@amatoriceyazar
|
Bölüm Müziği: Levent Yüksel-Yas - Bölüm 1: "Hayat Her Zaman Umduklarımızı Vermez" - En geniş sokaklarda kendi nefesinde boğulmak gibidir, bazen yaşamak. İncedir, incitir. Salıncak kurmak gibidir. Ama aynı zamanda düşmek. Eller inadına dimdik durmak, tenhada içine içine ağlamak. Yaşamak, sızı verir insana. A gamlı baykuş gibi evlerinin bacalarına tüneyen, sizler, yaşamak budur. Sigara bazen öylesine yakılır ama öylesine çekilmez işte. Dumanın dansındadır hüzünlü hayat hikayesi. O amcaya kinli gözlerle bakma bu yüzden. Okşanası saçları da çekme. Herkes gül bahçelerinin ortasında büyümez ki. Bazı hayatlar, bataklıktır. Yolları da dikendir. Yaşamak, budur işte. Kimilerine cennet, kimilerine, bilmem ne ki. "Babacım," dedim çaresiz ve titreyen sesimle. Kirpiklerinin gölgeleri ağır ağır dans ederken göz altlarında, ilk defa kuvvetli bir hisle, ardına kadar açmasını istedim. Nefesi göğsünü zorlarken, ilk defa derin derin nefesler alsın istedim. Ölmek veya ölmeye yaklaşmak buysa, yaşasın istedim. Soğumaya yüz tutmuş eli dermansızca kalktı ve yanağımı buldu. Gözlerimden firar eden yaşların sadece birkaçını silebildi. "Ağlama, Serçem," dedi. Ağlama... Kolaysa ağlama be baba! Babaların dağ gibi durmasını senden öğrenmişken seni böyle bi'çare görmenin bağır yaktığını sana nasıl anlatabileceğim ki? "İstanbul'a git, Aziz Korlu'yu bul." Bunları söylerken o kadar zorlanmıştı ki, konuşmasın istedim. Bu kadar yorulacaksa, konuşmasın. "Ceketimin cebinde mektup var. Aziz'e..." Son sözleri bunlar oldu. Eli ağır ağır yanağımdan çekilirken, gözleri de aynı ağırlıkla kapanıverdiler. Dünyam karardı sandım. Babalar, ölüme yakışan adamlar değillerdi. ** Kabus gibi geçen bir haftanın ardından, henüz toprağı kurumamış babamı Yozgat'ta bir başına bırakıp hiç bilmediğim bir şehrin tozunu yutmaya gitmek haddinden fazla korku ve üzüntü veriyordu. Yine de her şeye rağmen babamın son isteğini yerine getirmek için kuvvetli bir istek duyuyordum. Öyle ki hiçbir şeyden haberi olmayan fakat yine de derin duygularla hisseden kardeşimi bile bu uğurda yollarda sürüklemeye başlamıştım. Ceyda, melek kalbiyle karşısında gördüğü bu koca eve dehşet içerisinde bakarken aynı dehşeti benimde yaşadığımı biliyordum. Babam Aziz Korlu deyince, bizim gibi mutevazi yaşayan bir aile sanmıştım. Gidecektim, mektubunu verip dönecektim. Tüm düşüncem buna yönelikti. Ağır adımlarla, Ceyda'yla birlikte büyük demir kapıya yaklaştım. Kulübesinde oturan güvenlik bu çaresiz duruşumuzdan bize güven etmezken burun kıvırıp arkasını döndü. "Burada bekle ablacım," deyip Ceyda'yı yol kenarında dikerken halden anlamaz güvenliğe doğru ilerledim. Kapının arkasından sesimi duyurana kadar bağırdım. Bıkmış bir ifadeyle kulübeden çıkıp aynı bıkkın ifadeyle de konuştu. "Ya bacım, Allah için başka kapıya! Buradan size ekmek çıkmaz." Kaba saba, halden anlamaz herifin teki işte, yanılmamıştım. "Dilenci değiliz, haddinizi bilin önce. Derdimizi anlatmaya çalışıyoruz burada." Alaycı bir bakışla kaşları havaya kalkarken umursamaz ifadesini sürdürüp eğri bakışlarıyla tekrar kulübeden içeri girdi ve bir daha da cevap vermedi. Babamdan miras bir inadım vardı benim. Öyle ki burada açlıktan öleceğimi bilsem, milim kıpırdamayacaktım. Görünüşe göre yafta süren bu güvenliğe inat bu çiftlikten içeri girene kadar vazgeçmeyecektim. Şayet Ceyda olmasaydı. Benim yanımda asla huzursuzlanmazdı, minik melegim. Sessiz sedasız durur, ben hadi diyene kadar da asla hareket etmezdi. Fakat kıyamıyordum işte. Gök şiddetle gürlerken ve tek tek yağmur taneleri düşerken kendimden ziyade onu düşünüyordum. Yol kenarındaki ağaçların altına geçip Ceyda'yı da peşimden sürükledim. "Burada bekleyelim, olur mu ablacım?" Hızlı hızlı başını salladı. Sonra da ayakta durmaktan yorulmuş olsa gerek ki durduğumuz ağacın hemen altına çömeldi. Onun bu haline gülümsemeden edemedim. Yağmur birkaç dakika sonra haddini aşarken yanımızda getirdiğimiz küçük çantanın içerisinden Ceyda'ya kalın bir hırka çıkardım. Onu giydirdikten sonra da kendime ince bir hırka aldım. Sonbahar solgun yüzünü iyiden iyiye göstermeye başlamışken bu havalarda üşümemek elde değildi. Kollarımı birbirine sarmış bir halde çiftliğe gelecek veya çiftlikten çıkacak herhangi birini beklerken vakit çoktan akşama doğru evrilmişti. Yağmur, bizden yana değildi. Şiddetini artırmıştı ve bu ağaç dibinde bile artık ıslanmaya başlamıştık. Ceyda'nın yanına çömelip kollarımı küçük bedenine sardım. "Özür dilerim ablacım. Seni böyle bir duruma düşürmek istemezdim." Pişmanlığım sesime yansımışken Ceyda, yine melek kalbini konuşturdu. Başını kaldırıp yanağıma sayısız öpücük kondurduktan sonra tekrardan ıslak toprakla oynamaya başladı. Başının üzerine öpücük kondurup yola bakmaya devam ettim. İnadım dinmemişken Ceyda için vazgeçmek üzereydim. Yerimden kalktım ve yağan yağmura rağmen ağacın altından çıkıp ağaçların arasında kaybolan yolu gözetledim. Uzaktan yanan iki far karanlık göğüme umut olurken saatlerdir bizi izleyen güvenliğe zafer dolu bir gülüş sundum. O ise yiyeceği her hangi bir azardan korkarak yağmura rağmen tekrar kulübesinden çıktı. "Elimden bir kaza çıkacak. Defolun gidin. Beyim sizi buradan def etmedim diye bana kızacak şimdi." Bu kez onu umursamayan taraf bendim. Başımı tekrar yoldan taraf çevirip artık yaklaşan arabanın içine bakmaya çalıştım fakat ışıklardan dolayı bu oldukça zordu. Gözlerim hala pür dikkat arabadayken yaklaştı yaklaştı ve tam önümde durdu. Şoförün camı ağır ağır inerken gördüğüm berrak yüz kısa bir an, çok kısa bir an adını bilmediğim bir duygunun katmer katmer yayılmasına sebep oldu. Bu manasız geçiş sonrası yine de hızla kendime geldim. "Aziz Korlu'yla görüşmem gerek," dedim. Şiddetli yağmur sesimi yutsa da yine de duyurmayı başarmıştım. Arabanın içinde ki berrak yüz, önce bana sonra da arkadamda ki Ceyda'ya baktı. Sonra da bir çırpı da arabadan inip arka kapıyı açtı. "Arabaya geçin, daha fazla ıslanmayın." Uzatılan bu merhamet şemsiyesi sonrasında tanımadığım bu adama şiddetle minnet duyarken gözlerimle de bunu belirttim. Sonrasında da dönüp Ceyda'yı ve küçük el çantamızı aldım. Islak bedenlerimizle arabanın arkasına otururken mahçup bir ifadeyle tanımadığım bu adama karşı konuştum. "Arabanızı ıslattık, kusura bakmayın." Kısa bir an arkasını döndü ve gözlerinin rengini o zaman idrak edebildim. Alabildiğine yeşil gözlere sahipti. Tıpkı orman gibi. "Ziyanı yok," dedi bana karşı ve Ceyda'ya doğru da gözünü kırptı. Ceyda, beklemediği bu davranış sonrası kıkırdayıp, utanarak yüzünü koluma gömerken yabancı adamın da gülmesine sebep oldu. Tekrar önüne döndüğünde büyük demir kapı ardında kadar açılmıştı. Araba hareket edip içeri girerken kulübenin orada tekrar durdu. Hala açık olan camdan başını çıkardı. "Bir daha kapıya biri geldiği zaman içeriye sor, kafana göre hareket etme." Güvenlik el pençe divan dururken içine kaçan sesiyle konuştu. "Emredersiniz, Yağız beyim." Adının Yağız olduğunu öğrendiğim adam başka bir şey söylemezken tekrar arabayı çalıştırdı ve artık büyük çiftliğe daha yakındık. Anlamsız şekilde uzatılan yol sonrası büyük bir kapının önünde durduk. Kapı kulpunu çekip açamayacak kadar tedirgin hissediyordum. İçimde bir yerlerde koca bir huzursuzluk yatıyordu ve bu kapıyı kendime kalkan edinmiştim sanki. Kendi dünyamda kaybolmuşken ne zaman indiğini göremediğim Yağız, bir an da kapımı açtı. İrkilip geri çekilirken içeriye doğru bağırdı. "Korkutmak istememiştim. Seslendim ama duymadın. Çok yağmur yağıyor, minik ıslanmasın. Hadi içeri geçelim," dedi ve daha ne olduğunu anlamadan yanımda duran küçük çantayı eline aldı. Kapım açık kalırken arabanın etrafında dolanıp Ceyda'nın kapısını açtı. Elini ona doğru uzatıp, "Hadi bakalım ufaklık," dedi şefkatli bir sesle. Tanıdığım Ceyda, asla yabancı birinin elini tutmazdı. Fakat kalbine yakın gördüğü bu adamı ikiletmeden küçük elini elinin içine bıraktı. Bu hali gülümsetirken ben de arabadan indim. Yağan yağmurun altından hızla kaçıp büyük kapının önüne geldik. Burası korunaklıydı. Ceyda'nın elini bırakmak yerine çantayı yere bırakmayı tercih eden Yağız, kapıyı çaldı. Çok geçmeden de diziler de gördüğüm figüran hizmetçi kapıyı açtı. Gözleri bizi görünce şaşkınlıkla aralansada hizmetçiyi es geçen Yağız, tekrar eğilip yerden aldığı çantayla ve elinden tuttuğu Ceyda'yla evden içeri girdi. Ben hala kapı ağzında beklerken yüzüne yerleştirdiği güven veren gülümsemeyle "Hadi," dedi. Bir cesaret girdim içeri. Bu koca ev sanki beni boğup boğup uçurumdan atıyordu. Arkama bakmadan kaçmak ve izimi bile kaybettirmek istiyordum. Yağız ve Ceyda ön de, ben de arkada ilerlerken büyük bir salonun ortasında durduk. Sağa döndüğümüzde ise tahmin etmediğim kadar koca bir kalabalıkla göz göze geldik. Yok olmak ve geldiğim gibi gitmek isterken Yağız, buna fırsat tanımadan gür bir sesle konuştu. "Misafirimiz var." Büyük yemek sofrasının başında oturan kişi "Kimler?" diye sordu. İçine düştüğüm bu çukurdan bir an önce çıkıp gitmek için Yağız'dan önce ben öne atıldım. "Ben Kemal Güzel'in kızıyım. Kendisi bir hafta önce vefat etti. Size ait olan bir mektubu getirmem için vasiyette bulundu. Onu getirdim," dedim. Bunları söylerken adam çoktan ayaklanmıştı. Emin olmak için tekrar konuştum. "Aziz Korlu siz misiniz?" Başını ağır ağır salladı. "Demek Kemal vefat etti ha..." Yüzü hüzne gark olurken bu adama karşı babacan bir hisle bağlandım. Bana doğru gelirken "Mektup nerede?" diye sordu. Çantamda hazır tuttuğum mektubu bir hamle de çıkarıp eline bıraktım. Sonra da bana bakan fazlaca bir kalabalığa göz değdirmemeye çalışarak arkamı dönüp Ceyda'nın yanına ilerledim. Yağız, bu esnada pür dikkat beni seyrediyordu ve bu haddinden fazla diken üstü hissi uyandırıyordu. "Hadi gidelim ablacım," dedim sessiz bir şekilde. Ceyda, Yağız'ın elini bırakıp benim elimi tutarken ona karşı da sessizce "Teşekkür ederim," dedim. Başını ağır ağır sallarken göz temasını hiç kesmedi. Gözleri artık daha yeşildi. Sakallı yüzü de artık daha beyaz...Boş da kalan elimi uzatıp çantayı uzatmasını bekledim. Tam bu an da Aziz Korlu'nun sesi yükseldi. "Mine, genç kıza ve kardeşine bir oda açın. Bundan sonra bizimle kalacaklar." |
0% |