Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm : - Feveran..-

@anita_86h

Yeni bölümle sizlerleyim. Keyifli okumalar. :)

* Feveran: Birden bire öfkelenmek...

* Feveran: Birden bire öfkelenmek

 

 

****************************************************************************

1 Hafta Sonra...

Katim'in soğuk yüzüyle tanıştığım da 16 yaşındaydım. O soğuk oda da babamın ölümünden sonra kendimi yaşamaya zorlarken Aylin'in bir oyuncak misali beni hayatına dahil edişiyle sıcak bir ev yüzü görebilmiştim. Aylin ile aynı evde kalsam da odam hizmetçilerle aynı kattaydı. Kahvaltı hazırlığında onlarla bir servis yapar, Albay ve kızı yemeğini yedikten sonra masa da ne kalmışsa onları yerdim.

Sonra bir gece Aylin bana doktor olmak istediğini söyledi. Ölmeden önce babama verdiğim söz hatırıma düşünce aptal cesaretiyle bende onunla aynı hayalin peşinden gitmek istedim. İşte o gece bana kim olduğum Albay tarafından hatırlatıldı. Tam 2 gece cellatın karşısında kaldım. Aklımı kaçırma noktasına geldiğim vakit elime tutuşturulan silah ile ilk kez katil oldum. İzbe bir mahalle de ayyaşın birini öldürttüler bana.

Ruhum o gece araf denen eşiğe düştü ve bir daha çıkamadı. Çok sonradan öğrendim eski bir askerdi vurduğum. Öğrendiğim gerçekle günlerce yemeden içmeden kesildim. Bir asker kızı olarak babama ihanet etmiş, onun yüzünü kara çıkarmıştım. Kendime gelip, benliğimi bulmam ise çok uzun zaman almıştı...

Sonrası malum. Aylin benimle birlikte aynı okulda okumak isteyince Albay kızının istediğini geri çeviremedi ve ben tekrar babamın nazlı kızı olmak için o önlüğü giymeyi and içtim. Gecemle gündüzüm eş oldu sonunda elime aldığım diplomaya bakarken yıllar önce ona verdiğim sözü tutmanın gururu vardı üzerimde..

Katim beni karanlığına hapsetmiş olsa da , Aldacı'nın kızı içinde hep o nazlı küçük çocuğu saklamıştı. Ta ki bu geceye kadar...

Öfkeliydim. Kendim de dahil herkesi bir ateşin içinde yakmak isteyecek kadar nefret doluydum. İzlam ile aynı araba içinde ölüm sessizliğinde nefes alıp veriyorduk. Sormak istediğim çok soru vardı fakat arabayı son sürat kullanan adamın hiç birine cevap vermeyeceğini bilecek kadar tanıyordum onu..

Gözlerim karanlığın mesken tuttuğu yoldan bir kez bile ayrılmazken, Antep sınır yazısı ile şaşkınca yönümü gözlerini bir saniye olsun yoldan ayırmayan adama döndüm.

"Gaziantep'te ne işimiz var?"

Bakışları bana değmezken sorduğum soruyla daha da gaza bastı. Hızı severdim fakat böyle bir gecede olması tuhaf geliyordu. Şuan İzlam'ın bana öfke kusması gerekirken tek kelime etmeyişi tedirgin olmama neden oluyordu. Üstelik verdikleri görevi yerine getirememiş, tam bir hafta diken üzerinde durmuş, onlardan bir haber beklemiştim. Şimdi ise yaka paça tıkıldığım bu arabada ölüm sessizliği eşliğinde hakkımda verilecek kararı dinlemeye gidiyordum...

"Albay sanırım bir şeylerden şüpheleniyor. Bu yüzden aile evine çağırdı seni."

"Anladım. Beni bırakıp dönecek misin geri?"

Sorduğum soru cevapsız kalmış bakışlarım gaza daha da abanan İzlam da oyalanmıştı bir süre. Yol akıp giderken bir sapağın girişine saptığımız vakit sıkıntılı bir nefesi içime hapsettim. Bu gece uzun olacaktı belli ki. Yıllar sonra aile evine çağrılıyorsam, Albay canıma okuyacaktı büyük ihtimalle. Sessiz kalıp yolun sonunda görünen ışık hüzmesine baktım. İlk defa geldiğim yolları nedense ezberleme ihtiyacı hissettim. Sanki daha sonra bu bilgiye ihtiyacım olacak gibiydi.

Çok geçmeden ışık hüzmesi büyüdü. Siyah demir kapının açılmasıyla araba son sürat bahçe olduğunu düşündüğüm bir alana girdi. İzlam arabayı park edip dışarı çıkarken afallamış bir halde araba içinde kaldım bir kaç dakika. Neler oluyordu? Onun asla yüzünü göstermemesi gerekiyordu. Hızla arabadan çıkıp atik adımlarla ilerleyen adama yetişip kolundan tuttum. Yüzü bana döndüğünde ilk defa gördüğüm ifadesi ile ne yapacağımı bilemedim bir an. Lakin her şeyin sarpa sarmasından korkan yanım ürkekçe de olsa konuşabilmişti.

"Sen ne yapıyorsun? Beni bırakıp gitmeyecek misin?"

İzlam gözlerimin içine alay parıltıları ile bezenmiş bir bakışla baktı. Kolunda ki elime uzanıp hızla itti. Bu tavrına anlam veremez ifadem onu daha eğlendirmiş gibi tebessüm ederek bana doğru adım attığında istemsizce gerilmiştim.

"Bu kadar aptal olman beni yoruyor."

Dilim konuşma yetisini kaybetmişti sanki. Şaşkınca yüzüne bakarken o bana aldırmadan büyük devasa eve doğru adımlamaya başlamıştı. Tuhaf hissediyordum. Büyük bir ihanet sarmalı içinde debeleniyordum sanki. Tutuk adımlarla onu takip etmeye başladım. Bedenim burada olsa da zihnim çok uzaklardaydı...

Yerler karla kaplıydı .Keskin soğuk parmak uçlarımı dahi donduruyordu. Beyaz bir örtü üzerinde adım atıyor hissiyatı ile gördüğüm anda neredeyse şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağım büyüklüğe sahip olan müstakil eve doğru ilerledim. Kapıyı tıklatıp açılmasını beklerken bir an Albay'ın nasıl böylesine lüks bir evde ikamet ettiğine şaşırdım. Kızını tam burslu okutan bir adam, nasıl oluyordu da dışardan bile şatafatlı görünen evde kalıyordu ? Ben kendi düşüncelerimde kaybolmuşken, han kapısını andıran devasa kapı açılmış, arkasından minyon küt saçlı bir genç kız çıkmıştı.

"Buyurun İzlam Bey hoş geldiniz.."

Ben şuan neyin içindeydim böyle? Gizlilik ilkesi adı altında yüzünü kimseye göstermeyen adamı tanımayan yoktu. Allak bullak bir zihinle kapı eşiğinde duran kıza baktım. Bana değmeyen gözleri öfkelenmeme sebep oldu. Kız tarafından görmezden gelindiğim yetmemiş gibi , bir adım gerisinde durduğum İzlam'ın bana dönüp karşısında bir çöp varmış edasıyla yüzünü buruşturup içeri girmesiyle sinirden delirme noktasına geldim. Bu akşam sandığımdan daha saçma bir şekilde ilerliyordu Ve ben kendimi tutmakta artık zorlanıyordum. Sinirli bir soluk çekip bende arkasından içeri girerken , onun otoriter sesi evde yankılanmıştı. Benimse bakışlarım lüks döşendiği her halinden belli olan evin içinde geziniyordu.

"Hoş bulduk Nadya. Fikret Bey çalışma odasında mı? "

"Evet efendim sizi bekliyorlardı."

Kısa bir baş sallaması ile kızı onaylayıp hızla girişin solunda kalan koridora ilerleyen adamın arkasından bende adımladım. Bir kaç adım atmıştık ki aniden durması ile başım sırtına çarpmış , ağzımdan ufak bir inleme çıkmıştı istemsiz. İzlam alay vâri bakışlarla yüzüme bir kaç saniye bakıp, sonra bakışlarını arkamızda kalan kıza çevirmişti.

"Nadya ikimiz için sert bir kahve getirir misin? Benimki her zamankinden olsun, Hanımefendinin kahvesine 2 adet şeker atmayı unutma.."

Her zaman ki kahve mi? Fikret Bey ile yıllarca telefonda görüştüğü hikayesi yalandı demek ki? Kendimi kandırılmış hissederken hayal kırıklığı dolu bakışlarla baktım yüzüne. İçtiğim kahvenin bile nasıl olacağına kadar bilen adam hakkında hiç bir şey bilmiyor oluşumla kötü bir şekilde yüzleşmiştim. İzlam ise ne hissettiğimi zerre umursamadan hızla önüne durup koridorun sonundaki odaya doğru adımlamıştı. Durgun bakışlarla ayaklarım geri gidercesine onu takip edip , peşi sıra odaya girdim. Aklım karışmıştı. Her şey ve herkes üzerime geliyordu. Bense bu bilinmezlik nehrinde boğulduğumu hissediyordum.

Odaya girdiğimizde Albay masası başında evraklar içinde kaybolmuştu. İzlam ufak bir boğaz temizleme sesi ile geldiğimizi belli edince ağırca başını gömüldüğü evraklardan çekmiş, ela gözlerini bir onun bir benim üzerimde gezdirmişti. Benim üzerimde fazla oyalanan bakışları an be an kararırken, hızla yerinden kalkıp adeta yeri titreten adımlar atarak yanımıza gelmesiyle istemsizce kasıldım.

Benim tam karşıma gelip de yüz yüze durduğumuz vakit içimde büyüyen korku ile bir an kendimi 12 yaşındaki o savunmasız kız gibi hissettim. Katim'in gizli sığınağına götürüldüğüm günde böyle tam karşıma dikilmiş keskin elaları beni öldürmek istercesine bakmıştı. Fakat bu sefer geçmişten farklı olarak yüzümde patlayan sert tokat ile bedenim yere doğru savrulurken, ellerim düştüğüm yerde içimde büyüyen öfke ile yumruk olmuştu. Ben yerimden doğrulamazken , onun gür sesi odada yankılanıyordu.

"Beceriksiz... Yıllarca sana bir şey öğretemedik mi biz? Senin görevin şartsız itaat. Sen nasıl emrime karşı çıkıp o adamın hala nefes almasına izin verirsin?

Sinirden ve bedenimin kasılmasından ötürü dolan gözlerimle, yerde hissizce onun sözlerinin bitmesini bekliyordum. Karşısında böylesine aciz görünmek beni hiç olmadığım kadar derin bir utancın ağına atmıştı. Bir kaç dakika sonra sakinleştiğinde masasına doğru adımlamış, İzlam ise yerden kalkmam için elini uzatmıştı. Hırsla eline vurup ayağa kalkarken , demin tek bir tokatla dağılmamış gibi sert bir ifadeyle karşımda bana çatık kaşlarla bakan adama baktım. Aramızda görünmez bir savaş hakimdi. Bir saniye olsun gözlerimi gözlerinden çekmezken, en sonunda pes eden o olmuştu. Lakin yüzünde saniyelik kendini belli eden tedirgin ifade gözümden kaçmamıştı. Bir kaç saniye süren bu durum kendimi tuhaf hissetmeme neden olmuştu.

"İzlam , bu beceriksizin itaatsizliği için nasıl bir açıklaman var merakla bekliyorum..."

"Siz ne zamandan beri yüz yüze görüşme yapar oldunuz?"

Sorum kasvetli havada kaybolmuş, muhatap olarak aldığım iki adam ise benim ne söylediğimi umursamamıştı bile. Ayakta hala onlardan bir cevap beklerken İzlam benim aksime sakince karşısındaki deri koltuğa uzanıp iç cebinden bir sigara çıkardı. Derin bir nefesi içine hapsederken onun bu korkusuz hallerine anlam veremiyordum. Karşısında ki Albay'dı. Katim'in Beyefendi'den sonra ki en rütbeli kişisiydi. Nasıl bu kadar pervasız oluyordu aklım almıyordu.

"Albay sizde benim kadar farkındaydınız gerçeğin. Aldacı'yı o eve göndermek büyük bir hataydı. Mithat Karasu hafife alınacak biri değildi. Sizi uyardım , lakin sözlerimi kulak arkası ettiniz. "

Albay sıkıntı ile sandalyesinde geriye yaslanıp masa üzerindeki tabakasını eline aldı. Odanın ışıkları altında parlayan gümüş olduğu her halinden belli olan tabakada gördüğüm harflerle elim ayağım boşalmış bir şekilde onun gümüş kapağı açıp, sigara çıkarışını izledim. Gözlerimin önünde beliren anı ile nefesim hızlanırken, sanki bedenim burada bu odada kalmış, ruhum ise çocukluğumun en güzel anılarına sahip o evrene ışınlanmış gibiydi...

1995 Mayıs ... Kanlı Geceden Bir Hafta Önce...

Küçük kız her sabah yaptığı gibi babası karargaha gitmeden kahvaltısını hazır etmiş, hızla duşunu alıp üzerine okul kıyafetlerini giymişti. Ağır adımlarla çıplak ayaklarına değen mermerin verdiği iç gıcıklayıcı hissiyatı ile evlerinin ikinci katındaki babasına ait yatak odasına ilerlemişti. Bir kaç kez tıklatmasına rağmen ses gelmeyince son çareyi seslenmekte bulmuştu.

"Baba müsait misin ? Gireceğim odaya haberin olsun.."

Tekrar tıklatılan kapıdan ses gelmeyince yavaşça kapıyı aralamış ve başını uzatmıştı çekinerek. Babasını yatağın kenarına oturmuş halde elinde parlak bir nesne tutarken bulmuştu. Hızla içeri soktuğu bedeni ile babasının yanına adımlarken, genç adamın ağlamaktan kızarmış yeşil gözleri ona dönmüştü ağırca. Elinde tuttuğu nesneyi kaldırıp küçük kıza gösterdiğinde kız şaşkınca yanına oturmuştu.

"Baba bu nedir ve neden üzerinde senin isminin baş harfleri var?"

Genç adam buruk bir tebessümle üzerinde adının baş harfleri yazılı olan yeri okşamış ağlamaktan pürüzlü çıkan sesiyle cevaplamıştı kızını...

"Sigara tabakası... Dün eski bir arkadaşımla karşılaştım askeriyeden dönerken. Görev yeri Mardin'e çıkmış veda etmeye gelmiş. Annen ile ortak arkadaşımızdı. Sağ olsun Mithat benim görevde olduğum zamanlarda annenin hamileliği boyunca hep yanında olmuştu. Doğuma girmeden önce bunu ona vermiş. Lakin seni bana bahşeden Rabbim o gece onu bizden alınca, Mithat'ın aklından çıkmış bu. Sonrada tayini çıktı İzmir'e. Kısmet bu güneymiş.."

Küçük kız babasının elindeki tabakayı alıp okşarken, bir an annesi yanı başlarında mutlulukla gülümsüyor gibi hissetmişti. Onu hiç tanımamış , elinde sadece bir tek fotoğrafı ile avutuyordu hasret içinde geçen günlerini. Babasının kırık sesi aralarındaki sessizliği yardığında minik kız sıkıca sarıldı ağlamaktan harap düşmüş genç adama. Küçük kız annesini, babası ise can yoldaşını kaybetmişti. Acı kayıplarının yeri asla dolmuyordu..

"Doğum günü hediyem. Kendi vermesi nasip olmadı. Oysa ne çok isterdi üçümüz birlikte kutlayalım. Kader..."

"Baba ağlama ne olur? Ben özür dilerim. Belki beni doğurmak için diretmeseydi o hala yanında olurdu.."

Genç adamın ağlayışı kızının sözleri ile bıçak gibi kesilirken hızla bedenini ona döndürdü. Kızının minik yüzünü avuçları içine alıp her iki gözünün üzerine de birer öpücük kondurdu. Daha sonra sıkıca sarılıp kızının bebek kokusunu derince soludu.

"O nasıl söz bahar kokulum. Ben seni veren Rabbim'e hep şükrettim. Hayatımın güneşisin sen benim. Bir daha aklının ucundan bile geçmesin böyle şeyler. Olur mu güzel kızım?"

Küçük kız babasının sözleriyle biraz olsun rahatlarken, babasının sıcak gövdesine sokuldu. Güvenli kolları onu sararken, çocukça bir hevesle hep bu anda kalmayı diledi...

Günümüz...

Bedenim zelzeleye tutulmuşçasına titrerken ne yaptığımın farkında olmayarak hızla masaya ilerledim. Albay'ın önündeki masada duran tabakayı alıp harflerin yazılı olduğu yerde bakışlarımı gezdirirken öfke bilinmezlik karışımı bir hisle başımı kaldırıp baktım karşımda korku ile bana bakan adama.

"Bunun sende ne işi var?"

İlk defa sesim böylesine buz kütlesini andırırcasına soğuk çıkıyordu. Albay sorduğum soru ile yerinden kalkarken bakışlarını ben hariç her yerde gezdirdi.

"Sana son kez soruyorum annemin babama hediye ettiği tabakanın sende ne işi var?"

Sesim belki de tüm evde yankılanırken o boynunda asılı duran kravatı yavaşça gevşetti. Benden korkuyordu. Peki neden benden böylesine korkup yanında tutuyordu?

"O malum gece askerlerden biri almış babanın cesetinin yanından. Bende hatırası vardır diye, sana vermek için aldım, sakladım. Neden böylesine büyük tepki gösteriyorsun?"

Karşımda gözlerimin içine baka baka yalan söyleyen adamla öfkem bir alev topu misali sardı tüm bedenimi. Masanın arkasında duran bedenin yakalarından tuttuğumda İzlam hızla yerinden kalkmıştı.

"Karışma yoksa canını yakarım İzlam.."

Kıza bir süre ona dönen bakışlarım yine sahibine geri dönmüştü. Albay yakasını tutan ellerimin üzerine elini koyup ittirmeye çalışmış , lakin sinirlenince bana gelen deli gücünden bir haber olduğundan bir milim bile kıpırdatamamıştı.

"Yalan söylüyorsun Fikret Orbay. Babam öldüğü anda o odada bir dolap içinde hapsolmuştum ben. O lanet dolaptan beni senin askerlerin değil, devletin babama yardım etmesi için gönderdiği askerler kurtardı. Sabah tek başıma bahçede beklerken geldi adamların. Daha ben ne olduğunu anlamadan beni alıp sizin teşkilatınızın bürosuna getirdiler. Ben o günün her saniyesini hatırlıyorum. Peki sen hatırladın mı?"

Ağzımdan çıkan her bir kelime ile göz bebekleri büyüyor yakalarını ellerimden kurtarmak için daha çok debeleniyordu. Yalanları bir urgan misali ona dolanmıştı ve iplerini ise artık ben tutuyordum. Nefessiz kalsa da o ipin ucunu bırakmaya hiç niyetim yoktu.

"Peki sayın Albay neden yıllarca bunu benden sakladın, yetmedi bir de nasıl utanmadan kullandın açıklamak ister misin?"

Birden yakalarını bırakıp geriye ittirdiğimde bedeni hızla arkasında ki deri sandalyeye çarpmış dengesini zor sağlamıştı. Benim ise hissettiğim öfkeden göğsüm hızla inip kalkıyordu. Beynimde öyle fikirler cirit atıyordu ki, eğer biri bile doğruysa karşımda ürkekçe bana bakan adamın canını almaktan bir an bile tereddüt etmezdim.

"Olay çok uzun zaman önceydi. Yanlış hatırlamam normal. Hem sen ne hakla karşıma geçip bana hesap sorabilirsin? Kim olduğunun farkında mısın?"

Hala bana karşı yaptığı saçma açıklamalara bir de beni küçümseyerek konuşmaları eklendiğinde çıldırmanın eşiğine gelmiştim.

"Elinde tuttuğun her hangi bir eşya değil. Babamın ölmeden önce belki de son kez sigara içtiği tabaka. Annemin doğum günü niyetine aldığı fakat vermesi nasip olmayan hediyesi. Şimdi karşıma geçip rütbe mevzusu yapıp olayı saptırma. Bunun sende ne işi var dedim?"

Acı feryadım odanın duvarlarına çarptı lakin karşımda korkudan beti benzi atmış adama asla etki etmedi. Elini havaya kaldırıp var gücüyle masanın önünden beni itti. Arkaya doğru sendelerken bedenimde ki her aza öfke nöbetiyle titriyordu.

"Eehh yeter. Sana hiç bir şeyin hesabını vermek zorunda değilim ben. Sabrımı zorlama zaten bu geçen hafta görevini yerine getiremediğin için kızgınım, dikkat et de cezan iki katına çıkmasın.."

Artık kendimi zıvanadan çıkmış gibi hissediyordum. Biraz daha bu adamın karşısında kalırsam canını almam bile içten değildi.

"Öğreneceğim Albay. Bu tabaka neden sende , beni neden özellikle o eve yolladın hepsini öğreneceğim. Lakin dua et işin ucu sana dokunmasın. Bilirsin kanım deli akar benim. Aldacı'nın kızıyım ben . Öldürmem fakat süründürürüm.."

Bir kaç dakika birbirimize meydan okuduk. Ve yine dejavu sahnesi yaşanırken gözlerini çeken o olmuştu. Arkamı dönüp odadan çıkarken, bilinmezlik hissi tüm bedenimi sarmış, Albay'a duyduğum keskin öfke kan niyetine damarlarımdan akıyordu.

Evden çıktığımda bahçede bir kaç dakika başımı gökyüzüne kaldırıp derince soluklandım. Beynimde atan deli fikirler yüzünden başımda keskin bir ağrı vardı. Soğuk hava her bir azama uyuştursa da sakinleşemeyeceğimi anlayınca , kapı önünde duran korumalardan bir taksi çağırmasını istedim. Gelen taksiye atlarken, verdiğim adresle adamın şaşkınca bana bakması bir olmuştu. Fakat zihnim öylesine doluydu ki ne taksicinin şaşkın haline bir tepki verebilmiştim, ne de beni izleyen bir çift mavi gözden bihaberdim. Oysa tüm gece ensemde, bir adım ötemde beni takip eden adam , bir kaç gün sonra hayatımın en vazgeçilmez parçası olacaktı. Ta ki hayatımın ikinci kara günü olacak o güne kadar...

 

 

Loading...
0%