Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@angel_okur


Yazarın anlatımıyla

Havin uyandığında önce boş boş etrafa bakındı. Ardından telefonundan tarihe baktı. 19 Ekim 2024. Günlerden cumartesiydi, neden evde olmadığını sorguladı. Etrafına baktı. Gaye de yatağında uyuyordu.

Birkaç dakika sonra olanları hatırlayınca kendine güldü. “Kamera kayıtları…” tekrar telefonunu aldı ve saate baktı. 10.17. Telefonunu kapatmadan mesaj uygulamasına girdi.

Havin: Uyanık mısınız? Ne zaman kameralara bakalım?

Hilal: Ben uyandım, Ada daha uyuyor.

Birkaç dakika ardından mesajlar gelmeye devam etti.

Emir: Çağrı ve ben uyandık.

Ayaz: Ben doğru düzgün uyuyamadım ki. Doruk çok horluyor.

Ayaz’dan bir mesaj daha geldi.

Ayaz: Doruk hala uyuyor.

Ezgi: Ben de uyandım.

Ezgi’nin mesajından saniyeler sonra Gaye de uyandı.

Havin: Gaye de şimdi uyandı. Ayaz, Doruk’u uyandır. Hilal, sen de Ada’yı uyandır. Yarım saat sonra en üst katta buluşalım.

Oturduğu yatakta kendini serbest bırakarak kolları iki yana açık şekilde yattı. “Bu şekilde saatlerce yatabilirim.” Gaye daha kendine gelemediğinden hiç kıpırdamadan karşı duvara bakıyordu.

Bugün hepsinin üzerinde bir yorgunluk vardı. Belki yaşanacakları hissetmişlerdi belki havadandı. Hava çok soğuk ve rüzgarlıydı. Ekim ayının en soğuk gününü geçiriyor olabilirlerdi. Yurdun karşısındaki ormanda ağaçların sallandığı çok net görülüyordu. Çalışmayan kombi ise yurdun daha soğuk olmasına sebep olmuştu.

Havin gardırobunun kapaklarını açıp tüylü kıyafetler baktı. İçi tüylü bir eşofman ve sweatshirt alıp biraz kendine gelmesi umuduyla duşa girecekti ki kombinin kapalı olduğunu hatırlayıp vazgeçti. Sadece kıyafetlerini değiştirip çıktı. Gaye de dolabından rastgele bir şeyler aldığında o duşa girdi. Soğuk su onu rahatlatıyordu. Ayrıca yedi yaşından beri soğuk suda duş aldığı için alışkındı. O yaşlarda soğuk suya ve havalara alışması işine yarıyordu. Artık soğuk onu etkilemiyordu.

Yarım saat sonra hepsi sözleştikleri gibi en üst kattaydı. Ama aralarından biri eksikti. Ada yoktu. Havin’in “Ada nerede?” sorusuna Hilal Asya yanıt verdi. “Zor uyandırdığım için geç hazırlandı. Birazdan gelir.”

En alt kattaki odasında bulunan Ada acele etmeden, kendini iyi hissetmek için makyaj yapıyordu. Çirkin olduğunu düşünmüyordu sadece makyaj yapınca kendini daha iyi hissediyordu. Son olarak dudağının rengindeki rujunun üstüne şeffaf dudak parlatıcısını sürdükten sonra aynaya baktı ve gülümsedi. “Gülümse Ada, gülümse. Acını görmesinler.” Aynanın karşısından gülümsemesiyle ayrıldı.

Havin ve diğerleri kameralara bakmak için Ada’nın gelmesini bekliyorlardı. Ada ise onu beklemediklerini sanarak yavaş yavaş ilerliyordu. Daha odaların bulunduğu kattan ayrılmamıştı.

Sessizce bekledikleri sırada bir sarsıntı hissettiklerinde paniklediler. İzmit’te meydana gelen depremden İstanbul da etkilenmişti. Ayrıca yurdun bulunduğu yer şehir merkezinden biraz daha uzak, İzmit’e daha yakın olduğundan deprem yurdu oldukça sarsmıştı.

