@anita_86h
|
Yeni Bölüm Sizlerle. Keyifli Okumalar... *Âşık-ı Mehcur: Aşktan Uzak Kalan......
***********************************************************
Gün ışıklarının kızıl rengi bedenimin üzerinde adeta dans edercesine geziyordu. Benimse buruk bakışlarım bir hafta önce Katim'in soğuk yüzüyle tanıştığım evin duvarlarında geziyordu. Kaç saattir ayaktaydım, kaç dakikadır tenim buz kesmişti gece ayazından ötürü bilmiyordum. Tek bildiğim artık gerçekleri öğrenip kendimi bu bilinmezin içinden çıkarmak istediğimdi. Mithat Karasu'nun artık sessizliğin hakim olduğu evinin önünde ellerim yumruk olmuş halde duruyordum. Kandırılmıştım. O lanet adam tarafından oyuna getirilmiştim. Bir hafta önce babamın lakabı ile bana seslenen adamdan eser yoktu. Öfkeliydim en çokta kendime. En ufak bilgi kırıntısı peşinde koşarken, yolun sonunda her daim kalın duvarlara toslamaktan yorulmuştum. Çıktığım yol dikenliydi farkındaydım, lakin bilinmeyen sokaklarda attığım her adımda tenime batan keskin dikenler yüzünden en çok canı yanan ben oluyordum. Buz tutmuş her bir azam artık canımı yakıyordu. O yüzden usulca parmaklarımı gevşetip yumruk olan ellerimi açtım. artık mora dönen tenim umurumda dahi değildi. Titreyen parmaklarla paltomun cebine elimi soktum ve telefonumu alarak hızla ekranını açtım. Mail adresime girerek attığım maili gerekli kişinin görmesine dua ederek aksak adımlarla o sokakta adımlamaya başladım. Yönümü cadde tarafına dönerken sırtımda ki yüklere bu gece birini daha ekledim. Caddeye çıktığımda zorlukla da olsa da duran taksiye binerek evimin adresini verdim. Uzun sürmeyen yolculuk sonrası evimin sokağımın girişinde taksi durdurup indim. Bir kaç adımlık mesafeyi aşıp evimin bahçesine girdiğimde nedensizce bakışlarım karşı eve kaydı. Perdeleri sımsıkı örtülmüştü. Boş bakışlarla bahçeyi süzüp yorgun bedenimi eve attım. Aldığım ılık duş sonrası saçlarımı dahi kurutmadan büyük yatakta uyuya kalırken aramasını beklediğim kişinin bana ulaşma çabaları sonuçsuz kalmıştı. Çok uzaklardan sesler uğultu şeklinde kulaklarıma doluyordu fakat gözlerimi açamıyordum. Sanki üzerlerinde binlerce tonluk ağırlıklar varmış gibiydi. Üşüdüğümü hissederek üzerimi örttüğüm yorganı daha da üzerime çektim. Uyku ile uyanıklık arasında ki bir zaman diliminde birinin üzerime çektiğim yorganı aldığını fark ettim. "Yap-yapma.." Sesimi ben bile işitemiyordum. Ama saçlarımın arasında gezen parmaklar fısıltımı işitmiş gibi duraksadı. Daha sonra yine bilincim karanlığa çekildi ve ben kendimi ucu bucağı olmayan bir sis bulutu içince buldum. Bakışlarım o sis bulutunda gezerken iri yarı bir beden minik bir ışık süzmesinin içinde duruyordu. Babam olduğunu varsayarak ona doğru adımlar attım. Yaklaştığımda burnuma dolan kokuyla özlem denen hissiyat her bir azama esir aldı. "Baba.." Sesim çıkmaz sanıyordum. Ama uzun zaman sonra ilk defa bu kadar dolu dolu o kelimeyi telâffuz ederken önümde duran beden ağırca yüzünü bana döndü. Yeşil ormanları anımsatan gözleri koyu kahve saçları ve yanağının her iki yanında yer alan gamzesi ile Yavuz Eroğlu karşımdaydı... "Bahar kokulum.." Bana bakan güzel yüzünde büyükçe bir tebessüm dudaklarında can buldu önce. Sonra da kollarını iki yana açıp beni göğsüne kabul etti. Başım artık boyumun uzamasıyla kalbinin üzerine değdi. Kalp atışlarını duydukça gözlerim rahatlama ile kapandı. Kirpiklerimin altından izinsiz akan yaşlar onun haki renkli kamuflajına damladı. Kollarım sert bedenine sarıldı ve belinin üzerinde ellerim kenetlendi. Saçlarımın arasında gezen parmakları çok tanıdıktı. "Çok özledim baba.." "Bende bahar kokulum.." Konuşmak ona içimde ki boşluğu anlatmak istiyorum ama bu güzel rüyadan uyanacağım diye de çok