@amatoriceyazar
|
Multi: Bambaşka Biri-Katil Bölüm 2: MAHZEN __________ Kan nasıl kokar? İnsan nasıl ölür? Birinin karnına bıçak saplamak nasıl bir histir? Her şeyden öte, ölmeye yakın olmak nasıl bir korku uyandırır? Ve en kötüsü, bir ölüyle baş başa kaldığında delirme noktasına nasıl gelinmez? Bugün, 92. gün. Hayattan koparılışlarının sayısal değeri. 92 gün boyunca, işte bugün de ben öleceğim diye uyandılar. Bugün de cinayet planlarının kurbanı benim diye düşündüler. Olmadı. On bir kişi olarak girdikleri bu yerde artık dokuz ölü var. Bora'nın cansız bedeni yüz adım ötede duruyor. Keskin kan kokusu dakikalardır genizlerini yakıyor. Karnına saplanmış koca bir bıçak, ona hayli kan kaybettirmişti. Ölüm sebebi de muhtemelen kan kaybıydı. Alina'nın yüzü ifadesiz olsa da kalbi yaşadıklarını artık kaldıramıyordu. Çöktüğü bu duvar dibinde, kan soluya soluya ağlıyordu. Kuzey hemen yanındaydı. Bu hikâyede onlara öğretilen tek bir şey vardı: Bu yer altı mahzeninde on tavşan ve bir tazı vardı. Bu hikâyenin kötü karakteri Alina değildi. Eğer kişilik bozukluğu yaşamıyorsa ne Bora’yı ne de diğer sekiz arkadaşını o öldürmüştü. Geriye tek bir ihtimal, tek bir kişi kalıyordu: Kuzey. Tüm bu savaşın ortasında delicesine âşık olduğu adam. Evet, bu hikâyenin katili o değildi. Ama artık bu mahzende ondan ve Kuzey’den başka kimse kalmamıştı. Kabullenmek istemese de gerçek, can yakacak kadar elle tutulur haldeydi. Kuzey katildi. Tazı oydu. 92 gün boyunca hepsiyle oynamış ve nihayetinde oyunun sonuna gelmişti. Kuzey'in yazdığı hikâye böyleydi. İnanmak istemiyordu ama saf gerçek buydu. Kuzey katilse her şey dengede tutulabilir ve akla yatabilirdi. Fakat Kuzey öyle bir şey söyledi ki, oyunun içinde bir oyun daha olduğunu o zaman idrak edebildiler. “Katil ben değilim, Alina,” dedi. Katil ben değilim. Tek bir cümleye bu kadar kolay inanmak aptallık gibi gözükse de Alina çoktan inanmıştı bile. Şimdi başka sorular peyda olmuştu. Katil Alina da değildi. Peki ama katil kimdi? Korkulu gözlerle birbirlerine bakarken, artık duymayacaklarını düşündükleri o robotik ses, yani Tazı'nın sesi, boş depoda yankılanmaya başladı. “Yağ satarım, Bal satarım, Ustam ölmüş, Ben satarım. Ustamın kürkü sarıdır, Satsam on beş liradır. Zam-bak zum-bak, Dön arkana iyi bak.”Yine aynı lanet sözler. Yine aynı keyif dolu ses. Alina, korkuyla Kuzey’e sokuldu.“Oyun henüz bitmedi, tavşanlarım,” dedi ve yine aniden kayboldu.92 gün. Gece gündüz yaşanan kâbuslar. Dokuz ölü. Nasıl yaşayacağını bilmeyen iki de diri. Koca bir mahzen. Tek amacı oyun oynamak olan bir katil. Onlar âşıklar. Ve her yer çok karanlık. ** Hiçbiri tatil umuduyla çıktıkları bu yolculukta kaçırılmayı beklemiyordu. Korkuları, bilinmezlik yüzündendi. Kim tatil vaadiyle birbirinden alakasız on bir kişiyi kandırıp bir otobüste toplar ve kaçırır ki? Bu işin mantığını kavrayamıyorlardı ve adrenalinin bu kadar yüksek olduğu bir durumda herhangi bir şeyi anlamaya çalışmak da imkânsızdı. Üç gün önce Antalya Havalimanı'ndan yine bu otobüsle alınmışlardı. Üç gün süren tatilin ardından yine o lanet alışveriş firmasından bir mesaj geldi ve ne hikmetse kamp hediyesi kazandıklarını söylediler. İnandılar. Zaten tek suçları inanmaktı. Sonra yine bu otobüse bindiler.