
Yemeğin üstünden üç gün geçmişti, ama aklım hâlâ Doğanın söylediklerine takılıydı. Üç gündür de Doğan’la görüşmüyordum.
Akşamüstü, abim yanıma geldi. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle:
- Efsun, akşam sahile gidelim mi? Biraz kafa dağıtırız. Ahsen’i de çağır, o da gelsin, dedi.
Ahsen’in gelmesinden bahsetmesi biraz şaşırtmıştı.
- Ahsen’i neden özellikle çağırıyorsun? Yoksa hoşlanıyor musun ondan? diye sordum gülerek. Barış hemen savunmaya geçti.
- Yok ya, ne hoşlanması! O öyle arkadaş işte, dedi omuz silkerek. .
Abim mutfaktan çıkıp markete gitmek için hazırlanırken ben de salona geçtim. O sırada dışarıda birinin sesi duyuluyordu. Umursamayarak diziyi izlemeye başladım..
Barış’ın ağzından:
Markete gitmek için sokağa çıkmıştım ki Ahsen’le karşılaştım. Yürüyordu, ama üstü başı fazlasıyla dikkat çekiciydi.
- Hayırdır, nereden böyle, diye sordum, yüzümü ciddileştirerek.
- Arkadaşlarımın yanındaydım, Barış abi, dedi hafif sinirli bir tonla.
-Bu vaziyette mi? Kız mı, erkek mi bu arkadaşların?
- Ahsen duraksadı ve kaşlarını çattı. “Ne varmış vaziyetimde?”
- Senin abin yok diye mi bu kadar rahatsın? Biz varız burada, unutma! dedim, sesimi biraz daha sertleştirerek.
Ahsen derin bir nefes aldı, gözleri öfkeyle parlıyordu.
- Neyden bahsediyorsun ya? Kendini ne sanıyorsun? Salaksın, salak!
diye bağırarak arkasını döndü ve hızla uzaklaştı.
Şaşkın bir şekilde arkasından baktım.
- Kızım, düzgün konuş benimle!
diye seslendim, ama beni duymamış gibiydi. Kafamı sallayarak markete doğru yürümeye devam ettim.
Market dönüşünde, bu olayın kafamı kurcaladığını fark ettim. Ahsen’in bu tepkisi hiç beklediğim gibi değildi.
Ahsen, abim ve ben parkta oturmuş çekirdek çitliyorduk. Abimin telefonu alacaklı şekilde çalmaya başladı. Telefonu açtığında:
- Tamam, parkta her zamanki yerdeyiz, dedi.
- Arayan kimdi, abi? diye sordum.
- Doğan’dı, yanında arkadaşları varmış, müsaitsek bize katılmak istiyorlar, dedi.
- Hm, anladım. Kimmiş ki arkadaşları?
Diye sordum.
- Bilmiyorum, söylemedi.
Abimin bir şey olmuştu çok sessizdi, Ahsene baktığımda o da pek farksız değildi Ortamı yumuşamaya çalışırken, parkın girişinde, aralarında Doğan’ın da olduğu dört tane ızbandut gibi adam belirdi. Bizim masaya doğru gelirken Ahsen’in ağzından “Hay maşallah,” diye bir söz çıktı. Abim ona kötü bir şekilde bakarken, bende heyecandan ölmek üzeriydim
Doğan ve arkadaşları yanımıza gelip abimin elini sıktıktan sonra teker teker kendilerini tanıttılar:
- Merhaba efendim, ben Astsubay Gökhan Karakoç.
- Selamünaleyküm, ben Yüzbaşı Tuğrul Çetin.
- Üsteğmen Emrah Demirel. Tanıştığımıza memnun oldum.
Biz de tek tek kendimizi tanıttık. Sanki hiç yabancı değilmişiz gibi sohbete daldık. Sanırım adı Enver olan asker, bebeği olacağı için aramıza katılmamıştı. Doğan’a dalmış bir şekilde bakarken, ismimin söylenmesiyle irkilip Gökhana baktım.
- Efsun Hanım, siz okuyor musunuz?
- Hayır, sınava girdim, sonuç bekliyorum.
- Anladım. Hangi bölümü istiyorsunuz?
- Doktorluk. Siz de Doğan abi gibi askersiniz sanırım.
- Evet. Bekar mısınız?
- Bekarım, siz?
- Ben de bekarım. Dediği sırada dudağında kısa bir sırıtma oluştu. Ancak bu uzun sürmedi çünkü Doğan, Gökhan’nın ensesine sert bir şekilde vurup:
- Gökhan, suyun ısınmaya başladı. Döndüğümüzde tüm karargâhı diş fırçasıyla temizlemek istemiyorsan kapa çeneni, koçum, dedi.
Görkem’in gözleri fal taşı gibi açıldı:
- Emredin komutanım! Sesim şu andan itibaren kesilmiştir.
Herkes Gkhan’nın bu hâline gülerken, Doğan bana çatık kaşlarla bakmaya devam ediyordu. “Ne var?” dercesine başımı sallayınca, o da olumsuz anlamda kafasını salladı. Sohbetin ardından saat 1’e yaklaşmıştı. Geç olduğu için hep birlikte kalktık. Abim, Doğan’a dönerek:
- Ben Ahsen’i bırakıyorum, sen de Efsun’u bıraksan olur mu? dedi. Doğan olumlu anlamda başını salladı.
Yan yana yürürken ellerimiz birbirine çarpıyordu. Kalbimin ritmi o kadar hızlanmıştı ki yerinden çıkacak diye korkuyordum. Bir anda Doğan durarak:
- S-Sen… Sen neden Gökhan’la konuşuyorsun? O senin bildiğin erkeklere benzemez. Umut veremezsin, anladın mı beni? Ondan uzak duracaksın. Hepsinden uzak duracaksın!
