Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm : - Girift..-

@anita_86h

Keyifli okumalar dilerim :)

*Girift: Birbirinin içine girerek çözülemeyecek biçimde karışmış olan, iç içe geçmiş, çapraşık.

 

 

*********************************************************************************

 

Yiğit Ali'den...

Neva'nın gidişiyle derin bir sessizlik çöktü hastane odasına. Tim arkadaşlarım ve Vildan soru dolu gözlerle bana baksa da onlara tek kelime edecek halim yoktu. Bakışlarım kapalı beyaz kapıdan ayrılıp yıldızların en parlak halini yansıtan gökyüzüne kaydı. Canımı sıkan bir şeyler vardı ama tam olarak neden bu haldeydim bilemiyordum.

"Nasıl hissediyorsun Yiğit?"

Vildan'ın sorduğu soruyla başım istemsizce ona döndü. Kahve gözlerinde belirgin olan korku hissini göz ardı edemiyordum. Fakat bu gece burada olmaması gerekiyordu. Operasyonu tehlikeye atacak her şey potansiyel düşmanımdı.

"Ben iyiyim Vildan. Ama senin bu gece burada olmaman gerekiyordu. Konuştuk seninle, anlattım durumu. Neden başına buyruk hareket ediyorsun?"

Sorduğum soruyla yanımda oturduğu sandalyeden kalkıp yatağa oturdu. Elimi tutup avuçları içine alırken yıllar önce hissettiğim o heyecanı duymayı bekledim. Lakin hiç bir his yoktu. Boşluk içindeydim sanki.

"Özür dilerim. Sadece vurulduğunu duyunca duramadım evde işte.."

Ağlamaya başlayan kadına bakıp sıkıntılı nefesler çektim içime. Çocuklara değen bakışlarım sonrası hepsi sırayla odadan çıkıp bizi yalnız bıraktılar. Yerimde doğrulup usulca onu kendine çektim. Başını koyduğu göğsüm sakince inip kalkarken bakışlarım ruhsuzca gene gökyüzüne döndü. Bir süre o halde durduktan sonra sakinleşince ağırca başını göğsümden kaldırdı. İyi olduğundan emin olmak için bakışlarım ona döndüğünde gördüğüm suretle şokla kasıldım.

Yeşil gözleri ağlamasının verdiği etkiyle daha da açılmış sarı damarları daha da belirgin olmuştu. Yanakları göz yaşlarının etkisiyle iyice kızarmış birer elma şekerini andırıyordu. Bedenim benden bağımsız hareket etti . Parmak uçlarım yanaklarına ulaştı. Usulca tahriş olmuş yanağını sildim. Kalbim o yeşil harelere baktıkça daha da hızlanıyor nefesim kesik kesik çıkıyordu. Kendime engel olamadan tutuk hareketlerle ona yaklaştım. Dudaklarım önce kızarık yanaklarına, oradan ise usulca dudak çizgisine dokundu. Sanki tenine değen tenim alev alev yanıyordu. Gözlerim ağırca kapandı. Kollarım bedenine sarıldı. Sıkıca bedenime hapsettiğim kadının kısık sesini duydum bir süre sonra...

"Yiğit Ali.."

Kulaklarımda yankılanan ses tonuyla beynimde şimşekler çaktı bir anda. Göz kapaklarım hızla açılırken kollarımı sardığım kadının suretini gördüğüm vakit dehşete düştüm. Ben biraz önce Vildan'ın yüzünde o kadını görmüş , o kadının göz yaşlarını silmiştim.

Vildan'ın yüzüne utancımdan bakamazken yataktan çıkıp hızla odadan attım kendimi. Çocuklar kapı önünde bekliyordu. Erhan'ın yanına gittiğimde kaşları çatıldı merakla. Fakat kendimi ilk defa böylesine tuhaf hissediyor kimsenin yüzüne dahi bakacak gücü bulamıyordum.

"Erhan Vildan'ı eve bırakır mısın? Bir süre onunla görüşmememiz gerektiğini de tekrar anlat. Bir daha operasyonu tehlikeye atacak hiç bir davranışta bulunmasın.."

