Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm :-Tercihler İle Karmaşıklaşan Yollar..-

@anita_86h

Merhabalar. Keyifli okumalar dilerim :)

**************************************************************

**************************************************************

Yiğit Ali'den..

Firuze'nin evinin önünde araba içinde beklerken aklım karmakarışıktı. Verdiğim kararın altında eziliyordum. Asıl sorun Firuze ondan isteyeceğim şeyi nasıl karşılayacaktı.

Direksiyonu sıkmaktan beyazlaşan parmak boğumlarımı umursamadan bakışlarımı bir saniye olsun onun evinin kapısından çekmedim. Aniden açılan kapı ile ilk başta irkilsem de elinde minik valizi, başında siyah beresi, üzerinde ki siyah paltosuyla kapı eşiğinde gördüğüm suret öylesine güzeldi ki. Günden güne onun çekimine kapılıyor, yıllar yılı duygularla işi olmayan ben onu görünce kalbimde oluşan değişimlere engel olamıyordum.

Düşünce deryasında kaybolmama rağmen iç çekerek bakışlarımı güzel yüzünde gezdirdim. Yüreğimi esir alan hisler, sanki beynimi de ele geçirmiş gibiydi. Bakışları beni bulunca allaşan yanakları , parlayan yeşil hareleri ile tüm bedenimden geçen titremeyle yutkundum üst üstte.

Hafif tebessüm edip hızla bana doğru adımlayan Firuze ile istemsizce yerimde dikleştim. Bir kaç saniye sonra yapacağım konuşma sonrası belki de yeşil gözleri bir daha bana böyle bakmayacaktı. Bu düşünce kalbimde garip bir sancıya neden olurken , nefes almak zor gelir gibi oldu bir anda. Yanımda ki camı açıp soğuk havanın içeri girmesini izin verirken o da çoktan arabaya binmişti bile.

"Hoş geldin.." Yanağıma değen dudakları ile göz kapaklarım saniyelikte olsa kapanırken kendime engel olamayarak ,onun çekilmesine izin vermeden elimi yanağını uzatıp kulağı ile boynu arasında ki noktaya dudaklarımı bastırdım. Kokusu burnumdan içeri girip tüm hücrelerimi istila ederken onu daha çok kendime çektim. Minik ellerini kollarımın üzerinde, içine çektiği titrek solukları ise boynumda hissediyordum. Daha fenası ise o da benim gibi kokumu derin soluklar eşliğinde içine çekiyor, çektikçe bedenini bana doğru daha da yaklaştırıyordu.

Zihnimin odaları birbirine girmişken usulca uzaklaştım ondan. Gözleri hala kapalıydı. İlk Önce başından kayan beresini düzelttim. Sonrada ipek kadar yumuşak saçlarını okşadım. Dokunuşlarımla aralanan göz kapakları altında gördüğüm yeşiller ile göğüs kafesime büyük bir yumruk yemiş gibi nefesim kesildi. Yeşil harelerini sarmalayan sarı damarlar öylesine güzeldi ki. Saatlerce bıkmadan usanmadan onu izleyebilirdim.

"Neden bana öyle bakıyorsun?"

Ürkek bir kuşun heyecanı ile sorduğu soruyla başım istemsizce yüzüne yaklaştı. Burnunun üzerine dudaklarımı bastırırken onun şaşkınca kocaman olmuş gözlerle bana baktığını hissediyordum. Onun hayran bakışlarına mahzar olmak garip bir hazla erkeklik gururumu okşuyordu. Her daim girdiğim ortamda kadınlar tarafından ilgi odağı olmuştum. Lakin bu güne kadar hiç bir kadın bana onun bakışıyla hissettirdiği duyguların kıyısından dahi geçememişti.

"Nasıl bakıyorum Nevbahar?"

"Şey gibi bakıyorsun?"

"Ney gibi?"

Bir kaç kez göz kapakları açılıp kapandı. Bakışlarını benden çekip araba içinde gezdirse de kalbinin gümbürdeyen sesi kulaklarımın içinde yankılanıyordu. Bu günden sonra hayatta en sevdiğim melodi ona ait kap atış sesleri olacaktı belki de kim bilir...

"Aşık gibi.."

Fısıltısı sesinden çıkan kelimelerle bedenim kaskatı halde kaldı. Gerçekten aşık gibi mi bakıyordum ona? Gerçi ben aşk denen o duygunun nasıl bir şey olduğunu dahi bilmiyordum ki. Ona nasıl bir cevap vermem gerekti bilmiyordum. Hislerime eşlik eden zihnim karmakarışıktı. Tuhaf bir bilinmezlik hissiyatı etrafımı sardığında ondan uzaklaşarak kısa bir süre kendime düşünme payı bırakıp, tekrar gözlerine baktım.