- Sen ne ima ettiğinin farkında mısın? Ben kimseye umut vermiyorum! Sana inanamıyorum. Ben senin gözünde öyle biri miyim?
- Sesini kıs. Seni sadece uyarmak istedim.
- Beni uyarmak sana düşmez! İyi geceler.
Diyerek eve doğru koştum. Aptaldım! Hâlâ ona deli gibi aşık olmama kızıyordum. Artık bu bitmeliydi.
Sabah uyandığımda yüzümü yıkayıp Ahsen’e mesaj attım. “Akşam güzel bir yerde tatlı yemeye gidelim mi?” diye sordum. Aşağı indiğimde annem Müge Anlı’yı izliyordu:
- Nesrin Hanım, kalkmışsınız da hiç çayı demleyeyim demiyorsunuz, diyerek güldüm.
- Ay evde koca kız var. Hem geçen ben hazırladım, bir de kızımın elinden kahvaltı yiyeyim dedim.
- Ya tontişim, sen yeter ki iste. Sana en kralını hazırlarım.
Mutfağa geçip çay suyunu ocağa koydum. Patatesleri soyup suya koyduktan sonra kahvaltılıkları çıkardım. Çayı demledikten sonra annemle birlikte masayı hazırladık. Kahvaltı bitince biraz kitap okuyarak vakit geçirdim. Sonrasında anneme Ahsen’le buluşacağımı söyleyerek hazırlanmaya başladım. Saçımı düzleştirdim, sade bir makyaj yaptım. Beyaz tül ve fiyonklu siyah elbisemi giyip La Vie Est Belle parfümümü sıktım. Ahsen mesaj atmıştı. Çantamı alıp aşağıya indim. Annemle babamın yanaklarına birer öpücük kondurup kapıya yönelmiştim ki abim seslendi:
- Ben de geleyim sizinle, başınızda erkek olur.
- Saçmalama abi, kız kıza takılacağız.
Bir şeyler homurdandı ama umursamadım. Botlarımı giyip çıktım. Mahallenin çıkışında Ahsen beni bekliyordu. Yaklaşık on dakika yürüdükten sonra otobüse bindik.
İstanbulun şık mekanlarından birine gelmiştik.Üç gün önce rezervasyon yaptırdığımız için sorunsuz bir şekilde içeri girdik. Siparişlerimizi verdikten sonra Ahsen’e artık Doğan’ı kafamda bitirdiğimi, bu aşkı kalbime gömdüğümü söyledim. Tabii ki inanmadı. Bütün dünyayı konuştuktan sonra, sanki kimseyi eleştirmemişiz gibi:
"Amaan boşver, bizi ilgilendirmez,” diyerek güldük.
Garson yanımıza gelerek:
“Bu içkileri karşı masadaki beyefendiler gönderdi,” dedi ve gitti. Karşı masaya baktığımızda biri bardağını kaldırarak selam verdi. Bu saçma olaya son vermek için hesabı ödeyip restorandan ayrıldık. Otobüse bindikten sonra mahallenin başında ayrıldık.
Doğanların evine yaklaştıkça ileride iki gölge gördüm. Yaklaştıkça bunların Doğan ve mahallemizin bekarı Tuğba olduğunu fark ettim. Gülüşerek sohbet ediyorlardı, ya da sadece Tuğba gülüyordu. Doğan’ın görüş açısına girince kaşları çatıldı. Ben de sinirle soluyordum. Baş selamı verip hızla yürüdüm:
- Efsun, nereden böyle?
- Sana ne!
Arkamı döndüğümde Tuğba gitmişti.
- Bu kılıkta nereden geliyorsun? diye tısladı.
- Seni ilgilendirmez, ne bu tavırlar?
- Efsun, dellendirme beni! Alttan alttan geliyorlar bana!
- Doğan, seninle uğraşamayacağım!
- Sana bir soru sordum, düzgün cevap ver!
- Seni ne ilgilendirir? Sana soruyor muyum Tuğba ile gecenin vakti ne konuşuyordunuz diye?
- Ben senin abinim, istediğimi sorarım!”
- Şu abi saçmalığına son ver! Benim bir tek abim var, o da Barış.
O sırada Barış kapıyı açmış, şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Sinirle eve girdim, botlarımı çıkarıp odama yöneldim. Üstümü değiştirip makyajımı temizledim. Yüzümü nemlendirirken kapı çaldı.
“Girebilirsin,” dedim.
Abim içeri girdi:
- Iyy, bu hâlin ne? Midem bulandı.
- Sus be, gel sana da süreyim, yüzün aydınlanır.
- Ben almayayım, aşko. Teşekkürler. Yüzümü yıkamak bana yetiyor , diyerek tırnaklarına baktı. Bunu görünce kahkaha attım.
- Efsun, sizin Doğan’la aranızda ne var?diye sordu.
- H-hiçbir şey! Neden böyle bir şey sordun? Kekelemiştim.
- Bilmiyorum, ama çok kavga ediyorsunuz.
- Sana öyle geliyor. Ay, ne çok konuştun! Uyuyacağım artık.
- Tamam, be! İyi geceler, diyerek kafamı öptü ve odadan çıktı.
Ben de derin bir nefes alarak bedenimi yatağa bıraktım. Gözlerimi kapatırken aklımda yine Doğan vardı. Kalbime gömdüğümü söylesem de, bu savaşı kazanabileceğimden emin değildim...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |