@amaya_151
|
Beklenmedik şeyler yaşamış bir insan için 'imkânsız' sözcüğünün anlamı kalmamıştır...
Yıllar önce;
Son cümlemi de yazdıktan sonra elimdeki kalemi defterimin üzerine bıraktım. Yaklaşık üç saattir aralıksız ödev yapıyordum. Yarına yetişmesi gereken bir sürü ödevim birikmişti. Normalde asla ödevleri son güne bırakan ve biriktiren bir insan değilim ancak bu hafta çok yoğun geçtiği için böyle olmuştu. Okuldan gelir gelmez bir kaç şey atıştırarak direkt odama gelmiş ve ödevlerime oturmuştum. Ve daha yeni son ödevimi bitirmiştim.
Masanın üzerinde duran telefonumu alarak son ses çalan şarkımı kapatarak, kulaklıklarımı çıkardım. Saate baktığımda henüz akşam yedi olduğunu fark ettim. Okuldan geldiğimde annemle anlaşmıştık, beraber kek yapacaktık. Ve bir güzel çayla beraber yiyecektik. Her Perşembe günü olduğu gibi.
Her haftanın Perşembe günü ben okuldan geldikten sonra annemle birlikte güzel bir kek yaparız. Akşam babam geldiğinde de beraber sohbet ederek yaptığımız keki yer, çayımızı içeriz. Ailecek yaptığımız en güzel şey bu olabilir.
Oturduğum yerden kalkarak ayakta durdum. Oturmaktan sırtım tutulmuştu. Birkaç esneme hareketi yaptıktan sonra özellikle birkaç dakika boyunca ağrıyan boynuma parmak uçlarımla masaj yaptım. Masa başında çalışmak gerçekten çok zordu. Resmen boynum başta olmak üzere bütün bedenim tutulmuştu. Ödevin başına oturmadan önce ördüğüm saçlarım çoktan dağılmıştı. Örgünün ucunda bulunan tokayı çekip saçımdan kurtardım. Ardından parmaklarımı bir tarak misali kullanarak saçlarımın örgüsünü açtım. Dağıttığım dalgalı saçlarımı tepeden sıkıca topladım. Odadan çıkmak üzere kapıya doğru yürürken de bir yandan dizime kadar sıvanmış olan eşofmanımın paçalarını düzeltmekle uğraşıyordum. Kapının önüne kadar geldiğimde de sol paçamı düzeltmeyi anca becerebilmiştim. Kapalı olan kapımı açarak odamdan çıktım. Ev çok sessizdi. Televizyon sesi dahi yoktu. Bu sessizlik üzerine kaşlarımı çattım. Herkes bir anda nereye kaybolmuştu ki? En son ödevimi yapmak üzere onları salonda televizyon izler bir halde bırakmıştım. Annemi bulmak için ilk önce mutfağa gittim ancak kimse yoktu. Mümkünmüş gibi kaşlarımı daha da çattım.
Mutfaktan çıkarak salona doğru ilerledim. Salona yaklaştığım sırada kapının kapalı olduğunu fark ettim. Neden? Işıklar yanıyordu ama neden kapı kapalıydı? Normalde açık olan televizyondan neden ses gelmiyordu? Kalp atışlarım ters giden bir şeyler olduğunu sezince hızlanmaya başladı. Hafiften titremeye başlayan elimi salonun kapalı olan koluna doğru korkuyla uzattım.
Yavaşça kolu aşağıya indirerek salonun kapısını açarak içeriye bir adım attım ve gördüğüm görüntüyle birlikte olduğum yerde durdum.
Annem...
Babam...
Onlar yerde kanlar içerisinde yatıyordu. "Anne!"Koşarak yerde kanlar içersinde yatan annemin yanına gittim. Ellerimi yüzüne değdirmemle geri çekmem bir oldu. Soğuktu. Üşümüş olmalı. Normalde al al olan gül kırmızısı yanakları şimdi bembeyazdı. Yanaklarında ki sevdiğim o kırmızılıktan şimdi eser yoktu. O sevdiğim yumuşacık ve sıcacık olan elleri, beni her üşüdüğümde ısıtmak için orada olan elleri şimdi benimkilerden de soğuktu. "Anne uyan hadi. Üşümüşsün."
Gözlerime dolan yaşları daha fazla tutamayarak bıraktım. Çok üşüyor mudur? Hasta olmazdı değil mi? O benim annemdi. Hasta olamazdı. O hep bizi iyileştiren taraf olurdu. Elimi karnının üzerine koyarak okşadım. Kardeşimde üşümüş müdür? Gözlerimden yaşlar durmaksızın akmaya devam ederken başımı yavaşça annemin yanında yatan babama döndü. "Baba! Kalk! Annem üşümüş!"
Annemin yanından kalkarak babamın yanına gittim. Kollarından tutarak sarstım. Kalkmaları gerekiyordu! Beni yalnız bırakmazlar! Beni bırakıp gidemezler! Olmaz! Elimi babamın çok sevdiğim sakallarına koydum. Artık rengi daha da açıktı. Kapkara olan o sakalları şimdi daha kızıldı. "Baba, verdiğin sözü unutmadın değil mi?"