Mavilerim yeşil harelere her değdiğinde kalbimde binlerce kuş delicesine uçuyordu. Kokusunu duyumsadığım an beynim uyuşuyor, bedenim bana itaat etmeyi bırakıyordu. Parmaklarımın dokunduğu ten ile her bir azam aleve değmişçesine yanıyordu. Bu hisler aşk mıydı? Beni mesleğimle kendi arasında tercih yapmaya istetecek kadar güçlü bu duygu, sevda dedikleri şey miydi?

"Kim bilir belki de kalbimden kalbine doğru uzanan görünmez ipler aşk denen meretin eseridir Nevbahar..."

Dudaklarımdan dökülen kelimeler sonrası benden çekilen yeşil hareler ile yüreğimde beliren sızıyla , yüzümdeki buruk tebessümden habersiz uzunca bakışlarımı yüzünde gezdirdim. O cevap vermedikçe dilimde dolaşan kekremsi tadı umursamadan aramıza mesafe koyup elimi usulca kontağa uzatıp arabayı çalıştırdım. Sokaktan u dönüşü yapıp çıkarken belli belirsiz çıkan sesini zorlukla işittim.

"Nereye gidiyoruz Ali?"

Sorduğu soruyla boğazıma oturan yumruyu es geçip kamuflajımın cebinde duran sigaraya uzandım. Ucunu yakarken kendimi teskin edebilmek adına bir kaç derin soluk hapsettim içime.

" Benimle Bulgaristan'a geleceksin.."

"Ne?"

Şokla adeta çığlık atar gibi çıkan sesiyle yüzüm istemsizce buruşurken arabayı bir kaç saat önce ayrıldığım evin olduğu sokağa doğru sürdüm. Delirmiştim biliyordum. Mit ile birlikte yürütülen bir operasyona onu götürmek delilikti. Lakin Albay denen ruh hastasının yapacağı hamlelere karışık verebilmek için Firuze'den alacağım bilgilere muhtaçtım. Üstelik ben burada yokken kılını zarar gelse sanırım kendimi durduramazdım.

"Konuşacağız. Her şeyi anlatacağım sana. Ama öncelikle bir yere gideceğiz."

"Ali ben doktorum. Kafama göre hastaneye gitmemezlik yapamam."

"Biliyorum. Ama zaten artık hastanede bir işin kalmadı."

"O ne demek?"

Tanıdık evin önüne park ettiğimde yüzüm ağırca ona döndü. Bakışlarını mesken bellemiş bu ifadeden nefret ettim. Şüphe ile bakıyordu bana. Canım sıkan bu hissi göz ardı etmek zor olsa da bakışlarımı ondan çekip hızla arabadan indim.

Oda beni taklit ederek arabadan inerken eve giden adımlarımda binlerce ton ağırlık vardı sanki. Bu eve girdiğimiz anda her şey tepetaklak olacaktı ve yüreğimde yeni filizlenen o naif çiçek kurumaya mahkum olacaktı. Kapıya uzanan yumruk halini almış elimin boğumları bembeyazdı. Kendimi öyle bir sıkıyordum ki bedenim o anlarda karşımda ki duvardan farksız değildi. Kapıyı çaldığım vakit kokusu ciğerlerime doldu. Yanı başımda sessizce benimle dururken geriye dönmek ve onu da alıp kimsenin bulamayacağı bir yere götürme hissiye dolup taşıyordum. Bir kaç saniye sonra açılan kapı ardından görülen bedenle Firuze'nin şokla karışık sesini işittim. Yüzüne bakamasam da ne halde olduğunu hissedebiliyordum.

"Günseli... Senin bu evde ne işin var?"

Hayal kırıklığı . Ses tonundan ciğerlerime batan tek şeydi bu. Kaskatı halde kapıda ki bedene bakarken ona cevap vermeden geçmemiz için alan açan Günseli yüzünden zorlukla nefesler alarak onu kapı eşiğinde bırakıp içeri adımladım. Hızla koridoru geçip salona ilerlerken timdeki herkesin hazır bir halde beni beklediğini gördüm.

"Abi askeriyede buluşacaktık hani?"

"Planda ufak bir değişiklik oldu."

Cümlemi henüz tamamlamıştım ki Firuze ve Günseli peş peşe içeri girdiler. Firuze'ye değen bakışlarım onun şaşkın yeşilleriyle denk geldiğinde olduğum oda dar gelmiş gibi hissettim. Nereye düştüğünü , neden bu evde olduğunu bile bilmiyordu ve bir kaç dakika sonra ise timin yeni üyesi olduğunu öğrenerek bizimle göreve gelecekti. Onun için yapabileceğim tek iyilik buydu. Bu ülkeden bir şekilde onu çıkartıp görevimiz bittiği anda farklı bir ülkeye uçacaktık birlikte. Onun suçsuz yere hapishaneye girmesine izin veremezdim. Mesleğim ile onun arasında bir seçim yapmam gerekmişti ve ben yaptığım seçimin sonuçlarına katlanmaya razıydım.

