Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. 🍊 Kalp Kelebekleri

@amatoriceyazar


Multi: Yüzyüzeyken Konuşuruz: Tutun Sen Bana


7. Bölüm: 🍊Kalp Kelebekleri

🍊🍊🍊

Halil: Değil bugün; her gün kar yağsa da o dediğin olmayacak, Mandalina.

Bugün

Mandalina: Dışarıdan sert, içeriden pamuk gibi bir adam... Nasılsın, Halil?

Halil: Derken?

Mandalina: Bir kızla kar topu oynuyordunuz. Fazla mutlu geldin gözüme de... Öyle yani.

Halil: Sen, beni mi takip ediyorsun?

Mandalina: Ne alakası var? Tesadüf diyelim.

Halil: Öyle diyelim madem.

Mandalina: Eee, nasılsın diye sormuştum.

Halil: İyiyim, sen nasılsın?

Mandalina: İyiydim, sen sorunca daha iyi oldum.

Halil: Güzel.

Mandalina: Güzel olan ne?

Halil: İyi olman.

Mandalina: Ama...

Halil: Ne ama?

Mandalina: Kalbim heyecanlandı.

Halil: Kalbin mi heyecanlandı, o nasıl oluyor Mandalina hanım?

Mandalina: Böyle kelebeklerin kanatları kalbimi gıdıklıyor.

Halil: Senin kalbinde kelebek mi var?

Mandalina: Evet, seninle ilgili bir şey olunca hızlı hızlı kanat çırpıyorlar.

Halil: Peki, bu iyi bir şey mi?

Mandalina: Çok iyi bir şey. Kalbimin kelebeklerine aşığım.

Halil: Hmm.

Mandalina: Ne, hmm?

Halil: Öyle işte.

Mandalina: Üşüdün mü? Sıkı giyin, yine hasta olma. Olursan da yine mandalina getiririm ben sana.

Halil: Mandalina hanım yine çok düşünceli ama üşümedim, teşekkür ederim.

Mandalina: Etme.

Halil: Neden?

Mandalina: Seni düşünmek aynı zamanda kendimi düşünmek. Kendimi düşündüğüm için teşekkürü hak etmiyorum.

Halil: Yine anlamadım ben seni.

Mandalina: Yani, sen hasta olunca ya da sana bir şey olunca bir sen kötü olmuyorsun, bende kötü oluyorum. Senin kötü olmamanı isterken aynı zamanda kendimin de kötü olmamasını istiyorum.

Halil: O zaman ben kötü olmayayım, sende olma.

Mandalina: Ama kalbim...

Halil: Kelebekler mi?

Mandalina: Evet :)

Halil: Sakin ol ve nefes al.

Mandalina: Seninle konuşurken mi?

Halil: Evet?

Mandalina: Pek mümkün değil gibi ama deneyeceğim.

Halil: Dene...

Mandalina: Halil?

Halil: Mandalina?

Mandalina: Teşekkür ederim.

Halil: Ne için?

Mandalina: Benimle böyle güzel konuştuğun için.

Halil: Ne diyeceğimi bilemedim.

Mandalina: Bir şey deme. Sen konuşmadığın zamanlarda bile ben seni anlıyorum.

Halil: O nasıl oluyor?

Mandalina: Kelebeklerim haber veriyor.

Halil: Maharetliymişler.

Mandalina: Öyleler.

Mandalina: Halil?

Halil: Efendim?

Mandalina: Kelebeklerim ve ben, sana iyi geceler diliyoruz. Üzerini sıkı örtsün diye de tembih ettiler bu arada.

Halil: Kelebeklerine ve sana iyi geceler, Mandalina. Söyle onlara üzerimi çok sıkı örttüm.

Mandalina: :)

Görüldü.

🍊

İçimin, içime bir türlü sığmadığı bir gün... Belkide bir kez olsun sığmamalıydı. Taşmalıydı içimden. Halil, yüreğimin kilitli sandığı. Canımın tâ en içi. Bir kez olsun, içimde değil dışımda da yaşamalıydı. İçimi bahar bahçeye çeviren adam, biraz da dışımı yeşile boyamalıydı.