korkuyordum. Heyecandan kurumuş dudaklarımı yaladım. Sonra da ağırca başımı kalbinin üzerinden kaldırıp güzel çehresine baktım. Birer yıldız konmuştu sanki yeşillerinin içine. Bir ömür babamın gözlerine baksam sıkılmazdım ki ben... "Çok yalnızım baba. Sen olmayınca evim, yuvam bile yok. Keşke hep bu anda seninle burada kalsam." Sözlerimle gülen yüzü soldu. Yeşil gözlerini benden çekip karşıya, uzak bir mesafeye daldı. Bedeni kaskatı kesilmiş beni saran kolları ise titriyordu. "Elimde olsa asla bırakıp gitmezdim ki seni bahar kokulum.." Titreyen sesiyle bana verdiği cevap sonu bildiğim gerçeğim yüzüme vurulmasının verdiği o rahatsız edişi hisle başım tekrar kalbinin üzerine düştü. O derince bir nefes aldı. Rüzgar etrafımızda esti. Kokusu her yanımı sarınca zihnimin en gizli yerinde saklamak için derince kokladım. Neden sonra fısıltıya benzer sesini işittiğimde karanlık çoktan beni esir almıştı bile. "Ben seni Gölgelere emanet ettim. Yuvan onun yanı olacak bahar kokulum.." Rüzgar şiddetini arttırdı. Gözlerim tekrar kapandı. Ben kollarımın dolandığı bedeni daha çok sararken barut kokusuna başka bir koku eşlik etti. Daha önce duyumsamadığım rayiha ile göz kapaklarım aralandı. Başım hızlı atan kalpten uzaklaştı. Usulca yukarıya kalkan başım gördüğü çehre ile şokla kasıldı. Mavi elmasları andıran keskin gözler sıcak bir ifade ile bakıyordu. Eli havaya kalktığında anlık bakışlarım o tarafa kaysa da yüzümün yanında yanında duran bir kaç tutamı kulağımın ardına atmasıyla şaşkınca baktım karşımda duran bedene. Bakışları tüm yüzümde gezdi. Nasırlı parmak uçları sakince saçlarımın arasında dolandı. Mavi gözleri şaşkın ifademi gördükçe muzip bir parlama ile doldu taştı. Neden sonra dudakları aralandığında duyduğum sesiyle bedenimden geçen akımla ne yapacağımı bilemedim... "Baharı saçlarında taşıyan güzel kadın...." Ona cevap vermek istesem de konuşma yetim yok olmuş gibiydi. Bana daha da yaklaştı. Nefesi yüzümün her bir yanında gezdi. Sonra şakaklarıma değen dudaklarıyla tenim hiç yaşamadığı bir alev ağının içine düştü. Oradan kulağıma doğru ilerleyen dudaklarıyla istemsizce titredi bedenim. Ellerim hissettiklerimden korkarak kollarına çıktı. Tırnak izimin çıkacağını umursamadan sıktığım kolunun acısı sanki onda etki yaratmıyor gibiydi. Kulaklarıma üflenen tatlı nefes sonrası fısıltıyı andıran sesle kısa bir an duraksadım.... "Firuze..." Duyduğum isimle göz kapaklarım hızla açıldı. Korku ile ondan uzaklaşırken o hala aynı ifadeyle bakıyordu. Ellerimi kollarından çektim önce. Sonra da bedenimi uzaklaştırdım. Mavi gözlerinde gram değişim olmadan bana bakarken yine sert bir rüzgar esti. Saçlarım görüş alanımı kapatırken korkuyla aralandı göz kapaklarım.. Soluk alışverişlerimin hızına yetişemiyordum. Korkuyla etrafıma bakındım. Koyu gri mobilyaların olduğu bu oda benim kaldığım eve ait değildi. Korkuyla yerimden doğruldum ama zerre gücüm olmadığın için tekrar yatağa düştüm. Boğazımda feci bir ağrı vardı. Dilim damağım kurumuştu. Konuşmak istesem bana büyük bir ceza olacaktı sanki. "Neredeyim ben?" Tavana bakarken dalgınca konuşurken son kez kendimi zorlayarak kalkmaya çalıştım. Güç bela yatakta doğrulup ayaklarımı yere indirdim. Bunu yapmak bile büyük bir işkence olmuştu. Kollarımı dizlerime yaslayıp, yüzümü avuçlarımın içine aldım. Güç toplamak için nefes alıp verirken aniden açılan kapıyla başım o tarafa döndü. Gördüğüm bedenle kasılırken yerimden kalkmak istedim ama o gelip çoktan bu hareketime engel olmuştu. "Şuan yataktan çıkman doğru değil. Ateşin daha yeni düştü. Biraz daha dinlen..." "Neredeyim ben komutan?" Sorduğum soruyla kısa bir an duraksasa da halsiz bedenimi kolaylıkla yatağa yatırmış üzerime ince bir yorgan örtmüştü bile. Elinde tuttuğu ateş ölçer ile ateşimi ölçmüş daha sonra da dudaklarımın arasına bir hap uzatmıştı. İlk başta hapı içmekte tereddüt etsem de mavi gözlerine bakınca istemsizce her hareketini onaylar olmuştum. Hap sonrası içtiğim büyük bardak suyla rahatlarken o küçük bir tebessümle bana bakmıştı. "Annemin evindesin. Ben malum hasta bakma işlerinden pek anlamam. Naime sultan sana güzel bir çorba yapıyor onu içince hiç bir şeyin kalmayacak emin ol.... Durgun bakışlarla dinledim onu. Sormak istediğim çok soru vardı ama konuşmak için takatim dahi yoktu. Komutan üzerimi örtüp doğrulurken bir kaç saniye gözlerimin içine baktı. Daha sonra odadan çıkmak için yönünü kapıya döndü. Bir adım atmıştı ki söyleyeceği bir şeyi hatırlamış gibi aniden yüzünü bana döndürdü. "Bu arada komutan değil Yiğit Ali.." "Ne?" Hastalıktan kısılmış sesimle sorduğum soru sonrası bakışlarını kaçırıp boğazını temizledi. Heyecanlı bir hali vardı ya da fazla ateşten ben hayal görüyordum. Zira gördüğü her yerde derimi yüzmek ister bir edayla bana gözlerinden buz kristalleri fırlatan sanki o değilmiş gibi, bakışlarını yüzüm hariç odanın her yerinde gezdiriyordu. Garip hissediyordum. Onun evinde, belki de onun odasındaydım. Yabancısı olduğum bu duygu neydi bilemesem de, beni tedirgin ediyordu istemeden de olsa.. "Hastane de en son tanıştığımız da ismimizle hitap edeceğimiz konusunda anlaşmıştık diye hatırlıyorum." Yanaklarında beliren hafif pembelik, dudaklarından dökülen sessiz kelimeler beni neden bu kadar heyecanlandırıyordu. Onun bu elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen haline farkında olmadan tebessüm ettim. Karşımda duran adam yeni yetme ergenler gibi davranırken içimden akıp ona doğru uzanan görünmez iplere engel olamadım. Dudaklarım aralandığında kalbimde kanat çırpan kuşların hissiyatıyla kelimeler dökülüp aramıza saçıldı. "Her şey için teşekkür ederim Yiğit Ali.." Kısık sesim ona ulaştığında odada gezen bakışları beni buldu. Mavilerinde öfke yoktu. Saf bir şefkat ve kanımı kaynatan bir sıcaklık vardı. Ağırca kapanan göz kapaklarımda son kalan görüntü Yiğit Ali'nin yukarı kıvrılan dudaklarında yer etmiş tebessümdü... Ne kadar uyudum hatırlamıyorum. Göz kapaklarım tekrar aralandığında güneş batmak üzereydi. Kızıl ışıklar odayı aydınlatırken zorlukla da olsa doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım. Bakışlarım sakince oda da gezerken Yiğit Ali'yi tam karşımda duvara yaslanmış ahşap masaya kolunu yaslamış halde uyurken buldum. Kızıl ışıklar koyu sarı saçlarının üzerinde dans ediyordu. Açık kahve kirpikleri bir ok gibi göz kapaklarını süslemişti. Her gördüğümde tek tüy tanesi olmayan çehresinde iki günlük olduğu belli olan sakalları vardı ve bu ona ayrı bir hava katmıştı. Bakışlarım dalgınca boynuna değdi. Bir altın , bir gümüş zincir iç içe girmiş beyaz gömleğinin içinde saklı bir halde duruyordu. Hastanede de görmüş merak etmiştim. Ama yakınlığımız olmayan adama bunu sormak biraz arsızlık gibi gelmişti. Dalgınca çehresinde gezen bakışlarıma bir türlü engel olmazken onun kirpikleri kıpırdamaya başladı. Onu izlerken yakalanma korkusuyla bakışlarımı ondan çekip hala karların caddeyi kaplamış manzarasına çevirdim. Bir kaç saniye sonra ise onun adım sesleri doldu kulaklarıma. Yatağımın ucunun çökmesiyle tedirgince ona çevirdim yüzümü. Bakışlarında ki muzip parıltılar kendimi ele verdiğimi ayan beyan gösteriyordu. "Nasıl hissediyorsun?" "Daha iyiyim. Sana da zahmet verdim. Ben nasıl bu kadar üşüttüğümü bilmiyorum.." Hala ağrıyan boğazımdan dolayı sesim kısık çıkarken onun elinin birinin yüzüme uzanmasıyla içime çektiğim nefes tekledi. Tenime değen soğuk eller ile irkilirken elinin tersini