@anita_86h
|
Keyifli Okumalar dilerim :) *Cefâpîşe : üzmeyi huy edinmiş, cefa eden. aşığını üzen sevgili.
********************************************* Tüm mutfağımı sarmış olan çorbanın kokusuyla büyükçe tebessüm ederek ocak üstünde ki tencereyi karıştırmaya devam ettim. Elim ayağımı nereye koyacağımı bilemez halde, sarsakça bir heyecanla mutfakta dolaşırken kalbimin atış sesi kulaklarımın içinde çınlıyordu. Komutan şuan salonumda sabırla ona söz verdiğim çorbamın hazır olmasını bekliyordu. Bu his çok garipti. Evimde ilk defa Aylin'den başka birini misafir ediyordum. Benim İstanbul'da ki evimde pek misafir olmazdı. Bir Aylin gelirdi o da babası kalmasına izin vermediği için akşam olmadan giderdi. O sessiz ve boğucu evde bir başıma yaşar, kimsesizlik denen hissi iliklerime kadar hissederdim. Bu gece ise bir yabancı vardı salonumda lakin kendimi onu ilk gördüğüm andan beri yakın hissetmekten alıkoyamıyordum. Evimde, salonumda aslında bir mum oturuyordu. Ve ben canımın yanacağını, kanatlarımın onun ateşiyle yanıp, kül olacağını bildiğim halde beyhude bir çaba ile yine yeniden ona doğru uçan bir pervaneydim sanki. Onu ilk gördüğüm an göğüs kafesime darbe almış gibi nefessiz kalmış, kalbim iki duygu arasında bocalamıştı bir süre. Korku ve saf bir merak. Bir buz parçasını andıran mavileri, içimde sakladığım ne varsa görür gibi bakarken ona doğru çekilmekten deli gibi korkuyordum. Fakat onunla ilgili her bilgiyi öğrenmeye aç yanımsa içimde hüküm süren korkuya rağmen cesurca atıyordu adımlarını. Artık kaynamış çorbanın altını kısıp , dolapta bulunan salata malzemelerini çıkarmak için arkamı döndüm. Komutanı mutfak pervazına yaslanmış halde görünce ilk başta korkuyla irkilsem de tüm bedenimin üzerinde sakince gezen mavilerini görünce utanarak ondan çektim bakışlarımı. "Çorba hazır. Salata yapayım hemen yeriz..." Hissettiği heyecan yüzünden titreyen bu kısık ses tonu bana mı aitti? Daha önce kimse karşısında böyle bir durumun içine düşmemiştim. Öyle ki komutanın üzerime doğru gelen tok adım seslerini işittiğim anda tüm bedenimi etkisi altına alan alev dalgasıyla kalçamı ahşap tezgaha yasladım. Komutan uzun boyuyla tam karşımda durduğu vakit usulca bakışlarım ona döndü. Mavi harelerde çok fazla duygu gizliydi. Ve ben arsızca o saklı cennette gezmek, karşımda göz kapaklarını dahi kırpmadan bana bakan adamın kalbine benliğimi kazımak istiyordum. Yiğit Ali ağırca başını sol tarafıma uzatıp kaynayan çorbanın kokusunu soludu. Daha sonra ise yavaşça başı benden uzaklaşırken daha yeni çıkmaya başlamış kirli sakallı yanağını yanağıma sürttü. Tenimde tatlı ısırıklar bırakan teniyle gözlerim saniyelik kapanırken tırnaklarımı hissettiğim haz yüzünden ahşap tezgaha sapladım. Burnunu yanağımın üzerinde hissediyordum. Kokumu soluduğunu içine çektiği nefeslerden anlıyordum. Öyle bir andı ki kendime hakim olmayı bırakıp hafifçe hala yanağımda nazikçe dolaşan burnuna doğru yüzümü döndüm. Onunla bütünleşmiş olan kokusunu şimdi daha net duyumsuyordum. Babamdan farklıydı. O da barut kokardı ama komutanın ferah kokusu barutun kekremsi kokusunu dahi bastırmıştı. Yiğit Ali'ye özel teninden yükselen kokuyla istemsizce iç çektim. Bu hissettiklerim benim için çok fazlaydı. Ayaklarım dahi titriyordu yakınlığımızdan. Kulaklarıma üflenen nefesiyle her bir azam titremeye başladı. Bir kaç saniye sonra ise benim bile zor işittiğim fısıltısıyla dünya dönmeyi bıraktı sanki. "Kokun ilkbaharı anımsatıyor. İnsanın kalbine ferahlık veren bu kokuya meftun olmamak elde mi Nevbahar.." Nevbahar... Onun dudaklarından dökülen kelimeyle hafifçe aralandı göz kapaklarım. Başkaları için ölüm meleği olan ben o gece onun kulağıma üflediği isimle baharın habercisi ilan edildim. Ben kendi ismimi bile yüksek sözle söylemeye çekinirken , onun bana taktığı isimle yeniden var oldum. Şuan bilemesem de ölene kadar bir ona çiçeklerimi açacak, bir ona ilk baharın müjdecisi Nevbahar olacaktım.. "Ali..." Fısıltım ona ulaştığı anda bedeni kaskatı kesildi. Hızla bedenini bedenimden uzaklaştırıp gözlerimin içine baktı. Mavi gözlerinde karmaşa hakimdi. Akmaya meyilli yaşlar ile bana bakarken ellerim benden bağımsız yanaklarına ulaştı. Avuç içlerime batan sert sakalları bile beni etkiliyordu. Baş parmağımla elmacık kemiklerini okşadım. Gözleri saniyelik kapanırken göğsü hızla inip kalkıyordu. "Bir daha söyle.." Bizden başka birinin olmadığı mutfakta sanki birinin duyacağından endişe eder gibi sessizce kurduğu cümleyle şaşkınca baktım yüzüne. Zor bir ikilemde gibiydi. Biraz önce ona ikinci adıyla seslenmiştim ve yüzünden anladığım kadarıyla bu onu baya etkilemişti. Onunla ilgili öğrendim her yeni bilgi garip bir haz veriyordu bana. Bir kaç saniye gözlerine bakıp yüzümü hafifçe ona yaklaştırdım. Dudakları ile gözleri arasında mekik dokuyan bakışlarıma onun hayran bakışları eklendi... "Ali..." Fısıltım dudaklarına çarptı. O ise ilk önce nefesini tuttu. Sonra ise dudaklarım ve gözlerim arasında sakince mekik dokuyan mavi harelerle her bir azam alev alev yandı. Beklemediğim anda dudaklarımın üzerinde hissettiğim baskıyla gözlerim kocaman olurken bir kaç saniyelik duraksamadan sonra onun hoyrat öpüşüne karşılık verirken buldum kendimi. Yanaklarında ki elim kısa saçları arasına girdi. Onunsa bir eli ince belimi sararken diğer eli saçlarımın arasında geziyordu. Bedenimi üzerine doğru çekerken parmak uçlarımla ayakta durur haldeydim. Dudaklarımın üzerinde gezen kalın dudaklara onun sıcak dili eşlik etti. Ilık nefesi ağzımın içinde kaybolurken dili dilimle adeta raks ediyordu. Ne kadar süre birbirimizi tükettik bilmiyorum. Nefessiz kalmama rağmen tadını aldığım dudaklarından bir türlü kopamıyordum. Onda da durum aynı olacak ki bir anda havalanıp kucağında buldum kendimi. Bacaklarım yerini bilir gibi beline dolanırken onun tutuk adım sesleri mutfakta yankılandı. Neden sonra sırtımı soğuk duvarda hissettiğimde bedenimden geçen titremeyle bacaklarımı sıkıp beline baskı yaptım. Bu hareketim onu daha da delirtmiş gibi büyük bir açlıkla dudaklarımı sömürmeye başladı. Hızına yetişmek mümkün değildi. Ellerim saçlarından ağırca omuzlarına indi. Oradan ise sert göğüsleri üzerinde durdu. Avcumun atında atan kalbi yerinden çıkmak için fırsat kollar gibi öyle hızlı atıyordu ki kendime hakim olamayarak okşadım göğsünü. Ellerim bedeninde gezdikçe kalın zevk aldığını belli eden sesi ağzımın içinde kayboldu. Bir kaç saniye sonra ise dudaklarımdan kopan dudaklar ile yoksunluk kriziyle sızlandım. Aldığı hızlık soluklar öpülmekten şişmiş dudaklarıma çarpıyordu. Alnını alnıma yaslayıp gözlerini kapattı. İkimizde öyle dağılmıştık ki kolay kolay toparlanmamız imkansız gibiydi. Nefeslerimiz düzene girsin diye beklediğimiz zaman zarfında ellerim bir an olsun hızlı atmaktan vazgeçmeyen kalbinin üzerinden ayrılmadı. Başımı alnından çekip sakince yüzüne baktım. Göz kapakları ondan uzaklaşan yüzümle aralanırken mavi hareler tekrar gözlerime kenetlendi. Ona karşı içimde büyüyen hislere anlam veremiyordum. Bir kaç gün önce ona karşı öfke doluydum. Şimdi ise karşımda öpülmekten kızarmış ve şişmiş dudaklarını tekrar öpme isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Büyük bir hatanın eşiğindeydim biliyordum. Bu şehire gelirken tek amacım vardı babamın suçsuzluğunu ispat edip iadeyi itibarını geri vermekti. Şimdi ise daha bir kaç gündür tanıdığım adamın kolları arasında duruyor ve yerimi hiç yadırgamıyordum. Sanki ezelden beri ait olduğum yer onun sıcak göğsü gibiydi... "Çorba hazır.." Hissettiğim tüm heyecana rağmen dudaklarımdan dökülen kelimeyle Yiğit Ali'nin kaşları saniyelik çatılsa da dudakları büyük bir gülümsemeye sahiplik yaptı. Bedenimi ağırca yere indirirken dudakları arasından çıkan inlemeyle şaşkınca baktım yüzüne. Bakışlarım tüm bedeninde gezerken beyaz gömleğinin omuz kısmında ki gördüğüm kırmızılık ile kalbimde büyüyen endişe hisleriyle koluna dokundum. "Dikişlerin açılmış sanırım. Sen salona geç ben hemen malzemeleri alıp geleceğim.." "Neva benim için sorun yok evde hallederim bir şekilde.." "Benim doktor olduğumu unutuyorsun sanırım. Hadi içeri geç sen hemen geliyorum ben.." "Tamam inatçı keçi tamam.." Oflayarak salona doğru ilerleyen adamın arkasından karmaşık hislerle baktım. Daha fazla vakit kaybetmemek için hızla ocağa ilerledim. Çorbanın altını kapatıp atik hareketlerle banyoya adımladım. Dolapta bulunan ilk yardım çantasını alıp salona adımlarken zihnimde bir çok düşünce vardı fakat hiç birinin kuyruğu birbirine değmiyordu bile. Salona girdiğimde Yiğit Ali üzerinde ki gömleği çıkarmış bir halde üçlü koltukta oturuyordu. Bakışlarım istemsizce göğsünde gezerken orada gördüğüm zincirle neye uğradığımı şaşırdım. Gümüş askeri künyenin yanında duran altın zincir ve ucundaki tek dal gül deseni olan kolye çok tanıdıktı. Elimde duran ilk yardım çantası yaşadığım duygu karmaşası sebebiyle yere düşerken çıkardığı tok ses nedeniyle komutanın yüzü bana döndü. Meraklı bakışları yüzümde gezerken benim tek odak noktam o kolyeydi. Sarsak adımlarla ona doğru gelirken sert ifadesi çatladı. Benim neden bu hal geldiğimi çözmek ister gibi bakan mavilerine bir kez bile bakmadan oturduğu üçlü koltuğun önünde diz çöktüm. Elimi uzatmak istedim ama içimde beni engelleyen bir şey vardı. Oval şeklinde kolye ucunun her bir noktasında özlemle gezdi bakışlarım. Sonra dayanamadım. Usulca uzandım ona. Lakin yarı yolda elimin üzerine kapanan iri el ile hamlem yarıda kaldı ve afallayan bakışlarım komutanı buldu. "Dokunma.." Soğuk, mesafeli sesiyle nefesim kesilir gibi olsa da bakışlarımı bir saniye çekmedim gözlerinden. Soluk borumu cayır cayır yakan bir alev vardı ve yutkundukça canımı yakıyordu. Bakışlarım tekrar kolyeye kaydı sonra tekrar komutana döndü. Elimin üzerimde ki sıcak el canımı yaksa da tek isteğim yıllar sonra da olsa o kolyeye bir kez dokunmaktı. "Sadece bir kez dokunmama izin ver lütfen.." Kısık sesim ve dolu gözlerle konuşmam sonrası bir kaç kez yutkunup hafifçe başını salladı. Bakışlarını üzerimden , elini ise elimin üzerinden çekti. Titrek bir nefesi göğsüme hapsettim. Bu öyle bir acıydı ki soluk borum dahi cayır cayır yanıyordu. Titreyen parmak uçlarımı kolye ucuna uzattım. Her bir noktasında nazikçe, zarar vermekten korkarcasına gezdi