Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. 🍊 Aşk Kokulu Ekmekler

@amatoriceyazar


Multi: Tolgahan Tarıoğlu: Bu Kalp

9. Bölüm:🍊 Aşk Kokulu Ekmekler

🍊🍊🍊

Mandalina: İyi geceleeeeer.

Halil: İyi geceler. Neşeliyiz.

Mandalina: Bilmem, neşeli miyiz?

Halil: Herhalde, neşeliyiz.

Mandalina: Umarım...

Mandalina: Ee, ne yapıyorsunuz, nasılsınız, Babür bey.

Halil: Oturmaktayız, Mandalina hanım. Halimizde iç güveysinden hallice.

Mandalina: A-aa, niye öyle diyorsun?

Halil: Bilmem.

Mandalina: Bilirsin.

Halil: Bilirim...

Mandalina: Anlatır mısın?

Halil: Ailevi.

Mandalina: Anlatırsan dinleyeceğimi biliyorsun.

Halil: Biliyorum.

Mandalina: Ee, o zaman?

Halil: Seni sıkmak istemiyorum.

Mandalina: Ben, senden ve senin anlattıklarından sıkılmam ki.

Halil: Sahi mi?

Mandalina: Sahi ya.

Halil: Teşekkür ederim.

Mandalina: Bu faslı geçtiğimizi düşünüyordum.

Halil: Tamam :)

Mandalina: Ee?

Halil: Kardeşim biraz hasta. Ona canım sıkılıyor.

Mandalina: Geçmiş olsun. Hastalıklar misafir gibidir. Umarım, tez zamanda geçer.

Halil: Umarım.

Halil: Kusura bakma, sana nasıl olduğunu sormadım. Nasılsın?

Mandalina: Sen nasılsan, bende öyleyim.

Halil: İç güveysinden hallice yani?

Mandalina: Evet, iç güveysinden hallice.

Halil: Neden peki?

Mandalina: Sen öyle olduğun için bende öyleyim.

Halil: Garip.

Mandalina: Aslında çokta garip değil.

Halil: Belki.

Mandalina: Belki.

Halil: Seni her ne kadar görmesem de ruha iyi gelen bir yanın var. Bunu çözemiyorum.

Mandalina: Benimde pek çözdüğüm söylenemez ama çözdüğüm bir şey var ki o da şu, senin benim kalbime kesinlikle garezin var.

Halil: O niye? İyi bir şey söylediğimi sanıyordum.

Mandalina: İyi bir şey söylediğin için zaten. Alıştıra alıştıra söyle. Birden söyleyince kalbim şey oldu.

Halil: Heyecanlandı?

Mandalina: Unutmamışsın.

Halil: Unutmam.

Mandalina: Mutlu bir mandalinayım şu an.

Halil: Hep mutlu bir mandalina ol.

Mandalina: Olalım.

Halil: Mandalina mı?

Mandalina: Hayır, mutluuu!

Halil: Olalım.

Mandalina: Beraber mi?

Halil: Belki.

Mandalina: Umutlanmalı mıyım?

Halil: Hayır.

Mandalina: Ama...

Halil: Umut, zehirdir Mandalina. Sana bunu yapamam.

Mandalina: Senden gelen zehirde, baldır ya... Hadi neyse.

Halil: Deme öyle.

Mandalina: Nasıl?

Halil: Bana olan ilginin farkındayım. Hayal kırıklığına uğramanı istemiyorum.

Mandalina: Uğramam.

Halil: Nereden biliyorsun?

Mandalina: Biliyorum işte.

Halil: Mandalina?

Mandalina: Efendim?

Halil: Birgün seni hayal kırıklığına uğratırsam, beni affetmeye çalışma, olur mu?

Mandalina: Bu nereden çıktı şimdi?

Halil: Çıktı işte.

Mandalina: Bu konuyu kapatalım olur mu?

Halil: Olur. Ama aklının bir köşesinde bulunsun yine de.

Mandalina: Kürk Mantolu Madonna, kitabını okudun mu?

Halil: Evet, okumuştum.

Mandalina: Sonu çok üzücüydü, öyle değil mi?

