Yeni Üyelik
35.
Bölüm

Final II. Kitap 🍊 Mutsuz Çizgiler Üzerinden Mutlu Sonlara

@amatoriceyazar

 

Bölüm Müziği: Kenan Doğulu-Gelinim

Final:

“Mutsuz Çizgiler Üzerinden Mutlu Sonlara"

🍊 

Halil Babür’ün Anlatımıyla…

İnsan, yaptığı hataların bedelini yalnızca bir defa ödemiyor. İnsan, yaptığı hataların bedelini yerli yersiz hep ödüyor. Benim yaptığıma hata denemez. Benim yaptığım, baştan aşağı eşeklikti. Hayatımdan kendimi bile silebilirdim fakat Leyla’yı ilk yokuşta geri de bırakmak eşeklikti işte. Şimdi beynimde sancılı bir şekilde yankı bulan “Hayır” cevabını nereye sığdıracağım? Bu bir hak ediş miydi? Yoksa fazladan ceza mı kesiliyordu?

“Ne demek hayır?” diyebildim titreyen sesimle. Şayet kendime gelebilseydim hiç utanmadan ağlayabileceğimi düşünüyordum. Leyla’ya kendimi affettirme ihtimalim yüksekti fakat Leyla’ya rağmen kendimi affettirmek… İşte bu güçtü. Olmadı da zaten.

“Bildiğin hayır,” dedi keskin bir sesle. Gözlerimin yandığını hissediyordum. Sonumuz böyle mi olacaktı? Rüya gibi bir aşkın sonu her zaman vuslata ermez miydi? “Ama seviyoruz…” dedim manasızca. Dudağının kenarı kıvrıldı. Gözlerinde tek bir duygu belirtisi yoktu ya da dolu gözlerimle bunu pek idrak edemiyordum. “Eski Leyla yok artık,” dedi. Eski Leyla yok. Yeni Leyla, Halil’i sevmiyor mu? “Bu ne demek?” Sesim çaresizdi. “Bu şu demek,” gözlerini gözlerime dikti. Parmak uçlarında yükseldi yavaşça. Boylarımız nerede eşitlenirken yüzünün bana doğru yaklaşışını buğulu gözlerle seyrettim. Her şeyi bekliyordum. Her ihtimali gözden geçirmiştim. Fakat dudaklarıma kapanan sıcak dudaklarını hiçbir ihtimal altında düşünmemiştim.

Şiddetli bir şaşkınlıkla sarsılırken dudakları dudaklarımın üzerinde birkaç saniye bekledi ve geri çekildi. Tepki veremeyecek kadar donuk hissediyordum. Evlilik teklifine hayır diyen biri geri dönüp öper miydi? “Eski Leyla, bu evlilik teklifi karşısında havalara uçardı. Yeni Leyla, her ne kadar sevinse de biricik sevgilisine terk edişinin karşılığında minik kalp krizleri geçirterek evet demeyi tercih ediyor.” Anlamayarak gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. “Anlamadım,” diyerek de sözlü olarak bunu belirttim. Gözleri kısılana kadar kocaman gülümsedi. “Şaka yaptım yani.” Ne için? “Leyla…” dedim çaresiz bir akılla. Gülüşü daha da büyüdü. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu yüzük kutusunu yavaş hareketlerle açtı. İçinde parıldayan tek taşı iki parmağıyla tutup çekti. Sonrasında da yüzük parmağına geçirdi. Yaptıklarına anlam veremeyecek kadar aptal hissediyordum.

“Bir daha beni terk etmeyi aklının ucundan geçirirsen seni mahvederim,” dedi neşeli bir ses tonuyla. Bedenimdeki donukluk ve korku yavaş yavaş giderken idrakim de açılmıştı. Evet, diyordu. Evet!

Kollarım şiddetle bedenini sararken yaşadığım bu fevkalade hissi hangi cümlelerle tarif edebilirim, bilmiyorum. Hep dediğim gibi mevzu Leyla ve bundan başka hiçbir şeyin önemi yok.