" Firuze Eroğlu. Bizimle Bulgaristan'a gelecek. Askeri doktor olarak bundan sonra Anka Timinin bir üyesi olacak kendisi..."

"Şaka yapıyorsun değil mi?"

"Hayır bundan sonra komutanın olarak tam yetki bende olacak.."

Firuze şok geçiren bakışlarını üzerimize gezdirirken salonda dikilen bedenime doğru bire adım atmıştı ki Günseli'nin sesiyle adımı sekteye uğramış şaşkın bakışları ona dönmüştü.

"Firuze lütfen kısa bir an bizi dinler misin?"

Günseli'ye bakan boş bakışlarını çekip tekrar suskunca yeşil harelerini bizim üzerimizde gezdirdi. Zihninden neler geçtiğini deli gibi merak ediyordum lakin ona doğru adım dahi atamıyordum. Ayaklarımdan tonla ağırlıkla ondan gelecek tek bir tepkiye bile muhtaç halde sabırla karşısında bekliyordum.

Saniyeler geçerken bedeni titremeye ve gözlerini kapatıp açmaya başladığı anda onda ki değişimleri saniye saniye gözlerimle gördüm. Firuze hızla başını yanında duran kadına çevirdi ve biz daha ne olduğunu idrak edemeden elini uzatıp Günseli'nin boynuna sıkmaya başladı. İki büyük adımda Günseli'nin bedenini kapıya yaslarken durmaksızın titreyen bedenini bu mesafeden çıplak gözle görebiliyordum. Ani hareketine ben kadar, çocuklarda şaşırmış put misali önümüzdeki manzarayı izliyorduk.

"Sen ona ne söyledin? Ne söyledin de beni askeri doktor olarak içlerine almayı kabul ettiler?"

Bu ses tonunu biliyordum. Geçen gece o otoparkta duyduğum sesti bu. Hızla onlara doğru adım atmaya yeltendim fakat Firuze'nin bana dönen yüzünde gördüğüm yabancı yeşil hareler ile adımım boşluğa düştü. Yine aynısı olmuştu. Onda ki farklığı o gece fark etmiştim ama çocuklar ilk defa şahit oluyordu.

"Al-Aldacı.."

Günseli'nin fısıltısı bile onu durdurmadı. Daha da eğildi üzerine. Yüzleri arasında çok az mesafe vardı. Daha fazla bu görüntüye tahammül edemedim. Onun bana hayat vaat eden yeşillerine ihtiyacım vardı. Bu yabancı kadın benim Nevbahar'ım olamazdı.

"Senin nefesini şuracıkta kesmemem için tek bir neden söyle bana.."

Sesi keskin bir soğukluk içeriyordu. Günseli'nin boynunda ki eline uzandığım anda elektrik akımı bedenine çarpmış gibi titredi ve hızla elleri arasında nefessiz kalmak üzere olan kadını bıraktı. Bir adım geriye giderken korkulu yeşil hareleri hızla bana döndü. Bakışları gözlerimle buluştuğu anda başını ikiye sallayıp hızla bana doğru adım attı. Bedenime sarılan kollarına karşılık verirken şu kısacık anda bile bahar kokulu Nevbaharımı özlediğimi fark ettim.

"Ben özür dilerim.."

Sakinleşmiş bir kaç saniye önceki soğukluktan eser olmayan sesiyle rahatladığımı hissettim. Kollarımı bedenine sarıp onu daha çok göğsüme hapsettim. Minik avuç içleri sırtımda sabitlenmiş vücudu durmaksızın titriyordu. Garipti. Daha demin Günseli'nin nefesini kesmek üzere olan o değilmiş gibiydi. Benliğinde sakladığı iki ruh vardı sanki.

Biri ölüme aç, diğeri korunmaya muhtaç bir küçük kız çocuğuydu. Ve ben her ikisini de çoktan hayatıma kabul etmiş gibiydim...

"Sakinleştiysen artık Günseli'yi dinleyelim. Çünkü anlatacakları senin hayatını ilgilendiriyor.."

Başını göğsümden kaldırıp sakince yüzüme baktı. Gözlerimin en derininde gezen yeşil hareleri aradığını neyse bulmuş gibi hafifçe başını sallamış sonra da benden uzaklaşmıştı. Bir kez daha yüzüme bakmadan hızla arkamda kalan üçlü koltuğa geçip oturdu. Başı önde bir mahkum gibi duyacaklarını beklerken yüreğimi sıkıp beni rahatsız eden hissi göz ardı etmek çok zordu...