Halil: Değil aslında. Aşkına sahip çıkamayan, basiretsiz bir adam ve aşka inançsız bir kadının sırılsıklam aşık olması...

Mandalina: Yani sence hakedilmiş bir son muydu?

Halil: Değildi tabi ki. Ama tahmin edilebilirdi.

Mandalina: Peki sen, Raif'in yerinde olsaydın ne yapardın?

Halil: Aşkımın peşinden koşardım, arardım. Kimse deli divane aşıkken bu kadar kolay pes edip, yeni bir hayata yelken açmamalı.

Mandalina: Haklısın. Gerçek aşk, yeni hayata engeldir esasen.

Halil: Öyle tabi. Peki sen, Maria olsaydın, ne yapardın?

Mandalina: Hastalıklı bir kadın. Yapacağı çokta bir şey yoktu. Aşıktı. Sadece çok aşık. Ölecek kadar, aşık.

Halil: Evet, kimse kimseyi ölecek kadar çok sevmemeli. En azından, Marialar... Raifler, can yakıcı olabiliyor çünkü.

Mandalina: Bazen canının yanmasını göze alarak seversin.

Halil: Sen sevme, Mandalina.

Mandalina: Neden?

Halil: Canının yanmasını istemiyorum çünkü.

Mandalina: Kalbim...

Halil: Tamam tamam, heyecanlanma. O zaman, şimdilik sana iyi geceler diliyorum. Biraz ders çalışmam gerekiyor.

Mandalina: Elbette. İyi geceler, Halil Babür.

Halil: Teşekkür ederim, Mandalina.

Mandalina: Ne için?

Halil: İçimden geldi.

Mandalina: İçine ölürüm ki...

Görüldü.

Yüzümde gonca güller açıyordu. Telefonu kalbime doğru bastırdım. Çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki bunu kelimelere bile dökemiyorum.

Çarşamba gününden sonra, Halil'i odası hariç hiçbir yerde görmemiştim. Okulda rastlaşmamıştık. Bugün günlerden Cumartesi. Onunla iletişim halinde olmaya alıştığımdan olsa gerek, daha fazla dayanamayıp gece yarısına doğru mesaj attım. Bakın, ben uydurmuyorum, sizde şahitsiniz. O bana yakın davranıyor. Benimle artık çok daha güzel konuşuyor. Ama gerçek Leyla'ya da iyi davranıyor. Bu beni özel yapar mı? İkisi de benim, bunu benden başka kimse bilmiyor. Ama dedim ya, Leyla'ya da iyi davranıyor, Mandalina'ya da... Bilmiyorum. Belki kafası karışıyordur. Bu benim için çokta mühim değil ama o ne hissediyor onu tam olarak kestiremiyorum işte. Sonuç olarak ikisinin arasında tercih yapmak zorunda kalsa bile, yine beni tercih etmiş olacak. Komikleştim yine. Ne çabuk Leylalaşıyorum. Hemen hayallere daldım gördünüz mü? Belkide sadece iyi biridir. Ne beni, ne de Leyla'yı seviyordur. Sadece iyi... Umarım seversin, Halil. Benim kadar olmasa da, beni sevecek kadar...

Çıplak ayaklarımı yorganımın altından çıkarıp parkeyle buluşturdum. Tamam, müthiş soğuk hava dalgası! Erzurum'da yaşadığımı unutuyorum bazen. İçim titredi, içim!

Yataktan hızla kalkıp ayağıma bir çift çorap geçirdim. Artık mutlu ve sıcak bir mandalinayım. Terliklerimi de giyinip odamdan çıktım. Finaller haftaya Cuma bitiyordu. Bense henüz bilet almamıştım. Güzel memleketimi ve ailemi çok özlemiştim. Fakat ikinci ailem dediğim o insanı bırakıp, gitmekte ağır geliyordu seven kalbime. En azından kısa bir süre, yani bir aycık. Bütlere mi kalsam? Bir hafta daha fazladan görürdüm onu. Ya da ne bileyim. Gerçekten ne bileyim? İnsan, mutfağa giderken bu kadar çok düşünmemeli ya hu!