parmaklarım. Kaç yıl olmuştu onu kaybedeli. Bir zaman sonra içimde katranlaşmış acıdan yılları saymayı bile unutmuştum. Babamdan bana kalan tek eşyayı, onun ölümüyle kaybetmiştim. Ve ne gariptir ki yıllar sonra bir yabancının boynunda görüyordum onu. Benden daha çok hak eden birinin boynunda.... Son kez gül yaprakları üzerinde parmak uçlarımı gezdirip, zorlukla da olsa kolye üzerinden çektim. Daha fazla dokunup babamdan kalan son saf güzelliği kirletmek istemiyordum. Derince soluklanıp ayağa kalktım. Yere düşürdüğüm ilk yardım çantasını alıp tekrar geri döndüm. Yiğit Ali'nin yanına oturup patlamış dikişini dikmek için malzemeleri çıkardım. Uyuşturucu iğneyi tenine saplarken bakışları bir kez olsun bana dönmedi. Dikişini bitirip sargı beziyle yarayı kapattıktan sonra aramızda ki sessizliği yarıp geçen sesiyle duraksadım. "O kolye sana ait değil mi?" Sordu soruyla bedenim kaskatı kesildi. Yerimden milim dahi kıpırdamadım. Yüzünün bana döndüğünü tenime vuran soluklarından hissediyordum fakat ona cevap vermek benim için öyle zordu ki. Çeneme uzanan el ile bakışlarım istemsizce ona dönerken mavi harelerde gördüğüm soğukluk ile kalbimdeki ateş söndü ve atışları durma noktasına geldi. "Bu kolye senin değil mi Firuze?" Dudaklarından dökülen ismim ile gözlerim korkuyla büyüdü. Yüzümü ellerinde kurtarıp hızla ayağa kalktım. Komutanın zekasını çok hafife almıştım. Kolyeye bakışlarımdan, bendeki değişimleri fark ederek bütün parçaları birleştirmişti. Bir aptal gibi davranmış , çok büyük açık vermiştim. O hala koltukta bana bakarken sol elimi kapıyı gösterdim. "Git Lütfen.." Zihnimin delilik sınırında gezdiği o anlarda konuşmak bile can yakan bir eylemdi benim için. Yiğit Ali öfkeli bir yüzle bana bakıp hızla ayağa kalktı. Üzerime doğru adımladığında her bir azam korkudan titriyordu. "Ne saklıyorsan öğreneceğim. Tekrar bu eve geldiğimde bana kim olduğunu, neden adını değiştirdiğini anlatacaksın Firuze.." "Yapamam. Anlatırsam sende zarar görürsün.." Bakışları sözlerimde yumuşadı. İri ellerini uzatıp yanaklarımı avuç içlerine hapsetti. Bana doğru bir adım atarak dudaklarını alnıma bastırdı. Karşısında bir kuş misali titriyordum. Ondan hem korkuyor , hem de göğsüne kıvrılıp düştüğüm karanlıktan beni kurtar diye çığlıklar atarak ağlamak istiyordum. "Bana güven. Çok zaman olmadı tanışalı ama bir kez olsun bana güvenmeyi deneyemez misin?" Güven.. Şu hayatta ki en kırılgan duyguydu. Birine içimi açmak, gerçek benliğimi ortaya sermek öyle zordu ki. Karşımda duran adam bir asker olsa da , kimseye güvenmeyen yanım hala dimdik ayakta iken ona asla kayıp Firuze'yi anlatamazdım.. "Zaman ver bana .." Düşüncelerime inat ona araladığım kapıyla sert bir soluk hapsetti içine. Hala alnımda duran dudakları son kez tenime değdi. Ve bedenini benden uzaklaştırıp gözlerimin içine baktı. "Bekleyeceğim. Bana gelene kadar bekleyeceğim Nevbahar.." İkinci defa duyduğum isimle bedenim benden bağımsız ona doğru adımladı. Başımı çıplak göğsüne koyup ellerimi belinin iyi yanından konumlandırdım. Gözlerim kapalı o sıcak sinede kaç dakika durdum bilmiyorum. Saçlarımın arasında gezen parmaklar ile tüm yorgunluğum uçtu sanki. Aramızda ki bu sessizliği bozan benim telefonuma ait zil sesi oldu. Bir an telefonumun bile yerini unutmuş beynim ne yapacağını bilemedi. Sesin geldiği noktayı dinlediğimde yatak odasında çaldığını anladım. Hızla Yiğit Ali'nin kolları arasından çıkıp yatak odasına ilerledim. Gece karanlığının hüküm sürdüğü odamda telefonumu bulmak zor olmadı. Hala durmaksızın çalan telefonumu elime aldığımda komutanda çoktan ardımdan yatak odasına girmişti bile. "Efendim.." Sabırsızca aramayı cevaplarken bir kaç saniye karşıdan ses gelmedi. Bakışlarım ay ışığının yansıttığı odada gezerken Yiğit Ali'nin yüzünde sabitlendi. Çatık kaşları altında ki mavileri ne olduğunu anlamak ister gibi merakla bakıyordu bana. "Firuze abla.." Duyduğum sesle bedenim külçe misali yatağa düştü. Yiğit Ali telaşlı adımlarla yanıma gelip önümde diz çökerken titreyen ellerim onun dizleri üstündeki eline uzandı. Ondan güç almak ister gibi parmakları arasına hapsolan elim ve kesik kesik çıkan nefesimle karşı tarafı cevapladım. "Onur.. Sen... Sen beni nasıl arayabildin?" "Firuze abla ben İstanbul'dayım..." "Ne demek İstanbul'dayım. Ben seni kendi ellerimle İsviçre uçağına bindirmedim mi? " Korku ve öfke karışımı hislerle o koca oda bana dar geldi. Boğazım kurumuş zorlukla yutkunuyordum. O asla bu ülkeye ayak basmamalıydı. Babası hala hayatta iken asla olmazdı. "Babam beni ve annemi buldu. Çok korkuyorum Firuze abla. Ne olur yardım et bize.." "Ne- ne diyorsun sen? O adam nasıl buldu seni Onur? Lütfen düzgün anlat şunu.." "İzlam ona yerimizi söylemiş. Annemi ve beni kaldığımız evde buldu. Elinden zor kurtulduk. Türkiye'ye kaçak yollarla geldik. Annem yaralıydı. Eski evimize yakın bir yerde 1+1 daireyi zor bulduk. Firuze abla o adam çoktan Türkiye'ye dönmüştür. Bizi.. bizi öldürecek.." Onurun son cümlesi ile hızla ayağa kalkıp dolabıma ilerledim. Gardrobun en altına sıkıştırdığım valizimi alırken Yiğit Ali'nin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ona açıklama yapacak zamanım dahi yoktu. Resmen zamanla yarışıyordum. Zahir çok tehlikeli bir adamdı. O lanet apartman dairesinde soluğunu kesmeliydim. Ona acıyarak büyük bir hata yapmıştım. "İzin vermem. Ben şimdi ilk uçakla İstanbul'a geleceğim. Havalimanına giderken tam adresinizi at. Onur sakın benden hariç birisiyle konuşma. Evden ayrılmayın. Zahir bir daha size el uzatamayacak.." "Tamam Firuze abla dikkat et." "Sende kuzum.." Telefonu kapatacakken aklıma gelen isimle sol elim yumruk oldu. Bu ihanetin bedeli çok ağır olacaktı... "Onur..." "Efendim abla.." "İzlam'ın cezasını ben keseceğim. Emin ol ihanetinin bedeli çok ağır olacak..." "Abla ne olur dikkat et kendine. O adam babamdan daha tehlikeli.." "Sen benim için dertlenme. Hadi bir kaç saat sonra görüşmek üzere.." "Görüşürüz abla.." Telefonu kapatıp aldığım çanta ile banyoya ilerledim. Seri hareketlerle tetikçi kıyafetimi giyerken, bana özel yapılmış ucunda susturucu takılı olan silahımı özel yapım kılıfına sakladım. Xray cihazlarından rahatlıkla bu kılıf sayesinde geçiyordu. Son hazırlıklarımı tamamlayıp banyodan çıktığımda komutan hala aynı yerde duruyordu. Keskin mavileri üzerimde gezerken bir kaç dakika önce var olan şefkat parıltılarını yerini derin bir nefrete bırakmıştı. Bakışları kalbimi acıtsa da önceliğim Onur ve annesiydi. Yanından geçip gidecekken koluma dolanan el ile bakışlarım sakince ona döndü. "Sen bu halde nereye gittiğini sanıyorsun?" "Seni alakadar etmez komutan. Kolumu bırak. Zamanım kısıtlı sana açıklama yapacak vaktim yok.." Diğer elimde duran siyah çantayı uzanıp hızla çektiğinde ona karşı duracak zamanım bile kalmamıştı. O yatağa fırlattığı çantayı açarken kaderine razı bir