Birkaç saniyenin ardından yurt toz dumanları eşliğinde yıkıldı. Havin’in ailesi öğrencilerin güvenliğiyle pek ilgilenmiyordu. Yurt yapılırken de malzemeden kısılmıştı. Bu sebeple depremlerde yıkılma riski vardı. Şimdi de o risk gerçek olmuş yurt yıkılmıştı.

Yıkılmış olan yurttan, enkazın altında kalan genç öğrencilerden dokuz tane çığlık yükseldi. Ada’nın, Hilal Asya’nın, Ezgi’nin, Gaye’nin, Ayaz’ın, Doruk’un, Çağrı’nın, Emir’in ve son olarak Havin’in çığlığıydı bu çığlıklar. Ağabeyinin intikamını almak için ve arkadaşlarının intikam almasına yardım edebilmek için ölümü göze alan dokuz arkadaşın çığlığıydı bunlar.

O dokuz çığlık yurdun parçalanmış duvarlarına işledi. Ölümsüzdü o çığlıklar. Sonsuza kadar orda yaşayacaktı dokuz arkadaşın acı dolu çığlığı. Unutulmazdı. Unutulamazdı.

Hepsinin birbirinden farklı acısı o gün birleşmişti. Çocukken farklı yerlerde farklı zamanlarda attıkları çığlıklar bugün toplanmıştı. Aynı yerde aynı zamanda attıkları bu çığlık onları birleştirdi. Artık ölüm dışında hiçbir şey onları birbirinden koparamazdı.

Biliyorlardı. Yurt kapandığından yurtta birilerinin olduğunu düşünmeyeceklerdi. Kurtulamayacaklardı enkazdan. Sessizdi, ölüm sessizliğiydi adı. Dokuz kısa ve tek çığlık ardından ölüm sessizliği…

Ölüme terk edilmiş dokuz can, dokuz hayal, dokuz neşe, dokuz acı; ölüme terk edilmiş dokuz genç arkadaş. Ölüme karşı direnmiyordu kimse, aralarından bir kişi hariç. Havin Yılamaz. O, acımasız katili bulmadan, ağabeyinin intikamını almadan ölmezdi, ölemezdi! Hepsi ölümü kabullenmişken, ölüme razı gelirken o direndi, kabul etmedi ölmeyi. Havin Yılmaz ağabeyinin intikamını almadan ölmeyecekti!

Kararını verdi. Bir daha geri dönemezdi. İntikam almadan ölemezdi. Çünkü Havin ettiği yeminleri, verdiği sözleri daima tutardı. Ve kendine yemin etti. “Ağabeyimin intikamını almadan, o pislik katili bulup doğduğuna pişman etmeden ölmeyeceğim.” Belki kimse duymadı, ama kendi duymuştu. Havin ettiği yemini kendisi duymuştu ve gerçekleştirmeden ölmeyecekti.

Havin

Bir an panikle bağırsam bile bir daha dudaklarımın arasından hiçbir ses çıkmadı. Sonra “Ağabey,” diye fısıldadım. Burada ölürsem son sözüm çığlık olmayacaktı. Ağabey olacaktı. Ve bir daha ne bir şey söyledim ne çığlık attım.

Son sözüm çığlıklar olmasın diye bir daha bağırmadım.

İntikam dışında bir yemin daha ettim kendime. “Ağlamak yok.” İçimden belki yirmi kere belki kırk kere tekrar ettim. Gaye’den öğrenmiştim. O, sekiz yaşındayken kendine yemin etmiş ve hala gözünden bir yaş aktığını görmedim.

Bugünkü ilk yeminimi gerçekleştirmek için enkazdan kurtulmam gerekliydi. Kendi enkazından kurtulmuş biri için bir binanın enkazından kurtulmak ne kadar zor olabilirdi? Ben kendi enkazımdan kurtulmuştum. Şimdi sıra içinde bulunduğum yıkılmış yurttan kurtulmaktaydı.

Etraftaki tozları çok solumamak için giydiğim kıyafetin yakasıyla ağzımı ve burnumu kapattım. Fazla sallanmamıştık. Bu sebeple şehirde çok hasar olmadığını umdum.