"Aslı, yavrucuğum, çay koyuyorum. İçersin değil mi?" Aslı, sınav zamanları aralıksız ders çalışırdı. Aynı evde yaşıyor olmamıza rağmen yüzünü yeme içme dışında çok az görüyordum. Şimdi de o evrenin içerisindeydik. Akşama doğru yemek yemiştik. Bulaşıkları yıkadıktan sonra odasına çekilmişti.

"Teşekkür ederim, Leyla. Biraz daha çalışıp uyuyacağım. Sana afiyet olsun," derinden gelen sesiyle görmediğini bile bile başımı salladım. "Tamamdır, kolay gelsin, iyi geceler," deyip su kaynatmak için bir demlik aldım. Suyu ocağa koyup mutfak sandalyesine oturdum. Bir müddet sosyal medya hesaplarımda gezindim. Aradan on dakika kadar bir süre geçtikten sonra suyun kaynama sesi kulaklarıma ilişti. Telefonumu bırakıp çabucak çayı demledim. Kupamı ve yanına da yiyecek bir şeyleri tepsiye koyup kenarına da küçük bir demlik çayı iliştirdim. Çayaşk meselesi.

Odama geçtikten sonra halının üzerine kurulma fikri çok mantıklı gelmişti. Yaşasın yer aşkı! Tamam, çok aşk yaşıyorsun, Leyla.

Tamamıyla yere kurulmadan önce küçük kitaplığımdan ne zamandır okumak istediğim bir romanı alıp tekrar eski yerime geçtim. Kupama çay doldurup kapağını araladım. Heyecan. Çok heyecan. Yeni hayatları okurken sizlerde heyecanlanıyor musunuz? Ben çok heyecanlanıyorum. Onların hisleriyle uyanmayı... Çok güzel.

Şimdiki karakterimizin adı, Aslı. Aslı, kariyerin yanın da aşka da yelken açan, güzel yürekli bir kız. Ve Murat, Aslı'yla ne kadar zıt olsalar da, onu seven, Murat.

Canan Tan, Yüreğim Seni Çok Sevdi, diyor.

Yaklaşık kırk sayfa kadar okuduktan sonra yorulduğumu hissederek kitabı kenara bıraktım. Şimdilik dorukta ilerliyordu. Sonunu merak etmeye başlamıştım. Final haftam da böyle bir kitaba başlamak çok akıl karı değildi ama derslerden sıkıldığımda mola niyetine okuyabilirdim.

Hafif gerinip soğuyan çayımdan bir yudum aldım. Üzerine ilave yaparak ısınmasını sağladım. Bu şekilde daha iyiydi.

Çayımı içtikten sonra tepsiyi mutfağa götürüp kupamı yıkadıktan sonra tekrar odama döndüm. Saat ikiye geliyordu. Yarının Pazar olmasını fırsat bilerek zaman geçiriyordum. Gündüz yeterince uyuyacak, sonrasında ise Pazartesi günü olan sınavıma çalışacaktım.

Şimdilik paytak ayaklar cam kenarında ki berjere! Bakalım, sevgili Halilciğim neler yapıyor.

Berjerime oturmadan önce odamın ışığını kapattım. Tedbir, evet. Işığımı kapattıktan sonra berjerime kuruldum. Perdemi hafif aralayıp gözlerimin ezber ettiği yere baktım. İnce tülü çekiliydi. Masa başında, ders çalışıyordu. Derin bir iç çektim. Bilirsiniz, aşkla dolu bir iç çekiştir bu. Nasıl iç çekmem ki, bu kadar çok severken? Canım.

Yaklaşık on beş dakika boyunca baygın gözlerle sevdiğimi izledim. Pes etmeme az kalmıştı ki, o benden önce pes etti. Masasının üzerindeki kitapları ve kalemleri nizam içinde toplayıp, kalktığı sandalyesini masasına doğru itekleyerek son dokunuşunu yaptı. Her hareketi içime dokunuyordu. Böyle yumuşacık oluyordu kalbim. Sevgim içimden taşıyordu ve ona doğru koşup yanaklarını sıkmak istiyordum. Bunu yapsam, şok içinde kalırdı. Bu fikrime kıkırdadım. Belki...

