Yeni Üyelik
1.
Bölüm

-GİRİŞ..-

@anita_86h

 

- GİRİŞ..-

2007 Şanlıurfa/ Viranşehir İlçe Jandarma Komutanlığı...

Yağmur damlaları loş ışığın aydınlattığı odamın camına vurup tiz sesler çıkartırken uyumak için büyük bir çaba sarf ediyordum. Yarın sabah okulum vardı ama babamı görmeden geçirdiğim bu 15. günde artık yaşadığına dair umutlarım tükeniyordu. Tahir Yüzbaşının babamdan aldığı haber üzerinden tam 12 gün geçmişti. Göreve gittiklerinin 3 günü pusuya düşürülmüşler ve bütün iletişim olanakları tükenmişti. Onu da kaybetmek istemiyordum lakin bir asker kızı olarak babamın beni bu günlere daha 10 yaşında hazırladığını bilerek sabırla ondan gelecek tek bir haberi bekliyordum.

Yüzümü babam gibi kokan yastığa gömdüm. Kendi odam vardı ama onun göreve gittiği zamanlarda varlığını yanımda hissetmek için bu odaya gelir buram buram barutun kekremsi kokusuna bulanmış yastığına başımı koyar huzursuz bir uykuya dalardım.

Fakat bu gece öyle olmadı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ama ben bir saniye gözlerimi kapatıp uyuyamadım. Şimşek çakıp loş odamı aydınlattığında istemsizce kapandı göz kapaklarım. Gök sanki delinircesine damlalarını bırakırken ani çakan şimşekler de onun bu deli haline eşlik ediyordu...

Bir kaç dakika damlaların akıp da iz bıraktığı camı izlerken , gök gürültüsünden hariç bir ses duyuldu. Hızla yerimden doğruldum. Yataktan otururken ellerimi hızına dahi yetişemediğim kalbimin üzerine koydum. Tanıdık ses daha yakından gelirken bu sefer mutlulukla kapandı göz kapaklarım...

"Şükürler olsun Allah'ım.."

Ellerimi yüzüme sürüp babam ve arkadaşları için son kez dua edip ayağa kalktım. Cama gidip tül perdeyi araladım. Askeriyenin tam ortasına inen helikopterden önce iki tane sedyede üzeri kapalı asker çıktı. Ardından babamın arkadaşları. Nefesimi tutup onunda inmesini sabırla bekledim... İnmedi.. Gözlerim ağır aksak adımlarla iki sedyeyi taşıyan askere kaydı. Sonra da bir örtünün altında yatan bedene. Ağır adımlarla revire ilerlerken birinin eli boşluğa düştü. Yüzük parmağında alyans vardı. Nefesimi tutup diğer sedyeye baktım. Babamın boylarındaydı sanki. Korkudan dilim tutulmuş dalgınca revirin kapısından geçip giden askerlere baktım. Babamı kaybetme düşüncesiyle nefesim kesildi. Kalbim atmayı bıraktı. Elimde duran tül perdeyi sıkarken aniden odanın kapısı açıldı. Tutukça kapıya dönen başım ve odağını kaybetmek üzere gözlerle karşımda duran kişiye baktım.

Tanıdık simayla ne kadar önce tuttuğumu bile bilmediğim nefesim dudaklarımın arasından izinsizce çıktı. Kendimi tutamadım ve ilk hıçkırığım onunla aynı renge sahip yorgun gözlerini gördüğümde geldi. Seslice ağlarken kaskatı olan bedenimi umursamadan ona doğru koştum. Çoktan iki yana açılmış kolların arasına girip, toza toprağa bulanmış kamuflajına başımı yasladım. İri elleri ve kocaman kollarıyla küçük bedenimi sardığında özlemden delirdiğim kokusunu soludum. Toprak, ter , kan ve barut kokuyordu. Babam kokuyordu...

"Babacım..."

"Güzel kızım... Çok özledim seni.."

"Bende çok özledim. Bu sefer çok uzun sürdü baba. Ben senin..."

Bedenimden ayrılan kollar tuzlu yaşların canımı yaktığı yanaklarıma ulaştı. Çamur dolu parmak uçları yanaklarımı okşadı usulca. Sonra da her bir göz kapağımı uzun uzun öptü...

"Bunu daha önce konuşmuştuk değil mi bahar kokulum? Ben bu vatanı için yeri geldiğinde son nefesini seve seve verecek bir askerim. Sen de benim cesur , babasının biricik prensesi. Ola ki böyle bir haber sana ulaşırsa mutlulukla kabul edeceksin şahadet haberimi. Benim senden tek dileğim bu.."

Omuzlarımı silkip bir kez daha sarıldım. Onu kaybetme düşüncesi bile kalbimi bu denli acıtırken o haberi aldığımda nasıl metanetli olurdum ki..

Bir kaç dakika öyle sarılı kaldıktan sonra babam benden ayrılıp odasında bulunan banyoya ilerledi. Uzun bir süre orada kaldı. Uykudan kapanan göz kapaklarıma inat yatakta oturup onu bekledim. Nitekim geçen yarım saat sonra üzerini giyinmiş traşını dahi olmuş olarak çıktı. Ay ışığında parlayan çehresi, yeşilin en güzel tonuna sahip gözleriyle babam dünyanın en yakışıklı adamıydı..

"Sen neden yatmadın bahar kokulum.."

Çekinerek başımı kaldırdım. Söyleyeceğim şeyden utanıyor ve az birazda kızar diye ürküyordum.

"Birlikte yatsak olmaz mı?"

"Görev dönüşlerinde bunu asla yapmadığımızı biliyorsun. "

"Biliyorum ama çok özledim seni. En azından ben uyuyana kadar. Sonra benim odama geçersin olur mu?"

Bir kaç dakika kararsız bakışlarla beni süzdü. Sonra oflayıp başını salladı. Heyecanla yatağa geçip en köşeye doğru kaydım. Duvara sırtımı yasladığımda babam kaşlarını çatarak baktı. Neden kızdığını soracakken demir dolap kapağını açıp bir battaniye çıkardı. Tek dizini koyup arkama boylu boyunca battaniyeyi yerleştirdi. Sonra oda benim gibi kafasını yastığa koyup yüzünü ve tüm bedenini bana döndürdü. Elinin biri ise başının altında duruyordu. Ona son kez bakıp gözlerimi kapattım.

"Bende asker olacağım , tıpkı senin gibi..."

Uyku ile uyanıklık arasında sarf ettiğim söz sonrası bedenime sarılan kol ile babamın göğsüne yaslandı başım. Saçlarımın arasında dolaşan nasırlı parmaklara titrek soluklar eklendi. Sonra kulağıma yaklaşan nefes sonrası onun titreyen sesi ile hafifçe aralandı göz kapaklarım...

"Güzel ellerine silah yakışmaz bahar kokulum. Sen can alan değil, can veren olmalısın. Beyaz önlüğün içinde bu dünyanın görüp görebileceği en güzel doktoru benim kızım olmalı.."

Başımı göğsünden çekip babama baktım. Dolu gözlerle bakıyordu bana . Uzanıp göz kapaklarına dokundum. Akmaya meyilli yaşları avcuma hapsettim. Sonra da büyükçe gülümsedim.

"Olur hem sen görevden döndüğünde yaralarına ben pansuman yaparım. Senin şahsi doktorun ben olacağım Yavuz Eroğlu. Söz veriyorum.."

Gözlerini açıp saçlarımın arasına kocaman bir öpücük kondurdu. Bedenimi sarıp sarmalarken kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum.

"Demek bahar kokulu kızımın ilk hastası ben olacağım . "

"Sen benim bu hayatta en sevdiğim hastam olacaksın babacım.."

Sesim son cümlemle kısılırken ağırca kapandı göz kapaklarım. Babamın kendine has kokusuyla huzurlu bir uykuya dalarken onun ise parmakları saçlarımın arasında gezindi. Ta ki ben tamamen uykuya dalıp gidene kadar...

**************************************************


2007. Şanlıurfa/ Viranşehir Aynı Saatler de Gece Bir Evde...

Çalışma masamda yarın olacak sınav için çalışırken beynim soru çözmekten patlamak üzereydi. Tek isteğim yarın ki sınavı geçip Ankara'da ki o liseye gidebilmekti. Doktor olmam da ki en büyük adım bu olacaktı. Bir kaç saat daha çalıştıktan sonra artık gözlerim uykumun gelmesiyle kapanırken birden camıma vuran ışıkla irkilmeden edemedim. Ayağa kalkıp cama yanaştığımda gördüğüm araba ve ambulans ile beynimde adeta şimşekler çaktı. Kapının zilini duyduğum anda eli ayağım korkudan boşalır gibi olurken kapıya doğru kısa bir bakış atıp o tarafa adımladım. Hızla odamdan çıkarken babam ve annem evin dış kapısına doğru ilerliyordu. Babam arkasını dönüp bir kaç saniye bana baktı. Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama nedense konuşmadı ve aniden önüne dönüp demir kapıyı açtı.

Önümüzde üst rütbeden olan iki asker duruyordu. En önde duranın elinde katlanmış Türk Bayrağı ve üzerinde askeri künye vardı. Babam yana devrilir gibi oldu . Hızla ona doğru adımlarken annemin çoktan eşiğin önünde ki merdivene çöktüğünü sessizce ağladığını gördüm.

Babamın sol koluna girip onun dimdik ayakta durmasını sağladım. Önümde başı hafif eğik duran komutanla göz göze geldik. Dolu dolu bakıyordu yeşil gözleri. Elinde tuttuğu bayrağı babama uzattı ve tek kelime döküldü dudaklarından..

"Başınız sağ olsun.."

"Vatan sağ olsun.."

Babamın ağzından çıkan tek cümle yüreklerimize kor bir alev olup düşerken sessizce kabullendik abimin gidişini...

"Piyade Uzman Çavuş Ali Asaf Karaca'yı çıkan bir çatışma kaybettik. Naaşı yarın Viranşehir merkez camisinden uğurlanacak. Bizler görev arkadaşları olarak hepimiz orada olacağız. Tekrar başınız sağ olsun.."

Babam yorgunca tebessüm ederken gözleri kapandı ağırca. Her iki göz kapağından akan bir damla yaş uzanıp silmek istesem de kendime engel oldum. Komutanın elinde duran bayrağı ve künyeyi aldım. Yeşil gözlü komutan omzumu sıkıp kısa bir bakış atıp arabasına binerken ölümün soğuk yüzüyle baş başa kaldık.

"Hadi as bayrağımızı Yiğit bu gün abinin hakka yürüdüğü gün.."

Gözümde akmaya meyilli yaşlarla büyük Türk Bayrağını evimizin camına astım . Tek katlı bir evdi. Cam ile yer arası baya bir mesafe olduğu için rahat asabilmiştim. O gece abimin naaşı soğuk morg masasında dururken annem elinde aldığı Kur'an-ı sessizce okurken babam her zaman oturduğu tekli koltukta doğan güneşi izledi. Bense başım önde evimizin hayat kaynağının gidişi ardından yas tuttum. Ben onun gibi gülmez şen kahkahalarla annemi babamı gülümsetemezdim. Abim hep başkaydı. Ve ben asla onun yerini dolduramayacaktım...

Gün doğdu. Babamın hafif kırlaşmış saçları o gece bembeyaz oldu. Annem uykusuzluktan ve ağlamaktan kızarmış gözlerle okuduğu Kur'an-ı kapatırken ben yerimden bir milim bile kıpırdamadım.

""Yiğit sınavın var acele ette geç kalma.."

Babamın yorgun sesiyle başım önde oturduğum koltukta bakışlarımı ona çevirdim. Zor ayakta duruyordu. Karşıma geldiğinde anlamaz gözlerle baktım ona.

"Ne diyorsun baba sen? Abim o morgda soğuk sedyede yatarken ne sınavından bahsediyorsun sen?"

"Yiğit..."

Acı çeker gibi çıkan sesiyle hızla ayağa kalktım. Onun karşısına geçtiğimde evde ki en uzun insan olan babama neredeyse yaklaşmak üzere olan boyum sebebiyle yüz yüze gelmek üzereydik nerdeyse.

"Baba.."

"Hayallerin vardı oğlum.."

Kırık sesine daha fazla dayanamadım. Ne yapacağımı anlamıştı. Beni benden daha iyi tanırdı. Bu hayatta en çok ona benzerdim. Ona sıkıca sarılırken geleceğimi inşa edecek o sözleri kulağına fısıldadım..

"Artık tek bir hayalim var baba. Sonu ölümde olsa o hayalin peşinden gideceğim..."

 

Loading...
0%