Ulaşabileceğim mesafede olan telefonumu zor da olsa alabildim. Arayıp yardım isteyebileceğim kişilere baktım. En mantıklı seçimin Kuzey’i aramak olduğuna karar verip “ara” tuşuna bastım. Telefon çektiğine göre yerin altına girmediğimizi tahmin ettim, ayrıca çok hafif bir aydınlık vardı. Dördüncü çalışta açtı.

“Kuzey,” diyebildim anca. Ne söyleyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu.

“Ben de sizi arayacaktım.”

“Enkaz,” dedim “deprem, yurt, Kuzey…” cümle kuramıyorum. Aklıma gelen kelimeleri tek tek sıralıyordum.

“Anlamadım?”

“Ben Havin, sana söylediğim isim yalan. Yılmaz Yurdu… Enkazda kaldık, aileme haber ulaşmasın. Dokuz kişiyiz. Yardım et. Lütfen.”

“Tamam,” dedi sesi deliye dönmüş gibiydi. Tekrar etti. “Tamam, tamam, tamam," arkadan Kuzey’e soru soran sesler geliyordu. “Ekiplerle en kısa zamanda orda olacağız. Sizi kurtaracağız. Sakin ol, kurtulacaksınız.” Şarjım bittiği için telefon kendiliğinden kapandı.

Kimin olduğunu anlayamadığım sesler duymaya başladım. “Havin! Gaye! Çağrı! Hilal! Emir! Ses verin! İyi misiniz?” Erkek sesiydi. Saymadığı iki erkek vardı. Biri Doruk’tu diğeri de Ayaz. Zaten Ayaz’ın sesi bu kadar kalın, sert değildi. Sesin sahibi yüksek ihtimalle Doruk’tu.

“İyiyim,” dedim sesimi çok yükseltmeden. “Yardım çağardım.” Bakabildiğim kadar etrafa bakmaya çalıştım. Solumda bir beden gördüm. “Burada biri var. Kim olduğunu anlayamıyorum.” Otuz saniye kadar sessizlik olduktan sonra “Onu uyandırabilir misin?” Sanki beni görebilecekmiş gibi kafamı salladım. “Denerim.”

Elimi uzatıp kolunu tuttum. “Uyan, hadi.” diye mırıldanıp birkaç kez kolunu yavaşça önce kendime çekip sonra ona doğru ittim. Doruk “Gaye! Çağrı! Hilal! Emir! Ses verin!” diye bağırdı tekrar.

Yanımdaki kişi yavaş bir şekilde kolunu hareket ettirdi. Ona daha çok yaklaşmaya çalıştım. Etrafı tam olarak göremediğim için nerede ne var göremiyordum. Doruk tekrar bağırdı. “Gaye! Çağrı! Hilal! Emir! Ses verin! İyi misiniz?”

“İyiyim, sadece biraz başım acıyor.” Ses yanımdaki kişiden gelmişti. Emir’in sesine benziyordu. Bir ses daha duyuldu ama daha kısıktı. “Enkazın altında kalınca bağırmamanız gerektiğini size ben mi öğreteceğim?” Böyle konuşacak tek kişi Gaye’ydi. “Gaye, iyisin değil mi?” endişeyle sordu sorusunu Doruk.

“Bacağımı saymazsak iyiyim.” Sessizce söylediklerini zor duyuyorduk. “Ne oldu bacağına?” diye sordu Ezgi. “Biraz acıyor sadece. Üstüne bir şey düşmüş olmalı.” Gaye’nin biraz dediği acı biraz değildi. Daha fazlasını yaşadıysa biraz derdi. Bunu çoğu kişi bilmezdi. Biraz acıyor dediği yaralardan bir tanesini görmüştüm. Biraz acıması mümkün değildi.

“Ayaz ve Ezgi buradalar gayet iyiler. Havin iyi, Emir iyi, Gaye iyi. Tamam. Telefonlarınızın ışığını açın. Bizimkiler açık.” Emiz telefonunun ışığını açınca biraz olsun aydınlanmıştı. Doruk, Ayaz ve Ezgi’nin ışığı bize gelmiyordu. Gaye de ışığı açtığında çok uzağımızda olmadığını fark ettim.