Ağlamaktan sesim kısık ve boğuk çıkmıştı. Çaresiz çıkmıştı. Babamın kollarını serbest çıkararak hızlıca çöktüğüm yerden kalktım. Koşarak evden çıkarak alt komşumuza inerek kapıyı yumruklamaya başladım. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Şoktaydım. Beynim düşünmeyi bırakmıştı. Yalnızca ağlıyordum. "Yardım edin!" Kapıyı açan Esra teyze endişeli gözlerle bana bakıyordu. Başına örtmeye çalıştığı eşarbını çenesinin altında hızlıca bağladı. "Kızım bir şey mi oldu?"
"Esra teyze yalvarırım yardım et ne olursun?!" Kollarına yapışarak daha çok ağlamaya başladım. "Yalvarırım sana! Bana yardım et! Onlar uyanmıyorlar! Çok soğuklar!" Ağlamamın şiddetlenmesiyle birlikte Esra teyze daha da endişelendi. Hemen kapının önünde duran terlikleri ayağına geçirdiği gibi koşarak merdivenlerden yukarıya çıktı. Onun arkasından koşarak bende onu takip ettim. Ayaklarım merdivenleri çıkarken birbirine dolanıp duruyordu. Son anda demir tırabzanlara tutunarak kendimi düşmekten kurtarabilmiştim. Beraber salona girmemizle birlikte Esra teyze büyük bir çığlık attı.
Daha az önce bağladığı eşarbının önü açılarak omzularına doğru düştü. Ellerini büyük bir güçle dizlerine vurarak annemle babama doğru eğildi. Onlara seslendi. Benim gibi onlara bağırdı. Ama bir tepki alamadı. Hızlıca cebinden telefonu çıkartarak bir numara tuşladı ve kulağına dayadı.
Karşımdaki bu görüntüye dayanamıyordum. Kalbim sıkışıyordu. Nefes alamıyordum. Boğazıma koca bir yumru oturmuştu. Daha fazla dayanamayarak koşarak evden çıktım. Daha fazla onları böyle görmeye dayanamam! Bir yandan ağlarken bir yandan da nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. Karanlık bir sokağın ortasında öylece durdum. Bir anda koşmayı kestim. Elimi ağrıyan göğsümün üzerine sertçe bastırdım. Nefes alamıyordum. Çektiğim o oksijen ciğerlerime kadar gitmiyordu. Islak ve buğulu olan gözlerimle etrafıma bakındım. Nerede olduğumu bile bilmiyordum. Gözüme ilk takılan önüme çıkan parkla birlikte, parkın içine doğru saptım. Yeniden koşmaya başladım. Kendime engele olamıyorum. Sanki durmaksızın koşunca her şey bir anda film şeridi gibi zaman geriye sarılacak ve bunlar yaşanmamış olacakmış gibi hissettiriyordu. Ayağımın taşa çarpmasıyla birlikte büyük bir şiddetle yere yuvarlandım. Bir sen eksiktin!
Dizim minik taşlara çarpmanın etkisiyle yüzülmüştü. Üzerimde bulunan eşofmanımın diz kısmı yırtılmış yerde bulunan minik taşların bazıları dizimdeki deriyi kesmişti. Düştüğüm yerden dizimi karnıma doğru çekerek hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Canım acıyordu. Ruhum acıyordu. Kalbim sıkışıyordu. Bulanık gözlerimin önünde hareket eden beyaz bir cisimle şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırarak görüntümü netleştirdim. Bir el bana peçete uzatıyordu. Kafamı kaldırarak elin sahibine baktım. Benim yaşlarımdaki bir çocuktu.
Elindeki peçeteyi almamamla birlikte yere ,yanıma, çöktü. Elindeki peçeteyi kaşımın üzerine yavaşça bastırdı. Bunu yaparken oldukça soğuk kanlıydı. Gözlerine baktığımda, kıpkırmızı olduğunu gördüm. O da benim gibi ağlamış mıydı? Gözlerinin etrafında bulunan beyazlar şimdi kıpkırmızıydı. Çok mu ağlamıştı? Kaşımda olan bakışları gözlerime indi. Hiç bir şey demeden sadece baktı. Elindeki peçeteyi yere bıraktıktan sonra başka bir peçete daha alarak yırtılmış pantolonumdan aşağıya doğru sızan kanları temizledi.
Yavaş yavaş hıçkırırlarım dinmiş ve yerini iç çekişlere bırakmıştı. O, yaralarımı sildikçe canım acıyordu. Ama ağzımı açıp hiçbir şey diyemedim. Tepki veremedim.
İşi bitikten sonra yanımdan kalktı. Elini uzattı. Bir süre kararsız bir şekilde eline baktıktan sonra elini tutarak düştüğüm yerden kalktım. Elimdeki elini çekerek yüzüme baktı. İfadesiz suratında kısa süre minik bir gülümseme yakaladım. Yine aynı sessizlikte arkasını dönerek yürümeye başladı. Gözden kaybolasıya kadar arkasından baktım. Ona teşekkür etmeyi çok isterdim. Ama ne ben ağzımı açıp ona teşekkür edebilmiştim ne de o bana neden bu halde olduğumu sormuştu. Sadece bir anda karşıma çıkmış, sessizce yaralarımı sarmış ve gitmişti.
O gün orada kendime bir söz verdim. Aileme bunu her kim yaptıysa onu bulacak ve cezasını kendi ellerimle verecektim. Onların kanları yerde kalmayacağına, söz veriyorum. Onlara bunu yapan bedelini ödeyecek, söz veriyorum. Onu bulacağım. Kendi ellerimle mahvedeceğim onu. Söz veriyorum.
İzgi Erçin sözü...
|
0% |