@anita_86h
|
Keyifli Okumalar Dilerim... *****************************************************
Yaklaşık 3 saattir yoldaydık. Komutan pür dikkat yola bakarken ben sürekli bu hayatta ki tek sırdaşım Batağa ulaşmaya çalışıyordum. Telefonu yoktu. Sadece ikimizin bildiği bir mail adresi üzerinden haberleşiyorduk. Onun bilgi ağına hiç olmadığım kadar ihtiyacım vardı. Yol önümüzde akıp giderken arabada derin bir sükunet hali hakimdi. Konuşmak için ne o çaba sarf ediyordu ne de ben. Konuşsak aramıza saçılacak kelimelerden korkuyorduk belki de kim bilir.. Yiğit Ali bir kaç dakika sonra az ileride görünen tesisin otoparkına doğru sürdü arabayı. Açlıktan ve yorgunluktan gücüm tükenmek üzereydi. Beni benden bile çok düşünen adama minnettardım. "İkimizde açız. En azından sıcak bir çorba bize iyi gelir.." Hafifçe tebessüm ederek onu onaylarken çoktan tesisin otoparkına arabayı park etmiş onun ardından bende aradan inmiştim. Yan yana geldiğimizde elime sarılan eller ile afallasam da Yiğit Ali her daim yaptığı bir hareketmiş gibi yoluna devam etmişti. Karnımda gezinen tatlı kelebeklerin verdiği hissiyatla onun adımlarına eşlik ederken tesis kapısından girip direk yemek bölümüne ilerledik. Yan yana tepsilerde aldığımız çorbalarla gecenin ayazına inat sıcacık olan tesisin iç mekanında ki masalardan birine oturduk. Önce birbirimize bakıp, aynı anda yemek kaşığını elimize aldık. Bu halimize gülümserken benim ona tebessüm etmemle o da bana bakarak minik bir gülümseme ile karşılık verdi. Kendimi bildiğim andan şu zamana kadar bir çok insanla muhatap olmuş, öyle ya da böyle hayatımın bir noktasında bulunmuşlardı. Fakat karşımda bana tebessüm ederek bakan adamın hissettirdiği hiç bir duyguyu bu zamana kadar kimse yaşatmamıştı. Daha yeni tanıyordum onu ama sanki çok uzun zamandır varlığı bana yoldaş, kalbime ılık bahar rüzgarlarını üfleyen mavi gözleri ise gerçek benin tek şahidi gibiydi. "Afiyet olsun Yüzbaşım.." "Sağ olun size de afiyet olsun doktor hanım.." Kinayeli bir sesle dudak bükerek konuşan adamla kısık bir kahkaha firar etti dudaklarımdan. Duygu durumum sürekli deşiyordu. Bir kaç gündür yaşadıklarım beni darmadağın etmiş olsa da daha yeni tanıdığım karşımda oturan bu adamın şefkati şuan bana en iyi gelen şeydi. Sessizlik içinde içilen çorbalar sonrası önümüze konan sıcak çay bize ilaç gibi gelmişti. Açık ve duble oluşu ile afallarken komutan soğuk ayazın yollarda bıraktığı izleri camdan izliyor ve dalgın bir ifadeyle ince belli demli çayını yudumlamaya devam ediyordu. "Artık bana gerçek seni anlatacak mısın?" Yiğit Ali sorduğu soru sonrası, yüzünü ağırca bana döndü. Kesişen gözlerimiz yüzünden rahatsız hissederek bakışlarımı yüzünden çekip çayımı yudumlamaya devam ettim. Ona geçmişten bahsetmek intiharla eş değerdi benim için. Hala cevap beklercesine bakan keskin mavilere daha fazla kayıtsız kalamadım. Çayımdan son bir yudum alıp sırtımı sandalye ye yasladım. Bakışlarım yüzünde gezerken gördüğüm andan beri ilgimi çeken simasında tanıdık bir şeyler aradım. Garipti. Ona bakarken hissettiklerimi daha önce hiç erkeğe karşı hissetmemiştim. Beni etkisi altına alan mavilere baktıkça dilimde ne var yoksa ortalığa saçılsın istiyordum. "Anlatamam Komutan. Bu hem senin , hem de benim hayatımı tehlikeye atar.." Kaşları sözlerimle çatıldı. Mavi hareler bir buz parçası kadar soğuktu. Kollarını masaya yaslayıp ağırca