Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm : -Diğerkâm-

@anita_86h

Diğerkâm: bireyin herhangi bir çıkar gözetmeden, dışarıdan ödül beklemeden, hatta bazen de bir bedel ödeyerek diğer bireylerin veya toplumun iyiliği uğruna fedakârlıkta bulunmasını prensip edinen bir tutumdur....

Diğerkâm: bireyin herhangi bir çıkar gözetmeden, dışarıdan ödül beklemeden, hatta bazen de bir bedel ödeyerek diğer bireylerin veya toplumun iyiliği uğruna fedakârlıkta bulunmasını prensip edinen bir tutumdur

 

*****************************************

 

Tüm gece düşünüp durmaktan gözüme bir gram uyku girmezken boş bakışlarım günün ilk ışıklarının vurduğu boş tavanda gezdi. Bu şehire adımımı atarken amaçlarım doğrultusunda ilerlemeyi kendime prensip edinmişken, daha ilk günden komşum olan komutanın dikkatini çekmiş olmak canımı sıkıyordu. Kimsenin neden burada olduğumu bilmemesi gerekirken ben kısa bir an için kendimi kaybetmiş hiç istemediğim halde açık vermiştim...

"Offf..."

Öfke ile yatakta doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım. Bakışlarım kısa bir an bembeyaz bir örtü misali caddeleri örtmüş olan karların üzerinde gezdi. Çok uzaklarda kalmış anılarımdan biri minik damlalar halinde yağan karla birlikte gözlerimin önünde sakince akıp geçti...

1995 Kışı/ Şanlıurfa..

"Baba hadi bak kar tüm bahçeyi kaplamış. Okullar tatil olmuşken kardan adam yapalım birlikte.."

Üzerinde üniforması ile ona bakan babasının gülen yüzüne baktı. Elleri onun koca avuç içleri arasında kaybolurken babası hızla minik elinden çekerek kucağına aldı. Tek kolunun üzerinde minik bedenini tutarken başını küçük kızın boynuna saklayıp yeni tıraş olmuş yanaklarını sürttü. Bu hareketiyle küçük kız huylanırken kahkaha sesleri boş sokakta yankılandı.

"Benim sabırsız güzeller güzeli kızım. Askeriyeye gitmem gerek biliyorsun."

Sözleriyle gülen yüzü solan küçük kız sakince başını sallayıp babasını onayladı. Genç adamın kucağından inmeye yeltendiğinde parmak uçlarıyla kızının çenesine dokundu. Yeşil gözleri burukça kızına bakarken onun babasına küs kalması mümkün değildi...

"Bahar kokulum yüzünü neden astın ki? Madem okullar tatil benle askeriyeye gelirsin . Orada asker abilerinle kardan adam yaparsın olmaz mı?"

Başka zaman olsa bu sözlerine mutlu olurdu ufak kız. Ama dün arkadaşı Sibel'in babasıyla yaptıkları kardan adamı görünce oda heveslenmişti. Oysa onun babası diğer babalardan farklıydı biliyordu ama işte bazı anlarda bu küçük şeyler için bile umut etmekten kendimi alamıyordu.

Babasına cevap vermedi ama boynuna sarılıp gözlerimi kapatarak sessizce onayladı onu. Yavuz Yüzbaşı derince soluyup evin önünde duran arabaya ilerledi. Kızını arka koltuğa oturtup kemerini bağladı. Saçlarına büyükçe bir öpücük kondurup nasırlı avuç içleriyle , pamuk kadar yumuşak olan kızının yanaklarını okşadı.

Daha sonra ise vakit kaybetmeden sürücü koltuğuna geçtiği vakit, farkında olmadan dalgın bakışlarını bir kaç saniye kızının üzerinden gezdirdi fakat küçük hanım inatla ona bakmayıp dışarıdan akıp giden yolu izledi sakince.

Çok uzun sürmeyen yol sonucunda askeriyeye geldiklerinde Yüzbaşının aracını gören erler esas duruşa geçiyordu. Arabayı büyük bahçeye park ettiğinde atik hareketlerle arabadan inip , arka kapıyı açtı. Yüzüne bakmayan kızının kemerini çözüp usulca tekrar kucağına aldı. Minik baş yorgunca omzuna yattı. Yüzbaşı sıkıntılı nefesler alarak askeriyeye doğru ilerlerken tam girişte geldikleri anda birden adımları duraksadı. Boynunda saklı kalan minik kızının yüzüne dokundu. Parmak uçları minik çene üzerinde iken göz göze gelmelerini sağladı . Sonra da saçlarına kocaman bir öpücük kondurdu. Yüzünde küçük kızının en sevdiği gülümsemesi vardı. Bir tek bahar kokulu kızına böyle bakar, bir tek ona böyle gülerdi Yavuz Yüzbaşı...

"Birlikte kardan adamı yaparsak o güzel gülümsemeni tekrar görebilir miyim küçük hanım?"

Küçük kızın gözleri onun sözleriyle kocaman olurken hızla başını sallayarak babasının boynuna sarıldı. Babasıyla birlikte gülümseyerek geldikleri yolu büyük adımlarla geri döndüler. Tüm askerlerin bakışları arasında büyük bahçenin tam ortasına ilerleyip kızını yere bıraktı. Dün ilk kar yağmıştı. Çok fazla kar yoktu ama yine de babasıyla yapacağı her şey onu mutlu etmeye yetiyordu.

Önce Yavuz Yüzbaşı yere diz çöktü. Büyük avuçları arasına doldurduğu karları top haline getirmeye çalıştı. Küçük kızı da ona yardım ederken arada bakışları birbirine değiyordu. Minik yüreğinde etrafını saran soğuğa rağmen olan sıcaklık, babasının ona kıyamayan bakışlarıyla birleşti. Zihninde ne yaşarsa yaşasın silinmeyecek bir anı olarak kaldı o kış sabahı. Yavuz Yüzbaşı yeşil kamuflajı ve iri elleriyle üzerinde ki şaşkın bakışlara aldırmadan minik kızıyla çocuk olurken kızının hayran bakışları ise onun üzerinde geziyordu. Damlalar halinde yağan karın altında büyük bir titizlikle işini yapan bu yeşil gözlü dev onun kahraman babasıydı...

2023/ Şanlıurfa...

Gözlerimin önünde dans eden anılar yüzünden usulca kapandı göz kapaklarım. Yanaklarımdan süzülen sıcak sıvıyla titrekçe nefesler çektim içime. İçimde asla geçmeyen bir yara vardı. Anılarım içime zehir olup aksa da babamın yüzünü hatırladıkça özlemim daha çok canımı yakıyordu.

Ellerimi yüzüme kapatıp tuzlu sıvının yaktığı yanaklarımı sildim. Üzerimde ki örtüyü kaldırarak yataktan çıktım. Odamda bulunan banyoya ilerlerken adımlarım sarsaktı. İlk önce çeşmeyi açtım. Aynayı bakmayı ret edip defalarca soğuk suyla yüzümü yıkadım. Sakinleştiğimi anladığımda ise derince nefeslenip ağırca başımı kaldırıp aynaya baktım. Gözlerinde derin yorgunluk ve acı bulunan kadın hiçte yabancı değildi bana. Yıllardır yer ve zaman fark etmeksizin onunla bir şekilde yüz yüze geliyordum. Daha fazla bu bitik halimi görmeye dayanamadım. Durup içimde katran karası sızıya dönüşmüş acımla dertlenecek zamanım dahi yoktu. Bir amacım vardı gerçekleştiremeden rahat nefes almak haramdı bana.

Ayna yanında duran dolaba uzanıp dolabın kapağını açarak bir havlu aldım. Yüzümü silip banyodan çıktım. Elimde ki havluyu kirli sepetine atarken bir an fark ettiğim şeyle duraksadım.

Ev aşırı sessizdi. Aylin çoktan kalkmış açtığı hareketli müzikle kahvaltı hazırlamakla meşgul olması gerekiyordu. İçimde biriken tedirgin hislerle odamdan çıktım. Koridoru geçip ilk önce mutfağa adımladım. Boş olan mutfakla canım daha da sıkılırken Aylin'in salonda uyuyor olmasını dilemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

Salona adımı attığım vakit gördüğüm düzenlenmiş şekilde üçlü koltuğun üzerinde duran çarşaf ve yorganla kaşlarım çatıldı merakla. Ayaklarımda tonlarca ağırlık varmış gibi aheste adımlarla odanın tam ortasında durduğumda Aylin'in ardında bıraktığı boşluk karşıladı beni.

