
Gece ilerlemişti. Yağmurun sesi yavaşlamış, damlalar camlara artık nazikçe dokunur olmuştu. Hera, mutfaktan getirdiği boş çay bardaklarını kaldırırken göz ucuyla Sarp’a baktı. O, kanepeye oturmuş, elleri dizlerinin üzerinde kenetlenmişti. Gözleri hâlâ düşünceliydi.
Hera sessizce yanına oturdu.
“Sarp…” dedi usulca. “Uyumayacak mısın?”
Sarp başını hafifçe çevirdi. “Uyusam bile geçmeyecek.”
Bir süre daha sessiz kaldılar. Zaman, odanın içinde ağır ağır akıyordu. Sonunda Hera konuştu:
“Biliyor musun… çocukken babamın gideceği günlerde gece boyunca pencerenin önünde otururdum. Her şeyden korkardım. Ya dönmezse diye.”
Sarp ona döndü, bu sefer dikkatle. Hera’nın gözlerinde o çocukluğun izleri hâlâ parlıyordu.
“Sonra?”
“Sonra bir gün... pencereyi kapattım. Çünkü beklemekle geçmiyordu. İçimde bir şey kırıldı o gün. Ama şimdi dönüp bakınca anlıyorum, onu anlamaya başladığımda kendimi toparladım.”
Sarp başını eğdi. “Ben hiç pencereye bile yaklaşmadım. Çünkü biliyordum… dönmeyecekti.”
Bu sözler bir taş gibi düştü aralarına. Ama Hera, bu taşı kaldırmak istemedi. Yalnızca yanına oturup beraber taşın ağırlığını taşımayı seçti.
“Sarp, belki de o pencereyi şimdi açmanın zamanı gelmiştir.”
O gece, konuşmalar azaldı. Ama Sarp’ın zihni hiç durmadı. Sabaha karşı uyuyakaldı ve rüyasında çocukluğuna döndü. Karanlık bir odada, annesinin ağlayan yüzü, babasının sırtı… ve kendi küçük hali, arada kalmış.
Sabahın ilk ışıkları odaya dolduğunda, Sarp gözlerini açtı. Hera hâlâ koltukta uyuyordu. Üzerine bir battaniye örtmüştü. Sarp, bir an ona baktı. Sessizce doğruldu, pencereden dışarıya baktı. Yağmur durmuştu ama hava hâlâ grinin tonlarındaydı.
Telefonunu eline aldı. Bir numarayı açtı. Karşıda kısa bir sessizlik oldu. Sonra tanıdık bir ses.
“buyurun kimsiniz.”
“Benim.” dedi Sarp, sesi boğuktu.
“Konuşmamız gerek.”
sesi tereddütlüydü. “Nerede ve ne zaman?”
“Bugün. Mezarlığın arkasındaki eski anıtın orada. Annemin mezarına yakın.”
Sarp telefonu kapattı. Derin bir nefes aldı.
Hera gözlerini açmış, onu izliyordu.
“Konuşmaya karar verdin.” dedi, sesi uykulu ama sakin.
Sarp sadece başını salladı. “Ama bu, affettiğim anlamına gelmez.”
“Hayır,” dedi Hera. “Ama dinlediğin anlamına gelir.”
Sarp hazırlanıp evden çıktı. Arkasından konuşulacakları merak eden bir Hera bıraktı. Ama Hera yinede Sarp'ı takip etmek gibi bir salaklık yapmayacaktı. Yapmayacaktı dimi?
*Aynı Gün Öğleden Sonra*
Eski anıtın çevresi tenhaydı. Rüzgar kuru yaprakları sürüklüyor, Sarp’ın asker botları taşlara sertçe çarpıyordu. Birkaç dakika sonra Sarp'ın babası göründü. Üniformasını giymemişti bu kez. Sivil bir hırkanın içinde daha yorgun, daha yaşlı görünüyordu.
Sarp sessizce ona yaklaştı. “Ben hazırım. Sadece cevap istiyorum.”
Babası başını salladı. “O gün…” diye başladı, sesi çatallaştı. “O gün senin anneni toprağa verdiğimizde, ben dağın eteklerindeydim. Canımı değil, silah arkadaşlarımı kurtarmayı seçmiştim. Belki doğruydu, belki yanlıştı. Ama annenin son nefesinde yanında olamamak... işte bu, beni her gece uykumdan uyandırıyor.”