🍊 

Çetin kış günlerinde başlayan aşkımızı yine çetin bir kış gününde imzalarla şenlendirmemiz kimse için tesadüf sayılmazdı. İkimizin de ortak kararıyla düğünü kış ayında yapmak istemiştik. Evlilik teklifinin üzerinden yalnızca bir ay geçmişti. Bugün günlerden 4 Şubat. Hayatımın en mutlu günü. Leyla’yı ömrüme ortak ettiğim günlerin ilki.

Papyonu ölümüne sıkan Arda’nın karnına sert bir yumruk geçirdim. “Leyla’ma kavuşamadan Allah’ıma kavuşacağım senin yüzünden.” İki büklüm halini düzeltip muzırca sırıttı. “Fena fikir değil aslında.” Kısa bir an durup ciddi bir ifade takındı. “Bir şey soracağım,” dedi. Başımı salladım. “Ben de sizinle yaşasam ne olur ki?” Bu soruyu gerçekten sorduğundan emin olmak adına yüzüne dikkatle baktım. “Şaka mı yapıyorsun lan?” Ellerini durmadan çekiştirdiği papyonumdan indirip bir adım geri çekildi. Yüzü yere eğilirken bir hayli de düşmüştü. İçim burkuldu. Ensesinden tutup kendime çektim. “Ağlayacak mısın lan? Arda’sın oğlum sen. Kendine gel.” İki koluyla sırtımı sıkıca sararken kırgın sesiyle de konuşmaya başladı.

“Şu hayattaki tek dayanağımsın oğlum sen benim. Ailem bildim ben seni. Şimdi ayrı düşüyor olmak çok koyuyor.” Sesi sona doğru ağlamaklı çıkınca kendimi daha fazla tutamadım. Gözlerim iyiden iyiye dolmuştu. “Ben seni bırakır mıyım lan? Kardeşimsin sen benim. Güneş gitti, sen geldin. Evden gidiyorum diye hayatından da mı gidiyorum sandın? Benden kurtuluşun yok!” Kıkırdamasını işittim. Sırtını sertçe sıvazlayıp geri çekildim. Şakaklarından tutup dolu gözlerimle baktım dolu gözlerine. “Toparlan şimdi. Sağdıç adam dediğin havalı olur. Sümüklerini bir gören olacak.” Gülerken başını salladı. Canım kardeşim benim. Yüreği buruk, yetim kardeşim benim.

Hazırlanmaya devam ederken kapı çaldı. Saniye geçmeden de içeri Nilperi girdi. Arda’ya doğru bir ıslık çalarken bana da göz kırptı. “Yakışıklılar cemiyeti mi kurdunuz yapışık ikizler?” Bu halleri hepimizi güldürürken yaklaşıp Arda’nın yanağına bir öpücük kondurdu. “İç güveysi gibi gelinin evinde hazırlanıyorsunuz, yetmiyor gelini bekletiyorsunuz, hadi ama!” Kol saatime baktım. Dokuzu çeyrek geçiyordu. Kına gecesi dün gece Ordu’da yani burada yapılmıştı. Düğünü de Erzurum’da yapacaktık.

Nilperi’yle Arda’yı arkamda bırakıp şiddetle çarpan kalbimle birlikte dışarı çıktım. Onlar da çok geçmeden peşimden geldiler. Ev de hunharca bir kalabalık vardı ve gerçekten rahatsız hissediyordum. Biricik sevgilimi kısa bir an da olsa baş başa göremeyecek miydim?

Leyla’nın hazırlandığı odaya doğru ilerledim. Kapının oraya geldiğimde adetlerden bir haber gibi öylece gireceğimi sandım. Kulpu indirince de öyle olmadığını anladım tabi. Hatice ablanın başı aralık kapıdan uzandı. “Gelin almak öyle kolay mı, Halil Efendi! Hem senin faturan da kabarık. Dökül bakalım paraları,” diyerek avucunu uzattı. Arkamda ne ara oluştuğunu bilmediğim kalabalık kahkahalara boğulurken cebimde beş para olmadığı aklıma geldi. Sağdıçlar bu anlar için vardı tabi. Anında yanıma geldi ve cebinden çıkardığı bir tomar parayı Hatice ablanın eline bıraktı. Arda’ya minnetle gülümseyip kapının açılmasını bekledim.

