@angel_okur
|
Çaresizlik. Çok fazla yaşanan bir duygu. İnsanların hep bu duyguyla karşılaşması ne kadar normal? Aslında hep bir çare vardır, çaresizlik abartma cümlesidir. Ama o an hiç hissetmediğim kadar çaresiz hissettim. Sanki etrafımı buzlar kaplamıştı ve hareket etmemi engelliyordu. Şoktan çıkamadığım birkaç dakika geçirdim. Karşımdaki manzara oradan kaçıp gitme isteği uyandırıyordu. Bir çift el beni öldürmek ister gibi boğazımı sıkıyordu sanki. Kırılmış cam parçaları, dağılmış eşyalar ve en kötüsü yerde kanlar içinde yatan annem. Hareket edebileceğimi hissettiğimde annemin yerde yatan bedenine koştum. “Anne!” “Anne, uyan!” “Anne, kalk hadi!” “ANNE!” “Lütfen uyan anne!” “Sen daha benim doktor olduğumu görecektin. Pes mi ediyorsun hemen?” “Anne?” “Uyan.” “Lütfen…” Gözlerimden yaşlar hiç akmadığı kadar akarken gittikçe sesim kısılıyor, konuşamaz hale geliyordum. Evet, annem nefes almıyordu. İnsan hayatını mahveden birine üzülebilir mi? Ben üzülüyordum. Ne olursa olsun o benim annemdi. Onun kanına bulaşan ellerim hafifçe yüzünü tokatlıyor ve omzundan dürtüyordu. Sonunda ellerimi yanaklarına koydum. Çocuk gibi umutla baktım kanla kirlenen yüzüne. Benim dünyalar güzeli annemin yüzü kanla kirlenmişti. “Sen de mi bırakıyorsun beni? Sen de mi gidiyorsun? Bırakıp gideceğiniz kadar kötü bir evlat mı oldum size?” Artık soru değildi dudaklarım arasından çıkan sözler. “Sen de mi babam gibi terk ediyorsun beni! Hak ettim mi bunları! Daha beş yaşındayken ne günah işledim de babasız kaldım! Anne babasız kalmakla cezalandırılacak ne kötülük yaptım!” Sesim o kadar yükselmişti ki kendi sesimi tanıyamıyordum. Sanki daha önce ağlamamışım da biriken bütün yaşlar dökülüyordu gözlerimden. Sesimi duyup gelen komşular beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bunun dışında başka bir şeyler yapanlar da vardı ama ben ne seslerini duyabiliyordum ya da net görebiliyordum. Kafam inanılmaz doluydu. Anlaşılmayan sesler ve net olmayan görüntüler… Kırmızı… Çok fazla kırmızı gördüm. Berbat bir koku vardı. Kan rengi ve kan kokusuydu onlar. O günden sonra nefret ettiğim ikiliydi onlar. En son hatırladıklarım böyleydi. Bir ara yine ateşim çıktığını ve hayal gördüğümü düşündüğüm olmuştu. Ama gerçekti, hepsi gerçekti. Annem ölmüştü. Benim canım annem sonsuzluğa dalmıştı. Tek kalmıştım. Tek başıma, bir başıma… Polis, itfaiye, ambulans, üçünden birinin sirenlerini duyduğuma eminim. Bir arabaya bindirdiler beni. Yaptığım şeyler bilinçli değildi. Ne olduğunun, ne yaptığımın farkında değildim. Yanımda biri daha vardı. Yüzü tanıdıktı ama kim olduğunu bulamayacak kadar doluydu kafam. Zar zor anladığım iki cümle kurdu. “Telefonuna mesaj geliyor. Bakmayacak mısın?” Tepkisiz kaldım. Geri kalanını zorlasam da hatırlayamadım. Odamdaydım. Yatağıma yatmış, yorganıma sarılmış ağlıyordum. Telefonuma gelen mesajlar susmuyordu. Saatlerce öyle kaldım. Bütün gece uyumadım. Sabah olduğunda kıpkırmızı gözlerle telefonu açtım. 0530*******: İyi misin? 0530*******: Neredesin? 0530*******: Durumun ne? 0530*******: Yine ateşin çıkmadı değil mi? 0530*******: Su Perisi, mesajlarıma bakmamanı sevmiyorum. 0530*******: Bir şey mi oldu? 0530*******: Evde misin? 0530*******: Gerekirse nokta koy ama bir şey yaz. 0530*******: Endişelendirme beni. 0530*******: Lütfen. 0530*******: Sen yazmadan gözüme uyku girmeyecek benim. 0530*******: Herhangi bir şey yaz, ama yaz. 0530*******: Saat kaç oldu güzelim? 0530*******: Neredesin? Neden bakmıyorsun mesajlarıma? 0530*******: Bari evde misin dışarıda mı, yerini söyle. 0530*******: Geleyim, göreyim seni. 0530*******: İyi olduğundan emin olmak istiyorum. Ne yazdığı saatleri önemsedim ne de cevap yazdım. Sadece okudum mesajlarını. Birkaç saniye sonra yeni bir mesaj daha geldi. 0530*******: Mesajlarımı okuman da bir gelişme öyle değil mi? 0530*******: İyi misin? Yine yazmadım hiçbir şey.
|
0% |