Çağrı’yı veya Hilal’i görmek umuduyla etrafımıza baktık. Öksürük sesi duyuldu. Ardından hafif bir ışık göründü. “Ben iyiyim ama Çağrı iyi görünmüyor.” Gaye uzanıp bacağının üstündeki tuğla parçalarını kaldırmaya çalışıyordu. Yardım etmek için zor da olsa yanına gidebildim.

Tuğlaları çekince beraber Emir’in yanına gittik. Gaye bacağı yüzünden zorlanıyordu. Önden Emir, arkasından da biz Hilal’in ışığına doğru itmeye başladık. “Hilal, bizim ışığımızdan başka ışık görüyor musun?” bir dakika geçtiğini tahmin ettim. “Siz kapatırsanız anlayabilirim.” Gaye ve Emir telefonlarının ışığını kapattı. “Çok hafif bir ışık var. Yani görebiliyorum.”

“Tamam, oraya geliyoruz. Etrafınızda gelmemizi engelleyecek tuğlalar veya herhangi bir şey varsa kaldırabilir misin?” Birkaç saniye sonra yanıt geldi. “Denerim.” O sırada biz ilerlemeye devam ediyorduk. Yıkılmış yurdun parçalarından geçmek zordu. Ayrıca cam parçaları da vardı.

Beş dakika geçtiğini düşündüğüm sürede yanlarına varmıştık. Gerçekten de Çağrı’nın durumu kötü duruyordu. Sol kolu kan içindeydi. Cam parçaları kesmiş olmalıydı. Üstündeki tuğlalardan hareket etmesi imkansızdı. Yanına yaklaşım nabzına baktım. Atıyordu.

Gaye, Hilal’in yanındaydı. Çağrı’ya hiç bakmamıştı. “Doruk, buraya gelebilecek durumda mısınız?” diye ordu Emir. Daha sonra yanıma geldi. “Hayır, çok zor.” Çağrı’nın üstündeki büyük parçalardan birini tuttu. Kendine doğru çekmeye başladığında ben de başka parçaları çekiyordum.

Nefes alırken zorlanıyorduk, susamıştık fakat sessizce bekliyorduk. Ne diyebilirdik ki? Dakikalar, saatler geçti sessiz. Ardından bir ses. Sessizliğimizi bozan bir ses. Kurtuluşumuz olan bir ses.

“SESİMİ DUYAN VAR MI?”


Kurtulmuştuk. Nasıl olduğunu bile hatırlamıyordum. Çağrı iyiydi. Ama Ada… Bulamadılar, orada kaldı. Biziz kurtaran ses Ada’yı kurtarmak için defalarca tekrarlandı.

Görevlilerle konuşmuş bizim enkazda kaldığımız kimse duymasın diye uyarmıştım. Onlar da kabul etmişti.

Biz kurtulduktan ortalama yarım saat sonra yanında o kızla beraber Kuzey geldi. Sarıldım, sıkıca sarıldım ona. O da bana sarıldı. Sıcacık kolları banim soğuktan donmuş bedenimi ısıttı. “Bana bir açıklama borçlusun.” diye mırıldandım. Sessiz kaldı.

Yaklaşık otuz saniye sarıldık. Ardından “Ben Tanem,” dedi yanındaki kız. Gülümsedim. “Memnun oldum.” O da gülümsedi. İsmimi bildiğini biliyordum. Aklımdaki soruyu sormaya karar verdim. “Siz sevgili misiniz?”

“Ne? Biz mi? Bu öküzle mi? Yok daha neler!” Küçük bir kahkaha attım.

Yazarın anlatımıyla

“Niye yanındasın?” diye sordu Havin. “Annesi beni peşinden gönderiyor. Ne yapacağı belli olmadığı için endişeleniyor. Yoksa yanında bir dakika bile durmam!” Dudakları kıvrıldı Kuzey’in. “Kesin öyledir. ‘Ben endişeleniyorum.’ demiyor da ‘annesi endişeleniyor.’ diyor.”

“Öyle bir şey yok!” diye bağırdı. İkisi de biliyordu. Tanem gerçekten Kuzey için endişeleniyordu. Sadece Tanem açık açık söylemiyordu.