Kalın tülünü çekerken yorgun bedenini buradan bile hissedebiliyordum. Neden bu kadar çok çalışıyordu ki?

Işığı saniyeler sonra kapanırken kendime engel olamayarak telefonumu elime aldım. Hızla sohbetimize girdim. Kalbim, deliyordu yine kaburgamı. Çok sevmekten öleceğim, evet, kesinlikle. Nasıl sevmem ki? Canımdı ya o benim...

Mandalina: Tekrardan iyi geceler, Halil Babür. Yatmadan dinlemek istersin belki diye bir şarkı önerisi:
Tolgahan Tarıoğlu, Bu Kalp.

Görüldü.

Yazıyor...

Halil: Dinleyeceğim, Mandalina. İyi geceler...

Görüldü.

Seni çok seviyorum, güzel adamım. İyi ki kalbim seni seçmiş, iyi ki...

🍊

Günaydın, güneş; günaydın, güneşe zıt Erzurum soğuğu; günaydın, sevgili okurlar ve günaydın sevgili sevgilim, en sevdiğim, biriciğim, hayatım, ömrümün nadide çiçeği, çok sevmeyi ve hep çok sevmeyi istediğim; yüreğim, günaydın.

Şimdi şöyle şirin bir gerinme hareketi yapıp sıcacık yatağımdan çıkacağım. Yapabilirim. Yapabilirsin, Leyla. Çok kolay ki!

Hiçte değil!

Kombiyi yatmadan önce kapatmıştım. Ve ev, buz gibi. Hani, bildiğimiz buz. Kombiyi niye kapattığıma gelecek olursak, tek kelime, öğrenciyiz. Kurt ayazı yer, soğuğu unutmaz. Yok öyle değildi. Kurt, kışı geçirir, yazı unutmaz. Ne alaka? Kurt, kurdun dostudur, tekrardan günaydın millet! Velhasıl, öğrenciyiz. Ay sonu yediğimiz soğuğu unuturuz belki ama dört rakamlı bir doğal gaz faturasını unutamayız. Kurdun burada unutamadığı bir şey varsa o da, doğal gaz faturasıdır. Selam olsun, Erzurum kurtlarına! Hepimiz kardeşiz. Siz dadaşsınız.

Neyse.

Değil mi?

Yeni uyandım, anlamakta güçlük çekebilirsiniz. Anlamak istiyor musunuz? Bilmem. Neyse, ben Halil'i çok seviyorum. Bilgilendirme bitmiştir, hadi şimdi kahvaltı yapalım. Ne yersiniz? Ben zeytini çok severim. Ama önce kalkmamız lazım, değil mi? Pıtı pıtı paytak ayaklar dışarı!

Yataktan kalkar kalkmaz bir çift çorabı ayağıma geçirdim. Kalın bir hırka da giyindikten sonra mutfak balkonuna gidip kombiyi açtım. Aslı, henüz uyanmamıştı. Uyanmış olsaydı kombiyi o yakardı. Saate baktım, henüz on buçuktu. Evin ısınması biraz zaman alabilirdi. O zamana kadar, tüp sıcağı! Demliğe su koyup ocağı sonuna kadar açtım. Odama tekrar dönüp telefonumu aldıktan sonra mutfak kapısını kapatıp az da olsa ısınmayı bekledim. Kar mı yağacak, nedir. Bu nasıl soğuk anneciğim?

Telefonumla biraz vakit geçirdim. Su kısa sürede kaynasa da ocağı kapatmadım. Donuyorum. Isınamadım hala. Hasta olmasam, iyidir.

Çayı hızlıca demleyip kaynar suyu yine ocağın üstüne koydum. Biraz daha kaynaya dursun.

Hareket edersem daha çabuk ısınırım düşüncesiyle kahvaltılıkları çıkarmak üzere dolaba yaklaştım. Gerekli yiyecekleri mutfak masasına çıkardım. Ekmek poşetine uzandım ki... Ta-taaaa! Bitmiş. Allah Allah, nasıl biter! Evde ekmek canavarı varsa, biter. Ekmek canavarı: Leyla Mizgin Yılmaz!