Dün geceki yazışmalarımızı tekrar ve tekrar okudum. Yetmedi tekrar okudum. Ezberledim, noktasından virgülüne kadar. Hani, çok aşktan. Hep aşktan...

Dün gece numaramı istemişti. Kara kara -gerçekten bu arada- düşündüm, o andan nasıl sıyrılacağımı. O an, en saçma kaçış senaryoları bile geldi aklıma. Hatta bir ara, annem yabancılarla konuşma, dedi diye bir bahane uyduracaktım neredeyse. Fakat annem bu bahanenin iğrençliğini hissetmiş olacaktı ki tam o dakika da aradı beni.

Öncesinde Halil'in; yanlış anlama, sadece fotoğrafları atmak için istedim ama istersen başka bir yerden de atabilirim ya da hiç atmam, deyişinde ki mahcubiyetinin güzelliğinden bahsetmek istiyorum. Yine güzel başını eğmiş ve siyah kaşlarını kaldırmıştı. Gözlerime bakamayışı da yine yanlış anlaşırım korkusundandı. Gözlerimiz bir değiyorsa iki kaçırıyordu. Telefonum çalınca o da bu durumdan kurtulduğuna memnun olmuş bir yüz ifadesi takındı. Sonra, Güneş'le beraber evlerine gittiler bende anneme içimden sonsuz teşekkürler ilettim.

Eve geldiğimde ise fiilen tanıştığı Leyla'nın kalbiyle de gerçek manada tanışmasını istediğim için cesaret hapı yutarak ona mesaj attım. Karşılığı ise tahmin ettiğimden çok daha güzel olmuştu.

Tamam, hep birlikte maşallah diyoruz.

Şimdi ise sırıtmaktan ağrıyan yanaklarımla cam kenarında ders çalışıyordum. Hem aşık olurum hem kariyer yaparım hesabı... Neyse yani, siz beni anladınız. Halil, hani. Canım olan.

Ticaret hukuku sınavım için yoğun bir çalışma güdüyordum. Aklımın bir köşesinde hep o olsa da nihayetinde dalmıştım çalışmaya. Bu böyle sürüp giderken internetimi açık unuttuğum telefonuma bildirim geldi. Merakıma yenik düşerek pervazın üstünden alıp açma tuşuna bastım. Bastım basmasına da, yetişin komşular aklım elden gidiyor!

Halil: Bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum.

Mandalina: Göğe bakalım...

Görüldü.

Yazıyor...

Halil: Ne işe yarayacak ki?

Mandalina: Bir işe yaramayacak. Çaresizliğin olduğu yerde kalacak. Sadece, dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve senin derdinin ne kadar küçük olduğunu fark edeceksin. Yanlış anlama, sıkıntına küçük demiyorum. Sadece, ölecek olan canlılar için fazla telaşlıyız diyorum.

Halil: O zaman, göğe bakalım...

Mandalina: Kesinlikle!

Görüldü.

Mesajım görüldü olunca yüreğime engel olamayarak üzüldüm. Benim canımın yüreği sıkılıyordu, çaresizdi nasıl üzülmem ki ha?

Bu dağınık kafamla ders çalışamayacağımı anlayınca kitabımı kapattım. Gözlerim yine onu buldu. Dediğimi yapıyordu. Camını açmış, güzel gözleriyle gökyüzünü süslüyordu. O göğe baktı, bende ona, çünkü o göğüne bakıyor, bende göğüme bakıyorum ama nasıl güzel, içim gidiyor.

Ne kadar süre o şekilde kaldı bilmiyorum. Zira ona hapsolduğum zaman, zaman kavramını yitiriyordum. Ona bakınca bozuk bir saate dönüşüyordum. Öyle ki gün içinde bir kere bile doğruyu gösteremiyordum. Çünkü aşk, yanlışı severdi.

Sevdiğim...

Güzel yüzünü çekti gözlerimin önünden. Camı kapanırken ben hala o oradaymış gibi seyrediyordum camını. Aşktan.