Habersiz çekip gitmesi canımı sıkarken, kalbimi sıkıştıran his yüzünden sinirle ofladım. Asıl beni delirten o utanmaz adamla dün burada ne işi olduğuydu. Ön göremediğim her davranış beni çıldırtmaya yetiyordu. Aylin ile aynı hastane de çalışıyorduk ama Hakan'a karşı romantik hisler beslediğini hiç fark etmemiştim.

Odanın içinde dört dönerken tek çare onu aramak gibi geldi bir an. Eşofmanımın cebine sıkıştırdığım telefonumu çıkartıp ezbere bildiğim numarayı aradım. Uzun denebilecek zaman zarfında beklememe rağmen asla cevaplanmadı aramam. İçimde tuhaf bir his vardı. Oflayarak aramayı kapattım. tek dileğim ilk otobüsle İstanbul'a geri dönmüş olmasıydı.

Telefonumu sinirle koltuğa fırlatıp kahvaltılık bir şeyler atıştırmak için mutfağa adımladım. Aklım Aylin'de olsa da aç karnına daha fazla durmak istemeyerek buz dolabını açtım. Hızlı bir şekilde kahvaltımı yapıp elime aldığım sıcak çikolata ile salona adımladım. Bir yudum içerek çikolatanın eşsiz tadının damağıma yayılmasını sağladım. Bu tadı çok seviyordum. Babam ile olan anılarımın baş kahramanıydı bu aroma...

Tekli berjere oturup telefonumu elime aldım. Arama yoktu. Tekrar Aylin'i aradım ama yine cevap yoktu. Elimde ki sıcak kupayı ve telefonu masaya bırakıp bilgisayarımı aldım. Hızla açtığım sayfaları gezerken gördüğüm haberlerle kaşlarım çatıldı. İstanbul'da öldürülen üst düzey bürokratlar yüzünden ortalık yangın yeriydi. Öldüren kişi belli değildi ama güvenlik kamerasına yakalanmış bir görüntü mevcuttu. Hızla sayfayı açıp görüntüye baktım. Çok bulanık olan resimde dikkatimi çeken katilin bir kadın oluşuydu. Beden hatları benimle hemen hemen aynıydı ve ne gariptir ki göreve çıktığım vakit giydiğim kıyafetlerin aynısını giymişti.

Uyandığım andan beri beni boğan his sanki gelmiş göğsüme oturmuş gibiydi. Öldürülen bürokratın adına baktım dalgınca. Eski Albay Atıf Sezer.. İsim çok tanıdıktı. Beynimde cirit atan anılar arasında minik bir görüntü düştü gözlerimin önüne. İşte o an büyük bir çıkmaza girdim ne yapacağımı bilemez halde bilgisayar önünde gördüğüm isimle şok içinde kaldım.

"Bu nasıl olur? Bana aylar önce öldürmem için emir verilen adamı, kim neden öldürür?"

Sessiz isyanım salonda yankılanırken dalgınca açtığım sayfaları kapatıp bilgisayarın güç tuşuna bastım. Bir şeyler oluyordu ve her ne oluyorsa artık benim kontrolüm dışındaydı. Buraya gelirken ardımda bıraktığım karanlık sinsi bir düşmen gibi peşimden gelmeye devam ediyordu ve ben asla ondan kurtulamıyordum.

Saatler geçti ve ben dalgın bakışlarla o koltukta dışarıyı izledim. Gün ışıkları batarken gözlerim bir an olsun karlı kaplı bahçeden ayrılmadı. Neden sonra çalan telefonumla düştüğüm dehlizden çıkarak artık kaskatı olmuş bedenime aldırmadan masada duran telefonuma uzandım. Arayan numarayı görünce rahatlayarak cevapladım aramayı..

"Aylin neredesin? Sabah bana haber vermeden çekip gitmişsin."

Yerimde duramıyordum. Koltuktan kalkıp cam kenarına geçtim. Telefonun ucundaki kızdan bir süre ses gelmezken bakışlarım karşıdaki evin camına kaydı. Dünkü komutan elinde bir kahve kupası ile keskin mavilerini etrafta gezdiriyordu. Adamın bakışları asla benim olduğum tarafa değmezken , hala Aylin'den cevap gelmeyince sabırsız bir soluğu doldurdum göğsüme.

"Aylin..."

"Aradığınız kişiye şuan ulaşılamıyor doktor hanım. İsterseniz müsait olduğumuz bir zaman biz size dönelim.."

Telefonda duyduğum sesle perdedeki elim boşluğa düşerken , bedenime yüklenen adrenalin sebebi ile hızlı nefeslerle inip kalkıyordu göğsüm. Tüm vücuduma sirayet eden titremeyi göz ardı edip derince yutkundum biraz olsun kendimi sakinleştirmek için.

"Aylin'in telefonunun sende ne işi var? O nerede!..."

Yüksek çıkan sesim evin duvarlarına çarpıp yankı yaparken , karşıdan duyduğum kahkaha sesi ile tüm dengemin dağıldığını hissediyordum. Ayaklarım tutmaz olurken, sarsak adımlarla salondaki koltuğa attım bedenimi.

"Ahhh güzel Neva'm benim. Senden öyle kolay vazgeçeceğimi sanman çok komik. Ama itiraf etmeliyim ki kuzenin çok saf. Ona aşık olduğuma öyle kolay inandı ki ben bile bu işin bu kadar kısa sürmesini beklemiyordum. Senin adresini alabilmek için girdiğim aşık adam rolü için beni takdir etmen gerekiyordu güzelim. Neyse lafı fazla uzatmayalım. Çünkü bir an önce sana sahip olmak istiyorum."

Hakan 'ın dudaklarından dökülen her bir kelimeyle, beynimde binlerce şimşek çakarken, benliğim olmaktan asla bir gün bile pişman olmadığım kişiye doğru evriliyordu o sıralarda. İçimde gömmek zorunda kaldığım kadın aldığı hızlı soluklarla dışarı çıkmak için, sanki benimle cebelleşiyor gibiydi. Gözlerimi kapatıp bir kez açtığımda bedenimdeki sarsaklık geçmiş, gözlerimde her daim yakamozu taşıdığım naif kadın yerini, öfkesini kendine kalkan bilmiş o kadına bırakmıştı...

" Peki...Nasıl istersen öyle olsun Hakan. Adresi mesaj atmanı bekleyeceğim..."

Sakin ve daha önce kimsenin pek şahit olmadığı ses tonumla adamla konuştuğumda kısa bir süre ses gelmedi. Daha sonra karşı taraftan ufak bir onay mırıltısını işittiğimde, telefonu yüzüne kapatıp bir kaç saniye o koltukta hissiz bakışlarla oturdum. Bu evden çıktığımda bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı biliyordum...

"Bunu o istedi. Bana izin ver Aylin'in canını yaktığı için aldığı her bir nefesi zehir edeyim ona.."

Beynimde çınlayan sesi susturmak için avuç içlerimi kulaklarımı kapattım. Öfkeli sesi hala benliğimde gezerken daha fazla direnemedim. Gözlerimi kapatıp sakin nefesler çektim içime. Bir kaç saniye sonra sesler sustu ama kana susamış o karanlık yanım korkunç tebessümüyle tüm kontrolü eline aldı...

Yavaşça koltuktan kalkıp odama doğru ilerledim. Dün gece derin bir uyku çektiğim odada bir kaç saniye boş bakışlarla ayakta dikildim. Daha sonra yanımda getirdiğim ama hala açamadığım bavula kaydı gözlerim. Yavaş adımlarla ona ilerleyip, kapağını açtığımda en altta bez bir torba içine koyduğum kıyafetler çarptı gözüme. Hızla içinden çıkarttığım kıyafeti giyerken omuzlarımda sallanan saçlarımı topuz yapmakla uğraştım bir süre. Ayna karşısına geçtiğimde gördüğüm suret bana aitti lakin yeşil gözlerinden öfke taşan kadın asıl bana çok uzaktı.

Yorulduğumu hissediyordum artık. 12 yaşından beri bana dayatılan hayatı yaşarken, herkesin korktuğu gözlere sahip olup o tuhaf bakışlar altında yaşamak çok zordu. Oysa babam beni "orman gözlü kızım" diye severdi. Çocukken saçlarımın aralarında tel tel bulunan her bir sarı saçımı koklayarak öperdi. "Güneşi saçlarında taşıyorsun, evimin, gönlümün huzurusun sen" derdi. Anılar bir bir zihnimde canlandığında gözümden bir damla yaş firar edip özgürlüğüne kavuşurken, banyoda yankılanan ses ile hızla musluğu açıp yüzüme su serptim.

Yüzümü kurulayıp telefonu eline alırken bedenim hala yapacağım plan yüzünden titremekle meşguldü. Hakan'ın attığı konuma bakıp kaç dakikalık uzaklıkta bir mesafede olduğunu hesapladım. Daha sonra uzun zamandır aramadığım ezberim de kayıtlı numarayı çevirdim. Bir kaç kez çalan telefon açıldığımda karşıdan duyduğum tanıdık sesle bakışlarım aynada ki aksime kaydı. O hala içimde bir yerlerde beni kontrol altına almakla meşgulken karşı taraftan gelen sesle dikkatim dağıldı kısa bir an için..

"Uzun zaman oldu neden aradın?"

Sert ses tonunu unutmaya başladığım adam direk konuya giriş yaptığında bakışlarım hala aynada ki gördüğüm surette geziniyordu. Siyahlar içindeki bedenimde tek renkli yer yeşil gözlerimdi. Kahverengi saçlarım ise topuzun etkisi ile saç derimle bütünleşmiş gibiydi.

"Senden asla bir nasılsın sözü duyamayacağım sanırım İzlam."

"Sen beni basit bir nasılsın demek için aramazsın. O yüzden bir an önce sadede gelsen iyi olur."

"Sana bir konum atacağım. Bana bir kaç gereç lazım. Birde işim bittiğinde ortadan kaldıracak bir mezarcı. Yapabilir misin?"

Karşıdan bir kaç dakika ses gelmediğinde gayri ihtiyari telefonu kulağımdan çekip çağrının kapanıp kapanmadığına baktım. Arama hala devam ediyorken, İzlam'ın bıkkın sesi doldu kulaklarıma.

"Yine neye bulaştın Allah aşkına. Senin tek bir görevin var, onu yaparken bile bir şekilde çamura batabiliyorsun. Bak bu işin sonu hiç iyiye gitmiyor. Canın istediği için insanları öldürüp , birde ortadan kaldırmamız için bizi arayamazsın. Albay'ın kulağına giderse olacakları düşünebiliyor musun?"

Albay.... Benim kendi benliğimi unutmama sebep olan adam. Ve ben ne yazık ki sırf onun yeğenini korumak için günden güne batağa saplanıyordum. Görev bilinciyle çıktığım bu yol artık benim prangam olmuştu.

"Onun kızı için zaten yapacağım şey. Aylin takıntılı bir adamın elinde. Fikret Orbay öğrenirse neler olur biliyorsun. Ben balık baştan kokmadan, direk kökünden çözeceğim olayı. Sen bana yardım edecek misin? Yoksa göbeğimi kendim mi keseyim?"

Yüksek sesli bir oflama sesinden sonra İzlam bıkkın bir çocuğun hırçınlığıyla istediğimi vereceğini söylemişti. Vedalaşıp telefonu kapatırken , hızla Hakan'ın attığı konumu mesajla ona gönderdim. Sonra ne olur ne olmaz diye mesajı komple silip telefonu deri ceketimin içine attım. Bu soğukta donacaktım biliyordum ama yanımda eski kıyafetlerimden sadece bunlar vardı. Siyah postallarımla birlikte başıma geçirdiğim siyah beremle tamamen hazır olarak yatak odasına geçtim.