Hatice abila aldığı miktardan memnun olsa gerek ki kapıyı ardına kadar açtı. Kapı açılınca da güzel yüzlümün yüzü tüm ışıltısıyla ortaya serildi. Odanın ortasında rüya gibi bir gelinlikle gülümseyerek beni bekliyordu. Seni hak edecek ne yaptım ben?

Elim ayağım titriyordu. Avuç içlerimde biriken terleri kimseye belli etmemeye çalışarak pantolonuma sildim. Sarsak bir iki adımda içeri girdim. Mevcut bir kalabalık hakimdi ama gözüm ondan başkasını da görmüyordu. Biraz daha yaklaşınca artık yüzlerimiz arasında pek bir mesafe yoktu. Ellerimi ileriye uzattım. Pamuk elleri buldu ellerimi. Hayallerimin ötesinde bir güzellik, hayallerimin ötesinde bir gelin…

“Çok güzel olmuşsun,” dedim sesimin çıktığından pek de emin olamayarak. Yüzü utançla kızardı. “Sen de çok iyi görünüyorsun,” dedi aynı fısıltılı tonlarda.

Yaklaşıp alnına uzun bir öpücük kondurdum. Benim dünyam bu kadardı işte.

🍊 

3 yıl sonra…

Ankara-Beynam Ormanları

Leyla Mizgin’in Anlatımıyla…

Herkesin bir hikayesi vardır bu hayatta. İyisiyle kötüsüyle yaşanan hayatlar vardır. Hata yapanlar vardır ve tabi affedenler de. Hayat, dönemeçlerle doludur. Yine de bazı yerlerde güldürür.

Geldiğimiz bu nokta da bir çoğunuzun bana kızdığını biliyorum. Belkilerle çıktığım bu yolda, bu adam tarafından sevilmeyi bile hayal edemezken şimdi onunla bu hayatı yaşıyor olabilmek bana müzice gibi geliyor. Kalbimi ne kadar kırmış olsa da aşk affeder, aşk affetmeyi sever.

 

“Boklu götünü çek kız ağzımdan!” Arda, nükleer bombayla temas haline girmiş gibi abartılı bir şekilde yattığı yerden çocuğumu ta ötelere bildiğiniz fırlattı. “Arda, bak kardeş mardeş dinlemem şarap çanağına-” Halil, mangalın başından ayrılıp şiddetle Arda’ya doğru gelirken hemen araya girdim. “Çocuğumun yanında küfretmeyin dedim size değil mi?” Salata yapmaya ara verip bulduğu herhangi bir böceği yemek için fırsat kollayan bebeğime ilerledim. Ellerimin kirini üstüne sürmemeye dikkat ederek kucağıma aldım. Sonra da boş beleş oturan Nilperi’nin kucağına bıraktım. “Teyzen sana bakmaya çok meraklı değil aşkım ama annenin şu an işi var. Bu yamyam amcadan uzak durmak için bir müddet bu sevimsiz surata katlanmak zorundasın.” Sözlerimi bitince sevimle ve neşeli yüzüyle birkaç ses çıkarsa da pek bir şey anladığım söylenemezdi. Yine de çabasını takdir etmek lazım. Konuşsa neler anlatacak yavrum da dili dönmüyor işte. Eğilip yanağına sulu bir öpücük kondurup tekrar işimin başına döndüm.

“Bu artı on sekiz ibaresinin yanında çocuğumuzu büyütmeyecektik. Dedim ben sana, Leyla!” Bir yandan mangalı yelliyor diğer yandan bulduğu taşı Arda’nın kafasına atıyordu. Hiç büyümeyecekti. Hiç büyümeyeceklerdi. Arda’da bunun altında kalmıyor atılan taşları geri iade ediyorlardı. “Ay çocuk musunuz ya! Eşek kadar adamlar oldunuz yaptığınız hareketlere bak!” Çirkefleşmemle durmaları bir oldu.