Sonrasında, kafama bir balyoz düştü. Dank etti. Beynim şiddetle sarsıldı ve kalbim kan pompalama işini bir hayli abarttı. HALİL, BANA MESAJ ATTI. HALİL, BANA DERDİNİ ANLATTI. HALİL, BANA GELDİ. HALİL. BİRİCİĞİM.

Ölsem ya mutluluktan. Ama buruk ki diğer yanım. Ne kadar çaresiz hissediyordu ki hiç tanımadığı bana açmıştı derdini? Bana gelmişti ama bu durum benim tam olarak mutlu hissedebileceğim noktada durmuyordu.

Canımsın. Hep iyi ol. Yüreğim benim.

Telefonum tekrar titrerken bu kez mesajı görmeden kalbim kaburgalarımı dövmeye başladı. Galiba, ölüyorum. Aşktan.

Hızla telefonumu elime alıp açma tuşuna bastım. Ama benim kalbimin kelebekleri kanat çırpmaktan ölecekler...

Halil: Teşekkür ederim, Mandalina. Çok iyi geldi.

Mandalina: Çok sevindim. Hep iyi ol, Halil Babür.

Halil: Hep, sende...

Mandalina: Bende?

Halil: İyi ol.

Mandalina: Kalbime çok büyük garezin var ama senin...

Halil: Sadece, ne hissettiysem onu söyledim. Gerçekler...

Mandalina: İyi ki varsın.

Halil: Umarım, sende iyi ki olursun.

Görüldü.

Ne yazacağımı bilemediğimden ve tabi çok aşktan kalp spazmı geçirdiğimden görüldü atmak zorunda kaldım. Acaba ben kaç günlük bir rüyanın içindeydim? Tüm bunlar gerçekten yaşanıyor mu, yoksa ben kafayı mı yiyordum?

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Aynadaki sırıtan yüzle karşı karşıya gelince yaşadığım gerçeklik saf bir şekilde yüzüme vurdu ve ben daha çok gülümsemeye başladım.

Halil, benimle konuşuyor.

Halil, farkında değil ama bana geliyor.

Halil... Cümlelerim bitiyor. Biriciğimdi.

🍊

Aslı'yla, akşam yemeğini hazırlamak üzere mutfakta bir araya geldik. Sınav zamanı gelince çok fazla beraber vakit geçiremiyorduk ama bunun telafisi sonraları yapılıyordu.

Pratiklik ve öğrencilik açısından makarna haşlamayı tercih etmiştik. Üzerine kremalı sos yaptım. Aslı'da mevsim salata yaptı. Çorba çeşidi olarak da şehriye çorbası yapmıştık.

"Ayy! Aslı, sabah ekmek bitmişti. Alacaktım, unutmuşum. Ben bir koşu fırına gidip geleyim," derken çoktan mutfak kapısına yönelmiştim bile.

"Aman Leyla, ne olacak? Zaten makarna var. Yeriz öylece," deyip bıkkınlıkla omuzlarını silkti. Tamam, sınav zamanları biraz fazla huysuzlaşıyor.

"Bunun birde sabahı var. Sabah ayazında gideceğime şimdi gideyim. Hem çorba var, hemde ben gece acıkırım yine," ve evet, doğruydu. Çalışma açlığı diye bir şey vardı ve ekmekte gece aşkıydı. Yani, öyleydi, değil mi?

Aslı, daha fazla bir şey söylemezken, dış kapıya yönelip partmonda da bulunan kabanımı hızla üzerime geçirdim. Cebimdeki anahtarı kontrol edip dolaba yöneldim. İçinden botlarımı alıp kapıyı açtım. Pratik bir şekilde giyinip hızlı hızlı aşağı indim. Demir kapıyı çekip çıktıktan sonra soğuk hava dalgası nefesimi bile orta yerden ikiye kesti. Bu şehir, soğuma işini bir tık abartıyor sanırım. Hayır, dondum burada. Vuuv!

Hızlı adımlarla bir sokak yukarıdaki fırına yürümeye başladım. Hızlı dediğime bakmayın, aksine yavaş yürüyorum. Çünkü her yer buz. Çünkü ben düşmek ve ağzımı burnumu kırmak. Yamulmak yani. Soğuk soğuk. Neyse.