Sarp’ın kaşları çatıldı. “Ben bir cevap istemiyorum, bir hesap istiyorum. Niye bize bir mektup bile bırakmadın? Bir iz?”
Adam gözlerini kaçırdı. “Çünkü cesaret edemedim. Bir gün sana geri dönecek yüzüm kalmayacağından korktum. Ve haklıymışım.”
Sarp sustu. Gökyüzü yeniden kararmaya başlamıştı. Ama bu kez içindeki kasvetin yerini, açıklanamayan bir boşluk alıyordu.
Adam cebinden eski bir fotoğraf çıkardı. Annesi, Sarp ve kendisi. Sarp beş yaşındaydı.
“Bu, hep cebimdeydi.” dedi adam. “Seninle ilgili tek zaman çizgim bu kaldı.”
Sarp, fotoğrafa baktı. Eli titredi ama almadı.
“Sana bu kolaylıkla ait olamam.” dedi. “Ama bugün ilk kez... seni gerçekten dinledim. Belki bir gün, geçmişi hatırladığımda sadece acı hissetmem.”
Adamın gözleri doldu.
“Bu bana yeter.”
Sarp yürümeye başladı. Birkaç adım sonra durdu. “Ama seni yeniden görmek istersem, bu... bir zayıflık değil. Bir ihtimaldir. O ihtimali hak etmeye çalış.”
Adam cevap veremedi. Sadece başını salladı.
Konuşma sona erdiğinde, içlerinden ikisi de yerinden kımıldamadı. Rüzgar, akşamın sessizliğine eşlik ederken, adam birkaç saniye daha Sarp’ın yüzüne baktı. Oysa Sarp çoktan gözlerini kaçırmış, geceye dönmüştü.
Adam yavaşça arkasını döndü ve yürümeye başladı. Her adımıyla birlikte yılların ağırlığı omuzlarından biraz daha düşüyordu ama ardında bıraktığı genç adamın sırtında daha fazlası birikiyordu.
Sarp orada kaldı bir süre. Elleri cebinde, bakışları uzaklarda… Konuşulanlar zihninde dönüp duruyordu. Her kelime bir kırık parça gibiydi; yerine koymaya çalıştıkça elini kesiyordu.
Sonra sessizce yürümeye başladı. Ayak sesleri bile yankı yapmıyordu artık. Sokaklar tenhaydı, hava serin.
Kendi evinin kapısına geldiğinde bir an duraksadı. Bu kapıdan kaç kere geçmişti ama bu gece her şey daha farklıydı. Kapıyı açtı. İçeri girince ilk yaptığı şey ışığı açmak değil, pencereleri açmak oldu.
Odaya hafif bir gece rüzgarı doldu. Sarp göz ucuyla salondaki eski koltuğa baktı, sonra annesinin yıllar önce yerleştirdiği çerçevelere… Babasının fotoğrafı hâlâ aynı yerdeydi. Sessizce yaklaştı, çerçeveyi eline aldı.
Gözleri babasının gözlerinde durdu.
“Sana layık bir oğul olamadım mı, yoksa bu yük senden mi kaldı bana?” diye fısıldadı.
Cevap yoktu. Ama cevapsızlık bile bir şey anlatıyordu artık.
Fotoğrafı yerine koydu. Işığı açmadan odasına geçti. Üstünü bile çıkarmadan yatağa uzandı. Tavanı seyrederken zihni, konuşmanın geçtiği o anlarda asılı kaldı. Babası olan adamın sesi, kelimeleri, yüzündeki pişmanlık…
Yutkundu. Bir damla yaş, göz kenarından süzüldü. Ama bu bir zayıflık değil, yıllardır bastırdığı ağırlığın dışa vurumuydu
. İlk kez gerçekten yalnız kalmış gibiydi.
Ve bu yalnızlık, her şeyin başlangıcı olabilirdi.
Oy sınırı 15 yorum sınırı 20 saatte 1 boş bölüm Arıcan kitap üstte kalsın diye
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.4k Okunma |
1.05k Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |