@amineeminetek
|
Biz ekrana şaşkınca bakarken, karşımızda iki asker bize sırıtarak bakıyordu. Sağdaki, sarı saçlı ve son derece kendinden emin görünen asker, alaycı bir ifadeyle "N’oldu, çok mu beğendiniz?" dedi. Yüzündeki gülümsemeye kendisi de engel olamıyordu; yakışıklıydı ve bunun oldukça farkındaydı. Biz öylece donmuş kalmıştık, kimse tek kelime dahi edemiyordu. Derken, iki askerden bir kahkaha yükseldi. Soldaki, kumral saçlı asker gülerek, "Hey, konuşacak mısınız?" dedi. Bu soruya Nil kendini toparlayarak, biraz çekinerek de olsa "Merhaba, nasılsınız?" diye karşılık verdi.
Ama kumral asker alaycı bir gülüşle, "Vay be, dilleri varmış!" dedi. Nil sinirlenmişti, gözlerinden okunuyordu, ama başka bir şey söylemedi. Bu kez Mira, merakla ama biraz şaşkınlıkla "Siz asker misiniz?" diye sordu. İşte bu soru, karşımızdaki askerlerin yüzünde iyice eğlenceli bir ifade oluşturdu. Sarı saçlı asker alaycı bir gülümsemeyle, "Yani, asker üniforması giyiyorsak, kesinlikle aşçıyız!" dedi, göz kırparak. Aslında çocuk haklıydı; ama Mira lafını esirgeyecek biri değildi. Kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzerek, "Ya ya, sizden de aşçı olur zaten. İnsanları zehirlersiniz siz," dedi. Sarışın çocuk lafı pek önemsememiş gibi görünüyordu; yine de hafif bir gülümseme ile "Askeriz biz, ama geçici değil," diye karşılık verdi. Anlaşılan, askerlik gerçekten onların mesleğiydi ve bir süreliğine değil, daimi olarak bu görevdeydiler. Açıkçası asker olmaları hoşumuza gitmişti; ama aramızda bunu yüksek sesle söylemeye cesaret eden yoktu.
O sırada, ekrandan bir kapının açılma sesi geldi. Bu ses karşımızdaki odadan geliyordu ve çocuklar bir anda sessizleşip, ciddi bir ifadeye büründüler. İkisi de gözlerini telefona dikti. Birkaç saniye sonra tok, derin ve son derece karizmatik bir ses duyduk: "Napıyorsunuz siz?" dedi. O kadar etkileyici bir sesi vardı ki, hepimiz ekrana kilitlendik. Sesin sahibi biraz sonra ekrana geldiğinde, görüntüsü sesinden de etkileyiciydi. O kadar karizmatikti ki, biz gözlerimizi ondan alamıyorduk. Bir an tereddüt ettik ama sonunda hep birlikte hafif bir el salladık. Adam, çocuklara dönüp, "Bunlar kim lan?" diye sordu.
Ağzımdan istemeden "Öküz," diye bir sözcük çıktı. Bu aslında kendime yönelik bir şaşkınlık ifadesiydi ama o anda yanımızdakiler dahi anında bana döndü. Adam hemen ekrana döndü, kaşları çatılmış, "Hanginiz dedi onu?" dedi, sesi gergin ve ciddi bir tonla çıkmıştı. Bizden çıt çıkmıyordu ama ekrandaki çocuklardan biri, ortamı yumuşatmak istercesine bir anda "Instagram’ım yağızarslan_!" diye bağırdı. Bu anın verdiği garip bir rahatlamayla gülmeye başladık, çocuk yüzünde hafif bir gülümsemeyle durumu toparlamıştı.
Nil hemen telefonuna sarıldı, çocuğun adını Instagram’da arattı ve hiç vakit kaybetmeden istek yolladı. Daha saniyeler geçmeden, karşıdaki asker isteği kabul edip, geri istek yolladı. Çocuk belli ki bizim istek yollamamızı bekliyormuş. Nil, hemen çocuğun hesabına girip profiline göz attı. Hesabında genelde kendi fotoğrafları vardı, fakat öne çıkan hikayelerden birinde, o karizmatik adamla birlikte çekilmiş birkaç fotoğrafı fark ettik. Etiketlenmişti. Etiketlere göz gezdirirken Mira, sabırsızca "Şu kumral olanın hesabını da versene, ona da istek atayım. Belki kabul eder," dedi.
Sonunda o karizmatik çocuğun hesabına girdik ve adını da öğrenmiş olduk: Sarp. Bu ismi zihnime kazıdım, çünkü adam gerçekten etkileyiciydi. Kızlar hesabı incelerken ben sadece onu düşündüm ve kızların çocuklar hakkında konuşmalarını bitirmelerini bekledim.
Biraz bu çocuklar hakkında konuşup fikir alışverişinde bulunduktan sonra zil çaldı. Ders bitmişti, herkes toparlanmaya başladı. Saat dörde geliyordu; biz de eşyalarımızı toplayıp sınıftan çıktık, okulun kapısından geçip dışarı çıktık. Babam, yoğun olduğu zamanlarda bizim için bir araba gönderirdi ve bu sefer de öyle yapmıştı. Kızları evlerine bıraktıktan sonra beni de eve getirdiler.
Eve girince üstümü değiştirip aşağı indim. Babam telefon açıp en sevdiğim kuzenim Emre’nin az sonra uğrayacağını söyledi. Birkaç belge bırakmaya gelecekti. O an aklıma müthiş bir fikir geldi: Emre’ye Sarp’ın numarasını buldurabilirdim. Heyecanla beklemeye başladım.
Sonunda kapı çaldı, heyecanla koştum ve Emre’ye sarıldım. "Ya, benim canım kuzenim gelmiş!" dedim gülerek. Emre, yüzünde o her zamanki alaycı gülümsemesiyle "Kesin bir şey isteyeceksin, yoksa bu sarılma fazla heyecanlı," dedi. Beni çok iyi tanıyordu ama bunu itiraf etmenin anlamı yoktu. "Ne yani, sana sarılamaz mıyım? Küstüm, bir daha sarılmam!" dedim, kollarımı bağlayıp suratımı astım.
Emre, elindeki dosyaları bir kenara koyarak, "Deli kız!" diyerek gülerek peşimden geldi. Karşıma geçip oturdu ve, "Söyle bakalım, ne istiyor bu deli kız?" diye sordu. Lafı dolandırmak istemiyordum, "Şey… Birinin Instagram ismini versem bana numarasını bulabilir misin?" diye sordum. Emre hafif kaşlarını kaldırarak, ama çok sorgulamadan "At ismini, yarına kadar elinde olur," dedi. Teşekkür edip yeniden sarıldım. Gülümseyerek evden çıktı, arabasına bindi ve uzaklaştı.
O akşam biraz film izledim, ödevlerimi tamamladım ve babamla sohbet ettim. Uyumadan önce son bir kez mesajlara baktım, ama bir haber yoktu. Sabah erkenden kalktım, elimi yüzümü yıkayıp hazırlandım ve aşağı indim. Babam masada kahvaltısını yapıyordu, yanağından öpüp masaya oturdum. Telefonuma baktığımda Emre’den bir mesaj gelmişti. Beklediğim şey telefon numarasıydı, başka da bir şey yazmamıştı. Mesajı gördüm ve numarayı kaydettim.
Derin bir nefes alarak, heyecanla telefonumu elime aldım ve mesaj atmak için numaraya bakmaya başladım. İlk ne yazsam? Kafamda cümleler kurup kurup siliyordum. Dakikalarca düşündüm, ama elim bir türlü mesaja gitmedi. Sanki yanlış bir kelime ile her şeyi mahvedebilirmişim gibi hissediyordum. Kalbim heyecandan deli gibi atarken sonunda bir “Merhaba” yazmaya karar verdim…
|
0% |