önce alnıma dokundurdu. Sonra da yavaşça şakaklarımdan yanağıma doğru indirdi. Bir süre elmacık kemiklerimin üzerinde oyalanan soğuk ten aniden çekildiğinde ne zamandır tuttuğumu dahi bilemediğim nefesim usulca dudaklarımın arasından aramıza sızdı. "Ateşin yok ama neden yanakların kızarmış anlamadım.." Gülmeye ramak kala çıkan sesiyle utanarak çektim ondan bakışlarımı. Asker bir adam vardı karşımda tilki uykusuna yattıkları için elbette onu izlediğimi fark edecekti. Kendimi nasıl ifade edeceğimi bilemeyerek bakışlarımı parmaklarıma indirdim. Bir kaç dakika sonra ise yataktaki hareketlilikle Yiğit Ali'nin kalkmış olduğunu fark ettim. Dolapların açılıp kapanma sesiyle başım hızla kalkarken onun sol tarafta kalan duvarda boylu boyunca uzanan gardrobun kapağını açmış raflar arasında bir şeyler aradığını gördüm. Çok geçmeden dolabın kapağını kapatıp elinde tuttuğu kıyafetlerle karşıma geldi. Kıyafetleri yatağa bırakıp bir kaç saniye bana baktı. "Bunlar odamda bulunan en küçük kıyafetlerim. İçin rahat olsun hepsi temiz. Karşı kapı banyo. İstediğin gibi duş alabilirsin. Ben seni salonda bekliyor olacağım.." Hafifçe başımı sallayıp onu onaylarken o minik bir tebessüm ederek hızla odadan çıktı. Onun çıkışıyla derince nefeslenip yatakla bütün haline gelmiş bedenimle zorlukla ayağa kalktım. Kıyafetleri elime alıp banyoya giderken her adım atışımda bedenim tir tir titriyordu. Banyo kapısını açıp içeri girdiğimde benim evimde ki banyodan bile düzenli durmasıyla şaşkınlıkla havaya kalktı kaşlarım. Komutan sanki karşı evimde değil de burada yaşıyor gibiydi. İçimde ki şüpheyi görmezden gelip hızla soyundum. Ter olmuş kıyafetlerimi kirli sepetinin üzerine koyarak duşa kabinin kapağını açıp bedenimi içeriye soktum. Suyu açtığım anda başımdan akan soğuk su ile dişlerim bile donarken hızla çeşmenin başını sağa çevirdim. Soğuktan sıcağa geçen suyla rahatlayıp rafta dizili halde duran şampuanlardan birini aldım. Kısa süren duşla kendime gelirken saçlarımı havluyla kurutup komutanın verdiği kıyafetleri elime aldım. Elimde ki siyah sweete bakarken küçük dilimi yutacaktım. Yahu bu adamın en küçük bedeni buysa şuan giydiği kıyafetler devasa olmalıydı. İç çamaşırım olmadığı için hiç kullanılmadığı belli olan boxerı giydim ama o kadar büyüktü ki eşofmanı giyene kadar sürekli çekiştirip durmak zorunda kaldım. Allah'tan eşofman ipliydi de bağcıklarını belime göre ayarlayabilmiştim. Kalın sweeti üzerime geçirdiğimde burnuma dolan kokuyla afalladım ilk başta. O hastane bahçesinde başım göğsünde iken duyumsadığım kokuydu. Sweetin yakasını asılıp burnuma doğru tuttum. Bir kaç kez güzel kokuyu içime çektim. Çok tuhaftı. Bir yandan hem tanıdık , bir yandan ise çok yabancıydı. Göz kapaklarım aralandığında aynada aksimi gördüğüm anda yaptığım davranışla utanarak bıraktım sweeti. Ne zaman bu kadar pervasız olmuş sevgilisi olan birine karşı anlayamıyordu. Islak saçlarını sırtına doğru atıp banyodan çıktı. Beyninde türlü düşünce ile kaldığı odadan koridora çıkararak ilerledim. Koridor sonunda açık beyaz tahta kapıdan içeriye doğru tereddüt ile başımı uzattım. Salon olduğunu gördüğüm üçlü koltukta komutan boylu boyunca yatıyordu. Bir elinin tersini alnına koymuş , göğsü aldığı düzenli nefeslerle inip kalkıyordu. "İçeri girsene kızım.." Arkamdan seslenen kadının sesiyle korkuyla yerimden sıçrayıp hızla arkamı döndüm. Komutana benzeyen çehresinde ondan farklı tek yan kahverengi gözleriydi. Kısa süren sessiz bakışmamız komutanın kokusunu duyumsadığım anda kesildi. Başım hafifçe arkaya döndüğünde komutanı gördüm. Sıcak göğsü sırtıma değiyor, mavi elmasları ise yüzümün her bir santiminde dalgınca geziyordu. "Nasıl hissediyorsun?" Ses tonunu her