başını eğdi. Gözlerimin en derinine bakıyorken , bedenimden geçen akımın haddi hesabı yoktu. Onun karşısında acizdim sanki. Bedenimin kontrolü bile bende değil gibiydi. "Ölümle dost olmuş biri için boş lakırdılar sözlerin. Seninle bu yolculuğa çıkarak mesleğimi hiçe saydım ben. Şimdi bana aslında kim olduğunu anlatacaksın Firuze..." İkinci defa ismimi dudaklarından duyuyordum. İçime çektiğim nefesler bile titrekti. Her bir azam garip bir his dalgasıyla depremvari ataklar eşliğinde titriyordu. Ona güvenebilir miydim? İzlam, Albay ve Katim'in diğer üyeleri bu geceden sonra beni derdest etme peşine düşeceklerdi. Her şeyi anlatırsam o ada benim gibi düşmanları olurdu. "Düşünme daha fazla doktor. Bana güven sadece. Senin basit bir doktor olmadığını anlayacak zekadayım. Bu şehire bir amaç uğruna geldin eminim. Anlat bana yardımcı olayım. Şuan seni polislere teslim etmem gerekirken karşıma oturtmuş, kendimi savunma hakkı tanıyorum. " "Sana güvenebilir miyim?" Masada ki ellerimin üzerine koyduğu elleriyle rahatladığımı hissettim. Sanki ezelden beri tenim onun tenine aşinaydı. Bana dokunmasını bile garipsemiyor hatta daha fazlası için yanıp tutuşuyordum. "Zamanla anlayacaksın. Güven kolay elde edilmiyor. Bana sana kendimi tanıtmak için fırsat ver doktor.." Gözlerine bakıp bir kaç defa ağzımı açıp kapadım. Verdiğim kararın sonum olacağını bilmeden konuşmaya karar vermişken aklıma gelen şeyle kaşlarım şüphe ile çatıldı. Yüz ifadem onu tedirgin ederken ellerimi ellerinden kurtarıp bu sefer ben baktım gözlerinin en derinine.. "Sana güvenmemi istiyorsan , evime nasıl girdin? Benim hasta olduğumu nasıl bildin ona cevap ver.." "Sabah hastaneye gitmeyince telefonuna ulaşmaya çalışmışlar. Ben askeriyeye giderken sabah kapının önünde bir kadın vardı. Önce geçip gidecektim ama kadın kapıyı çalıp da sen açmayınca bende telaşla yanına geldim. Meğerse hemşireymiş kadın. Saatlerdir sana ulaşamamışlar. Kapını kırmak suretiyle içeri girdim doktor hanım sonrasını biliyorsun. Hastaneye götürmek istedim ama ateşler içinde dahi gitmem diye direttin. Bende anneme aldım götürdüm seni. Doktor çağırdım saatlerce kendini bilmeden yattın. Biraz daha kendine gelmeseydin öfkeni göze alıp hastaneye götürecektim. Yani durum bundan ibaret.." Konuştukça anlattığı her şey zihnimde yerlerine oturuyor içimi garip bir rahatlama hissi sarıyordu. Şüphe zehirli bir oktu ve ben bu yaşıma kadar kendimden başka kimseye güvenmemişken ilk defa birine saf halimi gösterecektim. Tedirgindim ama istese beni çoktan polislere teslim edecek gücü olan adamın merhametine sığınmak daha cazip geldi. Ve celladıma kendi ellerimle ölüm fermanımı vererek ismimi fısıldadım.. "Benim adım Firuze. Ben 15 yıl önce hain bir saldırı sonucu evinde öldürülen Yüzbaşı Yavuz Eroğlu'nun kızıyım. Babamın iadeyi itibarını vermek için bir teşkilatın kuklası oldum. Karşında doktor görüntüsü altında bir tetikçi duruyor. Şimdi şuan beni polise verebilirsin. Fakat ben babamın suçsuzluğunu kanıtlamadan o demir parmaklıklar ardına girmeyeceğim komutan.." Suskunluğu çelikten daha keskindi. Mavi gözleri yüzümün her bir karışında gezerken ellerim yumruk olmuş dizlerimin üzerinde ağzından çıkacak tek bir sözünü bekliyordum. Elini masaya uzatıp sigara paketine uzandı. İlk dalı yaktığında içine çektiği dumanla yanakları içine çöken adamın görüntüsüne nefesimi tutmuş halde izliyordum. Ondan