“Onları evlerine bırakabilir misin?” Arkadaşlarını gösterdi. Sorusunu Kuzey yerine onlara yaklaşan Gaye cevapladı. “Hayır, bırakamaz.” Havin’in yanında durdu. “Çünkü pes etmiyoruz ayrıca o olmadan başladık o olmadan bitireceğiz.” Arkadan yanlarına yaklaşan Doruk’un sesi duyuldu. “Başlayamadık diyecektin herhalde.”

Gaye ona döndü. “Beni arkadaş katili yapma.” Cebinden çakısını çıkardı. “Tamam, sustum.” Gözlerini irice açmış Doruk’a gülümsedi “Güzel.”

“Bunlar senin arkadaşın mı şimdi?” Kuzey’in işaret parmağıyla Gaye ve Emir’i gösterirken sorduğu soruya güldü Havin. “Evet.” Gaye’ye bakıp geri Havin’e döndü. “Deliler hastanesinden kaçmadıklarından emin misin?” Gaye çakısını bu sefer Kuzey’e doğrulttu. “Sen, bana deli mi demeye çalışıyorsun?” Birkaç kez çakıya ve Gaye’ye baktı. “‘Evet’ dersem öldürecek misin?”

Masumca gülümsedi. “Evet.” Havin kafasını Gaye’ye çevirerek onu uyardı. “Gaye!” Çakıyı geri cebine koydu. “Peki.” Sondaki ‘i’ harfini uzatarak söylemişti. “Seni bununla bırakıp gideceğimizi mi sanıyorsun?”

Tanem onlara bakıp olayı çözmeye çalışıyordu. “Ne yapmayı planlıyorsun?” Havin’in sorusuna Gaye birkaç saniye bekledi. “Onu sonra düşünürüm ama ne yapmayacağımı biliyorum.” Şimdi bütün ekip oradaydı. “Lütfen gidin. Size bir şey olsun istemiyorum. Zaten Ada benim yüzümden orada.”

“Bize bir şey olursa senin yüzünden olmayacak! Ada da senin yüzünden orada değil, Ada da kendisi seçti. Biz de kendimiz seçiyoruz. Gitme şansımız var ama biz senin yanında olmayı seçiyoruz. Bize bir şey olursa senin yüzünden değil bizim yüzümüzden!”

“Ne yapacağız? Daha kalacak evimiz bile yok!” Gaye’yi ikna edemeyeceğini biliyordu ama denemekten zarar gelmezdi. Kuzey, Havin ve Gaye’nin konuşmasını böldü. “Kalabileceğiniz bir ev var.” Şehirden daha uzak bir ev vardı. Kuzey için alınmıştı ama ev Kuzey için fazla büyüktü. Ayrıca Kuzey şehirden uzak olmayı sevmezdi. İhtiyaçlarına ulaşması kolay olsun isterdi. “İsterseniz orada kalabilirsiniz.” Konuyu anlamamıştı ama yardım etmek istiyordu. İlker’e söz vermişti ve sözünü tutacaktı.

İlker Yılmaz’ın öldüğünü bu sabah öğrenmişti. Havin’i üzmemek için ona İlker ile ilgili soru sormayacaktı.

Hepsi kötü şeyler yaşamıştı ve dinlenmek haklarıydı. Kuzey’in evinde kalmayı kabul ettiler. Ama Kuzey daha evinde kalacak kişileri tanımıyordu, daha isimlerini bile bilmiyordu. Sadece iki kişinin ismin biliyordu onlar da Gaye ve Doruk’tu. Diğerlerinin adını bilmiyordu. “Sizin isimleriniz neydi bu arada?”

“Emir.” Kahverengi saçlı, ela gözlüydü.

“Hilal Asya.” Kızıl saçlı, mavi gözlü ve çilliydi.

“Ayaz.” Siyah saçlı, çekik koyu mavi gözlüydü.

“Çağrı.” Onun da siyah saçları, koyu mavi gözleri vardı.

“Ezgi.” Siyah saçları, yeşil gözleri ve çilleri vardı.

“Doruk.” Açık kahverengi saçları, mavi gözleri vardı. Adını zaten biliyordu.

“Gaye.” Onun da ismin biliyordu ama deli diyordu bu kıza. Siyah saçlı, yeşil gözlüydü. “Sen kimsin?” Tanem’e soruyordu.

“Tanem.” Kahverengi saçlı, mavi gözlüydü.

On kişi bir arabaya nasıl sığacaklarını düşündü Havin. Tanem istediği için arabayla gelmişlerdi, motosikletle de gelebilirlerdi. Kuzey sürücü koltuğuna oturdu. Çağrı da ön koltuğa oturdu. Gaye, Ayaz, Hilal Asya, Ezgi arka koltuğa oturdu. Önce onlar gidecekti sonra Kuzey geri dönüp Havin, Tanem, Emir ve Doruk’u alacaktı. Zaten gidecekleri ev çok uzak değildi.

***

“Burası ev değil saray!” dedi Doruk. “Senin ailen zengin mi?” Yutkundu Kuzey. Aile? Aile onun sahip olamadığı bir şeydi. Yabancıydı bu sözcüğe. Babası aylar önce ölmüştü. Zaten öldüğüne üzülmemişti. Annesini ise artık çok nadir görüyordu.

Dört katlıydı. Büyük bir bahçesi ve havuzu vardı. On yatak odası, her odanın kendine ait bir banyosu ve beş odanın balkonu vardı. Ayrıca bir de spor salonu vardı evin. Dedesinden miras kalan parayla alınmıştı. Zengin bir adamdı. Annesi parayla Kuzey’e böyle bir ev almıştı. “İstediğiniz odada kalabilirsiniz. Rahatınıza bakın.” Salondaki koltuklardan birine oturdu.

Hilal ve Ayaz evi geziyordu diğerleri ise koltuklara oturmuştu. Yorucu bir gündü. Günlük hayatlarında hobi olarak enkazda kalmıyorlardı. Kimse ağzını açmıyordu. Böyle bir durumda ne konuşulabilirdi.

On dakika sonra Kuzey ve Tanem gittiğinde Havin ve diğerleri oda seçiyorlardı. Balkonlu odalarda Havin, Doruk, Gaye, Ezgi ve Emir kalıyordu. Diğer odalarda ise Hilal Asya, Gaye, Ayaz ve Çağrı kalıyordu. Yemek sipariş edecek paraları olmadığından evde ne varsa onu yediler. Saat daha yatmak için erkendi ve onların yapabilecek hiçbir şeyleri yoktu.

Hayat bu muydu? Normla insanlar böyle mi yaşıyordu? Onlar bilmiyordu ki normal insanlar ne yapardı? Yaşadıkları normal değildi. Normal olmamıştı hiçbir zaman hayatları. Sessizce oturdular. Dakikalarca oturdular. Kapı çaldığında bölünmüştü sessizlikleri.

Havin korkakça ayağa kalkıp kapının önüne gitti. Kapının deliğinden baktığında 50-60 yaşlarında yaşlı bir adam gördü. Kapıyı yavaşça açtı. “Kimsiniz siz? Burada uzun zamandır kimse yaşamazdı. Kuzey içeride mi? O mu geldi?” Adamın soruları yüzünden Havin birkaç saniye donakaldı. “Yok, Kuzey burada değil. Biz onun arkadaşlarıyız.” Adamın kaşları biraz daha çatıldı. “Neden burada kalıyorsunuz?”

Arkadan Doruk geldi. “Amca, kimlik numaramızı da verelim mi?” Adamın yüzünü garip bir hal aldı. “Gençlik bitmiş!” Havin’in uyaran bakışlarına rağmen yine konuştu. “Yaşlılık da bitmiş!” Salondan bazı kahkaha sesleri geldi. “Doruk!” diye bağırdı Havin. Doruk da söylene söylene gitti. “Amcacım siz onun kusuruna bakmayın. Bizim belli süreliğine bir eve ihtiyacımız vardı Kuzey de burada kalabileceğimizi söyledi. Görüşürüz.” Cümlelerini hızla sıralayıp kapıyı kapattı.