Şimdi saat akşam dokuz. Karanlık bir orman yolunda, arabaya dolan sis dumanından korunmaya çalışarak ilerliyorlar. Olayların nasıl bu raddeye geldiğini anlayacak durumda değillerdi. Alina’nın hatırladığı son şey, Kuzey’in şoförün tüplü maskesini fark etmesiydi. Ondan sonra olaylar çığırından çıktı. Erkekler can havliyle şoföre saldırmaya çalışıyorlardı fakat şoförün acımasızca araç sürmesi yüzünden bu imkânsız bir hale geliyordu. Kızlardan bazıları ümitsizce camları kırmaya çalışıyordu. Alina ise korku filmi izler gibi olanları öylece seyrediyordu. Ağzını koluyla kapatarak ilacın etkisine karşı koyabiliyordu fakat bu ne kadar sürebilirdi ki? Yanında oturan Yasemin çok geçmeden ilacın etkisine kapıldı. Demir ve Banu da Yasemin gibi ilaca karşı koyamayanlardandı. Kuzey hâlâ var gücüyle şoföre ulaşmaya çalışıyordu fakat soluduğu ilaç yüzünden dengede kalmakta zorlanıyordu. Alina’nın da başı yavaş yavaş dönmeye başlamıştı. Bayılmadan önce kolunu çekip Kuzey’e bağırdı. “Bayılmak üzeresin. Başını bir yerlere çarpmadan otur.” Kuzey, dikkatini Alina’ya vermişti fakat gözleri çoktan kaymaya başlamıştı. Alina, son direnciyle yerinden kalkıp dengesini koruyarak Kuzey’in yanına kadar gitti. İkisinin de bilinci kaybolmaya başlamışken kol kola kapının orada yere süzüldüler. Her yer karardı. Fakat bilmiyorlardı ki bu, onların aydınlıkla son bakışmasıydı. ** Gözlerini az da olsa aralamayı başardığında, ışığın acısıyla tekrar kapatmak zorunda kaldı. Neredeydi? Sırtını kaplayan bu yumuşaklık, rahat bir yatakta olduğunun sinyalini veriyordu fakat hangi yatakta? Bu kadar uzun uyuyup da başını çatlatacak kadar nasıl yorulmuştu? Ayrıca boğazı neden bu kadar acıyordu? Bu sorular, aklında dönenlerden sadece birkaç tanesiydi. Son bir gayretle gözlerini tekrar açtı ve kapatıp kısa kısa açarak ışığa alışmaya çalıştı. Nihayet bunu başardığında, yorgun gözlerini tavana dikti ve nerede olduğunu tekrar sorguladı. Fakat bir sonuca varamadı. Yattığı bu yere nasıl geldiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Anlaşılan o ki bu yataktan kalkmadığı sürece de bilgi sahibi olamayacaktı.