korkmam gerekiyordu. Kendi ağzımla anlattıklarımdan sonra tutup beni polise verse karşı bile çıkamazdım belki de... "Babanın suçsuz olduğuna nasıl bu kadar eminsin?" Öfke. Sorduğu soru yüzünden tüm bedenimde gezinen tek duygu buydu. Babam benim kırmızı çizgimdi. Ona gelecek her hangi bir laf için benliğimde hüküm süren o kadını ortaya çıkartmaktan bir an bile tereddüt etmezdim. Yumruk haline gelmiş ellerim öfkeyle masaya çarptı. Çıkan tok ses tesiste yankılansa bile onun ifadesinde milim değişim olmadı ve sakince sigarasını içmeye devam etti. "Benim babam yıllarca bu ülkeye hizmet etti. Lakabı hala o itlerin korkulu rüyası. Aldacı ismi onlar için aşamayacakları bir dağ. O şerefsizler gözlerimin önünde babama işkence yaparken o yine de bir an olsun devletini satmadı Yüzbaşı. Haddinizi bilin. Yavuz Eroğlu sizin hainlikle suçlayabileceğiniz biri değil.." Afallamış suratına bakıp sinirden alnımda atan damarla ayağa kalktım. Koşar adım tesisten çıkarken her bir azam titriyordu. Dışarı çıktığımda soğuğa eşlik eden yağmurla ne yapacağımı bilemedim bir an. Kollarımı bedenime dolayıp başımı gökyüzüne kaldırdım. yağmur damlaları yüzümde şeritler çizerken komutanın tok adım seslerini işittim. Yanı başımda etrafımı sarmış kokusuyla yağmur altında dururken bedenime sarılan kollar ile afalladım ilk başta. "Arabaya geçelim. Daha tam iyileşmedin.." Bir süre yağmuru izledim. Yüzümün her bir noktasına değen soğuk damlalar içimdeki ateşi söndüremiyordu. Kalbimde ki acı öyle büyüktü ki kaburgalarım bile sızlıyordu. Üstüm başım sırılsıklam olmuş olmasına rağmen gecenin sessizliğinde yüreğimde ki katran karası acı karışsın diye kelimeler sakince döküldü dudaklarımdan... "12 yaşındaydım. Yine böyle bir geceydi. Babam görevden dönmüş, günlerin yorgunluğu üzerinde olmasına rağmen en sevdiğim çorbayı yapmıştı bana.." "Mercimek çorbası.." "Mercimek çorbası.." Aynı anda dudaklarımızdan dökülen kelimeyle başım sakince yan tarafıma döndü. Onu onayladıktan sonra arabaların ardı sıra hızla geçtiği yola diktim bakışlarımı. Zihnim 15 yıl öncesine döndü. O dolapta tekrar kilitli kaldım bir an. Çocuk Firuze hala o lanet dolap içinde babasının yasını tutuyordu. Onu azat etmeye gücüm bile olmamıştı yıllarca. "Her şey olağanca akışındaydı. Çalışma odasına giden babamın ardından bende gittim. Tek istediğim ona veda öpücüğü vermekti. Ona sarılışımın son olduğunu bilmeden güvenli kolları arasına girdim. O bana son kez "bahar kokulu kızım "dedi. Ne olduysa işte o an oldu. Durmaksızın çalan zile evimizin camlarından giren kurşunlar eşlik etti. Babam can havliyle beni çalışma odasında ki dolaba saklarken ne olursa olsun çıkmamamı tembih etti." Tekrar başım ona döndü. Göz yaşlarım artık benden izinsiz akıyordu. Yiğit Ali sağ elini uzatıp usulca akan yaşları sildi. Sanki bedenim bunu bekliyormuş gibi ona sığındı. Başım babamla aynı barut kokusuna sahip boynuna düştü. Hıçkırıklarım yağan yağmura karışırken feryadım karanlık gecede yankılandı. "Çıkmadım Ali. Babam gözlerimin önünde işkence gördü ben hiç bir şey yapamadım. O canının acısına rağmen bir kez olsun bağırmadı biliyor musun? Yaktılar derisini, öpmeye doyamadığım yanaklarında derin kesikler açtılar. Saçlarımın arasında gezinen parmaklarından tırnaklarını çektiler. O gene sustu. Bense o lanet dolapta ona yapılan her şeye sessizce katlandım. 12 yaşındaydım Ali. Babamı benden aldıklarında tam 12 yaşındaydım..." Babam yerine Yiğit Ali okşadı saçlarımı. Ben yıllar sonra babam kadar güven veren bir sinede benden canice alınan babamın yasını tuttum. Ali'nin göz yaşları usul usul boynuma akarken benimle birlikte oda Yavuz Eroğlu'na ağladı. O da askerdi. Vatan uğruna günlerce dağlarda aç susuz geziyorlar gün gelip bu uğurda canlarından oluyorlardı. Kollarım beline sıkı sıkı sarılmış ağlarken tek bir dileğim vardı o gece. Kalbimde artık kalıcı yere sahip olan adamın, hayatım da da kalıcı olmasını diliyordum. "Ağlama.." Sesi yağan yağmura eşlik etmek istercesine titriyordu. Daha da sığındım sıcak göğsüne. Kolları daha da sardı onun iri cüssesi yanında küçücük kalan bedenimi. Ağladıkça rahatladım. Hıçkırık seslerim iç çekişlere döndüğünde sakince ondan uzaklaştım. Bakışlarım yüzünde gezdi. O da benim gibi sırılsıklam olmuştu. Ellerini uzatıp yüzümün iki yanına yanaklarımın üzerine koydu. Baş parmakları elmacık kemiklerimin üzerinde gezerken göz yaşlarından dolayı kızarmış mavi hareler saf şefkatle gözlerimin içine baktı. "Sana bu kadar geç geldiğim için özür dilerim Nevbahar. " Burukça bir tebessümle yüzümde bir ateş topu gibi asılı duran ellerin üzerine koydum ellerimi. Üst yüzeyi sertleşmiş ellerini okşarken fütursuzca kelimeler dudaklarımdan çıkıp onun göğüs kafesinin üzerine kondu. Bundan sonra hep yerinin orası olacağını bilir gibi o göğüs kafesinde soluklandılar... "Olsun. Geldin ve acımı, kendi acın gördün ya bu her şeye değer..." Mavi hareler dalgalı bir denizi andırıyordu. Yeşil harelerim ise o denizde durmaksızın kulaç atıyor, onunla bir bütün olma hissiyatı ile yanıp kavruluyordu. Daha da yaklaştım. Ilık nefesi yüzüme vururken kendime hakim olamadım. Ayak uçlarımla yükseldim. Yağmurun ve göz yaşlarının ıslattığı dudaklarına soğuktan çatlamış dudaklarımı bastırdım. Ali bunu bekler gibi araladığı ağzından sıcak diliyle karşıladı beni. Damaklarımda raks eden diliyle yer ayaklarımın altından kaydı. Yanaklarımda ki eli hızla belimi buldu. Dudaklarım dudakları tarafından büyük bir açlıkla sömürülürken ellerim boynuna, oradan da ensesine çıktı. Kısa saçları avucumun arasında kayarken yağan yağmur damlaları bile bütün haline gelmiş vücutlarımızın arasından sızamıyordu. Doyumsuz bir andı. Birbirimizi tüketmekten zevk alıyor ve aynı zamanda bu an hiç bitmesin istiyorduk. Kaybolduğumuz girdaptan bizi çıkaran gecenin sessizliği yarıp geçen telefon sesi oldu. Dudaklarım zorlukla ondan koparken bir süre nefeslenmek için alınlarımızı birbirine yasladık. Bir eli belimde iken, diğer eli yanağıma çıktı. Göz altılarımı narince okşarken , elleri altında nadide bir porselen bebek gibi hissediyordum. Karşısında dünyanın en değerli varlığı varmış gibi bakan adamla yıllar yılı hissettiğim o değersizlik hissi bir toz bulutu misali dağılıp gidiyordu.. "Değerli incilerin bundan sonra akmasın Nevbahar. Her akan yaş kalbimde kapanması zor oyuklar açıyor sanki.." Rüzgar ve yağmura karışan sesiyle zorlukla yutkundum. Böylesine aşk dolu bir ses tonuyla sarf ettiği sözlerle bocalamanın eşiğinde geziyordum. Suskunca ona bakarken tekrar çalan telefonla bir adım uzaklaşıp elimi cebime attım. Ekranda gördüğüm bilinmeyen numara ile kaşlarım çatılırken düşündüğüm şey olmaması için dua ediyordum. Bir kaç saniye sonra cevapladığım aramadan ilk önce ses gelmedi. Daha sonra cılız bir çığlık ve ağlama sesi geldi. Şok işinde titreyen bir bedenle telefonu tutarken duymaktan nefret ettiğim o ses kulaklarımda yankılandı. "Aptalsın. Yaptığın küçük planı öğrenemeyeceğimi sanman tamamen ahmakça..." "Albay.." Titreyen sesimle Yiğit Ali bir adım atarak aramızda ki mesafeyi kapattı. Bir kolu belime sarılırken ayakta durmakta bile zorlandığımı onun yanı başımda duran varlığı ile anladım. "Katim bir çocuğunu kaybetti. Fakat İzlam bu gece bana mükemmel bir hediye verdi. Onur artık Katim'e ait. Sende gittiğin yoldan geri dön. Cezan cellat olacak haberin olsun." "Onur'u bırak. Ona dokunacak olursan babam üzerine yemin ederim ki seni Katim'in duvarlarına gömerim Fikret.." İlk defa adıyla sesleniyordum ona. Öfke bir kan gibi akıyordu damarlarımda. Onur'a gelecek zarar sonrası kendimi tutamamaktan korkuyordum. "Kapımda yetiştirdiğim köpek beni ısırmaya kalkıyor öyle mi? Bakalım bundan sonra seni elimden kim alacak Firuze.." Duyduğum cılız çığlık sesi sonrası kapanan telefonla boşlukta savrulur gibi hissettim kendimi. Kulaklarımda çınlayan sesler, gözlerimin önünde akıp giden görüntüler beni olmaktan nefret ettiğim kadına adım adım yaklaştırdı. Onur benim çocukluğumdu. Babasının günahını ödememesi gereken bir masumdu. Fikret Orbay ise nefesi kesilmesi gereken bir caniydi. Belimi saran kollardan kurtuldum önce. Öne doğru bir kaç adım attım. Kulaklarımda ki sesler uğultu haline geldi. Görüntüler ise ağırca silindi. Ve karanlıkta bir o bir ben kaldık. Aldacı hiç olmadığı kadar kana susamıştı. "Firuze iyi misin?" İsmim bile Aldacı'nın geri çekilmesini sağlamadı. Yönümü ona döndürdüğümde bakışları direk gözlerimi buldu. Baktıkça kaşları çatıldı. Bana doğru tedirginlik dolu bir adım atmıştı lakin attığı adımı gördüğü bir buzdağını andıran suretimle yarıda kaldı. "Bundan sonrası ben halledeceğim komutan. Bu gece için teşekkür ederim.." Bu ses bana ait değildi. Yiğit Ali daha da afalladı. Tutuk nefesler çekti içine. Tüm cesaretiyle bana gelecekken hızla ona arkamı dönüp otoparktaki arabaya koştum. Arkamdan seslendiğini biliyordum. Ama bedenimin kontrolü artık bende değilken çağrılarına bile cevap veremiyordum. Sürücü koltuğuna binip, beline sarıldığım an cebinden aldığım anahtarla kontağı çalıştırıp kapıları kilitledim. Cama elini vurup bana seslenen adamı umursamadan geriye doğru gelip caddeye döndürdüm arabayı. Gaza abanıp otopark çıkışından çıkacağım vakit boş bakışlarım dikiz aynasında Yiğit Ali'nin gözleriyle kesişti. O an gazda ki ayağım birden frene bastı. Büyük bir gürültü ile duran araçta hızlı nefesler alırken titreyen ellerim arabanın kontağında hala duran anahtara gitti. Çıkarttığım anahtar sonrası kapılar açılmış bedenim bir çuval gibi dışarı çıkartılmıştı. Başım eğik halde yere bakarken yanaklarıma dokunan eller ve sinirden titreyen ses ile zihnim boşlukta süzülür halde durdum. "Gözlerime bak." "Lütfen gözlerime bak Firuze.." Yiğit Ali'nin geceyi yaran cılız fısıltısına daha fazla kayıtsız kalamadım. Mavileri ile buluşan yeşillerime dikkatle bakan adamın yüzünde gezen bakışlarıma onun rahatlamış halde üflediği soluklar eşlik etti. "Şükürler olsun.." Bedenime sarılıp beni göğsüne hapseden adama karşılık vererek yorgun kollarımı beline doladım. Aldığım soluklara onun hızlı solukları ve durmaksızın atan kalbi eşlik etti. Başımı yan döndürüp dalgınca ana cadde üzerinde akıp giden yolları izlerken zihnimde