“Oğlum, sen cidden delisin!” Çağrı’ydı konuşan. “Ne yapayım ya? Adam utanmasa gerçekten kimlik numaramızı soracak!” yine bir kahkaha sesi yükseldi. Doruk grubun neşesiydi. Her zaman gülecek bir şeyler bulurdu. O da acılarını böyle gizliyordu. Her gülen mutlu değildi. Tıpkı Doruk gibi. Yüzündeki gülümseme içindeki acıyı gizliyordu. Tıpkı bir maske gibi.

***

Sabahın erken saatlerinde evin kapısı çaldı. Uyanık tek kişi olan Gaye baktı kapıya. Kuzey ve Tanem ellerinde bez çantalarla kapıdalardı. İçeri girdiler. “Daha kimse uyanmadı mı? Hadi piknik yapmaya gideceğiz!” diye bağırdı Tanem. Gaye bir Tanem’e bir Kuzey’e baktı. “Piknik?”

“Evet, piknik.” Elindeki çantayı koltuğa bırakıp el çırptı. “Tamam, ben diğerlerini çağırayım.” diyerek üst kata çıkıp tek tek herkesi uyandırdı Gaye. Havin yüzünü yıkayıp aşağı indi. “Ne yapıyoruz? Ne bu çantalar?” Kuzey’in elinde dört bez çanta vardı, Tanem ise kendi taşıdığı çantayı koltuğa koymuştu. “Piknik yapacakmışız.” dedi Kuzey. Havin sırıttı. “İstediği her şeyi yapıyorsun yani?”

“Susmuyor.” diyerek açıkladı Kuzey.

“Susuyorum!”

“122 defa aradın.”

“Aradım ama açmadın! Yani konuşmadım. Bu durumda susmuyor olamam. Konuşmayan biri susmuyor olamaz!” Hızlı konuşmuştu. Kuzey, Havin’e baktı. “Bundan bahsediyorum işte.” Havin güldü. “Haklı. Konuşmayan biri susmuyor olamaz.” Gözlerini devirdi Kuzey. “Kadın dayanışması. Ne bekliyorum ki?”

Herkes aşağı indiğinde arabalarla piknik yapacakları ormana doğru gittiler. İki araba gidiyorlardı. Evin garajında bir araba daha vardı.

Durdukları orman insanların kirletmediği çok güzel bir ormandı. Yemyeşildi. Kuş cıvıltıları insanı rahatlatıyordu. Hava çok soğuk değildi, güneş tepedeydi.

Tanem piknik için sabah çok erken uyanmıştı, kahvaltılıkları hazırlamış piknik yapabilecekleri bir yer bakıyordu. Aklına burası gelmişti. Eskiden ailecek geldikleri bu orman. Kardeşi, annesi, babası ve Tanem. Kardeşi burada ölmüştü. Ormanın sonundaki uçurumdan düşüp hayatını kaybetmişti. Yıllarca kendini suçladı. “Ona göz kulak olsaydım ölmezdi.” diyordu kendine. Buraya gelmesi, büyük cesaretti. O günden sonra yanına bile yaklaşmamıştı bu ormanın.

Ağaçların olmadığı bir alana örtü serdiler, üstüne de kahvaltılıkları yerleştirdiler. Havin’in şu ana kadar yaptığı en eğlenceli kahvaltı olmuştu. Hepsi eğlenmişti. Karınlarını iyice doyurduktan sonra voleybol oynamaya karar verdiler. İki takıma ayrıldılar. Havin, Kuzey, Gaye, Ezgi, Ayaz bir takım; Emir, Tanem, Çağrı, Hilal Asya, Doruk diğer takımdı.

Üç set oynadıklarında 2-1 Havin, Kuzey, Gaye, Ezgi ve Ayaz kazanmıştı. Saatlerce ormanda vakit geçirmişlerdi. Oradan ayrılınca bir alışveriş merkezine gittiler.