Üzerindeki ince beyaz örtüyü kaldırıp yataktan kalktı. Üzerinde hâlâ son giydiği kıyafetleri vardı ve yerde de son giydiği spor ayakkabıları duruyordu. Etrafa hızlıca göz gezdirdi. Beyazın korkunç derecede baskın olduğu bir oda. Her şey saf beyaz rengindeydi: Beyaz yatak, beyaz dolap, beyaz koltuk, beyaz iki kapı, beyaz ışık, beyaz perde, beyaz cam pervazı ve blurlu pencere. Bir dakika, blurlu pencere mi? Hâlâ tam uyanmamıştı anlaşılan. Blurlu pencere de ne demekti? Hızla yatak ucundan kalktı. Pencere kenarına geldi ve hiçbir şekilde açmak için bir kulpu bulunmayan blurlu pencereye baktı. Bu halde anlayabildiği tek şey, gecenin hâkimiydi çünkü blurlu pencerenin dışarısı oldukça karanlık gözüküyordu. Korkusunu yatıştırmaya çalışarak odanın çıkış kapısı olduğunu düşündüğü kapıya ilerledi. Ama bir dakika! Bu kapının da kulpu yoktu! Nefesleri hızlanırken, kulpu olan diğer kapıya koştu. Hızla açtı fakat bulduğu sadece bir tuvalet ve banyoydu. Korkuyla tekrar dış kapıya yöneldi ve açmak için parmak uçlarıyla kapının kenarlarını zorladı. Fakat nafile. Korkunun tüm vücudunu ele geçirmesiyle tir tir titrerken, buraya gelmeden önce yaşadığı son an gözünün önüne geldi. Boğazını yakan bir koku, maskeli şoför, kol kola bayıldığı Kuzey ve sırasıyla bilincini kaybeden diğer arkadaşları. Onlar neredeler? Burası neresi? Ve hepsinden önemlisi tüm bunları kim yaptı? Tek yapabildiği cevapsız sorular sormaktı. Çıldırmış bir şekilde olduğu yere çöktü ve korkuyla dizlerine sarıldı. Tam o esnada robotik bir ses odanın içinde yankılanmaya başladı. Bedenini ele geçiren korkuyla birlikte sürüne sürüne duvar dibine geçti ve yankılanan sesi dinlemeye başladı. "Tazı Otel'e hepiniz hoş geldiniz sevgili talihlilerim. Ah, pardon! Sevgili tavşanlarım. Bu oyunu belki daha önce duymuşsunuzdur. Bir sürü çocuk bir halka kurar. Biri kalkar ve elindeki mendille şarkıyı söylemeye başlar. Yağ satarım Bal satarım Ustam ölmüş Ben satarım Ustamın kürkü sarıdır Satsam on beş liradır Zam-bak zum-bak Dön arkana iyi bak Mendili bir çocuğun arkasına bırakır bu esna da. Mendili farkeden çocuk hızla mendili kapar ve şarkıyı söyleyen çocuğun peşine takılır. Sonra hep bir ağızdan bir tezahürat yükselir. Tavşan kaç, tazı tut. Eğer şarkıyı söyleyen çocuk şanslıysa tazıdan kurtulur ve onun boşalan yerine geçip oturur fakat şanssızsa tazı onu yakalar. Oyunuma hoş geldiniz. Ben Tazı, sizler ise kovaladığım tavşanlarımsınız. Fakat burada yakalanan tekrar şarkıyı söylemez, burada Tazı'ya yakalanan, ölür. Hepinize bol şans.Tazı Otel, gururla sunar." "Tavşan kaç, tazı tut," diye son kez fısıldadı ve ses kesildi. Kabuslarının başlangıcı oldu bu ses. Her gün ölmeye uyandıkları, bir Tazı'nın tavşanları oldukları günlerin ilkiydi. Güneşe hasret kalacaklarını bilmiyorlardı. Öleceklerini de. Arkadaşlarını bir bir gömeceklerini de. Onlar Tazı'nın tuzağına düşmüştü ve olan tek şey buydu. Tazı katildi, onlar da kurban. Dediği gibi oyun da başladı. Oyun içinde oyun ve yine oyun. Üzerlerine sıçrayan kanlar. Tutkulu aşklar. Sarsılmaz dostluklar. 92 gün ve sonrası. Acı, kan ve gözyaşı. Hoş geldiniz. "Burası mahzen. O Tazı. Bizler de tavşanlarız. Burada her şey bir oyundan ibaret. Tazı eğlenen, bizler de ölenleriz." |
0% |