"Tamam olur ben konuşurum onunla ama sen iyi misin? Betin benzin atmış. Doktor filan çağıralım mı?"

Koridorda gezen bakışlarım sorduğu soruyla onu buldu. Cevap vermek için aralanan dudaklarım bir kaç kez açılıp kapandı. Hayatım boyunca ilk defa böyle bir bocalamanın eşiğinde geziyordum.

"Yok iyiyim ben. Biraz hava alacağım sadece.."

Erhan cevap vermedi ama bakışlarından ne hissettiğimi anladığına emin oldum. Çocuklarla vedalaşıp hızla hastane bahçesine attım kendimi. Soğuk bedenimde gezerken ferahladığımı hissettim. Banklardan birine oturup başımı gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar bu gece hiç olmadığı kadar parlaktı. Kaç dakika o halde kaldım bilmiyorum. Üzerimde gezinen kasvet biraz olsun dağılmış gibiydi. Neden sonra omuzlarımda hissettiğim baskıyla hızla yerimden doğruldum.

Neva elinde ki battaniyeyi omuzlarıma bırakıp yanımda kalan boş yere oturdu. Yüzünde yorgun bir tebessüm vardı. Hayal mi gerçek mi diye düşünürken bakışlarım kıyafetine takıldı. Siyahlara bürünmüştü. Sanki gece ile bir olmak ister gibiydi.

"Kurşundan değil zatürreden ölmek niyetindesiniz sanırım.."

Kısık sesi, yorgun bakışlarıyla bir kaç saat önce beni hastane odasında bırakan kadından çok uzaktı. Cansız tebessümü ona cevap vermeyişimle sekteye uğradı. Bakışlarını yüzümden çekip sırtını banka yasladı. Başını gökyüzüne kaldırıp benim gibi yıldızları izlerken karşısında tutulup kalışıma içten içe sövüyordum.

"Bu gece gelmezsiniz diye düşünmüştüm.."

Sorduğum soruyla gökyüzünde ki başı ağırca bana döndü. Gözlerinde ki bu kırgın ifade neydi bilemesem de onu üzen her neyse merak etmeden duramıyordum.

"Esme yarın kimsesizler mezarlığına defnedilecek. Onu yalnız bırakmak istemedim. Kimsesizlik bu hayattaki en zor şey. En azından bir kişinin bile olsa onun için dua edeceğini bilmesini istedim.."

Titreyen sesiyle bakışlarımı ondan çektim. Bedenime örtülmüş örtüye daha da sarıldım. Onu teselli etmek isteyen yanımı susturmaya çalışırken dudaklarımdan kelimeler benden izinsiz döküldü..

"Hayat kimseye adil davranmıyor. Daha 13 yaşında bir çocuğa yapılan bu zulüm cezasız kalmamalı..."

Kulaklarıma dolanan hıçkırık sesiyle yerdeki başım hızla ona döndü. Başı gökyüzünde damlalar ardı sıra yanaklarından akıyordu. Bu görüntü çok tanıdıktı. Biraz sonra yaşlar yüzünden yanakları kızaracak, Neva ise yanan canının acısını dindirmek için hızla o yaşları parmak uçlarıyla silecekti. Sonra yeşilleri etrafta gezecekti dalgınca. İçindeki acıyı göstermek istemeyen tarafıyla kimseyle göz göze dahi gelmeyecekti. Lakin ağladığında yeşil gözlerinin renginin açılıp, sarı damarlarının belirginleştiğini çok iyi bilirdim...

"İnsan hayatında babasına dahi güvenemeyecekse yaşamanın ne anlamı var? Minik bir kız çocuğu babasının avuçları arasında solup gitti. Kime hesap sorabilirsin şimdi, kime bedel ödetebilirsin? Ölen öldüğü ile kalırken verilen hangi ceza acı ile kavrulan yüreklere derman olur?"

Öfke dolu sesi ile bir kaç ay öncesine gitti zihnim. Neva ağırca başını eğip yüzünü bana çevirdi. Yüzünde gördüğüm ifade tanıdıktı. Bir kaç dakika önce etrafımı saran sis bulutu yok oldu ve ben karşımda ki kadının kim oluşuyla yüzleştim. Kanım kaynamaya başlayıp da içimdeki öfke dışıma vurduğunda zehirli kelimeler fütursuzca aramıza saçıldı..

"Doğru ne yaparsak yapalım, içimize düşen bu ateş asla sönmeyecek. Ama can yakanın canını yakmak şu hayatta verilebilecek en büyük derstir. Çünkü bu tarz insanlar yüreği ateşler içinde kavrulmadan, döktüğü kanın, nefesini kestiği masum canın değerini anlamaz. Kan akıtmaktansa, ummadığı anda kalbini söküp alacaksın ki ondan, o an karşısındakinin ne hissettiğini anlayabilsin..."

Neva'nın göz bebekleri sözlerimle büyürken teni kağıt gibi bembeyaz oldu. Dizlerinde duran elinin titrediğini fark ederken onun hızla banktan kalkışını yüzümde zerre mimik olmadan izledim. O ayakta ben banktaydım. Yüzümde bir şeyler arar gibi gezdi yeşil hareleri. Fakat aradığı neyse bulamamış olacak ki sakinleşmek için bir kaç kez gözlerini açıp kapattı. Yumruk haline gelmiş ellerini ceketinin cebine koyup tekrar göz kapaklarını araladı. Bir kaç saniye önce ki telaşlı ve şüpheci kadından eser yoktu.

"İyi akşamlar Yiğit Ali bey.."

"İyi akşamlar doktor hanım.."

Hızla bedenini otopark tarafına döndürüp atik adımlarla bahçeden çıkarken zihnim çoktan bir kaç ay öncesine gitmişti. Onun kanlı yüzünü gördüğüm o gece hala zihnimde tazeliğini koruyordu...

5 Ay Önce....

Tam 5 aydır Gaziantep Karkamış'ta ki sınır karakolunda görev yapıyordu. Bu 5 aylık sürede 2 defa sınır ötesi harekat görevine katılmıştı tüm timle. Şükür ki evlatlarının burnu dahi kanamadan o leşlerin saklandıkları her bir ini bulup dağ oyuklarının altını üstüne getirmişlerdi. Bir tek askere dahi zarar gelirse analarına asla hesap veremezdi. Zira emri altında ki her asker onun evladı gibiydi.

Sınırda görev yaptıkları için sıcak çatışmalar çok fazla oluyordu. Hiç istemeseler de hain saldırılar sonucunda şehit veriyorlardı. Nefesi kesilen her evlat onun omzuna birer yük olarak biniyordu. Her eve düşen ateş Yiğit Ali'nin içine kor olup düşerken, bu itlere olan nefreti daha da büyüyor ve öfkesini tek bir insana yöneltmesine neden oluyordu...

Neva Orbay... İstanbul'dan geldiği günden beri gözlerinin önünde orman yeşili gözler asılı kalmışken, zihninde ise o adamı büyük bir soğukkanlılıkla öldürdüğü an dönüp duruyordu. Bu yüzden gece uykular haram olmuştu.

Yine uyuyamadığı bir gece kendine ait müstakil evde onun dosyasında bulunan resme bakarak yaptığı planı gözden geçiriyordu. Bu karakolda 5 ay daha bulunması gerekiyordu. Normalde Edirne'ye çıkan tayinini sırf bu plan uğruna ertelemişti. Neva Orbay'ın tam 5 ay sonra istediği gibi Şanlıurfa Devlet Hastanesine tayini çıkmasını ise bizzat Yiğit Ali ön ayak olmuştu. Araya kattığı yüksek rütbeli insanlar en başta sorun çıkartsa da hepsi nedense o kadının adını duyduğunda ağız değiştirmişler ve hızla onay vermişlerdi.

Kimdi bu kadın? Ardında sakladığı güç neydi? Neden devlete bağlı üst rütbedeki insanlar dahi onun zarar görebileceğinden bu kadar korkuyorlardı ki? Basit bir cerrah gibi hayatına devam ediyor gibi görünse de, onu takip etmesi için peşine taktığı istihbaratçı sayesinde geceleri tam bir ölüm makinesi olduğunu öğrenmişti.

Fakat onu asıl sinirlendiren , öldürdüğü insanlar bir dönem devletin gizli bir yapılanmasında önemli rol alan insanlardı. Sonra her ne olduysa yolları ayrılmış ve bu kişiler devlette farklı dallarda görev almaya başlamışlardı. Peki Neva neden sürekli bu insanları avlıyordu? Hepsi geçmişine sünger çekmiş , kendi halinde yaşayan insanlardı? Başı artık günlerdir düşünmekten çatlıyordu. Bir damla dahi uyku görmeyen gözlerinin yanmasından dolayı, kollarını masaya dayayıp başını avuçlarının arasına aldı. Ağrı gittikçe şiddetlenirken, gözlerini kapattığı anda yine o yeşil gözler zihnini işgal etti. Kalbi tuhaf bir şekilde hızlı atmaya başlarken, ilk defa soluklarının hızlandığını görüyordu.

Korkuyla gözlerini açarak telaşla yerinden kalktı. Odasında ki pencerenin kenarına gidip sonuna kadar camı açtı. Hızlı hızlı nefes alıp verirken, hala vücudunda tuhaf bir elektrik akımının dolaştığını hissediyordu. Bu ne demekti? Neden kalbi birden böyle hızlı atmaya başlamıştı?

Farkında bile olmadan kapıldığı hislerle ilk defa yüz yüze geldiği için dalgınca gece ayazının tenini yalayıp geçmesine izin vermişti bir süre. Yiğit Ali'yi düştüğü kara delikten çıkaran ise çalan kapı olmuştu. Hızla kapıya gidip gözetleme deliğinden gelen kişiye baktı. Tüm tim kapısında dururken şaşırmadan edemedi. Zira yarın sabah zaten görüşeceklerdi. Kapıyı açarak onları evine buyur etti. Salondaki koltuklara sıralanmış görevdaşlarının karşısında sessizce bir cevap beklercesine bir süre ayakta durdu. Kısa süren sessizliği bölen ise Erhan olmuştu.

"Yiğit Ali iki gün önce Tüm General'le olan konuşmana kulak misafiri oldum. Bu yüzden duyduklarımın doğru olup olmadığını öğrenmek istiyorum, yani istiyoruz."

Bunu hiç beklemiyordu işte. Time yaptığı planı şuan anlatamazdı. Onu yargılamalarından ziyade, anlatacaklarından sonra o kadınla karşı karşıya geldiklerinde kendilerini tutamayacaklarından korkuyordu. En ufak söz, en ince detayına kadar kusursuz derecede oluşturduğu dünyayı tepetaklak edebilirdi.

"Ne vasıfla benden hesap soruyorsun sen Erhan? Ben ne zaman size görevimle ilgili izahat verdim? Hayır birde teke tek konuşmak yerine tüm timi toparlayıp gelmişsin kapıma..."

Böyle bir çıkış beklemeyen Erhan kırgın bakışlarını çekmiş , tekrar konuşma girişiminde bulunmamıştı bile. Erhan timdeki en güvendiği insandı. Sakinliği operasyonlardaki soğukkanlılığı sayesinde çok asker kurtarmışlardı birlikte. Lakin Erhan ne kadar dingin bir su gibiyse şimdi hışımla ayağa kalkıp karşısında dikilen Orhan da ateşin ta kendisiydi. Öfkesiyle çoğu kez büyük yangınlar çıkartmış, zar zor yıllar içinde biraz olsun onun bu yanını törpüleyebilmişlerdi.

"Yeri geldi mi kardeşiz ayağına yatıyorsun. Şimdi ne oldu da Erhan'a böyle sözler eder oldun? Bizim seni korumaktan başka hiç bir derdimiz yok. Fakat görüyorum ki sen canına bizim kadar ehemmiyet dahi vermiyorsun."

"Şuan saçmaladığının farkında mısın Orhan? Size kardeşim derken bunu dudaklarımda asılı kalan bir kelime olsun diye etmedim ben. Beni tanımaz gibi konuşma. Kaç yıldır dağlarda , sınır ötesi arazilerde omuz omuza çarpıştık sizinle. Ama bu sefer ki farklı. Bu sefer ben bile ne yapacağımı bilmiyorum? Karşımda bir kadın var ve tetikçi. İnsanları acımadan öldürüyor. Ve bunu yaparken zerre pişmanlık olmuyor yüzünde. Benim amacım bu kadının kim olduğunu ve neye hizmet ettiğini öğrenmek..."

Orhan bir adım yaklaşıp gözlerini Yiğit Ali'nin yüzünde gezdirdi ağırca. Ateş vâri bir adam olsa da doğru bildiği yoldan asla şaşmazdı. Onun için doğru tekti ve asla farklı bir düşünceyi dahi kabul etmiyordu.

"O kadının güvenini kazanacaksın buna eyvallahta. Anlamadığım bunu yaparken ya o kadına karşı bir his beslersen , o zaman ne olacak?"

Kulaklarında çınlayan sözlerle sinirden nefesi hızlanmış, derin bir öfke dalgası tüm bedenini sarmıştı. Bu sözleri nasıl söylerdi Yiğit Ali'ye? Bu zamana kadar hangi görevine duygularını karıştırmıştı da şimdi bu ithama maruz kalıyordu?

Bir adım yaklaşıp Orhan'ın yakasına yapışırken, kimeydi içindeki kızgınlık o an bilemiyordu. Lakin zamanı geldiğinde kaybolduğu öfke girdabında ona el uzatan yine karşındaki adam olacaktı...

"Sen beni hiç mi tanımadın ulan? Ben bu zamana kadar hangi görevimde hislerimle hareket ettim? O kadın bir katil. Bu devlete yıllarca canını dişine takarak ömrünü heba etmiş adamları, zerre umursamadan öldüren biri. Ben o kadına karşı değil kalbimin kapılarını, zihnimdeki hiç bir kuytu köşeyi açmam. Duydun mu beni?"

Sesi odada yankılanırken hırsla Orhan'ı geriye ittirip çıkışa kapıya doğru adımladı. Kapının kulpunu indirdiği vakit duyduğu sesle yerinde çakılı kalmış tek bir adım dahi atamamıştı.

"Bu kadın çok güzel , ama ondan ziyade gözlerinde derin bir hüzün var Yiğit Ali. Peki ya onun hakkında yanılıyorsan? Ya o kadın sandığının aksine bir kurbansa. Onun kalbini ellerimle sökeceğim diyorsun tamam peki kabul, ama ya o kalple birlikte kendi kalbini de yakıp kül edersen ? Bizim korkumuz bu Yiğit Ali..."

Murat'ın ağzından çıkan her bir kelime yüreğinde bir zelzele etkisi yaratıyordu. Kendine yediremediği tek şey o kadının hissiz bakışları ardından yatan derin acıydı. Resmini eline aldığı her saniye o gözlerde kayboluyor ve hüzün dolu bakışlarının altında yatan gerçeklere ulaşmak için amansız bir çekişme yaşanıyordu benliğinde.

"Sizin içiniz rahat olsun. Ben sadece görevimi icra edeceğim. Zamanı geldiğinde o kadın ve arkasına aldığı gizli güç ne ise hapse girecek. Bunu yapmama hiç bir şey engel olamayacak..."

Evden çıkarak bahçeye doğru adımlarken dudaklarında bir kaç saniye önce ettiği kelamın kekremsi hissiyatı vardı. Buz gibi hava dışarı çıktığı anda tüm bedenini yalayıp geçerken başını kaldırıp karanlık gök yüzünü izledi bir süre. Bu görevi kabul etmekle doğru mu yaptı bilmiyordu , lakin vakti geldiğinde içinde kavgaya tutuşmuş soru öbeklerinin cevabını bir şekilde alacağını biliyordu....

****************

Günler bir sınır karakolunun mevkisine göre sakin geçerken bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu sezinliyordu. Nitekim çok geçmeden buraya geldiğinin altıncı ayında bir gece vakti saldırı düzenlediler. Havada uçuşan mermilerin sesi, karakol sınırında besledikleri köpeklerin korku dolu havlama sesleri ve etrafa koşturan askerlerin çıkardıkları tozlar arasında canla başla sınırı korumaya çalıştılar. Mühimmat yeterli değildi ama şükür ki bu vatan uğruna korkusuzca naçiz bedeninden vazgeçecek aslanlar vardı. Yiğit Ali ise hiç bir ana kuzusu zarar görsün istemiyordu.

Bu yüzden mermisi bitmiş olmasına rağmen her daim bacağında asılı duran kamayla karakola girmeye çalışan bir kaç leş yiyicinin nefesini zerre acıma hissi duymadan kesmişti. Çok geçmeden silah sesleri azaldı. Ve şeref yoksunu itler kalabalık gelmelerine rağmen, gün doğarken 3 kişi kalarak arkalarına bile bakmadan geldikleri dağa geri kaçtılar.

Sabah yüzünü gösterdiğinde o gece olanların ağır bilançosu gözleri önüne düşmüştü çoktan. Yerde yaralı yatan askerler , etrafta koşuşturup ona yardımcı olmaya çalışan tıbbı bilgisi olan erlere eşlik eden doktorlarla, içindeki volkan patlamak için yer arıyordu sanki. Anka timinde ki herkes iyiydi. İlk yardım eğitimi almış olan Erdem yaralılar için canla başla uğraşırken hızla odasına ilerleyip üstlerini durumdan haberdar etti. Şükür ki askeri helikopterle durumları ağır olan erler acil olarak civar hastanelere kaldırıldı. Durumu diğerlerine göre daha iyi olanlar ise ayakta tedavi yapıldı. 2 haftada karakol eski haline dönerken Anka Timi Urfa'ya geri döndü.

Yiğit Ali direk karargaha geçerken timdeki çocuklar ise evlerine dağılmıştı. Neva denilen kadın şu aralar sakin olsa da garip bir merakla Tüm General'den izin alıp onu takip etmek üzere İstanbul'a gitti. İlk işin peşine taktığı istihbaratçıyla görüşüp görevi devralmak oldu. Tam 1 ay her gün takip etti onu.

Onun peşinde bir Gölge misali gezerken, öğrendiği ilk bilgi her hastane çıkışı gece veya gündüz fark etmeksizin Zincirlikuyu'da bir mezarlığa gidiyor oluşuydu. Mezar taşı dahi olmayan bu yere gelip dua ediyor ve saatlerce boş bakışlarla oturuyordu. O mezarda kim yatıyor asla öğrenemese de takibi bir saniye olsun bırakmamıştı. Mezar belki boştu bilmiyordu lakin nedensizce Neva'nın çok sevdiği biri yattığını hissediyordu. Çünkü mezarlıkta zerre gözyaşı dökmeyen kadın arabasına bindiği anda katıla katıla ağlıyordu. Ve Yiğit Ali ilk defa o günlerde fark etmişti bir kadına ağlamanın böylesine yakışabildiğini...

Kimsede daha önce görmediği yeşil hareleri ağlamanın etkisiyle açık renge bürünüyor , yanakları gözyaşlarının tuzu sebebiyle kızarıyordu. Dudakları ısırmaktan daha da birer kirazı andırırken Yiğit Ali o sıralar onu gözlerini bile kırpmadan izlediğinin asla farkında değildi.

Günleri Neva'ya fark ettirmeden bir gölge misali peşinde gezmekle geçerken , ona dair ne varsa her şeyi bir bir öğrenmişti. Misal yağmur yağdığı günlerde, evindeki tüm ışıkları yakıyor camları sonuna kadar açıp gözlerini kapatarak derince toprak kokusunu soluyordu. İçine çektiği her nefeste göğsü inip kalkerken onun yanında olup onunla o kokuya bulanmak istiyordu Yiğit Ali.

Hastane kantinine indiğinde sadece kaşarlı bir tost ve açık duble çay içiyordu. Mezarlık dönüşü mutlak suretle parka gidiyor orada çantasında her daim bulunan çikolatalardan çocuklara veriyordu. Her gün Yiğit Ali'yi fark etmese de hastane asansöründe denk geliyorlardı. İşin kötü yani ise Yiğit Ali ahmakça hareket ederek ona yaklaşıp kokusunu içine çekiyordu. Bu yaptığı davranışların farkında olmadan gün geçtikçe Neva'nın dünyasına izinsiz sızıyordu.

Bazı sabahları Yiğit Ali özelikle onunla karşılaşmak için çabalıyor lakin kızın dalgın oluşu nedeniyle bir kez olsun göz göze bile gelemiyorlardı. Oysa o yeşil gözlere dalıp gitmek isteği ile yanıp tutuşan Yiğit Ali için bu hissettikleri çok yabancıydı. Neden bir kez olsun göz göze gelmek istediğini ise kendine asla açıklayamıyordu...

Ve bir gün düştüğü gafleti fark ettiğinde aynadaki suretinden utanarak izledim onu. Evine kuzeni Aylin Orbay'dan başka kimse gelmiyordu. Hastanede de arkadaşı yoktu. Takip sırasında sadece bir itin peşinde pervane olduğunu fark etti. O adam Neva'ya her yaklaştığında garip bir his dalgası sarıyordu o anlarda tüm bedenini. Gidip adamın yüzünü dağıtmamak için bedenini hastane bahçesine atıyor ve bulduğu kuytu bir köşede sakinleşmeyi deniyordu. Onu takip ettikçe değişen tavırlarının ve içinde büyümekte olan hislerin günden güne farkına varıyordu Yiğit Ali. Bu yüzden bocalıyor, kendi benliğinden nefrete eder hale geliyordu. Fakat ona kapılarını açmak için direnen yüreğine sonsuza kadar kilit vurmasına neden olan olay sonrası Neva'nın şu hayattaki en büyük düşmanı olmaya ant içmişti.

Tayin haberinin Yiğit Ali'ye ulaştığı gece oldu her şey. Hastane çıkışı Neva'nın telefonu çaldı ve koşar adım arabasına bindi. Yiğit Ali arkasından arabasını hareket ettirirken yoğun İstanbul trafiğinde onu kaybetmemek için baya bir cebelleşmesi gerekmişti. Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası bir izbe bir mahallenin girişinde durdu genç kadın. Yiğit Ali pür dikkat onun her hareketini izlerken bir kaç dakika arabadan çıkmasını bekledi sabırsızca.

Yiğit Ali sürekli saatini kontrol edip dururken 15.ci dakikaya geldikleri vakit arabanın arka kapısı açıldı ve siyahlara bürünmüş olarak çıktı Neva. Telefonunu arka cebine atıp sokaktan içeri girerken Yiğit Ali'de arabadan yavaşça çıkıp onu takip etti. Bir eli ceketinin cebindeki silahta dururken, hem önünde yavaş adımlarla yürüyen kadını izliyor, hem de etrafı kolaçan ediyordu. Neva metruk bir binanın önüne geldikleri sırada kısa bir süre arkasına bakarak etrafta gezdirdi bakışlarını. Sonra hızla aralık kapıyı ittirerek içeri girdi. Yiğit Ali onu her hareketini pür dikkat izleyip vakit kaybetmeden onun arkasından yarı aralık kapıdan içeri sessizce süzüldü.