Sonrası sakin geçti. Sofrayı kurduk. Bu esna da uzaktan beklediğimiz kişiler de gözüktü. “Heh, Egemen’le Melis’de geliyor. Ay, Bartu nasıl büyümüş. Aşkım benim ya!” Halil, Egemen’leri görür görmez kendi halinde mangalını kemiren çocuğumu hızla kucağına aldı. “Irz düşmanı Bartu geliyor miniğim, sakın geçen sefer olduğu gibi gülücükler saçma,” diye ciddi ciddi konuşmaya başladı. Bu tavırları artık hepimizi güldürüyordu. Oysa küçük Bartu ırz düşmanı olamayacak kadar sevimliydi.

Egemen’ler de gelince kadro tamam olmuştu. Halil, minik Güneş’imizi kucağından hiç indirmedi. Egemen’de mevzuyu bildiğinden her seferinde üstüne gitmekten asla vazgeçmiyordu. “Birader, şu çocukları kertelim artık ha! Bak zaten Güneş yanık benim oğlana. Nasıl gülüyor baksana.” Halil, kale savunur gibi çocuğumu sıkıca bastırdı göğsüne. “Boş konuşma, Egemen! Vermem kızımı kimselere.” Güneş, babasının sözlerinin ardından yüzünü tırmalamaya başladı. Anlamsız sözleriyle de ona kızdığını anlayabilirdiniz. Sanırım gerçekten de gönlü var, Bartu’da.

--

Çekişmeli ve bir o kadar da eğlenceli bir pikniğin ardından artık evimizdeydik. Çamaşırları kurutma makinesine atıp salonda oynayan baba kızın yanına geçtim. Şu sahne için ömrümü bile verebilirdim. Güneş, hayatımıza güneş misali doğmuştu. Artık daha bağlıydık birbirimize. Bu küçük bebek, her şeyimiz olmuştu. Bakınca bazen inanasım gelmiyor. Nasıl her şey bu kadar hızlı gelişti de üstüne bir de kızım oldu diye düşünüyorum. Ama oldu işte. Bir cam kenarında uzaktan uzağa sevdiğim adamla evlenmiş, üstüne bir de çocuk yapmıştım.

“Leyla, yiyeceğim ben bu yavruyu ya! Dişlerimi sıkmaktan ağzımda diş kalmadı,” deyip halının üstünde uzanarak kızımın üstüne çöreklendi. Bana da ama değil mi?

“Halil Bey, biraz da bu tarafa mı baksanız acaba?” Ayak ayak üstüne atıp kollarımı da göğsümde bağladım. Kucağındaki kızımızla dönüp bana baktı. Güneş ise anlamsız bir biçimde elindeki oyuncağı kemiriyordu.

“Benim güzel karım kıskandı mı acaba?” derken çoktan yerden kalkıp yanıma gelmişlerdi. Eğilip yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. “Tabii ki de kızımı kıskanmıyorum ama beni de ilgisiz bıraktın bu aralar.” Tek kaşı havalanırken kucağındaki Güneş’i dikkatle yere bıraktı. Sonrasında tekrar bana dönüp saçlarımla oynamaya başladı. Yüzü yüzüme bir hayli yakındı. Bu kadar zaman geçmesine rağmen hala heyecanlanmam normal mi? “Seni çok seviyorum,” dedi. Eğilip tekrar yanağıma bir öpücük bıraktı. Gözlerim kapanırken fısıldadım. “Seni seviyorum. Çok.”

Bu güzel anın içinde minik ve cılız bir ses odanın içinde yankılandı. Henüz bir buçuk yaşında olan ve konuşmayı çok da çözemeyen bebeğim hiç de mantıklı olmayan bir kelimeyi söyledi. “Maydalna.” Güneş, bunu söyler söylemez salona giren Mandalina, sevimli mırıltılar eşliğinde Güneş'e sırnaşmaya başladı. Ne mutlu bir tablo... Güneş ve Mandalina

Mandalina… Aşkımızın meyvesi, aşkımızın meyve vermesinin sebebi, mandalina.

-SON-

Loading...
0%