@anita_86h
|
Umarım bölümü beğenirsiniz. Keyifli okumalar dilerim..
**************************************************
Firuze'den.... Gün doğarken Urfa sınırına girmiş uykusuzluktan yanan gözlerimi bir saniye olsun yoldan ayırmamıştım. Bu günden sonra yanı başımda pür dikkat araba kullanan adamın hayatımda kalıcı bir ize sahip olacağına emin olarak akan yolu izliyordum. Sessizlik bize en iyi gelen şeydi o anlarda. Fakat düşüncelerime inat çalan telefonla ilk başta irkilsem de hızla ceketimin cebinde durmaksızın çalan telefonu alıp arayan kişiye baktım. Bilinmeyen numaradan gelen arama ile bakışlarım yan tarafıma döndü. Yiğit Ali'nin bir bana bir yola bakan bakışları altında konuşmak zor geliyordu. "Açmayacak mısın? Belki önemlidir.." Hafifçe başımı sallayıp onu onayladıktan sonra gelen çağrıyı cevapladım. Hızlı alıp verilen soluk sesleri ve bir şeylerin düşme sesiyle istemsizce yerimde doğruldum. "Alo.." Tedirgin sesimle hızlı soluklar yavaşladı. Sonrada aylardır işitmediğim o ses doldu kulaklarıma. "Firuze benim Günseli.." "Günseli iyi misin? Sen son konuşmamızda uzun bir süre arayamam demiştin." "Öyleydi ama işler değişti. Ben bir halt yedim Firuze.." Ürkek çıkan sesiyle elim hızla vitesin üzerinde duran Yiğit Ali'nin üzerine kapandı. Durduğum yer bile bana dar geliyordu. Yiğit Ali ise halimi görmüş gibi otobanın sağına doğru arabayı park etmiş yüzünü bana dönmüştü. "Ne yaptın da sesin böylesine ürkek çıkıyor senin?" "Firuze.... Dün gece Katim'e yeni çocuklar getirildi. Ben onların sonu bizim gibi olsun istemedim. O yüzden babanın dosyasının olduğu gizli veri bankasının sistemini çözdüm. Ve gördüklerimden sonra artık burada kalamam.." "Ne yaptım dedin!" Yüksek çıkan sesim arabada çınlarken kendime hakim olamayarak Yiğit Ali'nin elini daha sıkı tuttum. Tırnaklarım ellerinin üst yüzeyine batarken o zerre mimik oynamayan yüzüyle pür dikkat beni dinliyor sakinleşmek için ona sığınmama izin veriyordu. Kısa bir sessizlik sonrası konuşan arkadaşımla hayatımın rayı öyle bir kaydı ki sanırım çok uzun süre asla yerine gelmeyecek ben ise yolunu kaybetmiş bir kuş gibi oradan oraya savrulacaktım... ""Babanın dosyası şifreliydi. Açmak çok uzun zamanımı aldı. Fakat başardım. Geçmişini anlatacak vaktim yok. Sadece bilmen gereken şu; baban orduda görev yaparken 1981 yılında gizli bir görev gereği sınır ötesi operasyona gidiyor. Ve tam iki yıl kendini gizleyerek kalıyor. Sonra bir şekilde Yavuz Binbaşı açık veriyor. Ve irtibatları kesiliyor. İşin ilginç tarafı Yavuz Binbaşı'yı kimse kurtarmaya gitmiyor. Kendisi bir şekilde her nasıl yaptıysa sınırda bir askeri karargaha ulaşıyor. Hem de kucağında bir bebek ve yanında Mehdi Arjitin kızıyla. Onun kim olduğunu biliyorsun değil mi?" ""Biliyorum. En üst düzey yönetici. Tüm Ortadoğu'yu elinin altında tutup, silah ve uyuşturucu kaçıran bir bürokrat. Dokunulmazlığı olduğu için kimse bir şey yapamıyor." Beynim pelte kıvamına gelmiş bedenim durmaksızın titriyordu. Sessizce dile getirdiğim bilgilerle aklımı kaçırmak üzereydim. Babam nasıl bir işe bulaşmıştı? Yanında getirdiği kadın annem olabilir miydi? "Annem doğumda ölmedi mi yani?" Kırık bir ses tonuyla karşı tarafa sorduğum soru sonrası beklediğim cevap ne yazık ki gelmedi. Onun yerine telaşlı adımlar ve hızlı soluklar yanıtladı beni. " Firuze inan yüz yüze geldiğimizde her şeyi detaylı anlatacağım sana . Son bir şey daha söyleyip bu telefonu imha edeceğim." "Dinliyorum.." "Baban o görevde yalnız değilmiş. Şahin Orbay'da esir tutuluyormuş. Ve baban ne yazık ki o adamı son gören kişi..." Bunu beklemiyordum işte. Babam onu son gören kişiyse her şey karmaşık bir hal alırdı. Çünkü babama atılan iftirada geçen cümle kesindi. Şahin Orbay'ın çıktığı görevi açık eden onun yakalanıp öldürülmesine neden olan bir hain olarak adı geçiyordu. Hatta öldürülmüş olması bile bu suçlamaların düşmesini sağlamadı aksine örgüt içi hesaplaşma olarak geçti kayıtlara. "Günseli Urfa'ya gel. Yine eskisi gibi birlikte çalışalım. Sana sandığından daha çok ihtiyacım var.." Bir kaç saniye karşıdan cevap gelmedi. Kabul etmeyeceğini düşünüp gözlerimi ağırca kapattım hissettiğim yenilmişlik duygusuyla. "Ben zaten Urfadayım Firuze.." Tek bir cümle nasıl insanı paramparça edebilirdi. Güvendiğim her insan tarafından yaşadığım bu hezimetler artık boyumu aşar hale gelmişti. Her geçen gün karanlığa daha çok gömülüyordum ve elimi tutacak tek kişi ise yanımda pür dikkat beni izleyen adamdı. "Nasıl yani? Ne demek Urfadayım?" "Ufak bir işim var. Ondan sonra yanına geleceğim. Her şeyi tek tek anlatacağım sana." "Tamam bekliyorum.." Telefonun diğer ucundan gelen kapanma sesiyle derince nefeslenip kulağımda duran cihazı indirdim. Avcumun içine hapsettiğim cihazı var gücümle sıkarken kendimi kapana sıkışmış gibi hissettim. Ne yana dönsem bir duvar vardı ve ben o duvarları bir türlü aşamıyordum. Üstüne üstlük attığım her yeni adımda yenisi eklenen duvarlar altında kalan yine ben oluyordum. "İyi misin?" Yiğit Ali'nin çekingen bir ses tonuyla sorduğu soruyla başım ağırca ona döndü. Mavi hareleri durgun bir su gibiydi. Hiç bir şeyi düşünmeden bedenime bağlı olan kemeri söküp ona doğru döndüm. Başım boynuna saklandı. Derince kokusunu solurken kendimi güvende ve karmaşık hislerden uzakta hissettim. Saçlarımın arasında gezinen nasırlı parmaklar öyle iyi geliyordu ki. Birinin içimdeki boşluğu sadece varlığı ile dolduracağını ihtimal dahi vermezdim. Fakat şu daracık araba da bile onun sıcak nefesi kalbimde ki ince sızıya deva olmaya yetiyordu. "Şimdi daha iyiyim.." Nefesim boynuna çarptı. Kolları daha da sıkılaşıp beni sardığın da mutlulukla kapandı göz kapaklarım. Bir süre sakinleşene kadar o halde kaldık. Bilincim uyku ve uyanıklık arasında gezerken tekrar arabayı dolduran zil sesi ile göz kapaklarım aralandı. Hala aynı pozisyonda dururken Yiğit Ali'nin uyku mahmuru sesi kulaklarıma doldu. "Erhan bir şey mi oldu?" --------------------- "Tamam hemen karargaha geliyorum. Yok gitmedik İstanbul'a. Gelince anlatırım.." "Firuze uyan güzelim.. Gitmemiz gerek.." Naif sesiyle hafifçe yerimde doğrulup alttan ona doğru baktım. Çenesine dudaklarımı bastırıp tebessüm ederek ondan uzaklaştım. Hareketimle bir kaç saniye bocalamış bir halde duran adamla gülümsemem daha da büyürken o bir kaç kez üst üstte yutkunup bakışlarını benden çekti. Anahtarı kontağa takıp çalıştırırken kendi kendine konuşmayı da ihmal etmiyordu. "Sınanıyorum ben. Şu daracık alanda senle bu kadar yakın olmak akıl işi değil de işte yaptık bir eşeklik.." "Ne oldu komutan benle seyahat etmekten hoşnut değilsin sanırım." "Yok senle ucu ölüm olsa da giderimde sen böyle alev ateş bir halde bana yaklaştıkça kibrit olup cayır cayır yanasım geliyor doktor hanım. " Bu sefer sözleriyle afallama sırası bana geçmişti. Yüzüm ona dönük halde konuşmak için aralanan ağzım diyeceğim her bir kelimenin zihniden uçmasıyla geri kapandı. Bedenimi basan ateşle bakışlarımı ondan çekip akan yola çevirirken kısık kahkahasına minik bir tebessümle eşlik ettim. Yollar aktı ve biz gün en güzel ışıklarını üzerimize vururken evlerimizin olduğu sokağa giriş yapmıştık. Caddenin sağına park ettiği arabadan çıkarken içimde garip bir huzursuzluk vardı. Yolcu kapısını kapatıp arabanın ön tarafına doğru adımladım. Yiğit Ali'de beni taklit edip ön tarafa gelirken keskin bakışları tüm sokakta durmaksızın geziyordu. Karşı karşıya geldiğimizde ilk bir kaç saniye aramızda derin bir sessizli oluştu. Sadece bakışlarımız birbirini bulmuş ayrılacağı için mutsuz hislerle birbirine bakıyordu. "Seninle konuşmak istediğim çok şey var Firuze. Ama ne yazık ki bunu bir süre daha ertelemek zorundayız." "Neden?" "Göreve gitmem gerekiyor. Dönüş zamanım meçhul. Bekler misin diye sormaya bile cesaretim yok." Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Ceketinin cebinde saklı duran eline uzanıp dışarı çıkardım. Parmaklarımızı birbirine kenetlerken en sahici tebessümümü sundum ona. "Beklerim. Ne kadar uzun olacağı önemli değil. Ben seni ne olursa olsun beklerim.." Sert rüzgar üzerimizden geçerken Yiğit Ali derin bakışlarla gözlerimin içine baktı. Beni göğsüne hapsedip kollarını bedenime dolarken ellerim belini buldu. Oradan da sırtına çıktı. Avuç içlerim sırtına yaslanmış halde iken dudaklarını boynumda hissettim. Ürkütmekten korkar gibi nazikçe öperken aynı zamanda içine çektiği derin solukları göğsüne hapsettiğini işittim. Bende onu taklit ederek hafifçe yükselip dudaklarımı boynuna durmaksızın atan şah damarının üzerine bastırdım. Kokusunu ciğerlerime hapsederken içimden binlerce kez onu geç bulmuşken erken kaybetmemek için dualar ettim. "Garip" dedi iç çekerek. Başım hala göğsünde yaslı iken sağ elimi kaldırıp durmaksızın atan kalbinin üzerine koydum. "Neymiş garip olan?" Fısıltım aramızda kaybolurken belimde sarılı duran eli ile beni kendine daha çok çekti. Çenesi saçlarımın arasında iken dalgın bir tonda çıkan belli belirsiz sesini zorlukla işittim. "Dağlarda günlerce gezmek bana hiç koymaz aksine attığım her adım bana can suyu olurdu. Bu gün ise ilk defa gitmek zor geliyor. Ardımda sanki kalbimi bırakıyormuş gibi hissediyorum Nevbahar..." Sustum. Ona verecek cevabım yoktu. Onun kalbi olmak tarif edilemez bir histi. Kolum