"Off anam, off! Şu hallerimi görsen kızına acırsın. Ama acımazsın. Bu çetrefilli hayatı ben tercih ettim sonuçta. Sen dediydin, a gızım ne edecesun evlerda, yurt iyidır, diye ama ha bu akulsuz kızın dinlar mi? Yoo!

Pijama takımımın çok göze batmıyor oluşunu fırsat bilerek üzerime sadece kabanımı geçirdim. Siyah beremi de taktıktan sonra botlarımı alarak kapıyı açtım. Vazgeçmek için geç değil, Leyla! Dön ve ekmeksiz kahvaltı yapın! Ama ben yapamam. O zaman don, Leyla!

Afedersiniz bir taraflarım ayazı yerken, Şener Şen misali ayaklarımı kıçıma vura vura fırına koşmayı düşünmedim değil. Ama imaj meselesi, çizilir. Sonra maazallah, canım sevdiğim bir yerlerden görür, henüz yazılmamış aşk romanımı ilk sayfasından yakamam.

Kabanımın içine gömülürken apartmandan çıktım. Dışarısı tahmin ettiğimden daha soğuktu. Ne bu, koca karı soğukları mı? Sevgili sevdiğim yanımda olsaydı buz tutmuş ellerimi ısıtırdı. Isıtırdı değil mi?

Leyla olmak için fazla soğuk bir hava, yürü kızım.

İki sokak yukarıdaki fırına gelince vakit kaybetmeden içeri girdim. Bakın şimdi, yüzü gözü şişmiş, altında pijama takımı, üstünde kabanı ve dağılmış saçlarıyla bir adet Leylamız var. Ve bu şapşal kızımıza karşı, jilet gibi giyinmiş, saçları özenle taranmış, boynundaki atkısını bile özenle takmış olan bir adet Halilimiz var. Leyla elendi, Leyla nakavt!

Zamanı geri alabilir miyiz? Çünkü lütfen. Bu olmadı. Tekrar başlayalım. Belki uyanamamışımdır ve bu Halilli gördüğüm milyonuncu saçma rüyadan biridir, ne dersiniz? Nah çektiğinizi duyar gibiyim. Edebin nerede kaldı a Leyla kız? Yatakta hocam.

"Günaydın," dedi sevecen sesiyle. Bu kadar iyi uyanmak için fazla yakışıklısın. Yakışıklılar öğlene kadar uyuyup saçı başı dağınık bir şekilde esas kızla karşılaşmıyor muydu, sen niye İstanbul beyefendisi gibi dikiliyorsun karşımda be adam! Köylü kezban ve soylu dükün imkansız aşkı... Pardon, kezbanın karşılıksız aşkı!

"Günaydın," yer yarıl ve beni içine al. Umarım ağzımın kenarlarında kurumuş salya izleri yoktur. Belkide var. Ve Halil, gülmemek için kendini zor tutuyor. Eve gidince kahkahalarla gülecek... Gülünce çok güzel oluyor. Konumuz bu mu, Leyla! Değil, pardon.

"Nasılsın," Seni gördüm daha iyi oldum ya.

"İyiyim, sen nasılsın?" Gülümsedi. Ne çok gülümsüyorsun sen böyle. Yani bana gülümse ama başka kızlara çok gülümseme. Gülümsemezsin değil mi? Kıskanırım ya, ondan. Mevzu buydu zaten! Ben tekrar uyuma hakkımı kullanmak istiyorum.

"İyiyim. Uyanamadın sanırım," derken baştan aşağı bedenimi kısa süreliğine inceledi. Nerede kaldı kırmızı dekolteli mini elbiseler, stilettolar, akıl alan rujlar; kezban Leyla, ben buradayım, diyor! Yarışmacı arkadaşlara başarılar.

"Uyandım aslında ama," sesim kısıldı. Biraz ona doğru yaklaştım. Koku. Parfüm. Allah, bir fena oluyorum. "Çok mu kötü gözüküyorum?"Yutkundum. Evet, kötü derse üzerime toprak atın ya da beni direkt bir yerden atın! Bu kadar özensiz de dışarı çıkılmaz ki ya hu!