Fırına gidip üç tane ekmek aldıktan sonra tekrar geri döndüm. Üşüyen burnumu öpmek ve ona biraz sonra geçecek demek istiyordum. Belkide öpmeye yelteneceğim sıra onu yerinde bulamayacaktım. Soğuktan düştü belkide. Bir çılgınlık yapıp elimi burnuma götürdüm. Aşırı soğukluk, ben buradayım diyordu. Ha yani, soğuk olmasa düştüğüne kaniyim. Allah'ım, sen bana akıl ver. Gerçi onuda Halil'de yitirirdim ama.

Bizim sokağa girdiğimde tam apartman kapısına yönelecektim ki, burnumu değil ama beni düşüren bir şey oldu. Merak etmeyin, soğuk değil. Hatta baya sıcak. Aşk. Halil. HALİL!

Sigara mı içiyor o! Yok artık.

Şaşkınlığımı gizleyemezken apartman girişindeki merdivenlere çöken bedenine doğru ilerledim. Ah be yüreğim, bu soğukta, elinde sigarayla ne yapıyorsun burada? O kadar mı daraldı aşık olduğum yüreğin? O kadar mı sığamadın eve de attın kendini soğuğun kollarına.

Dikkatini çoktan çekmiştim ama o bana bakmak yerine göğe bakıyordu. Ona hayli yaklaşmışken başını düzleştirip elindeki sigaradan bir nefes daha çektikten sonra yere atıp ayakkabısının ucuyla ezdi.

"İçtiğini bilmiyordum," dedikten sonra yanlış bir şey söylediğimin farkına vararak hemen düzelttim. "Yani, beraberken hiç içmemiştin," sana ne! Ama zararlı nefesini sevdiğimin ciğerlerine...

"İçmiyorum zaten. Babam içiyor. Bende arada paketinden alıyorum bir dal," tekrar göğe baktı.

"Anladım," dedim ve iç çektim. Nasıl çekmem ki... Hemen, bir adım ötemde. O kadar güzel bakıyor ki, keşke baktığın gök, ben olsaydım. Birgün bana da böyle bakar mısın, sevdiğim? Belki. Birgün.

"Üşüyeceksin," dedi, soğuk hava nefesini buhar yaparken. Acaba yine nane kokuyor muydu nefesi? Ah, bir çekebilseydim içime! Hem o, beni mi düşünüyordu? Allah'ım...

"Sende, üşüyorsun," diyebildim sadece.

"Alıştım," neden?

"Soğuğa alışılmaz ki," dedim masumca. Gözleri buldu gözlerimi. Soğuğa alışılır, Halil, yanıyor her bir zerrem, görmüyorsun.

"Her şeye alışılır," dedi ve çekti mühürlendiğim gözlerini.

Yüreğime gelen cesaretle iki adımda diğer yanına geçtim. Boşta kalan merdiven ucuna, yani yanına oturdum. Henüz montumdan soğuk geçmese de, dakika sonra bedenimin buz tutacağını hesap edebiliyordum ama onunla üşümeye de razıydım ben.

"Belki," dedim sessizce ve onun gibi göğe bakmaya başladım.

"Göğe bakmayı seviyorsun sanırım,' derken hala göğe bakıyordum. O da öyle.

"Hayır, iyi kalpli bir kız, göğe bakmanın bana iyi geleceğini söyledi ve bende iyi geldiğinin farkına vardım," dedi ve fısıldadı, "ve sevdim."

İçim gidiyor. İçim, sana gidiyor, Halil! O kız bendim! O kız benim! Şimdi haykırsam sana her şeyi, bilsen yüreğimde ki seni... Bilme. Gidersin.

Yan profilden yüzünü inceledim. Soğuk tüm tenini soldurmasına rağmen iyiydi. Bu karanlıkta bile sokak lambasının ışığıyla gökteki yıldızlar kadar parlak geliyordu gözüme. Çok sevdiğim için mi? Muhakkak ki öyle.