Pencereyi açıp zemin kattı bahçeye bedenimi sarkıttım. Yere indiğim anda etrafta bakışlarımı gezdirdim sakince. Daha sonra ise hafif camı kapatarak geri dönüşte girebileceğim bir alan bıraktım. Hızlı adımlarla bahçeden çıkıp ana yola çıkarken yan tarafa kaydı bakışlarım saniyelik. Perdeler sıkı sıkıya örtülü dururken bu durum bir an tuhaf gelse de gideceğim yere geç kalmamak için hızlı adımlarla karlı yolda ilerledim. Sokağın sonunda gördüğüm siyah panelvan araba ile genişçe gülümsedim. İzlam gene yapmıştı yapacağını. Açılan kapılardan bedenimi soktuğumda sıcak hava karşıladı beni. Arka koltukta oturan adamla yüz yüze geldiğimde yüzüm düşse de suçlu çocuklar gibi karşısına geçip oturdum el mahkum. Kırlaşmış saçları, sert yüz hatları ve insanın tüylerini diken diken eden sert sesiyle şu hayatta belki de en korktuğum insandı Fikret Orbay.

" Seninle zamanında açıkça konuştum ve durumu izah ettim sanıyordum. Baban öldüğünde seni bu cehennemden çıkartırken tek bir şey istedim. Hayatının geri kalanını Neva Orbay olarak devam etmeni. Şimdi karşımda bu kılıkta durmanın nedeni nedir söyler misin?"

Her bir kelimeye baskın bir tonda konuşan adam beni 12 yaşında o kimsesiz kalmış çaresiz kıza döndürürken yeşil harelerimi yaşlı adamın gözlerine çıkardım. O bakışlarda hiç eksilmeyen nefret artık canımı yakmaktan öte neden bana böyle hisler beslediğini öğrenme isteğiyle yanıp kavrulmama neden oluyordu. Oysa babamın görevdaşı, bu yolda ilerlerken en güvendiği adamdı o bir zamanlar. Peki bana duyduğu bu katıksız öfkenin sebebi neydi? O bakışların derinlerinde ne saklıyorsa bir gün öğreneceğime emindim...

"Aylin Hakan'ın elinde. Onun derdi benimle. Kızınızın kılına dahi zarar vermeden onu kurtarmak için geri döndüm. Sadece bu gecelik olan bir durum bu."

Fikret Beyin bakışları an be an kararırken öne doğru uzanıp hızla deri ceketimin yakalarından tutup beni çektiğinde , yüzlerimiz çok yakındı. Tiksinti ve öfke dolu bakışlar yüzümü turlarken, öldürücü ses tonu kulaklarımda yankı yapıp beynime bir çivi misali çakılmıştı her kelimesi...

"Eğer kızımın tırnağı kırılırsa, seni cellatın önüne atmaktan inan bir an bile çekinmem. Buna ne babana duyduğum derin saygı nede abim engel olabilir. Eğer 2 saat içinde kızımın sesini duymazsam, o depodan sağ çıkamazsın.."

Cellat'ın adı geçtiği anda nefesim kesildi ve tehdidi ile kanım çekildi sanki. Tek kelime çıkmadı dudaklarımdan o anda. O ise son sözlerini de bitirip beni geriye doğru attığında, bir kaç saniye kaskatı halde kaldım. En başından gözden çıkarılacak yegane kişi olduğumun farkındaydım, lakin bu sefer suçum dahi yokken düşürüldüğüm durum canımı yakmıştı.

Bir kaç dakika sonra araba hareket ederken sessizce akan yolu izledik. Yarım saat sonra araba durduğunda bana bir kez bile bakmayan adamın yanında inerek depoya doğru adımladım. Her attığım adımda tedirginlik yaşasam da bu yolun geri dönüşünün olmadığının farkındaydım. Depoya adım attığımda burnuma gelen kesif küf kokusuyla midem bulanmıştı bir an. Derin nefesler alarak içimin bulantısını geçirmeye çalışırken, duyduğum hıçkırık sesiyle yerimde dikleştim.

