuğu Güneş'i gösterdi "Ve o da, beş yaşında. Aramızdaki uyum çok güzel değil mi," dedi şakayla karışık. Ağzımdan minik bir kahkaha kaçarken başımı aşağı yukarı salladım sadece. Ben hala gülerken o kardeşine dönüp, bu ablayla takım olmak ister misin, diye sordu. Güneş, başını sallayınca kocaman gülümsedik ikimizde. Kar hafiften yine yağıyordu. Ama bu bize engel olacak kadar değildi. Halil, Güneş'in elini bıraktı. Güneş, utangaç adımlarla yanıma geldi. Onu sarıp sarmalama isteği bir an olsun içimden gitmiyordu. Bunu yapacaktım. Sıkıca hemde. Eğilip minik bir kar topu yaptım ve Güneş'e uzattım. İşaret diliyle, başlıyoruz, dedim. Gülümsedi. Ne de güzel gülüyorsun, meleğim benim. Güneş, elindeki kar topunu birkaç adım ileri giderek abisinin bacaklarına doğru attı. Halil, kocaman bir kahkaha atarken ben erimekle meşguldüm. Ta ki, göğsüme gelen kar topuna kadar... Yalancı bir sinirle kaşlarımı çatıp çok sıkmadan bir kar topu yaptım. Canını yakmak istemiyordum. Attığım kar topu Halil'in koluna vurdu. Bu böyle sürüp giderken en sonunda kimin kime kar topu attığı belli bile değildi. Daha fazla kendimi tutamayıp karların üzerine bedenimi bıraktım. Kollarım açık bir şekilde yanlarıma düşerken nefes nefese kalmıştım. Nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum ta ki o gelene kadar. Güneş... Minik adımlarla yanıma gelip aynı benim gibi yere uzandı. Başını kolumun üzerine koyup göğe gülerek bakmaya başladı. Bu dünya için fazla güzelsin, Güneş. Halil'e değdi gözlerim. Merhamet kokan gözlerle bize bakıyordu. Sonra cebinden telefonunu çıkardı. "Fotoğrafınızı çekebilir miyim," diye sordu masumca. Gözlerim sevinçten, kalbim heyecandan dolu dolu olurken başımı salladım. Bu esnada Güneş'i kollarımla sardım. O ise ellerini yanaklarıma koymuştu. Sevgi dolu bir çocuktu. Aynı zamanda çokta utangaç. Halil, hala resim çekiyordu. Güneş'in burnuna minik bir öpücük kondurdum. Telefonunu tekrar cebine koyarken doğruldum. Güneş'i de kollarından tutup çektim. İşaret diliyle, Güneşimiz hasta olsun istemeyiz, dedim. Başını sallayıp bana doğru yaklaştı. Dizimi kırıp ona yaklaştım. Dağılan saçlarımı geri çekip yanağımdan öptü. Sonrada benim onu öptüğüm gibi burnumun ucundan öptü. Bu hareketinden sonra artık dayanamayıp kocaman sarılarak onu kucağıma aldım. Ayağa kalkarken onu sıkı sıkıya tutuyordum. "Ama ben seni yiyeceğim ya," dedim duymadığını bilerek. Keşke duysaydı. Kendi etrafımda yavaşça dönmeye başladım. Boynuma sıkıca sarıldı. Yaralı bir çocuk ama aynı zamanda çok güzel bir çocuk. Başı döner korkusuyla indirdim kucağımdan. Elime sarıldı. Minik eli avucumun içinde kaybolmuştu bile. "Çok sevdi seni." Cesurca gözlerine baktım. Minnet vardı. Neyin minneti ki? Güneş, sevilmeyecek bir çocuk değildi. "Üşütmesin," dedim, Güneş'in tuttuğum elini Halil'e doğru uzatırken. Başını salladı. Eli, Güneş'in elini tuttuğum elime yaklaşıyordu ve ben ölüyordum. Buna hazır değildim. Güneş'in elini istemeyerek de olsa bıraktım. Çok boş kalmazken tuttuğum elini Halil tuttu. "Biz gidelim," diyordu. Gözleri ruhumu içine çekiyordu sanki. Tüm bu yaşanılanların rüya olduğunu düşünmeyeyim diye gözlerime kazıyordu sanki. İçim gidiyor içine, bir bilsen. "Gidin o halde," dedim sadece. Başını salladı. Güneş'e baktım. İşaret diliyle, seni çok sevdim, dedim. Güldü. Sonra abisinin elini bıraktı. İşaret diliyle; bende seni çok sevdim, dedi. Ölürüm sana. Halil, Güneş'e dönüp; sen apartmanın önünde beni bekle, geliyorum birazdan abiciğim, dedi. Güneş, gülümseyip başını salladı. Minik adımlarla apartmana doğru yürümeye başladı. Kalbim çoktan raydan çıkmıştı. Ne olacaktı şimdi? İki adımda karşıma geçti. Şimdi aramızda bir adımlık bir mesafe vardı. Sarsa kollarım bedenini bu ne güzel bir vuslat olurdu, biriciğim. "Çok teşekkür ederim, Mizgin," dedi ve ekledi, "Onu bu kadar mutlu çok göremeyiz. İçine kapanık bir çocuk. Herkesle de samimi olmaz. Seni çok sevdi." Mutluyum. Çok mutlu. Ne denir ki? "Ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok mutlu oldum. Asıl ben teşekkür ederim, Halil." Adı dudaklarımı yakıyordu. Öyle alışmışım ki kendi kendime adını sayıklamaya, şimdi ona karşı bunu söylemek... Tarifi yoktu. "İyi geceler, Mizgin." Hiç gitmesen olur mu? "İyi geceler, Halil." Senli geceler. Gülümsedi. Gülümsedim. Kocaman. Döndü arkasını. İki adım atmıştı ki, durdu. Tekrar arkasını döndü. Olduğu yerde gözleri kısılırken konuşmaya başladı, "Yanlış anlamazsan, numaranı verebilir misin?" |
0% |