"Neden öyle bakıyorsun," dediğinde cesaretim yüreğimde hala durduğu için bakmaya devam ettim. "Anlamaya çalışıyorum," derken de bu bakış sürüyordu. Sonra o da bakışlarını bana çevirdi. İşte o an kuvvetli bir hisle gözlerimi kaçırmak istesem de bunu yapmadım. Hep uzaktan baktığım, hasret çektiğim o gözlerine yakından bakmak hakkım olmasa da bakmak istiyordum. Aşığım ya hani. Canımdı o benim.

"Neyi?" Sorusu hissizdi. Ama saf bir merak oturuyordu gölgesinde.

"Seni," diyebildim sadece ve sustum. Bakışları bir anlığına değişti. Belki de o da beni anlamaya çalışıyordu. Bir anlam yükleyemedim.

"Karmaşık bir insana bakmak göz yorabilir," derken ki sesi yorgun geliyordu. İçim sızladı. Yüreğinden öpsem ya Halil, geçse acısı ve geçse yüreğimin acısı. Yüreğim...

"Karmaşık değilsin, kayıpsın," dedim ve devamına ekleyecek kelime bulamadım. Çünkü anladığım bu kadardı. Çünkü daha fazlasına izin vermemişti güzel gözleri.

Hızla çekti gözlerini ve yere bakmaya başladı. Korktum. Yanlış bir şey söylemekten ve benden uzaklaşmasından...

"Kayıbım." Sesi fısıltıdan farksız değildi. Benden çok kendine duyurmaya, kendine kanıtlamaya çalışıyor gibiydi. Ne oluyor sana, Halil?

"Güneş, iyi değil," dedi sadece ve yüreğime kürek kürek kara toprak atmaya başladı. Ezildim ve küçücük kaldım. Güneş gülüşlü, güzel kız... Ne demek iyi değil?

"O ne demek," sesim ağlamaklı çıkmıştı.

"Lösev," dedi ve sona doğru sesi tamamen kısıldı. Gözümün pınarında biriken yaş çoktan yolunu bulmuştu.

"Ama çok küçük." Ne saçma bir tepki bu böyle. Kendime kızdım. Ve daha çok ağladım.

"Evet, çok küçük," sesi henüz ağlamak üzere olan birinin sesi gibi çıkmıştı. Sana sarılmak ve daha sıkı sarılmak istiyorum sevdiğim.

Elim benden komut almaksızın, tamamen kalbimin sesini dinleyerek ona doğru yol aldı. Yavaş yavaş sırtındaki yerini alırken, kalbimin sesini duymasından ar ediyordum. Yavaş yavaş kızarmış gözlerini bana çevirdi. Dudağının kenarına buruk bir gülümseme oturdu. Ve ben daha çok ağladım. Onu daha önce hiç bu kadar çaresiz görmemiştim ki ben. Nasıl dayanırdım?

Oturduğum yerde hafif ona doğru kaydım. Elim hala sırtında. Bu ilk sınırları kaldırışım. Ne olur beni itme sevdiğim.

İtmedi.

Aksine daha çok kucak açtı.

Ağrıyan başını bir yıldır onu bekleyen omzuma koydu. Saçlarının kokusunu hadsiz bir istekle içime çektim. Arsız kolum yerinde durmayıp daha çok sardı onu. O ise omzumda minicik kalmıştı. Dev yürekli adamım.

"Çocuklar ölmek için fazla güzel değiller mi?" Ağlıyordu. Ağladım.

"Ölümle yan yana gelemeyecek kadar hemde..." İç çekti.

"Güneş, iyi olacak."

Başını kaldırdı bir aralık ve umutla gözlerimin içine baktı. Belkide hayatta en çok bu umuda ihtiyacı vardı. Sevdiğim. Dünyanın tüm umutları pencerene konsun.

"Olacak mı sahi?" sesi çocuksu bir heyecanla doluydu.

"Olacak tabi. Kendi küçük ama yüreği büyük, yenecek bu hastalığı," daha fazlasını söylemeye cesaretim yoktu. Daha fazlası dökülmedi dudaklarımdan. Zaten istese de dökülemezdi.

Sardı ya güzel kolları boynumu.

İşte bu, ilk esaslı dokunuşun bana sevdiğim.

İlk sarılış, ilk sarmaşık, bir aşık...

Hiç bitmesin.

Seni seviyorum.

Çok.


Loading...
0%