"Hayır, gayet tatlı gözüküyorsun," NE! Tükürüğünde boğuldu yazın mezar taşıma. Zira tükürüğüm boğazıma kaçmıştı. Ne denli dumura uğradıysam ölme yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Sert sert öksürürken elini sırtımda hissettim. Ama sen daha ben ölmeden üzerime toprak atıyorsun, yiğidim! "İyiyim," dedim doğrulurken. Sorma, çok iyiyim. "Ne oldu birden," Saf yüzünü seveyim senin. "Birden oldu işte bir şeyler, boş ver, sen ne diyordun?" Akıllı, Leyla. Hilekar, düzenbaz, Leyla!

Gülümsedi.

Gülüşünden öpeyim.

Belki.

Birgün.

"Tatlı gözüküyorsun diyordum," durun şimdi heyecanlanacağım. Heyecanlandım bile. Allah'tan kış mevsimi de yanaklarımın kızarıklığını sorgulamıyor. Yoksa, ne olurdu bu kızın hali? Seni ben çok fazla seviyorum ya!

"Teşekkür ederim," şirin kız pozu. Kulağın arkasına saç sokma itemi!

Gülümsedi.

Bu kadardı.

İçeriden taze ekmek gelirken; Halil altı tane, bende üç tane ekmek aldım. Ücretleri ödeyip beraber fırından çıktık. Şimdi biz, beraber, yürüyecektik? Ekmek canavarı, Leyla'ya sevgilerimle, yanaklarından öperim, iyi ki ekmekleri yiyip bitirmiş.

Konuşmadan yürüyorduk. Ne muhteşem bir şey. Ne muhteşemsin, Halil. Ah bir de sana muhteşem şekilde deli divane olan kalbimi görsen!

"Güneş, dün seni sordu," sesi soluğumu tıkıyordu. Bu heyecanlanma faslını bir kenara bırakmaya çalıştım, ne kadar olduysa. Yan bir bakışla yüzüne baktım. Ayaklarına bakarak yürüyordu. Ölürüm sana.

"Merak ettim şimdi, ne dedi," sesim gerçek bir merak barındırıyordu. Zeytin gözlü, güzel kızı hem özlemiştim hemde deli gibi merak ediyordum.

"Seni görmek istedi, nerede olduğunu sordu. Bende bizimle hastaneye geleceğini söyledim, çok mutlu oldu."

Ah, miniğim. Çok iyi olacaksın.

"Mutlu olmasına çok mutlu oldum. Özledim onu. Yarın görüşeceğiz. Umarım," başını salladığını gördüm. Başka da bir şey söylemedi.

Apartmanlarımızın olduğu sokağa gelene kadar başka bir şey konuşmadık. İyi günler dileyip, ayrıldı yanımdan. Kalbimde onunla gitti. O hiç bilmedi. Birgün bilir ha? Belki.

Eve girdiğimde Aslı'da uyanmıştı. Sofranın eksiklerini tamamlamış, beni bekliyordu. Beraber kahvaltı yaptıktan sonra etrafı topraladık. O yine odasına geçti. Bende odada ders çalışmak yerine bugün için salonu tercih ettim. Halil'in odası görünmüyor olsaydı kesinlikle böyle bir tercih yapmazdım ama buradan da Halil'in odası görünüyordu. Hoş gündüz odasının içini çok göremiyordum ama camını görmek bile iyi hissettiriyordu.

Kitaplarımı orta sehpanın üzerine bırakıp yere oturdum. Yer aşkı konusunu tekrar açmaya gerek var mı, bence yok. Neyse. Ders çalışalım.

Çalışalım,
ama
bir müsaade edin canım!

Bildirim gelen telefonumu elime aldım. Müsaade mi edin dedim, boş verin, etmesinler. Yani, o etmesin.

HALİL BANA MESAJ ATMIŞ. DUYANLARA DUYMAYANLARA YA!

Halil: Günaydın, Mandalina. Benden de sana bir sabah şarkısı:
Adamlar, Rüyalarda Buruşmuşum.

Mandalina: Dünyanın en güzel sabahı, bu sabah. Günaydın, Halil. Severek dinleyeceğim.

Halil: Önce dinle, sonra sev.

Mandalina: Önce dinleyip, sonra seveceğim...

Görüldü.


Loading...
0%