Günseli biraz önceki yaşadığı olayı es geçip hızla masada duran bilgisayarına adımladı. Firuze'nin önündeki masaya bir kaç saat önce bize izlettiği videoyu açarken başı eğik duran Firuze duyduğu sesle hızla başını kaldırmış şoka uğramış bir ifade ile ekrana bakmaya başlamıştı.

"Firuze'm bahar kokulu kızım..."

"Baba.."

****************************************************************

1995 Yaz / Hemrin Dağı....

Yavuz Yüzbaşı'ndan....

Omzum da yıllarca her türlü kurşuna birlikte göğüs gerdiğim can yoldaşım, karşımda düşmanım... İki ateş arasında , bir kapana kısılmış gibi hissediyordum kendimi. Siyah hareler bir benim , bir de artık nefes almayan beden arasında gezdi. Daha sonra ağır adımlarla yanıma gelerek gözlerimin içine baktı.

"Onu bu halde buradan çıkaramazsın. Dağın en sert kayalık kısmına doğru ufak bir toprak alan var. İstersen oraya gömebilirsin. Senin için zor biliyorum ama onunla buradan adımını atmaya kalktığın an kimliğin açığa çıkar asker...."

Dilim damağım ettiği hitapla kururken ne cevap vereceğini bilemez bir halde baktım ona. Sonra ise o yanımdan geçip giderken , beynim bedenimi ele geçirdi bende arkasından ilerledim. Adım attıkça karanlık gecede ayakkabılarımızın çıkardığı ses canımı sıksa da önümde bir dağ keçisi kadar atik davranan kızı kaybetmemek için hızlı adımlarla ilerliyordum. Yaklaşık 20 dakikalık yürüyüş sonrası dediği gibi sert kayaların arasında ufak bir toprak alan gördüm. Toprağın yanına minik bir kürek eklenmişti. Şahin'İn naaşını yavaş hareketlerle toprağın bir kısmına koydum. Sonrada hızla elimdeki minik metal kürekle kazmaya başladım. Esen rüzgara rağmen kan ter içinde kalarak yeterli çukura sahip alana Şahin'in bedenini koydum. İstemeye istemeye alnımdan akan tere karışan göz yaşlarımla can yoldaşımı kendi ellerimle gömdüm. Son kez attığım toprak sonrası nefes nefese çöktüm dizlerimin üzerine . Askeri okuldan beri birlikte olduğum, yeri geldiğinde aynı yatağı paylaşıp, aynı kaptan yemek yediğim arkadaşımı kimsesiz gibi gömmek bana düşmüştü. Topraklı ellerimi havaya kaldırıp son kez onun için dua ederken kendime söz verdim. Görevim bittiğinde geriye kemikleri dahi kalmış olsa onu o mezardan çıkarıp ailesine teslim edecektim. Bu benim ona olan borcumdu. Üzerimdeki toprak izlerini umursamadan kalkıp hala beni bekleyen kızın yanına adımladım. Uzun siyah saçları rüzgarın etkisi ile etrafta uçuşuyordu. Kokusu burada ki kadınlar gidi değildi. Temiz ve ferahtı.

"Başın sağ olsun asker.."

"Vatan Sağ olsun... Sen nasıl anladın asker olduğumu?"

Yüzünde içten bir tebessüm belirdi sualimle. Yüzüne vuran ay ışığı siyah harelerindeki hayran parıltıyı ayan beyan açık etti. Gördüğüm ifade ile afallarken o sesin de ki gizli gurur duyar tonla yanıtladı beni.

"Hiç bir Türk Askeri ardında ölüde olsa görevdaşını bırakmaz. Seni buraya geldiğin ilk günden beri takip ediyorum. Onu kurtarmak için sürekli bir yol aradın. Ama burası öyle bir cehennem ki giren çıkamıyor.."

Bir adım attım sözleriyle. Gözlerinde o hayran bakışları görmesem ona yaklaşamazdım bile....

"Sen bile isteye mi girdin bu ateşe? Yoksa zorladılar mı ?"

Sorduğum soruyla hayran bakışlar gitti. Yerini düz bir duvarı andıran soğuk siyah hareler geldi. Anında kendini derin bir kapı ardına kapatıp beni de dışında bıraktı. Soğukluğu nedense bir an canımı sıktı.

"İkisi de değil asker. Ben cehennemin içine doğdum. Benim kaçışım imkansız. Ama sen gidebilirsin. Aklın varsa yarın ardına bakmadan çek git.. Yoksa seni ondan da beter hale getirirler...."

Sırtını bana dönmeden önce son sözlerini ederken ben sadece ardında bıraktığı boşlukta aklı karışmış bir halde asılı kalmıştım..

Sırtını bana dönmeden önce son sözlerini ederken ben sadece ardında bıraktığı boşlukta aklı karışmış bir halde asılı kalmıştım

 

Loading...
0%