duyduğumda bedenimde oluşan değişimlerin hızına artık yetişemiyordum. Yakınlığımızdan dolayı her bir azama saran sıcaklık ile konuşma yetim kaybolmuştu sanki. "İ-yi.. İyi hissediyorum.." Onun karşısında konuşmak bile zor bir eylem haline gelirken bu halime tebessüm ederek baktı. Biz birbirimizde dalmışken karşı taraftan gelen yüksek sesli öksürük ile bakışlarımız o tarafa döndü. "Sofra hazır. De hayde yemekler soğuyacak.." Bizi beklemeden koridorun sağında kalan kapıyı açıp giden kadının arkasından bir kaç saniye dalgınca baktım. Saçlarımın arasında gezen parmaklar ile dalgın halim bir anda dağılırken kalbim maraton koşmuşçasına bir atışla göğüs kafesimi yarmak için çabalar hale gelmişti. Kulağımın hemen yanında işittiğim sıcak nefes boynumda gezinen burun ile bedenimde ki sıcaklık ve titreme daha da arttı. Elim bir yere tutunma ihtiyacı ile sızlanırken gözlerim anın büyüsüyle ağırca kapandı. "Saçlarını kurutmamışsın. Tam yaramaz küçük kızlara yakışan bir tavır doktor hanım.." "Ben." Ne cevap vereceğimi bile bilemedim. Boynumdan çekilen nefes ve saçlarımın arasından yok olan parmaklar ile rahatlarken bedenimde ki titremenin geçmesiyle rahat nefesler alıp verdim. Lakin elimi silah tutmaktan nasırlaşmış avuç içlerine hapseden adamla hızla açıldı göz kapaklarım. İç içe girmiş parmaklarımıza baktım. Ten renklerimiz farklıydı. Onun beyaz teni benim buğday tenimle yan yana garip şekilde yakışıyordu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan geldiğim koridora doğru adımlaya başlayan komutanın ardından adeta sürüklenerek ilerledim. Tuhaf hisler içinde onu takip ederken kelime haznem kendini imha etmişti sanki. Bir kaç dakika önce çıktığım odaya girdik. Oradan da banyoya. Beni ayna önünde durdurup kendisi arka tarafımızda kalan duvardaki dolaba ilerledi. Fön makinesi aldığında şaşkınca baktım yüzüne. Aynanın hemen altında ki prize fön makinesinin ucunu takıp açma tuşuna bastı. Saçlarımın arasında gezen ılık rüzgar ile afallamış bakışlarım onu buldu. "Sen.. Ne yapıyorsun?" Komutan şaşkın yüz ifadesi eşliğinde sorduğum soruyla büyük bir dikkatle yaptığı işe ara verdi. Aynadan gözlerimin içine bakarken kalbimin hızlandığını hissettim. Ağzımın içi kurumuş, boğazımda yutkundukça canımı yakan bir yumru oluşmuştu. "İçimden geleni. Fazla sorgulamayın doktor hanım olur mu?" Bir robot gibi hafifçe başımı sallayıp onu onayladım. Tatmin olmuş bir ifadeyle bana bakıp yarım kalan işine döndü. Islak saçlarımın arasında gezen parmaklarına baktım. Pür dikkat yaptığı işe odaklanmış yüzünde gezdi sonra gözlerim. Hislerim allak bullaktı. Komutan saçlarımı kuruttuktan sonra lavabo yanında duran tarağı alıp elektriklenmiş saçlarımı sakin hareketlerle taradı. Bakışlarım aynadaki aksimize kaydı. Tarağın dokunduğu saçlarım sanki ipek narinliğindeymiş gibi özenle işini yapan adama bakarken gözlerimin dolduğunu hissettim. Ona baktığımı fark etmiş gibi bakışları beni bulduğunda bir kaç saniye yüzüme baktı. Kaşları akmaya meyilli gözlerime gördükçe daha da çatılırken elinde ki tarağı bırakıp parmak uçlarıyla çeneme dokundu. Yüzümü ona döndürüp mavilerini meraklı bir edayla yüzümde gezdirdi. Bakışlarından kaçmak için kapanan göz kapaklarımın ardında minik dokunuşlar hissettim önce. Kirpiklerimin uçlarında gezen parmak uçlarıyla yaşlar izinsiz aktı usulca. "Neden ağlıyorsun? Saçlarını tararken canını mı yaktım?" Başımı iki yana sallayıp hayır cevabı verdim. Konuşmak istesem de dilimi bağlayan bir şeyler vardı. Ne yaptığımın farkında olmayarak bedenimi ona yaklaştırdım. Başımı kalbinin tam üstüne koyup kollarımı ise beline sardım. Sert bedeni sarılışımla daha da kaskatı hale gelirken, kulaklarıma ulaşan kalp atışlarıyla yerime daha