Havin

Alışveriş merkezine vardığımızda ilk DeFacto isimli mağazaya girdik. Sadece ihtiyacımız olan şeyleri alıyorduk. Erkeklerden ayrılmış kendi reyonlarımıza bakıyorduk. Birbirimize “Bak bu sana çok yakışır.” diyerek ürünler gösteriyorduk. Beğendiğimiz ürünleri alıp deneme kabinlerine gittik. İlk Gaye girdi. Siyah kargo pantolon, üstüne de siyah sweatshirt giymişti. Siyahlar arasında yeşil gözleri öne çıkmıştı.

Birkaç mağaza daha dolandıktan sonra kendi tarzımızda kıyafetler aldık. Pijama, günlük kıyafet, iç çamaşır almıştık. İhtiyaçlarımızı alınca öylesine dolanmaya başladık.

Makyaj malzemeleri satan bir mağaza görünce oraya girdik. Bir sürü marka vardı. Bütün ürünler normal fiyatlarından çok daha ucuzdu. “Müşteriler Giremez” yazan kapının yanındaki ürünlere bakarken istemeden içeridekilerin konuşmasını duydum. “Hayır, kesinlikle bizim ürünlerimizden kaynaklanmış olamaz.” dedi kalın bir ses. Telefonla konuşuyor olmalıydılar çünkü diğer adamın sesi çok kısıktı. “Eşimin yüzü sizin ürünleriniz yüzünden bu hale geldi.” Konuşma artık ilgimi çekmeye başlamıştı.

“Daha önce kimseden böyle bir şikayet almadık.” Telefondaki adam sinirlenmiş olmalıydı, telefonla konuşmalarına rağmen çok net duyabiliyordum. “Sizin ürünlerinizi kullanmadan önce böyle bir sorunla karşılaşmamıştı. Ayrıca kokuları berbat!”

Hemen oradan uzaklaşıp kızların yanına gittim. “Buradan hiçbir şey almadan gidiyoruz. Tabii zehirlenmek istemiyorsanız.” Bana anlam arar gibi yüzlerle bakarken ben onları ikişer ikişer sürükleyip mağazadan çıkarıyordum.

Tanem, yerimizi söylemek için Kuzey’i aradı. Ardından beraber en üst kata çıktık. Yemek için bir hamburgercinin masasına oturduk. Yemeğimizi sessizce yiyorduk. Doruk’un konuşmasıyla masadaki sessizlik bölündü. “Çok sessiz oldu ya! Konuşacak hiç mi bir şey yok?”

“Siz pes etmek, plan falan demiştiniz dün. Onları açıklayabilirsiniz. Özelinizse sorun yok tabii." Tanem, sözü bitince gülümsemişti. Gaye’ye baktığımda omuz silkti. “Hiç bana sorma.” Tanem ve Kuzey’e geri döndüm. “Abimin katilinden intikam almak istiyorum. Ama şimdi ona dair hiçbir iz yok.”

“Biraz aklını boşalt,” dedi Kuzey. “Biraz rahatla, normal yaşa. Akışına bırak. Hayat yapman gerekeni sana gösterir.” Gülümsedim. “Nasıl normal yaşanır bilmiyorum ki.” Arkadaşlarıma baktım. “Hiçbirimiz bilmiyoruz.” Hiç normal yaşamamıştık. Nasıl normal yaşayacağımızı bilmiyorduk. Yirmi yaşlarına gelmiştik, bu yaştan sonra öğrenebilir miydik?

Yemeklerimiz bitince açık otoparka doğru yürümeye başladık. Telefonum çalınca elimdeki bez çantalar yüzünden zorlansam da çıkarabilirdim. AFAD görevlileri arıyordu. Telefonumun ekranı çatlak olduğu için dokunmatiği yeterince iyi çalışmıyordu. Sonunda açabildiğimde telefonu heyecanla kulağıma götürdüm.

“Ada’yı buldunuz mu? Yaşıyor değil mi? İyi mi?”

Sorularımı sıraladım. Diğerleri de kiminle konuştuğumu anlayınca durdular. Görevlinin konuşmasını bekliyordum. Yaşadığına inanıyordum. Bizi bu kadar kolay bırakamazdı, bırakmazdı. Öldüğüne ihtimal dahi vermiyordum. Söyleyeceği haberi heyecanla beklerken sonunda konuştu.

3. BÖLÜM SONU


Loading...
0%