beline daha da sarıldı. Göğsü üzerinde duran başımı kaldırıp dudaklarımı uzun sayılabilecek bir süre kalbinin üzerine bastırdım. Titrek bir şekilde aldığı nefeslerle inip kalkan göğsüne burnunu sürtüp kokusunu soludum. Daha sonra ise alttan bir bakış atıp yüzüne baktım ruhumun dermanı ondaymış gibi derin bir hisle... "Sanırım bir göreve gitmek ilk defa zor geliyor. Seni geç buldum Nevbahar. Bir şeyler aramızda yarım kalsın istemiyorum.." Bedenini benden uzaklaştırıp ellerini kollarımın üzerine koydu. Başı eğik bir kaç saniyelik duraksamadan sonra kollarımdan uzaklaşan sıcak avuç içleriyle afallarken o hızla boynuna uzandı. Gümüş zincire dolanan parmaklarına bakarken o an nutkum tutuldu. nefes almayı bile unutmuş halde gözümü kırpmadan onu izlerken ismi yazan künyesini çıkartıp benim boynuma geçirdi. Göğsümün üzerinde duran metalin soğukluğu yüzünden bedenimden sayısız titreme geçti. Parmak uçlarım titrer halde boynumda sallanan künyeye dokunurken göz yaşlarım ardı sıra yanaklarımdan aktı. Tenimin üzerinde gezen büyük el ile başım ağırca kalkıp da okyanus mavisi gözlerle buluştuğumda tuttuğum nefesimi usulca dudaklarımdan dışarıya saldım. "Bu-- bu çok değerli. Ben bunu hak etmiyorum ki.." Sözlerimle kaşları çatılan Yiğit Ali aramızda ki mesafeyi kapatıp göz yaşlarımın izi çıkmış yanaklarıma dudaklarını bastırdı. Göz kapaklarım ağırca anın büyüsüyle kapanırken parmak uçları ise elmacık kemiklerimi okşuyordu. "Haksızlık etme kendine. Hikayeni dinleyememiş olsam da kalbinin saflığına şahidim. Emanetim sende artık Firuze. Ben nasıl ki seni nereye gidersem gideyim yanımda götüreceksem , sende bu künyeye baktığında hep beni hatırla olur mu?" "Ben seni aklımdan bir saniye olsun çıkartmayacağım ki Yüzbaşım.." Bir adım atarak aramızda ki mesafeyi sıfırladı. Elinin biri usulca yanağıma çıktı. Sıcak ve pütürlü avuç içleri tenime değerken, garip biz mutluluk hissiyle kapandı göz kapaklarım. Alnımda hissettiğim ona ait dudaklarla elimin biri belini buldu. Sıkıca ceketini parmaklarımın arasına hapsederken belli belirsiz sesi hala alnımda yaslı dudaklarından zorlukla da olsa işitebildim. "Bêhna min a biharê ( Bahar Kokulum..)" Kısık sesiyle ilk defa duyumsadığım kelimeler yüzünden, titreyen bedenimle yörüngesini kaybetmiş bir yaprak gibi sallanıyordum elleri altında. Ona karşı artık bir duvar dahi öremiyor, her bir azamla ateşinde yanmak için ona doğru kanat çırpıyordum. "Artık geri dönebilmek için nedenim var.." "Babamdan sonra beklemeye değer gördüğüm tek insan sensin. Bu yüzden gelmen ne kadar uzun sürerse sürsün. Ben yine de bıkmadan usanmadan bana dönüşünü bekleyeceğim Ali .." Ona ikinci adıyla seslenmemle yine kasıldı bedeni. Fakat ona rağmen alnımda ki dudakları sakince şakaklarıma indi. Uzun sayılabilecek öpücükten sonra sıcaklığı benden uzaklaştı. Belinde ki elim boşluğa düşerken buruk bir tebessüm ile bana bakıp, hızla arabaya doğru döndü. Atik adımlarla sürücü kapısına geldiğinde kollarım istemsizce bedenime sarıldı. O elini kaldırıp bana veda ederken, bende onu taklit ettim. İçimde nükseden tüm kötü düşüncelere inat en sahici tebessümümle onu uğurladım. Arabaya binip çalıştırdığı anda çıkan tok ses sokakta yankılanmış olsa da bakışlarımı bir saniye onun yüzünden çekmedim. Geri geri giderek arabayı döndürüp sokaktan çıkarken ardında sadece bir toz bulutu olarak kaldım.. Tutuk adımlarla eve doğru ilerlerken, çalan telefonumla dikkatim kısa bir an dağılır gibi oldu. Cebimdeki telefonu elime aldığım anda gördüğüm isimsiz çağrıyı sıkıntılı nefesler çekerek cevaplarken, alışkın olduğum sesi duymayı bekledim sakince. "Efendim İzlam.." "Çok dramatik bir vedalaşma seremonisiydi. Kısa bir an sizin için üzüldüm yalan değil.." "Kısa kes İzlam. Neden aradın beni?" Benden böyle bir tavır beklemeyen İzlam kısa bir duraksama sonrası demin ki lâkayıt tavrını bırakmış daha ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. "Yaptığın hatalar boyunu aştı. Artık Albay'ın elinden seni ben bile kurtaramam. Bu yüzden haber vermek istedim. Bu günden sonra Katim'e bağlı değilsin. Yani artık hedeftekilerden birisin.." "Bundan korkmam mı gerekiyor İzlam?" Bıkkın sesimle karşı taraftan derin bir oflama sesi geldi. Her şeye rağmen tek kalemde silinmiş olmak kanıma dokunsa da bir yanım artık özgür olduğu için mutluydu. Belki de artık kendimi temize çekmek için son şansım buydu kim bilir.. "Firuze sana son teklifimi sunuyorum. Ya Yüzbaşını tek kurşunla öldürürsün, ya da seni kendi ellerimle cellattın önüne atarım.." Kısık bir kahkaha dudaklarımdan firar ederken karşıdan ses kesilmiş sadece durgun nefes alış veriş seslerini işitiyordum. Biraz sakinleştiğimde çoktan eve girmiş salonda ki tekli koltuğa bedenimi bırakmıştım bile. Benden istediği şeyi yapacağıma cellattın önünde son nefesimi verirdim daha iyiydi.. "Benim daha iyi bir teklifim var. Bir gece hiç beklemediğin anda nefesini kessem nasıl olur? Böylece dünya bir pislikten kurtulmuş olur. Sence nasıl fikir?" "Firuze tehditlerinden korkmuyorum. Sana teklifimi sundum. Sen yapmazsan Fırtına bu işe gönüllü. Düşün taşın kararını akşama duymak istiyorum.." Cevap vermemi beklemeden suratıma kapanan telefonla afallarken öfke ile duvara fırlattığım cihazın parçaları halıya dağılmış benim acı çığlığım sessiz evde yankılanmıştı. Bu nasıl bir bataklıktı böyle? Çıkmak için çırpındıkça daha da batıyordum. Ali'ye verecekleri en küçük zararda içimde gizlenen caninin dışarı çıkacağını, babamın bahara kokulu kızından zerre bir şey bırakmayacağını biliyordum. Nasıl bir yol ayrımıydı bu? Neden Ali'yi öldürmek istiyorlardı? Aklımda binlerce soru hızla koltuktan kalktım. Önce ılık bir duş yapacaktım. Zaten o arada Günseli gelirdi. Beynim düşünme yetisini kaybetmişken , onun zekasına hiç olmadığım kadar ihtiyacım vardı. Banyo da ılık su altında kaç dakika durdum bilmiyorum. Yatak odama geçtiğimde kendimi daha iyi hissediyordum. Üstün körü giydiğim kıyafetlerle yatağa uzanırken bir kaç saat sonra hayatımın şokunu yaşayacağımı ve yeni güne Bulgaristan'da merhaba diyeceğimi bilmiyordum. Tıpkı bu günden sonra Anka Timinin bir üyesi olacağımı bilmediğim gibi...
|
0% |