Elim istemsiz belime giderken, beni karşılayan boşluk hissiyle sesli bir küfür çıktı dudaklarımdan. İzlam'dan alacağım silah ve teçhizatları Fikret Bey'in bir piyango misali ortaya çıkması yüzünden unutmuştum. Elim hırsla yüzüme giderken bir kaç kez sinirle sıvazladım. Daha sonra beremi tümden indirip sadece gözlerimin açık kalmasını sağladım. Ceketimin fermuarını boğazıma kadar çekip tümden siyaha büründüm. Ellerim bir an ceketimin cebine gittiğinde bir sertlik parmaklarıma değdi. Hızla elimi cebimden çıkartırken avcumu açtım. Gördüğüm çakıyla minik bir gülümseme peyda oldu yüzümde. Ne kadar kızarsa kızsın arkamı kollamaktan vazgeçmiyordu Fikret Bey.

Elimde tuttuğum çakıyla sessiz adımlar atarak depo içinde ilerlerken , tam ortada cılız ışık altında onu gördüm. Elleri arkadan bağlanmış olan Aylin içli içli ağlarken, Hakan ise tam karşı sandalyesinde sırıtarak oturuyordu. Çok yavaş hareket ederek sessizce onların olduğu tarafa ilerlerken çakının ucunu çıkartıp sapını sıkı sıkı elimde tutarken ilk defa kendimi tedirgin hissediyordum. Eğer o herif Aylin'e zarar verecek olursa ne yapardım bilmiyordum.

Hakan dalgınca elindeki telefona bakarken adeta parmak uçlarımla ilerleyip nefes almayı bile unutarak yanına geldim. Çoğu kez yaptığım talimlerden antrenmanlı olarak uzun süre nefesimi tutabiliyordum. Sessizce ilerlemeyi, karşındaki seni fark etmeden ilk saldırıyı yapmayı defalarca kez yaptığım için onun oturduğu sandalyenin arkasına o fark etmeden gelmiştim bile. Elim hızla boynuna giderken o çırpınsa bile tek hamlede boğazını kesip uzun zamandır tuttuğum nefesimi dışarı bıraktım. Bakışlarım bir süre yerde oluk oluk kanda boğulan Hakan üzerinde gezse de, fazla vakit kaybetmeden Aylin'e doğru adımladım. Bağlı olduğu ipleri keserken, o boş bakışlarla yerde yatan adama bakıyordu. Onu çözüp ayağa kaldırdığımda zorlukla adım atıyordu. Çıkışa doğru ilerlerken tek elimle telefonumu çıkartıp İzlam'ı aradım.

"İzlam gömülecek bir cenaze var. Ben Aylin'i depodan çıkartıyorum. Ortada delil filan kalmasın."

Telefonu kapatıp deponun kapısını açtığımda Aylin zorlukla attığı adımlar sonucu cansızca kapı önüne yığıldı. Onun sırtını duvara dayarken ceplerimi kontrol ettim. Çakıyı orda düşürdüğümü fark edince, tedirgin bakışlarım kızı buldu. Onu oradan almak zorundaydım. Büyük ihtimal Fikret Bey'e aitti. Askeri mensup olan bir Albay'ın o çakıda parmak izi çıkarsa olacak kaosu düşünemiyordum bile. Baygın duran kızı orada bırakıp hızla içeri girdim. Hakan'ın olduğu tarafa doğru ilerledim koşar adım. Lakin gördüğüm boşlukla şok içinde kasıldım. İzlam bu kadar kısa sürede oraya gelemezdi. Kalbim korkuyla inip kalkarken buradan hızla çıkmak için adım atmıştım ki arkamda duyduğum sert ses ve başımın arkasında dayanılan namlu ile duraksadım.

"Sakın yerinden kıpırdama..."

Bu sesi tanıyordum. Komutan buradaydı ve beni asla görmemesi gereken bir konumda yakalamıştı. Ben sessizce ortada dikilirken tekrar onun sesini duydum.

"Önüne dön şimdi. Tek bir hareketinde emin ol canını yakmaktan bir an bile tereddüt etmem."

El mahkum yavaşça ona dönerken benim gibi siyahlara bürünmüş adamın karanlıkta parlayan çakmak çakmak olmuş mavileri ile derince yutkundum. Yeşillerim onun mavilerine tutunduğunda ikimizden birinin buradan sağ çıkma ihtimali olmadığının farkına vardım o an. Peki ya ben bunca zaman bir asker kızı olmakla gururlanmışken, karşımda duran bir askere zarar verebilecek miydim?...

 

 

 

Loading...
0%