Yiğit Ali yavaşça merdivenleri çıkarken tiz bir çığlık sesi ile kısa bir an yerinde duraksadı. Bir kaç dakika sonra tekrar duyduğu çığlık sesi apartmanda yankılandığında bu sefer merdivenleri daha hızlı çıktı. Merdivenlerin sonunda kapısı açık bırakılmış ikinci kattaki eve doğru tereddütlü adımlar attı. Kapıdan başını içeri soktuğunda yoğun küf kokusu ile midesi bulanmıştı. Sessiz adımlarla ilerlerken salon olduğunu tahmin ettiği yerden bir adamın ağlama sesleri geliyordu. Sakince odaya başını uzattığında Neva'nın yere kollarından zapt edilerek çökertilmiş bir adamın karşısında bir sandalyede sakince oturduğunu gördü. O an kimsenin onu fark etmesinden imtina ederek nefesini tuttu. Neva bir kaç saniye boş bakışlarla adama baktı ve sonra konuşmaya başladı. Sesi adeta insanın iliğini kemiğini donduracak soğukluktaydı.

"Ahh Adnan... Bunca yıl kaçtın ama bak yine ayaklarımın dibine düştün. Oysa yıllar önce kendin gelip teslim olsan, ailen, sevdiklerin şimdi sağ ve yanında olurlardı değil mi?"

Yiğit Ali genç kadının ağzından çıkan kelimelerle başını uzattığı salondan çekip bedenini iyice duvara yasladı. Ne hissetmesi gerek bilemiyordu. Sadece beyninde tek bir şey yankı yapıyordu. Beyhude bir çabayla bu kadarını yapmamasını diliyordu. Lakin adamın canhıraş yakarışı bile o kadının zerre umurunda olmamıştı.

"Katil.... Ne istedin evladımdan? Daha 12'sindeydi. Babanı öldüren bendim. Niye benim canımı almadın niye ?"

Kahkahası tüm evde çınladığında içinde ona karşı yeşeren ne kadar his varsa bir anda tuzla buz oldu ve yerini öyle büyük bir nefrete bıraktı ki uzun bir zaman bu nefretle yaşayacağına emindi Yiğit Ali.

"Bu yaşıma kadar hayat bana tek şey öğretti intikam. Öyle ki;

Can yakanın canını yakmak şu hayatta verilebilecek en büyük derstir. Çünkü sizin gibi kendini insan sıfatına koyan mahluklar yüreği ateşler içinde kavrulmadan, döktüğü kanın, nefesini kestiği masum canın değerini anlamaz. Kan akıtmaktansa, ummadığı anda kalbini söküp alacaksın ki ondan, o an karşısındakinin ne hissettiğini anlayabilsin..."

Neva'nın dudaklarından çıkan her bir söz çivi misali Yiğit Ali'nin beynine çakılırken bir kaç bağırış sesi daha duydu. Sonrası ise derin sessizlikti. Sandalyenin çekilme sesini duyduğunda yakalanmamak için hızla evden çıktı. Merdivenleri seri halde inerken , onun botlarının çıkardığı tuhaf ses apartmanda yankılanıyordu. Hızla aralık kapıdan çıktı ve geldiği yolu koşarak geri gitti. Arabasına vardığında kısa bir an arkasına bakma gafletinde bulundu. Neva elinde telefonla sırtı Yiğit Ali'ye dönük biriyle konuşuyordu. Kiminle konuştuğunu deli gibi merak etse de yakalanma riskini göze alamazdı.

Vakit kaybetmeden arabasına binip çalıştırmadan Neva'nın sokaktan çıkmasını bekledi. Bir kaç dakika sonra hiç bir şey olmamış gibi o sokaktan çıkıp giden araba arkasından durgun bakışlarla baktı. Bir insan nasıl bu hale gelebilirdi? Vicdanı nasıl böylesine körelmişti de 12 yaşında bir çocuğa bile kıyabilmişti. O kadın soğuk kanlı bir katildi. Ve tıpkı onun dediği gibi kalbini söküp almadan , o masumların ruhu huzur bulmayacaktı..

 

 

 

Loading...
0%