ki bocalamaya inat en duru haliyle kelimeler gecenin karanlığına karıştı. "Seni arkamda bırakamadım. Arabayı çalıştırdığım anda bana öyle bir baktın ki, mavi gözlerinde hayal kırıklığı olarak kalmak istemedim. " "Senin için korktum Firuze. Sana zarar gelecek diye aklımı kaçıracaktım ben . Ne hayal kırıklığından bahsediyorsun sen Allah aşkına?" Sitemkar çıkan sesiyle başımı göğsünden hafif kaldırıp alttan bir bakış attım ona. Rahatlamış yüz ifadesi ile burukça tebessüm ederken bu geceden sonra artık bu yolda birlikte ilerleyeceğimizi anladım. " Geri dönelim. Artık düşmanım olan adamın sonunu getirmek için senin zekana ve cesaretine ihtiyacım var.." Yiğit Ali'nin çehresi konuşmamla daha da kararırken öfkeli gözlerine bakıp bir kaç kez yutkundum. Benden istediğini ona bu gece verecektim.. "Kimden bahsediyorsun sen?" Kollarından kurtulup bir adım uzaklaştım. Ellerimi giydiğim ceketin cebine katıp düz bir ifade ile gözlerinin içine baktım. "1 yıldır usanmadan beni takip edip öğrenmeye çalıştığın şeyi altın tepside ellerine vereceğim.." Cümlemin bitmesiyle ay ışığının vurduğu yüzü kağıt gibi beyazladı. Mavi hareler şok ve tedirginlik karışımı bir ifade ile bana bakarken tüm hislerim alınmış gibiydi o anlarda. "Katim ile ilgili ne öğrenmek istiyorsan her şeyi anlatacağım Gölge.." Sandığı kadar aptal değildim ben. Her şeyin farkındaydım. Bu şehire bir amaç için gelirken etrafımda olacak insanları araştırmış, her bir detaya hakimdim. Cebimden çıkardığım sağ elimi ona uzattım. Bu gece ona güvenmeyi seçtim. Sonumun onun elinden olacağını bilmeden babamın lakabını gözlerinin içine bakarak fısıldadım. "Artık tanışma vakti sanırım. Ben Aldacı. Katim'e bağlı çalışan bir tetikçiyim. Peki yüzbaşı, sen kimsin?" Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapatan adama aynı düz ifade ile baktım. Elime sarılan sıcak avuç içleriyle kalbim teklerken ne olduğunu anlamadan birden ona doğru çekildim. Sert bir şekilde çarpışan göğüslerimiz bir bütün olmuşken dudaklarımı esir alan dolgun dudaklar ile bir kaç dakika önce yok olduğunu sandığım o ateş yine her bir hücremi sardı. Dudaklarım vakumlanıyor gibi onun ağzı içine hapsolmuştu. Bir önceki öpüşmemizden daha farklıydı. Daha tutkulu, soluksuz bırakacak kadar hoyrattı. Nefesim onun ağzının içinde kaybolurken bir kaç saniyelik es vermek amacıyla öpüşmemize ara verdi. Alnı alnıma yaslı , sıcak nefesi onun tadına bulanmış dudaklarımın üzerindeydi. "Ben Anka Timinin komutanı, bu geceden sonra ise seni bir adım gerinde takip edecek Gölge'nim. Benden kaçışın yok Aldacı. Artık tüm yollar bana çıkar.." Yüzümde sahici bir tebessüm peyda oldu. Diğer elim yanağına uzandı. Avuç içlerim bir kaç günlük olduğu belli olan sakallarının üzerine kapandı. Bu hissi sevmiştim. Tatlı ve iç gıdıklayıcı bir yürek çarpıntısına neden oluyordu. Yağmur bitmiş olsa da gece ayazı hala bedenimizin üzerinde geziyordu. Fakat ben onun sıcaklığı ile sarmalanmışken zerre üşümüyordum. "Bu geceden sonra tüm yollarım sana ait Gölge. Tıpkı tüm benliğimin olduğum gibi.." Tekrar buluşan dudaklarımızın çıkardığı kışkırtıcı sesle öylesine kendimizden geçmiştik ki, ay ışığının vurduğu cadde üzerinde bize nefretle bakan siyah harelerden habersizdik. Karanlık bize yutmak için yeminler etse de , çocukluğundan beri karanlıkla dost olmuş Aldacı ve karanlığa aşık Gölge için her yolun sonu aydınlıktı...
|
0% |