Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2. Yaşayan Ölüler

@amatoriceyazar

 

Multi: Bambaşka Biri-Katil

Bölüm 2:

YAŞAYAN ÖLÜLER

___________

Korku.

Korku nedir? İnsan, hangi radde de korkuyla bütünleşir. Bir sokak arasında, ayyaşların arasında gezinirken mi, yüksek bir binanın ucundan aşağı bakarken mi? Ne zaman, bütünleşir? Öldürüleceğini bildiği zaman mı? Öldürülecekti. Öldürülecektiler. Korkuyor muydu? Nefesi duracak kadar. Ölmekten mi? Hayır. Öldürülmekten.

On beş dakika kadar önce o lanet beyaz odanın içinde tekrar o robotik ses yankılandı. Kısa süre içerisinde öyle büyük bir travma yaşatmıştı ki Alina'ya, sesi duyar duymaz korkuyla irkildi. Zaten buraya geldiği saatler dilimi içerisinde yaptığı tek şey adam akıllı korkmak oldu.

"Kapı açılacak ve koridorun sonundaki soldaki otomatik kapılı salona gireceksiniz," diyordu ses. Gireceksiniz. İlk gün. İlk oyun. İlk emrivaki. Aklının kıyısından bile geçirmedi, gitmemeyi.

Çok geçmeden kapı, tık diye aralandı. Korkak adımlarla ilerledi aralanan kapıya. Parmakları korkunun kokusunu almanın etkisiyle nasıl da titriyorlar! Bu yabancı, korkunç ve alabildiğine beyaz olan oda, bir de zihninde yankı yankı dolaşan o ses varken nasıl titremesinler ki?

Kapıyı aralayıp dışarıda herhangi bir tehlike var mı diye önce yavaşça başını çıkardı. Tehlikenin ortasında daha büyük tehlikeler aramak pek aklı başında hareketler değildi. Fakat o, zaten aklı başında hissetmiyordu. Çıldırmak üzereydi.

Başını yavaşça koridora doğru uzattı ve her şeyin beyaza hakim olduğu odaya tezat simsiyah bir koridorla karşılaştı. Bu siyah koridor bilinmezliğe karışmıyorsa tek nedeni tavandaki ışık hüzmesiydi. Hızlı bir göz taraması sonrasında dikkatii çeken ikinci şey onun olduğu oda haricinde on tane daha oda olmasıydı. Koridorun sonuna doğru yani bulunduğu odanın sağ tarafına doğru, dört tane daha kapı vardı. Ve hepsi de aralıktı. Karşı duvarda ise altı kapı vardı ve onlar da aralıktı. Çok geçmeden aşina olduğu yüzler o aralık kapılardan bir bir çıkmaya başladı.

Banu, Nisan, Demir, Zümra...

Gözleri önce çapraz odadan başını uzatan Bora'yla kesişti. Tıpkı onun gibi korkulu gözlerle etrafı inceliyordu. Sonra karşı odadan Kuzey, temkinli bir adımla dışarı çıktı. Ondan cesaret almış olsa gerek ki o da cesur bir adım atıp odadan dışarı çıktı. Sonra da kalan diğerleri çıktı. Hepsinin gözlerinden bariz bir korku ve bilinmezlik akıyordu. Bu ucube yerde korkmaktan başka ne yapılır ki zaten?

"Neredeyiz?" İlk konuşan, Yasemin oldu. Hepsi korkuyorduk fakat Yasemin'in bedeni dal gibi titriyordu. Destek olmak için bir adım da yanına yaklaşıp kolunu beline sardı, Alina. "Bilmiyoruz ama kurtulacağız, Yasemin," dedi. Söylediklerine inanmak istiyordu. Kurtulacaklar mıydı gerçekten?

"Bizimle ta**ak geçiyorlar herhalde. Biraderler yürüyün gidip bulalım şu şerefsizi." Demir, iri cüssesinden cesaret alarak bu olayı şiddetle çözebileceğini zannedenlerdendi. Fakat bu durumun o kadar da kolay çözülemeyeceğini çoktan idrak etmişti bazıları. "Önce ne olduğunu anlamalıyız," dedi, Kuzey. Alina, başını sallayarak ona onay verdi. Önce ne olduğunu anlamalılardı sonra da nerede olduğuklarını ve en önemlisi bunu kimin veya kimlerin yaptığını bulmalılardı. Savaşmak, sonuncu hamleydi. Fevri bir hareket yapmak kısa yoldan sonlarını getirebilirdi.

"Sıkıldım ama geçin artık şu salona," diye aniden yükselen yine aynı sesle olduğu yerde yine titredi. Buradan kurtulma olasılığı varsa da eğer çıktığıda uzun süre terapi göreceğine ikna oldu.

Kuzey, cesaretli adımlarla sesin söylediği yöne doğru gitmeye başlayınca diğerleri de ondan cesaret alarak ve tabiri caizse fare gibi arkasına saklanarak yürümeye başladılar. Koridorun başına gelince sola döndüler ve robotik sesin söylediği otomatik kapıyla karşılaştılar. Daha ne kadar şaşırabilirdi, bilmiyordu ama cam kapıdan görünen salon da alabildiğine kırmızıyıdı. Tüm bu renklerin bir anlamı var mıydı, bunu da bilmiyordu. Tek bildiği tüm her şey daha da korkunun rengine bulanıyor ve Alina çıkış yolunu iyice kaybediyordu.

"Babacığım," diye ağlamaya başlayan Banu'yu, "Ne yapacağız," diye fısıldayan Zümra'yı, "Bayılmak üzereyim," diyen Yasemin'i, "Siktir," sonrası küfürler sıralayan Demir'i, "O***** ç*****," diye küfüre başlayan Oğuz'u ve diğerlerini görmezden gelip temkinli adımlarla Kuzey'e yaklaştı. Bir açılıp bir kapanan otomatik kapının önünde kırmızı salona bakıyordu. "Ne yapacağız?" diye sordu. Bir lidere ihtiyaçları varmış gibi hepsi onun bağrına sokulmak için can atıyorlardı. Cesaretinden güç alıyorlardı belki de. Bakışları diğerlerine nazaran dimdikti ve bu yerde ihtiyaçları olan tek şey de cesaretti.

Bakışlarını yüzüne indirdi. Sert çehresi ve sıkıp sıkıp bıraktığı çenesiyle o da ne yapacaklarını biliyora benzemiyordu. "Bilmiyorum," dedi sadece Alina'nın duyacağı bir sesle. "Önce bizden ne istediğini anlamalıyız," dedi ve salondan içeri girdi.

Kırmızı bir oturma grubu, kırmızı Amerikan mutfak, kırmızı televizyon, kırmızı masa ve sandalyeler, kırmızı cam pervazları ve yine blurlu pencere. Şaşırmak artık doğru gelmiyordu. O dozu yeterince yutmuşlardı. Artık tüm bunlara bir mana bulmak istiyorlardı. Fakat altı hep boş kalıyordu.

Hepsi nihayet salona girdiğinde yüzlerinde yer etmiş olan korkuyla etrafı inceliyorlardı. Gelmişlerdi. Şimdi ne olacaktı?

Kırmızı televizyon, birkaç cızırtı sesi çıkardıktan sonra ses gelmeye başladı. "Oturun," dedi artık aşina oldukları ses. Komut almayı çoktan yedirmişlerdi kendilerine. İçlerine işlenen korkuyla, o ne derse, onu yapıyorlardı

Kırmızı oturma grubuna geçip oturdular. Alina'nın oturduğu üçlü koltukta Yasemin, o ve Zümra vardı. Karşıda ki L koltukta ise sırasıyla Nisan, Banu, Demir, Oğuz vardı. Üçlü koltuğun yanına yerleştirilmiş olan tekli iki koltuklar da ise Bora ve Kuzey vardı. Hepsi, korkulu ve meraklı gözlerle ekrana bakıyordu. Ne çıkacağına dair tahminleri bile yoktu. Her şey bu kadar bilinmezken tahmin de bulunmak eğlence olurdu zaten.

Kırmızı televizyonun beyaz ekranına bakarken bir an da bir haber açıldı. Oturup haber mi izleyeceğiz diye düşünürken alt başlığı okuyunca beyninden vurulmuşa döndü, Alina. "Trajik kaza. Tatile giden on bir genç ve şoför kamp yolunda otobüsün şarampole yuvarlanıp patlamasıyla hayatlarını kaybettiler." Tekrar okudular ve tekrar. Ekranda yanıp kül olan otobüse baktılar, defalarca. Alnına biriken ter damlacıkları kadar her şey oldukça gerçekti. Henüz ne olduğunu bile idrak edememişken haber bülteni kapandı ve siyah bir siluet televizyonda belirginleşti.

"Artık diğer herkes için ölü benim içinse şimdilik yaşayan tavşanlarsınız. Ben Tazı ve oyun bu kez gerçekten başladı," dedi ve ekran simsiyah bir hale büründü.

Korku.

Elle tutulamayan fakat yine de insanın içini yiyip bitiren bir duygudur. Korkuyorlardı. Başlarına gelenlerden değil. Başlarına daha kötülerinin geleceğinden. Açık açık onları öldürmek istediğini söyleyen bir katil ve bu mahzen de sıkışıp kalmış, onlar vardı. Kaçabilecekler miydi? Asla. Onları kurtarmaya gelecekler miydi? Kimse ölüleri aramaz. Ne olacaktı? Öleceklerdi. Hem de bir oyuna kurban giderek öleceklerdi.

Loading...
0%