da sindim. Bir kaç saniye sonra sırtımda hissettiğim avuç içleriyle derince soluklandım. Birine sarılıp doya doya ağlamayalı öyle çok zaman olmuştu ki. Komutanın saf şefkati etrafıma ördüğüm o sert kabuğu kırmaya yetmişti. Sanırım çok uzun zaman sonra gerçek benliğimi yabancı biri görüyordu. Biraz sakinleştiğimde ağırca açıldı göz kapaklarım. Başımı hızlı kalp atışlarıyla dolup taşan göğsünden kaldırdım. Bakışlarım yüzünü bulurken onun mavileri yüzümün her bir noktasında gezdi sakince. "Teşekkür ederim Yiğit Ali.." "Teşekkürlük bir durum yok. İyi olman bana yeter de artar." Ondan uzaklaşıp kollarımı bedeninde çektim. Garip bir ambiyansın içinde bulunduğumuz anlarda bakışlarımız bir an olsun birbirinden ayrılmadı. Çalan zil ile dikkatim dağılırken banyodan çıkmak için ikimizde hareketlendik. Onun odasından çıkmak üzere ile koluma dokunan el ile duraksadım ilk başta. Yüzüm sola ona doğru dönerken , tedirgin bakışlarla araladı dudaklarını. "Gerçekten iyisin değil mi?" Yüzümde beliren tebessümden bihaber olarak elimi koluma dokunan eli üzerine koydum. Baş parmağımla elinin yüzünü okşayıp kendime tekrar düşünme payı bırakmadan hızla ona yaklaştım. Yanağına değen dudaklarım alev almış gibiydi. Onun kaskatı kesilmiş bedenini hissediyordum ama kalbimi esir almış hislere teslim olmaktan da geri duramadım. Bir kaç saniyelik öpüşümden sonra ağırca uzaklaştım ondan. Yüzümde ki sıcaklık, tenimde gezinen heyecan çok tuhaf hissettiriyordu. "Çok iyiyim .." Kısık sesim ona ulaştığında kolumun üzerinde duran eli titredi. Tekrar yüzüne bakmadan odadan çıkarken etrafımı kuşatmış hisler yüzünden attığım adımlar sarsaktı. Komutanın annesinin olduğu mutfağa adım attığımda gördüğüm bedenlerle önce afalladım. Bakışlarım hepsinin üzerinde gezerken , komutanın annesinin yanında oturan kadınla bir kaç saniye önce bedenimde gezen heyecan hissi yok oldu. Ondan bakışlarımı çekip tek bir yerin boş olduğu masaya baktım. Herkesin önünde duran tabağa rağmen fazladan bir sandalye konmamıştı. Kalbimi sarmaşık misali saran sızıyla bakışlarımı o tek sandalyeden çektim. Ayakta tek kelime etmeden dururken komutanın adım seslerini işittim. Bir kaç saniye sonra etrafımı esir alan kokusunu duyumsadım. Sıcaklığı dokunabileceğim kadar yakınımdaydı. "Sizin ne işiniz var bu saatte burada?" Sert sesiyle masadaki herkesin yüzü düştü. Biri hariç. Komutanına annesinin yanında oturan kadın hızla yerinden kalkıp bir kaç adımda yanımıza ulaştı. Bir anda Yiğit Ali'ye sarılan kollar ile şaşırsam da hızla bakışlarımı onlardan çekip önüme döndüm. Ağzımın içinde gezinen acı tat soluk borumu dahi yakıyordu. "Çocuklara kızma. Ben çok ısrar ettim beni getirin diye.." "Onlarla sonra konuşacağım ben zaten merak etme.." Buz gibi sesi beni bile üşüttü. Daha fazla burada canımı yakan bakışlar arasından kalmak istemeyerek yönümü kapıya döndürdüm. Dışarı çıkmak için adımlamışken kolumun üzerinde hissettiğim dokunuşla bakışlarım sol tarafıma kaydı. "Nereye gidiyorsun Neva?" "Komutan her şey için teşekkür ederim ama gitsem daha iyi olur sanki.." Kolumu bırakıp önüme geçen adamla afalladım ilk başta. Omuzlarıma konan el ve hızla döndürülen yönümle şok içinde masada oturan insanlara baktım. Onlarda en az benim kadar şaşkındı bu duruma. Komutan beni adeta sürükleyerek biraz önce boş gördüğüm sandalyeye oturttu. Üzerinde ki bakışlara aldırmadan ocak üzerindeki tencerenin başına geçti. Ahşap mutfak dolaplarını açıp bir çorba kasesi aldı. Sıcak çorbayı keseye doldurup yanıma adımladı. Önüme konulan çorbayı gördüğüm anda göz bebeklerim büyüdü . Nefeslerim sıklaşırken hızla sandalyeden kalkmak istedim. Kollarıma sarılan sert eller ile yüzüm komutana dönerken o bayılmak üzere olduğumun dahi farkında değildi. "Bunu içmeden gidemezsin.." "İç-içemem.." Çıkan cılız sesimle tutuşu hafiflerken çorbanın kokusunu duyumsadıkça bedenim titriyor bilincim gidip geliyordu. Mekan kavramını yitirirken kulaklarımda çınlayan sesler ile içimde varlığını sürdüren kadın çığlık çığlığa bağırıyordu.. "Kalk şu masadan. Sen bu kadar aciz misin? Kalk diyorum sana kalk.." Kalbim çok hızlı atıyordu. Bakışlarım bir saniye olsun önümdeki çorbadan ayrılmazken çenemde hissettiğim eller ile beynimi kemiren o kadına ait ses usulca tekrar kendi yerine çekildi. "Neva bana bak. Nasıl hissediyorsun?" "İyi-iyim. Özür dilerim . Ben yıllardır bu çorbayı ağzıma sürmedim. Bu babamın öldüğü gece yaptığı yemekti. O yüzden biraz kötüleştim.." "Önemli değil. İyisin ama şimdi değil mi?" Hafifçe başımı sallayıp yüzümün iki yanında duran ellerin üzerine avuç içlerimi bastırdım. Nefes alış verişim düzene girmiş o lanet görüntüler gözlerimin önünden çekilmişti. Komutan diz çöktüğü önümden ayağa kalkıp dizimin üzerinde duran sağ elime uzandı. Beni ayağa kaldırıp mutfaktan çıkarırken annesine ve arkadaşlarına seslenmeyi de ihmal etmedi. "Ana bu gece evime geçeceğim ben. Erhan sizde karnınızı doyurup, Vildan'ı eve bırakın." Kapıya doğru adımlarken komutanın koluna asılan kadınla yerimizde duraksadık. Vildan öfkeli gözlerle bana bakıyordu. Elimi komutanın elinden çekmek istedim ama parmaklarımı bir mengene misali sarmış büyük el buna izin vermedi. "Nereye gidiyorsun?" "Vildan sorgulanmaktan hoşlanmadığımı defalarca kez söyledim. Seninle biten ilişkimiz sonrası bana her yakınlaşma çabanı eski günler hatırına görmezden geldim ama yeter. Olmadı sürdüremedik ve bitti. Daha neden ısrar ediyorsun?" Komutanın sözleriyle hızla başım ona döndü. Sevgilisinden ayrıldığını bilmiyordum. İçimde gezen kelebeklerin eşlik ettiği rahatlama hissiyle baktım sert çehresine. Mavi gözlerinde ki soğuk bakışları kendi üzerimde asla görmek istemiyordum. "Yiğit çok uzun zamandır birlikteydik. Bir anda seni unutmamı bekleme.." "Vildan dün gece gördüğüm manzara bana yeter. O yüzden bir daha benimle muhatap olmaya çalışma. Bu sana son ihtarım. Bir daha bu kadar yumuşak davranmam emin ol.." "Yan-yanlış anladın. Zafer Yüzbaşıyla senin hakkında konuşuyorduk." Bir adım atarak kadının karşısına geldi. Bakışları tiksinç bir maddeye bakar gibiydi. Bedeni titrerken avuç içlerini ter basmıştı. Dün gece her ne gördüyse onu hayal kırıklığına uğratmış gibiydi. "Konuşurken de birden öpüşmeye karar verdiniz sanırım.." Elim duyduklarımla ağzıma kapanırken şok içinde karşımda ki kadına baktım. Esmer teni sararırken komutanın ise öfkeli solukları ile onu yakıp kül etmek istiyor gibiydi. "Vildan bu kadar oyun yeter. 1 yıldır birlikte olduğunuzu Zafer itiraf etti. Daha fazla karşımda küçülme. Bu gece seninle son kez konuşuyorum. Ne evimin yakınında ne de etrafımda seni görmek istemiyorum.." Ona son kez bakıp elleri arasına hapsettiği elimle arkasını dönerek kapıdan çıktı. Aldığı keskin soluk sesleri bahçede yankılanıyordu. Büyük tahta çiti aşıp kaldırım kenarında park edilen arabanın önünde durdu. Bir elini arabanın kaputuna yaslarken gözlerini kapattı. Bedeni zelzeleye tutulmuş gibi titriyordu. Tereddütle elimin birini koluna uzattım. Usulca sinirden damarların çıktığı kolunu okşarken göz kapakları aralandı. Gece karanlığında bir mücevher berraklığında parlayan mavi harelere hayran bakışlarla baktım... "İyi misin?" Kısık sesimi ben bile zor işitirken o tutukça salladı başını. Ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kaputa yaslandığı diğer eliyle hızla beni kendine çekti. Başı boynuma gömülmüş, sert avuç içleri sırtımda geziyordu. Bedenimde yayılan sıcaklıkla üst üstte bir kaç kez yutkundum. Sonra da aslında hiç yapmaman gereken bir şeyi yapıp ellerimi sırtına koyarak onun sarılışına karşılık verdim. Hareketimle aldığı derin nefes tenimde kayboldu. Ne kadar süre o halde kaldık bilmiyorum. Tek bildiğim birbirine yapışık halde duran göğüs kafeslerimiz içindeki kalplerimizin atış hızının bile aynı olduğu. Durmaksızın atıyor ve sanki birbirine kavuşmak için can atıyor gibilerdi. "Teşekkür ederim.." Minnet dolu sesiyle daha da sıkı sarıldım. Neden ona karşı duvar öremediğimin istişaresini yapmayı sonraya erteleyerek kalp acısını benim kollarımda dindirmesine izin verdim. Bir kaç dakika sonra komutan usulca başını boynumdan çekti. Yüz yüze geldiğimiz vakit çekingen bir edayla gözlerini kaçırıp sarılmamızdan dolayı kırışmış gömleğini düzeltmeye çalıştı. Bu hali komiğime giderken istemsizce tebessüm ettim. Aramızda oluşan garip havayı yok etmek için boğazımı temizleyip dikkatini çektim ilk önce. Bakışları bana döndüğünde elmacık kemiklerinde ki hafif kızarıklığa dokunmak için can atan parmaklarımı yumruk halime getirip siyah sweetimin cebine sakladım. "Sanırım ikimizde aç kaldık. İstersen bana gidelim. Sana hastayı bile ayağa kaldıran o mükellef çorbamdan yapayım.." Komutan neşeli sesimle derince nefeslenip rahat bir ifade ile baktı bana. Ellerini pantolonunun cebine koyarken bedeni dikleşmiş omuzları ise gerilmişti. "Öyle mi baya merak ettim şifa deposu çorbanı.." Karşımdan ayrılıp sürücü tarafına ilerlerken kendimden emin çıkan sesimle anlık bakışları bana dönmüştü. "Şehriye çorbası ama bol naneli. Bir kere yedikten sonra müptelası olacaksın emin ol.." "Şehriye çorbası mı? Doktor hanım baya beceriklisiniz bakıyorum.." Alay vâri sesiyle kapısını açtığım arabanın önünde tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Kollarımı arabanın tavanına dayayıp hafif kızgın bir sesle yanıtladım onu. "Gecenin bu saati düğün çorbası mı yapayım sana?" "Hiç fena olmazdı hani..." "Komutan şansını zorlama istersen. Ama madem düğün çorbası seviyorsun sözüm olsun. Bir akşam sana yaparım gelir içersin olur mu?" Son cümlemle komutanın bakışları değişti O da benim gibi arabanın tavanına yaslanıp gözlerimin içine baktı. Mavileri ruhumun içinde kalmış en derin çatlakları bile görüyor ve bana saf bir ilgiyle bakıyordu sanki. "Sen yaptıktan sonra ne olsa yerim ben doktor hanım. Ama bizim geliş gidişler sıkıntı biliyorsun. Yine de güzel teklifin için teşekkür ederim." Gecenin ayazında kaybolan fısıltılı sesiyle kalbimin duvarları dahi titreyerek baktım ona. Yüreğimden akıp giden hislere engel olamadım. Dudaklarım bana inat yukarı doğru kıvrıldı ve onunla aramda başlayacak kara sevdanın temeli tamda bu gece o araba başında dudaklarımdan dökülen sözlerle atılmış oldu. " Sen geleceksen evimin kapısı gündüz gece fark etmez her daim açık ..." Tek bir cümlemle karşımda ki adamın yüzündeki değişimleri izledim. Mavi hareler önce büyüdü. Soluk alışverişleri yavaşladı. Bir kaç kez dudakları açılıp kapanırken , üst üstte yutkunup gözlerini kapattı. En sonunda sakinleştiğinde onunla birlikteliğimizin ilk adımını inşaa edecek sözler aramızda yankılandı.. "O zaman bende ne yapar eder, hep bana açık bıraktığın o kapıdan girer sana ulaşırım doktor hanım.." Sert rüzgarlar üzerimizden esip geçti. Fakat o araba başında birbirimize verdiğimiz sözün imzası kalplerimize yazıldı sessizce. Biz o an farkında değildik ama Yiğit Ali dönüp dolaşıp hep benim kapıma gelecek, bense ne yaşarsak yaşayalım mutlaka evimin kapısını onun içeri adımlaması için açık bırakacaktım. Bizim kaderimize çok önceden yazılmıştı .Ben onu bıkmadan usanmadan bekleyen, o ise kan revan içinde kalmış olsa da mutlaka bana gelen olacaktı...
|
0% |