kuzu gibi beklemeye başladım. Çantayı açıp , silah saklı kılıfımın içini açtığında bakışları ürkütücü bir sakinlikle yüzüme döndü . Ondan korkmuyorum desem yalan olurdu. Hele ki bir buz parçasını andıran mavileri üzerimde gezdikçe koca oda dar gelmeye başlamış, nefes alamaz hale gelmiştim. "Bu çantadakinin ne olduğunun farkında mısın sen?" "Evet farkındayım. Bak şuan açıklama yapacak zamanım yok .Gitmek zorundayım anlıyor musun?" "Bu silahla bu şehirden çıkamazsın. Havaalanında anında seni yakalarlar.." Başımı iki yana sallayıp hızla yanına adımladım. Silah kılıfını elinden alıp çantanın fermuarını çekerek elime alırken iri bedeniyle önüme geçmesiyle büyükçe bir oflama sesi çıktı dudaklarımdan. "Ali... Bak bir çocuk ve kadının hayatı söz konusu. Ben bu odada seninle vakit kaybettikçe babası olacak ruh hastası onlara daha çok yaklaşıyor. Anla beni ve önümden çekil.." Bir kaç saniye yüzümü turlayan bakışlar sonrası silah çantasına uzanan el ile gözlerim yıkılmışlıkla kapandı. Bu evden komutana zarar vermeden çıkamayacaktım belli ki. Yakınımda hissettiğim nefesle aralanan göz kapaklarımın görüş alanına giren mavilerle istemsizce yutkundum. Diğer eli sağ elime uzandığında afallayarak baktım yüzüne. Ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yokken bir kaç dakika konuşmadan durdum. "Bende seninle geleceğim. Ve sen tüm yol boyunca bana hikayeni anlatacaksın. Özellikle karşında bir Türk askeri durmasına rağmen hayatını kurtarmak için kendini açık etmekten gocunmadığın o çocuk kim onu da anlatacaksın.." "Ali bu yolun sonu karanlık. Lütfen bunu kendine yapma.." Son cümlemle hafifçe tebessüm ederek başını hafifçe eğdi. Dudakları elmacık kemiklerimin üzerinde gezerken sıcak nefesi yüzümün her bir santiminde aheste bir tavırla dolaştı durdu. Kulağımın çok yanından gelen nefes sesleriyle sakince kapandı göz kapaklarım. Saniyeler sonra ise duyduğum efsun vari ses tonuyla her bir azam zelzeleye tutulmuş gibi titremeye başladı. "Ben karanlığa aşık bir adamım. Senin vereceğin karanlık benim için mutluluk olur Nevbahar.." Başım onun dudaklarından dökülen kelime ile usulca göğsüne düştü. Ona zarar gelmesini istemiyordum ama bu yolcuğuna çıkarken birinin destek için yanımda olması ruhuma iyi geliyordu. "Çok yoruldum komutan... Çok.." Yorgun ve bitik sesim ona ulaştığında elinde duran siyah çantayı yere bırakıp bana sıkıca sarıldı. Ellerim sırtında gezerken onun saçlarımın arasında gezen nefesiyle rahatladığımı hissediyordum. "Artık bende dinlenme zamanı Nevbahar. Ben bu can bu bedende oldukça sana nefes olacağım.." Birine nefes olmak ne yabancı bir kelimeydi benim için. Başımı hafifçe kaldırıp dudaklarımı durmaksızın atan göğsünün üstüne bastırdım. Bu benim teşekkür etme biçimimdi. Aldığı nefeslerle hızlı inip kalkan göğsüne bastırdığım dudaklarımı çekip yüzüne baktım. Ay ışığı yüzüne vururken öyle güzle görünüyordu ki. Hafifçe tebessüm ederek bir elimi sol eline uzattım. Ali diğer eliyle siyah çantayı kavrayıp ileriye doğru adım attı. O gece onun arabasına binip İstanbul'a doğru yola çıkarken komutan ile aramızda bir ömür sürecek kara sevdanın temeli de tamda o araba içinde gerçek hikayemi anlatmaya başladığım anda atılmıştı. Yanımdaki koltukta arabayı son sürat süren adam benim gerçekliğimle büyük bir ikilemin içine düşerken ben celladımın ellerine nefesimi kessin diye aciz bedenimi bıraktığımı ne yazık ki bilmiyordum.
|
0% |